Ailemizin ASKER ALİ’si, Erenköy’ün CENK Komutanı, Tümgeneral ALİ FİKRET ATUN Paşamız bu gün Allah’ın rahmetine kavuştu.
Gerçekten çok üzüntülüyüm.
Çocukluğumda, Türk Bayrağını cebinde bulundurmanın bile yasak olduğu İngiliz Sömürge döneminde, Ali ağabeyin hep “Ben Türk Askeri olacağım” sözlerini duyardım kendisinden.
Gerçekten de Liseyi bitirdikten sonra uça koşa Türkiye’ye gitti ve Harp Okulu’na kayıt oldu. İftiharla bitirdi Kara Harp okulunu ve Teğmen oldu.
Teğmen kıyafeti ile kendisini ilk gördüğümde neredeyse sevinçten ve gururdan bayılacaktım.
1964 yılında gönüllü olarak Erenköy’e gitmeyi talep etti komutanlarından ve dönemin üniversiteli öğrencileri ile birlikte ayak bastı vatan toprağına. Şiddetli çatışmalar, 5 gün, 5 gece süren ölümüne savaşın kazanılmasında askerliği sevmesinin büyük katkısı olmuştur. Telsizle gönderdiği “KANIMIZIN SON DAMLASINA KADAR SAVAŞAĞIZ, ŞEHİT OLACAĞIZ, VATAN SAĞOLSUN” içerikli mesajı, Türk Hava Kuvvetlerine ait jetlerimizin Rum ve Yunan askerlerini ve mevzilerini darmadağın etmesi ile yanıtlanır.
Eğer bugün ÖZGÜR, BAĞIMSIZ ve EGEMEN yaşıyorsak bunda senin de katkın var Ali ağabey.
Cennetteki mekanında nurlar içinde uyu Ali Paşamız, Asker Ali’miz. Allah’ın rahmeti üzerinden hiç eksik olmasın.
Prof. Dr. Ata Atun
Suriye’de Geçici Hükümetin kurulması ile durum Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ile ABD’nin ismini değiştirerek desteklediği Suriye Demokratik Güçleri (SDG) oluşumları arasında bir güç gösterisine dönüştü.
Bu sözde güç gösterisinde, taraflar arasında eşitlik yok ve çok dengesiz.
Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Heyet Tahrir Es-Şam (HTŞ) birlikte Suriye’nin büyük bir kısmında kontrolü sağlamışken ABD’nin adını SDG’ye dönüştürdüğü PKK/YPG oluşumu, bölge halkından gördüğü desteği yitirmiş olmasından dolayı, saklanma, silah temini, silah taşınması, yerel istihbarat, tahdit ve baskı gücünü de tamamen yitirmiş durumda. Bu nedenle de ABD, son on yıldır ilk kez Orta Doğu’da özellikle de Suriye’de çok çaresiz bir duruma düştü.
Türkiye, Hafız Esat ve Beşar Esat hükümetlerinin 1980’li yıllardan başlamak üzere kendi toprakları içinde PKK’nın kuruluşuna ve var oluşuna izin vermelerini ve de terörist başını topraklarında barındırmalarını unutmuş değil. Sonradan Türkiye’nin “Savaş Nedeni” uyarısı ile terörist başını sınır dışı etmiş olmalarına rağmen PKK’nın Suriye toprakları içinde barınmasına ve Türkiye’ye karşı terör saldırılarında bulunmasına izin vermelerini ve imkan sağlamış olmalarını da unutması mümkün değil.
Terör örgütleri yerel halktan destek alamadıkları zaman yok olmaya mahkumlar. Suriye’nin birçok bölgesinde yerel halk silah tehdidi altında bugüne değin eski ismi ile PKK/YPG, yeni ismi ile SDG’ye destek vermek zorunda kalmıştı ama artık bu destek bitmiş durumda. SDG’nin hedefi kurulacak yeni Suriye Hükümetinde söz ve sandalye sahibi olmak ama bu kayıtsız koşulsuz Türkiye’nin “olur”una bağlı.
Bu “olur” nedeni ile ABD bir çıkmaz içinde ve Suriye’de etkin olabilmek için Türkiye ile pazarlık/anlaşma zorunluğu içine girdi. ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’in Türkiye’yi ziyareti laf ola değildi.
