Türkiye’nin 2010 falı |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer’e göre “İki lider ağır ama istikrarlı bir şekilde ilerliyor”.
Bu bir gözlem, hem de en güveniliri ağızdan. Liderler konuşurken huzurda bulunan en yetkili kişinin ağzından çıkan sözler bunlar. İnanmamak olası değil.
Rumların kafalarındaki müzakere süreci ile Türklerin kafalarındaki müzakere süreci tamamen farklı.
BM’de 21 Aralık 1963 tarihinden itibaren Kıbrıs’ta yıllar içinde yaşananlarla ve bu yaşananların da süreç içinde Türk ve Rum liderler tarafından masaya konması ile oluşmuş olan “Kıbrıs Müktesebatı” adada Federal bir devleti öngörüyor. Uluslar arası tanınmışlığı olan, tek egemenliği, tek vatandaşlığı bulunan, politik olarak eşit iki toplumun var olduğu ve bu toplumlardan her birinin kendi devletçiğinde nüfus ve toprak çoğunluğuna sahip olacağı bir Federal devlet. İster adına “Birleşik Kıbrıs Federal Devleti” deyin ister başka bir şey.
Rumlar’ın Kıbrıs sorununu çözümsüz veya sürüncemede bırakmaktaki ısrarlı niyetleri, adanın tek tanınmış devleti olmanın verdiği rahatlıktan ve AB’nin üye bir devleti olmaktan kaynaklanmakta. Bütün hedefleri 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı öncesine geri dönmek ama bunu da 19 Temmuz olarak telaffuz etmiyorlar, 14 Temmuz 1974 günü olarak hayal ediyorlar. Adanın tümü ile “Üniter Rum” devleti şeklinde idare edildiği günü kastediyorlar.
Tabii bu, eskilerin söylediği gibi “Olmayacak duaya Amin demek” gerçekte.
Rumlar müzakereleri yavaşlatarak ve çözümsüzlüğün adanın yegane tanınan devleti olarak Rumlara kazandırdığı getiriyi sonuna kadar sürdürerek, bir gün tekrar adanın mutlak hakimi olmayı “Ulusal stratejileri” olarak planlamışlar. Bu yolda da her tür girişimi yapıyorlar ve her düzenbazlığı da çeviriyorlar.
Ama adada yıllar içinde yaşanan gelişmeler, farklı sınıf veya değerlerde olsa da yıllardır bozulmayan veya bozulamayan ve her koşulda da birbirini dengeleyen bir eşitlik oluşturmuş.
Rumların bitmeyen girişimleri sonucunda elde ettikleri siyası kazanım sonrasında adanın yegane tanınan devleti ve AB üyesi olmalarının karşıt dengesi Türklerin adadaki üstünlüğü tartışılmaz silahlı kuvvetleri ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin adanın tümünü kapsayan garantörlüğü.
1 Mayıs 2004 tarihinde Rumların AB’ye girmeleri ile adadaki dengenin Rumların lehine geliştiği düşünülse de aradan geçen 5 yıl çok şeyi değiştirdi.
2004 yılı sonrasında birbiri ardına gelen yıllar Türkiye’nin bölgedeki ağırlığını ve söz sahipliliğini çok yukarılara çekti. Bu gelişme Rumların hiç hesap etmedikleri, gerçekte de düşünmek bile istemedikleri bir olaydı ve dengeyi de çok dramatik bir şekilde Türkiye lehine bozdu.
14 Ekim 2009 tarihinde Avrupa Komisyonu tarafından açıklanmış olan “2008 yılı Türkiye-AB Müzakere İlerleme Raporu” Rumların tüm girişim ve beklentilerine rağmen hiçte bekledikleri gibi çıkmadı.
Strateji olarak AB’yi Türkiye’ye karşı koz olarak kullanmayı hedeflemiş olan Rumlar için 14 Ekim raporu tam bir düş kırıklığı oldu. İçinden ne Türkiye’ye bir yaptırım çıktı ne de bir ceza.
Son çare veya ikinci bir kurtarıcı olarak Türkiye’yi cezalandırmak ve Kıbrıs’ta taviz koparmak çalışmalarını 10 Aralık Devlet Başkanları Zirvesine yoğunlaştırmış olan Rumlar, AB Dönem Başkanı İsvreç’in b ir kaç yıl önce Rumların girişimleri ile dondurulmuş sekiz başlığın sıfırlanması önerisi ile tekrar bir şaşkınlık yaşamaya başladılar.
Uzun yıllar Kıbrıs’ta mazlum rolünü oynayan Rumlar şimdi artık Kıbrıs’ta taviz koparmak için AB’yi kullanan ve Türkiye-AB Katılım Müzakerelerini çıkmaza sokmak için çaba harcayan devlet konumundalar, aynen “Takke düştü, Kel göründü” atasözüne uygun bir şekilde.
İlerleme Raporu ve Genişleme Strateji Belgesinde, AB’nin Türkiye üzerinde Kıbrıs sorunu ile ilgili kısıtlama ve tedbirlerinde bariz bir gevşeme gözleniyor. Bu yumuşama Başbakan Erdoğan’ın BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmasında Kıbrıs’ta görüşmelerin süresiz devam edemeyeceği ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 2009 yılı sonuna kadar ilerleme kaydedilmesi gerekliliğine yaptığı kararlı vurgunun sonucu.
Diğer taraftan dünyanın şimdilik tek patronu ABD’nin, AB ve NATO değerlendirmesi Kıbrıs üzerinden AB – NATO ilişkilerinin bir çıkmaza girmesine izin vermiyor. Türkiye NATO’da veto hakkını kullanırken, Rumlar da AB içinde Veto’larını kullanıyorlar. Bu kısır döngüden çıkışın yolu, adada sürdürülebilir ve iki tarafın kabul edebileceği bir çözümü bulmak.
Türkiye, Rumların yıllar içinde önüne koyduğu engellerin, günümüzde değişime uğramış politik ve bölgesel gücü nedeni ile Avrupa Birliği, ABD ve BM’de oluşmuş olumlu atmosferi de arkasına alıp, geniş ölçekli bir diplomatik atakla üstesinden gelebilmek amacı ile olağanüstü güzel ve verimli çeşitli girişimler başlattı. Bunun meyvelerini de 2010 yazına kadar toplayacak.