Perdelerin arkasında yapılan “Al-Ver” pazarlığında Türkiye’nin eli hayli güçlü. ABD karizması çizilmesin, Suriye’de varlığını sürdürebilsin diye Türkiye’nin önüne;
Adalar Denizinde (Ege) Türkiye-Yunanistan ihtilafının Türkiye lehine çözülmesi,
Kıbrıs konusunda Türk görüşünün kabul edilmesi,
Suriye’nin yeni döneminde Türkiye’nin söz sahibi olması,
Katar-Türkiye-AB doğalgaz boru hattının gerçeğe dönüştürülmesi, gibi bir dizi seçeneği koyduğu veya parti parti koyacağı kesin.
Dış politika ve devletler arası ilişkiler böyle bir şey ve kazan-kazan temelli.
Rusya’nın finansal menfaat karşılığı Beşar Esat’a sığınma hakkı vermesi ile Esat, Irak lideri Saddam Hüseyin ve Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin akıbetinden kurtuldu. Buna karşılık Rusya’nın da, Suriye’de Esat döneminin son bulması ile Suriye’deki askeri üslerini kapatması ve Suriye’yi terk edecek olması, Suriye Hava Sahasını koruma ve kollama görevinden vazgeçmesi buna çok güzel bir örnek.
Rusya, bu kararı ile Ukrayna savaşı ve Esat hükümetini korumak için ikiye böldüğü askeri gücünü tekrardan birleştirme imkanını yakalayacak ve siyasi saygınlığını yitirmemiş olacak.
Kazan-Kazan işte böyle bir şey.
Önümüzdeki dönemde Türkiye, akılcı bir siyasetle sığınmacılar üzerinden oluşturduğu “Kültür ve dil” ortaklığı ile Suriye halkıyla omuz omuz yürümeye devam edecektir. Türkiye’nin, Suriye’deki Kürtleri terör örgütü PKK’dan ayırarak Suriye’de yaşayan Kürtlerin ve diğer etnik grupların meşru temsilcilerinin yeni Suriye Hükümetinde yer alması sağlayarak, Suriye’nin hem toprak bütünlüğünü hem de etnik grupların birleşmesini sağlayacağı kesindir.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
Rum liderlerden Glafkos Klerides, 1993 seçimlerinde Başkan adayı olurken yaptığı seçim konuşmalarında, “AB’ye tam üyelik için başvuru yaptık. Tam üyeliğe kabul edilince AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini adadan atacağız, Kıbrıs’ın tek sahibi ve egemeni olacağız” diyordu.
Kendilerine göre güzel bir hayaldi.
Bu inançla yıllarca AB’nin arkasında koştular.
Yunanistan’ın “periferik ülkelerin AB’ye katılımı içinde Kıbrıs Rum Yönetimi de üyeliğe kabul edilmez ise genişlemeyi veto ederim, hiçbir ülkeyi topluluğa üye edemezsiniz” şantajı sonunda, Avrupa Birliği hem kendi kuruluş deklarasyonunu hem de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını bile bile çiğneyerek, 1 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs Rum Yönetimini üyeliğe kabul etti.
Ve Kıbrıs Rum Yönetimi, yıllar içinde Kıbrıs konusunda Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak, taviz elde etmek, Türk askerinin adadan çekilmesini sağlamak için arkasına AB’yi aldı ve her türlü düzenbazlığı yaptı.
Yapmasına yaptı da hiçbir kazanım elde edemedi.
Yıllar içinde devir ve güç tam tersine döndü, AB zayıflamaya başlarken, Türkiye güçlenme sürecine girdi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de yıllar içinde başrolü oynadığı uyuşturucu, ticareti, insan kaçakçılığı ve AB’ye sunduğu sahte devlet bütçeleri nedeni ile AB içinde bayağı gözden düştü.
Ukrayna savaşından önce Kıbrıs Rum Yönetimi Rusya’nın AB içindeki truva atıydı. AB’nin Rusya aleyhine alacağı her kararı veya yaptırımı hemen Rusya’ya bildiriyordu ve aldığı talimata göre de gerekirse “Veto” hakkını kullanıp, kararın geçirilmesini önlüyordu. Tabi Rusya da, BM Güvenlik Konseyinde Kıbrıs Rum Yönetimi’nin truva atıydı. Hatırlarsınız, 24 Nisan 2004 tarihinde Annan Planı ile ilgili yapılan referandumda Rumlardan “Hayır” çıkınca dönemin BM genel Sekreteri Kofi Annan, “Kıbrıs Türklerine uygulanan ambargoları kaldıralım” önerisini daha BM Güvenlik Konseyine sunamadan Rusya veto edeceğini bildirmiş, öneri sunulamamıştı.
Ukrayna savaşının ilk döneminde Kıbrıs Rum Yönetimi’nin üyesi olduğu AB’nin Rusya’ya ambargo uygulaması sonucunda, bu dostluk ve işbirliği bozuldu.
Bu yıllara dayalı çıkar dostluğu bozulunca Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’nin istenmeyen üyesi konumuna düştüğü ve Rusya ile arası bozuk olduğu için, sırtını dayayacak başka bir “dayı” bulmanın peşine düştü.
İlk yaptığı iş ABD, Fransa ve İtalya’ya Güney Kıbrıs’ta askeri üs vermek, hava ve deniz limanlarını bu ülkelerin askeri kullanımına açmak oldu. Türkiye ile savaşa girerse, bu ülkeler onun yanında Türkiye’ye karşı savaşında yanında olsun diye “Stratejik Anlaşmalar” yaptı. Ama süreç içinde ABD’nin Fransa’nın ve İtalya’nın Güney Kıbrıs Rumları uğruna Türkiye’yi karşılarına almak niyetinde olmadığını anladığı için de farklı arayışa girerek gözünü NATO’ya dikti.
1952 yılında Süveyş krizi nedeni ile yaşanan Arap İsrail savaşından sonra Orta Doğu’dan Fransa ve İngiltere’yi kovarak Orta Doğu’ya adımı atan ABD, aradan geçen 72 yılın sonunda Orta Doğu’daki gücünü iyice kaybetti. Önce Irak’tan çekildi. Şimdi de Suriye’den çekilmek zorunda kalacak. Yıllarca tepe tepe kullandığı Orta Doğu petrollerine sahip ülkeler de kendi güdümünden çıkmaya, tek başlarına karar almaktan çekinmemeye ve ABD’ye baş kaldırmaya başlayınca ABD de yeni bir arayışa girdi.
Türkiye’nin varlığı ve gücü nedeni ile Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaza bir türlü ulaşamayan ABD ve AB, Kıbrıs Rum Yönetiminin NATO’ya giriş isteğini “Kazan kazan”a dönüştürmek peşine düştüler.
Görünen o ki, Türkiye’ye bu konuda baskı yapamayacaklarını bildikleri için, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin kabul edeceği şartlara ve koşullara karşılık Kıbrıs Rum Yönetiminin NATO’ya kabul edilmesi kartını masaya koyacaklar.
Orta Doğu’da yeni haritalar çizilirken ve sınırlar oluşurken, Akdeniz ve Kıbrıs üzerinde de bazı hesaplar var gibi görünüyor. Bu durumda bilinmesi gereken şey Türk Kıbrıs’ın her zamankinden daha fazla Türkiye’ye ihtiyacı olduğudur.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
Amerika Birleşik Devletler hükümeti 2024 yılının başlarında uzun süren müzakerelerin ve tartışmaların ardından ABD’nin NATO müttefiki Türkiye ile 40 adet yeni F-16 Fighting Falcon çok amaçlı savaş uçağının satışını ve Türk hava Kuvvetlerinin mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kitinin satışını binbir naz ile onaylamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı geçtiğimiz hafta içinde ABD’den mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kiti alma kararını değiştirdi ve TUSAŞ’ın yeteneklerine güvenerek satın almaktan vazgeçtiğini açıkladı.
Belli ki TUSAŞ, yılların deneyimi ve çağdaş teknolojisi ile F-16 filosunun çağdaşlaştırılması için gerekli tüm sistemleri, yerli malzeme ve milli yazılımla üretmeyi başarmış. Özelliklede, Amerika’nın F-16’ları modernize etmek için kullandığı “Modüler Görev Bilgisayarının [MMC]” yerini almış olan “Özgün Aviyonik Sistem [OAS]” isimli “Görev Bilgisayarı”nı geliştirmesi ve kusursuz bir hale getirmesi Türkiye’yi silah üretim sanayiinde çok önemli bir konuma yükseltiyor. Dünya üzerinde bu tür silah sanayisine yönelik sofistike ve özgün olarak “Görev Bilgisayarı” imal edebilen ve kendi yazılımını kullanabilen sadece 3 ülke var.
Görev Bilgisayarının paralelinde bir diğer çok önemli başarı da ASELSAN tarafından geliştirilen, açık yazılım mimarisine sahip olan ve diğer ülkelerdeki teknoloji sağlayıcılarına bağımlı kalmadan süreç içinde sorunsuz yükseltmelere izin veren OAS’ın (programlamada spesifikasyon dili) entegre olarak Görev Bilgisayarı ile kullanılıyor olması.
OAS’ın ASELSAN tarafından geliştirilerek millileştirilmesi hayati bir önem taşımakta. Türkiye artık kendi olanak ve spesifikasyonları ile SOM-J seyir füzesi ve HGK güdümlü bomba kitleri gibi, füzelere kendi mühimmatlarını entegre edebilecek. Füze nereye gidecek, güdümlü bomba nereye düşecek, artık füze hedefe giderken öğrenilemeyecek, karşı tarafa bilgi verilemeyecek, füzenin nereyi hedeflediği, hedefi vurduktan sonra ortaya çıkacak.
Türkiye’nin ürettiği radarlar da artık küresel silah sanayiinde başa oynuyor.
ASELSAN’ın kendisinin geliştirdiği AESA [Active Electronically Scanned Array] radar teknolojisi ile ürettiği MURAD AESA radarı, ABD’li şirket Northrop Grumman’ın ürettiği ve dünyanın en iyisi olarak kabul gören AN/APG-83 SABR’ın (Scalable Agile Beam Radar) en büyük rakibi.
Devamla; ASELSAN kendi geliştirdiği ve ürettiği SPEWS-II Elektronik Harp uygulama paketleri ile batılı rakiplerinin başını ağrıtmaya başladı. SPEWS-II’nin Türk hava Kuvvetlerinin elindeki F-16’lara entegrasyonu, Türkiye’nin elektronik harpte dışa bağımlılığını neredeyse sıfırlayacak düzeyde.
ROKETSAN ve TUBİTAK SAGE tarafından ortaklaşa geliştirilen SOM-J seyir füzesi, uzun menzilli hassas vuruş kabiliyetli olup F-16’ların silah yuvaları ve sistemi ile tam uyumlu üretildi. Buna ilaveten aynı ekip tarafından üretilen GÖKDOĞAN ve BOZDOĞAN havadan havaya füzeleri, ABD’nin ürettiği AIM-120 AMRAAM ve AIM-9X Sidewinder füzelerinin en dişli rakibi. Türkiye artık füze teknolojisinde neredeyse tam özerk hale geldi ve dışa bağımlılıktan, ambargolardan, kısıtlamalardan ve benzeri yaptırımlardan tamamen kurtuldu.
ABD’nin işine gelmediğinde Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması, Türkiye’nin elindeki F-16’ları modernleştirme isteklerinde nazlanması, yıllarca sudan bahanelerle engeller çıkartması, Türkiye’yi “çok naz aşık usandırır” misali usandırdığı kesin. Türkiye, ABD’nin nazlarından ve yaptırımlarından kurtulmak için kullandığı Amerikan yapımı silahlardaki kilit sistemleri kendi ürettikleri ile değiştirmek amacı ile yıllar önce TUSAŞ, ASELSAN, ROKETSAN, TUBİTAK ve benzer teknoloji şirketlerini ayrı ayrı görevlendirerek bu sistemleri yerli alternatiflerle değiştirmek suretiyle kendi kendine yeterli olma yoluna girmiş. Şükür ki hedeflenen sonuçları da almayı başardı.
Bu gelişme, net bir şekilde Türkiye’nin ve Türk silahlı kuvvetlerinin yıllar içinde neredeyse her tür silah ve araçta kendi kendine yeterliliğini artırdığını ve yabancı tedarikçilere bağımlılığını iyice aşağılara çektiğini gözler önüne seriyor. Biz Türklerin çok kullandığı atasözünün tezahürü de diyebiliriz buna. Gerçekten kötü komşu ev sahibi yapıyor.
Prof. Dr. (İn. Müh), Doç. Dr. (UA İlş) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
AB Komisyonu 2014 yılında, deniz ekonomilerinin sürdürülebilir büyümesi, deniz alanları ve kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla “Mekansal Deniz Planlama Yönergesi”ni kabul etti. İlgili yönerge, denizlere ve okyanusa kıyısı olan 22 üye devletin ulusal bir plan geliştirmesi zorunluluğunu getiriyor. Bu yönergenin kabulünden sonra da “Deniz Mekânsal Planlama (MSP) Platformu” adlı bir çalışma grubu kurdu. Bu platformun aldığı kararların uluslararası bir bağlayıcılığı yok zira sadece Avrupa Birliği içinde geçerli.
Geçen hafta Avrupa Komisyonu’nun, ‘Deniz Mekânsal Planlama’ çalışmaları kapsamında “Adalar Denizi” (Ege) ve Doğu Akdenizle ilgili bir harita yayınlandı. Yayınlanan bu harita, son iki asırda olduğu gibi Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Yönetiminin arkalarına Avrupa Birliğini ve Amerika Birleşik Devletlerini alarak sözde güç gösterisi ile hak etmedikleri yerleri gasp etmek amaçlı hazırlanmış.
Harita, tamamen tek taraflı, yanlı ve Yunanistan’ın maksimalist istek ve tezlerine göre hazırlanmış ikinci bir “Sevilla Haritası.” Ki Sevilla Haritası tam bir uluslararası düzenbazlık örneği. Söz konusu bu haritayı 2000’li yılların başında İspanya’nın Sevilla Üniversitesi’nden Profesör Juan Luis Suarez de Vivero, iddialara göre Yunanlı bürokratların ve diplomatların sunduğu bir takım menfaatler karşılığında hazırlamıştı.
Sevilla Haritası, Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği ‘münhasır ekonomik bölge’nin sınırları ile Yunanistan’ın Türkiye ile siyasi çatışma içinde olduğu Adalar Denizi’ndeki sözde münhasır ekonomik Bölgesini AB’nin resmi sınırları olarak kabul ediliyordu ve bu isteklere göre hazırlanmıştı. 1958, 1960 ve 1982 Deniz Hukuku Konvansiyonunun birçok maddesine aykırı olarak ve yasal olarak hak edilmeyen yerleri gasp etmek amacı ile çizilmiş bu harita, “Uluslararası Münhasır Ekonomik Bölge” kurallarını da açıkça çiğnemekte.
Sevilla haritasında;
Yunanistan Sevilla Haritasını hazırlattıktan sonra 2007 yılından itibaren sümenaltından Avrupa Birliğinin ilgili komitelerinde sanki de yasal bir harita imiş gibi kullandırmaya başlatmış.
2012 yılında da Yunanistan, AB’nin resmi dairelerinde, yazışmalarında ve dosyalarında 5 yıldır kullanılmasından dolayı Sevilla haritasını “Resmi Belge” gibi tanıtmaya ve referans vermeğe başlamış.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yanlı haritaya itiraz etmesi ve uluslararası karşı tezlerini ortaya koymasından sonra 2020 yılında Avrupa Birliği (AB) yetkilileri, AB’nin isteği üzerine Sevilla Üniversitesi’nde hazırlandığı öne sürülen Sevilla Haritası’nın AB tarafından hazırlatılmadığını ve Avrupa Komisyonu’nun Sevilla Üniversitesi’ne herhangi bir harita çalışması yaptırmadığını açıklamak zorunda kaldı. Söz konusu açıklamada da kurumlar tarafından hazırlatılan dış raporların AB’nin resmi belgeleri olmadığı ve bunların AB için yasal ve siyasi bir değer taşımadığı belirtilerek Sevilla Haritasının geçerli olmadığı teyit edildi.
Aynı doğrultuda Amerika Birleşik Devletleri resmi olarak yaptığı açıklamada Sevilla haritasının hiçbir geçerliliği olmadığını açıkladı.
Sevilla Haritası hakkında “Yok” hükmü alındıktan sonra belli ki Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi, AB Komite ve dairelerinde çalışan ekiplerine talimat vererek Sevilla Haritasını farklı bir isimle yasallaştırmak için bir çalışma başlatmalarını istemiş ve bu doğrultuda da resmi bir faaliyet olan “Mekansal Deniz Planlama Çalışmaları” kapsamına sokulmuş.
Gerçekte ve uluslararası hukuka göre AB’nin deniz yetki alanları hakkında planlama yapmak ve karar almak yetkisi bulunmamaktadır. Avrupa Birliğine böylesi bir yetki verilmemiştir. Bu bağlamda, Adalar Denizi (Ege) ve Doğu Akdeniz ile ilgili AB’nin “Deniz Mekânsal Planlama Platformu” adlı çalışma grubunun yayınladığı harita, taraf olmayan Türkiye ve Deniz Hukuku bakımından yok hükmünde olup, bu kararın ve haritanın fiilen ve hukuken bir sonuç doğurması da söz konusu değildir.
Avrupa Birliği Deniz Yetki alanları ve Deniz Hukuku konularında ilgili merci olmadığı için egemen ülkeler arasındaki deniz yetki alanları uyuşmazlıkları konusunda görüş beyan etme yetkisi de bulunmamaktadır.
AB’nin “Deniz Mekânsal Planlama Platformu” adlı çalışma grubunun hazırladığı haritalar, geçmiş aylarda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından hazırlanan sözde “Ulusal Deniz Mekansal Planı” ile birebir örtüşmekte ve Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs adasının tek meşru sahibi olduğu yönündeki iddialarını destekler nitelikte olup, Türkiye ve KKTC tarafından kabul edilmesi söz konusu değildir.
Prof. Dr. (İn. Müh), Doç. Dr. (UA İlş) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili