Prof. Dr. Ata Atun
Altmış yıl evvel bugün Birleşmiş Milletler’de (BM) yapılan bir yanlış, alınan hatalı bir karar, maalesef Kıbrıs Türklerini dünyadan koparmaya ve olumsuz etkilemeye devam etmekte.
BM’nin Kıbrıs’a gelişini bir hatırlayalım; 21 Aralık 1963 Cumartesi günü sabahın erken saatlerinde, Kıbrıs Rumları, “Kıbrıs adasının egemenliği ile devleti ele geçirmek ve Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak” için Kıbrıs Türklerine karşı silahlı saldırılar başlatırlar. Dönemin Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreu Kıbrıs Türklerine saldırıları düzenleyen EOKA terör örgütüne, İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis’in milis kuvvetleri ile Makarios’un doktoru ve sonradan da EDEK’in kurucusu olan Dr. Vassos Lisarides’in milis kuvvetlerine destek olması için 1 Ocak 1964 sabahından başlamak üzere Kıbrıs adasına parti parti 20 bin tepeden tırnağa silahlı bir Komando Tümeni gönderir. Kıbrıs Türklerine karşı organize ve aynı anda başlayan silahlı saldırılar adanın tüm bölgelerinde devam eder. Lefkoşa’nın Küçük Kaymaklı bölgesine Nikos Sampson’un komutasında Yorgacis’in milis kuvvetleri, Çağlayan bölgesine de Lissaridis’in milisleri saldırmıştır.
Rumların saldırıları katliamlara, yağmaya, soyguna ve yaşlı kadın, erkek ve çoluk çocuk demeden soykırıma dönüşünce, Kıbrıs Türklerinin neredeyse dörtte biri evini barkını, malını mülkünü, hayvanını ve zahiresini arkada bırakıp güvenli Türk bölgelerine göç etmek zorunda kalır.
Türkiye Cumhuriyeti, katliamları, soygunu, yağmayı ve göçleri durdurmak için öncelikle “siyasi müdahale ve görüşme” yolunu tercih ederek BM’den “Acil Müdahale” talep eder.
Günümüzde olduğu gibi, 1964 yılında da yayılmacı (emperyalist) ülkelerin çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteren Birleşmiş Milletler Teşkilatı, adaya BM Barış Gücünü gönderebilmek için çalışmalar başlatır. Türkiye’nin talebi üzerine BM Güvenlik Konseyi toplanır ve daimi üye İngiltere’den karar taslağı hazırlamasını ister.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı bir karar tasarısı hazırlar.
Bu karar taslağı, 1959 yılının Şubat ayında Zürih ve Londra’da -garantör devletler ile Kıbrıs Türkleri ve Rumlarından oluşan taraflar arasında- gerçekleştirilen toplantılarda mutabakata varılan ve 1 Ağustos 1960 günü bağımsızlığı ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin BM’ye tescilli Anayasasına tamamen aykırı bir şekilde, “Kıbrıs adasında sadece Kıbrıs Rumlarından oluşan mevcut Makarios yönetiminin adayı temsil eden hükümet” olarak tanınmasını içermektedir.
Kıbrıs Türklerini görüşmelerde ve toplantılarda temsil eden Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ın dile getirdiği bütün itirazlar dikkate alınmaz ve Türkiye Cumhuriyeti’nin itirazlarına da ABD ve İngiltere temsilcileri “Bu karar geçicidir. İzin verin BM Barış Gücü adaya ayak bassın, katliamları, soykırımı, yağmayı, soygunu ve göçleri durdursun” yanıtını verirler. Türkiye bu yanıtı, Kıbrıs’ta devam etmekte olan katliamları, soykırımı, yağmayı, soygunu ve göçleri durdurmak için ister istemez kabul eder. BM GK’nin insanlık dışı ve dünya siyasetinin yüz karası kararlarından bir tanesi olan 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararı kabul edilerek yürürlüğe konur. Bu karar doğrultusunda Kıbrıs Rumları “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanımlanırken, Kıbrıs Türkleri de toplum seviyesine indirgenir.
BM Barış Gücü bu kararın alınmasında ancak 2 ay sonra adaya ayak basar. Bu gecikme, Makarios hükümetinin “Gereklilik Doktrini” adı altında kabul ettiği yasadışı kararlarla, Kıbrıs Türklerinin Anayasal haklarını, siyasi haklarını ve insani haklarını ellerinden almasının yolunu açar.
Aradan geçen 60 yıl içinde Kıbrıs Türklerinin dünyadan izole edilmesinin, uluslararası ticaret yapamamasının, uluslararası siyasi platformlarda temsil edilememesinin, uluslararası etkinliklere ve spor müsabakalarına katılamamalarının, uluslararası posta ve telekomünikasyon bağlantıları kuramamasının kökeninde bu insanlığın yüz karası 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı karar yatmaktadır.
BM Kıbrıs sorununa adil ve insan haklarına yaraşır bir şekilde müdahale etmek ve taraf olmak istiyorsa, öncelikle Kıbrıs’ta yasal hükümetleri tanımlayan yeni ve çağdaş bir karar almalıdır. Akdi takdirde, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için son 60 yıldır yaşanan olumsuzluklar, dünyadaki ve adadaki siyasi dengeler değişene kadar devam edecektir…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Rum lider Nikos Anastasiadis, 2017 yılında Crans Montana’da sürmekte olan Federasyon müzakerelerinde Kıbrıs Türk müzakere heyetinden istediği tüm tavizleri aldıktan sonra kendini adanın tek sahibi, tek egemen gücü ve Kıbrıs Türklerinin de patronu olduğu inancına kapıldı.
Bu aşamadan ve bunca tavizden sonra Kıbrıs Türklerinin kesinkes kabul edeceği inancı ile Helen ülküsü olan Megali İdea doğrultusunda Rumların adanın mutlak yöneticileri olması hedefli masaya “Sıfır asker, sıfır Garanti” isteğini koydu.
Kıbrıs Türk Müzakere Heyeti Anastasiadis’in “Sıfır asker, sıfır Garanti” talebine “Hayır” dememiş, esasta kabul etmiş ve uygulamaya “Türkiye’nin garantörlüğü 12 yıldan sonra iptal edilebilecek, Türk askeri de adadan süreç içinde tamamen çekilecek” ifadelerini ilave etmişti.
Anastasiadis, talebinin sulandırıldığını düşünerek derhal masadan kalkmış, müzakerelere son verdiğini açıklamış, arabulucular arkasından koşmasın ve devirdiği masaya tekrardan oturtmasınlar diye de Crans Montana’yı terk etmişti. ABD ve AB’nin kendisine verdikleri destekten dolayı kendinden son derece emindi. İllaki “adadan Türk askeri gidecek, garanti Anlaşması son bulacak ve zamanı gelince de Enosis gerçekleştirilecek” rüyasına bayağı kaptırmıştı kendisini.
Ne var ki, işler istedikleri gibi gitmeyince son dört yıldır müzakerelerin “Federasyon içeriğinde ve Crans Montana’da kaldığı yerden devam etmesi için” her kapıyı çalıyorlar. Neleri kaybettiklerinin tam olarak farkındalar ve Federasyon müzakereleri bir şekilde kaldığı yerden başlarsa, ilk verecekleri yanıt “Kıbrıs Türk Müzakere heyetinin teklifini kabul ediyoruz. Türkiye’nin garantörlüğü 12 yıl değil ama 6 yıl sonra bitsin, Türk askeri de o tarihte adadan çekilsin” gibi şeyler olacak.
Olmasına olacak ama Türk müzakere heyetinin o dönemde verdiği tavizler de geçerli hale gelecek. Ne idi bu tavizler;
Bu tavizlerden sonra kurulacak olan Federal Devlet’ten dolayı, daha tartışmaların içine girmemiş olan Kıbrıs Türkleri olarak bizlerin ve anavatan Türkiye’nin kaybedecekleri masaya konacak.
Kurulacak “Kıbrıs Federal Cumhuriyeti”, 10. Protokol içeriğince AB’nin üye bir devleti olacağı için, Türkiye’nin ada üzerinde hiçbir hakkı olmayacak.
Türkiye’nin “Sevilla Haritasını” kabul etmesi ve Adalar Denizi (Ege) ile Doğu Akdeniz’den çekilmesi istenecek.
Mavi Vatan olarak tanımladığı “Münhasır Ekonomik Bölgesi”nin geçerli olmadığı kendisine dikte edilecek.
Adalar Denizi ve Doğu akdeniz’deki mevcut FIR hatlarının tümünün geçersiz olduğu açıklanacak.
Kıbrıs’ta, aynen Gazze’de olduğu gibi Kıbrıs Türklerine karşı bir saldırı olduğunca, Türkiye’nin müdahale etmek hakkı olmayacak.
Kıbrıs Türklerinin ekonomik yaşamlarına, vatandaşlık haklarına ve tüm insani haklarına Rum Yönetiminin iki dudağı arasından karar verilecek.
En önde Hristodulidis’in, perdelerin arkasında ABD ve AB’nin Kıbrıs’ta Federasyon içerikli müzakerelerin Crans Montana’da kaldığı terden devamı için çırpınmalarının nedeni bu gerçekler.
Unutulan ise KKTC’nin başında Crans Montana dönemindeki başkanın olmadığı, Türkiye’nin bölgenin en güçlü devleti olduğu ve Kıbrıs Türklerinin iki devletli çözümden farklı bir anlaşmaya yanaşmayacağıdır…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Kıbrıs Rumları, müzakereler Crans Montana’da koptuğu yerden başlasın diye büyük mesai harcamaya başladı. Akıllarına gelen her kapıyı çalıp, “Aman ne olur Türklere baskı yapın, gelip müzakere masasına otursunlar” diye yalvaran komşularımız adanın mutlak sahibi ve yönetici olma hezeyanı ile Crans Montana’da neleri kaybettiklerini yeni yeni fark ettiler ve bundan dolayı ağlıyorlar.
Rum lider Hristodulidis Ocak ayı sonunda güya Kıbrıs Türklerine yönelik, uluslararası hukuka aykırı olarak 1964 ve 1975 yıllarında gasp ettikleri haklarımızın bir kısmını iade eden bir açılım yaptı. Sırf gözümüzü boyasın ve masaya oturalım diye.
Rum lider Hristodulis’in, 2017’de Crans Montana’da müzakerelere Dışişleri Bakanı olarak katılan ve Helen milliyetçiliğinden dolayı da Kıbrıs Türklerine herhangi bir hak vermeme çabası içinde müzakerelerin çökmesine neden olan kişi olduğunun unutulması mümkün değil. Aynı kafadaki Rum yöneticiler son 50 yıldır egemenliği paylaşmamak ve Kıbrıs Türklerini devlete ortak etmemek için müzakereleri ucu açık sürdürerek sonuçsuz bıraktılar. Bu uğurda da her tür siyasi hatayı yaptılar.
Şimdi de 14 maddelik, başı-sonu olmayan, ciddi ve elle tutulur bir içeriği bulunmayan bu paket ile Kıbrıs Türk’ünü kandırmaya ve masaya çekmeye çalışıyorlar. 1964’de ve 1975’de el koydukları, kasten kaybettirdikleri gömleğimizi şimdi güya buldurup, Kıbrıs Türklerini yanlarına çekmeye çalışıyorlar.
Paketin içinde yer alan “Vatandaşlık başvurularını inceleyeceğiz” cümlesinin içi boş, ucu açık. Müzakereleri son 50 yıldır sonuç alınmayacak şekilde sürdürdükleri gibi, vatandaşlık başvurularını da binbir bahane ile 50 yıl daha sürdürecekler ve sonunda sonuçsuz kalacak bu başvurular.
Bu başvuruların hakça verilebilmesi için öncelikle Hristodulidis’in Tassos Papadopulos döneminde 2007 yılında alınan Rum Yönetimi Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi gerekiyor. Halen geçerliliğini koruyan bu karar içeriğince özellikle “Kıbrıs Türk’ü bir kişi ile evlenmiş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir kişinin” bu evlilikten doğmuş olan çocuklarının kimlik sorununun çözülmesinin mümkün olmadığı açık ve net. Rum Bakanlar kurulunun bu kararı “karma evlilikler” değil, sadece ve sadece Kıbrıs Türkleri ile evlilik yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çocuklarına yönelik. İnsanlığın yüz karası tam bir insanlık dışı karar.
Rumların bu içi boş, sahte 14 maddelik bir paketi açıklamaları yukarıda da söylediğim gibi tam bir göz boyama ve imaj tazeleme operasyonu. Crans Montana’da müzakere masasını yıktıklarının unutulmasını ve gözlerden silinmesini istiyorlar. Buna ilaveten Kıbrıs Türklerinin AB’ye karma evliliklerden doğan çocukların hakları ile ilgili yaptıkları hukuksal başvuruları durdurmayı ve de Birleşmiş Milletler’e de Kıbrıs adasında “Çözümü yıkan değil isteyen tarafız” mesajını vermeye çalışıyorlar. Ataları olmasa da Bizans’ın kirli ve çıkarcı politikalarını benimsemişler. Her yerde, her konuda bu çirkin politikalarını sürdürüyorlar.
Bu arada, BM Genel Sekreteri’nin Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar’ın müzakerelerde ortak bir zemin olup olmadığını tespit edebilmesi için 5.5 ayı kaldı. Günler ve haftalar su gibi akıp gidecek. Atlantik ittifakının Kıbrıs Türklerine ve Türkiye’ye yapacakları tüm baskılara rağmen günün sonunda Kişisel Temsilci Maria Cuellar “Ortak bir zemin” bulamadığını açıklayıp, “kişisel Temsilci şapkasını” çıkarıp, memleketine geri dönecek.
Büyük bir olasılıkla BM Güvenlik Konseyi ve BM Genel Sekreteri de Federasyon içerikli müzakereleri başlatmak için yeni bir girişim yapmayacak ve Rumlar ve AB istese de istemese de müzakerelerin kulvarı/içeriği değişecek…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
AMERİKA Birleşik Devletleri (ABD) Hükümeti, 2023 yılında Rusya-Ukrayna çatışmasını gerekçe göstererek Rusya Federasyonuna ambargo uygulamak amacı ile Rusya Federasyonu Merkez Bankasının ABD’deki varlıklarını ve fonlarını dondurma kararı almış, uygulamaya koymuştu.
ABD Hükümeti şimdi Rusya-Ukrayna çatışmasının 2024 yılında da devam edeceğini öngörerek, 2023 yılında dondurduğu Rusya Federasyonu Merkez Bankasının ABD’deki tüm mal varlığına el koymayı planlıyor.
ABD hükümeti bu doğrultuda Kongreyi devreye soktu ve yasa hazırlığına başlandı. Yasa taslağına göre Rusya Federasyonu Merkez Bankasına ait varlıklar ve fonlar, ABD’de faaliyet gösteren şirketlere ve kişilere dağıtılacak.
Bu düşünce ve uygulama, uluslararası hukuka tamamen aykırı.
Böylesi bir uygulama yürürlüğe konur ve Rusya Federasyonu Merkez Bankasının ABD’deki tüm mal varlığına el konarak şirketlere/kişilere dağıtılırsa bunun bedelini ABD Dolarının ve 1944 tarihinde dünya ticaretine yeni bir sistem getiren, 1971 yılında değişikliğe uğramasına rağmen halen geçerliliğini koruyan Bretton Woods anlaşmasının ödeyeceği kesin.
Finans dünyasında ABD Dolarına olan güven azalıp, değer kaybı başlarken, Bretton Woods anlaşması içeriğince dünya ticaretinde dolar kullanımından kaçışın başlayacak olması bir tahminden çok öte.
Dünya siyaseti içinde de ise bu yasanın ve hukuk dışı uygulamanın algılanması farklı olacak gibi. ABD ile çıkar çatışması olan ülkeler, ABD ile olan finansal ve ekonomik bağlarını asgariye indirip, sıfırlama çabası içine girerken, ABD ile sorun yaşamayan ülkeler, ABD’nin bu kararını, ABD’nin içine düştüğü egemenlik kaybı nedeni ile çaresizce atılmış bir adım olarak değerlendirecekler.
1945 yılında sona eren İkinci Dünya Savaşından sonra ABD sermayesinin ayağa kaldırdığı ve ABD’nin, sömürgesine dönüştürdüğü Avrupa Birliği bu konuda biraz daha temkinli. ABD’nin bu uygulamasına paralel bir adımın atılarak Rus varlıklarını gasp etmenin, AB’nin kuruluş ilkelerine ve uluslararası hukuka aykırı olduğunun bilincinde AB. Buna paralel olarak da neredeyse karasal sınırdaş olduğu Rusya Federasyonu ile tehlikeli ve can yakıcı bir ilişkinin başlayacağını da öngörebiliyor.
Tüm bu olası tatsız sonuçlara rağmen Rusya Federasyonun ABD ve AB Merkez Bankaları ve kuruluşlarındaki varlığı 300 Milyar Dolar’dan biraz fazla. Bu meblağın büyük bir kısmı Belçika’da. Bu nedenle de ABD’nin bu uluslararası hukuka aykırı girişiminin ve uygulamasının etkili olabilmesi için, AB’nin de aynı paralelde adım atması gerekiyor.
Gerçekte bu uygulamanın ana hedefi, ABD’nin iç hukuku içeriğince yapılacak bu el koyma yasası sonrasında, el konulacak olan Rusya Federasyonu Merkez Bankasına ait varlıklar ve fonlar, bir şekilde, yasal veya yasal olmayan, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Ukrayna Merkez Bankası hesaplarına aktarmak ve Rusya-Ukrayna çatışmasını Ukrayna lehine dönüştürmek.
Tabi iş burada bitmeyecek. AB, ABD’nin yanında yer alırken, Çin de, Rusya’nın akıbetine uğramamak için ABD’de ve AB’deki varlıklarını ve fonlarını tarafsız banka işlemleri yapan ülke ve merkezlere aktarmak çabası içine girecek. Bu da, ABD Dolarının ve ABD hükümetinin küresel gücünün azalmasını tetikleyecek.
Küresel finansal ve siyasi dengeler gerçekten de çok hassas ve karmaşık. En ufak farklı bir davranış, tüm dengeleri değiştirebiliyor.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
1945’lerden sonra dünyamız siyasetinde ve halkların yaşamında mutlu oldukları, rahat geçindikleri, iyi diye tanımlanan dönemler oldu, bunların tam tersi olan günler de yaşandı. Bu dönemler, dünyanın güçlü devletlerinin veya da güçlü finans devlerinin kendileri için belirledikleri gelecek planlarına ve çıkar hedeflerine göre şekillendirildi.
Son dönem örneklerimizden biri Rusya-Ukrayna çatışması.
Çatışmanın gerekçeleri başka, bir yılı aşkın sürmesinin gerekçesi daha da başka. Bu çatışma ile ilgili 2025 planı ise belirlendi. ABD’nin Rusya ve Çin odaklı siyasetinden tamamen bağımsız olarak Avrupa Birliği ile İngiltere, Rusya’nın askeri ve ekonomik olarak güçsüzleşmesi hedefli Rusya-Ukrayna çatışmasının devam etmesi için savunma sanayilerini desteklemek, katkı koymak ve 2025 yılına kadar da sürdürmek düşüncesindeler.
Hedef ve strateji belli; Rusya-Ukrayna çatışmasının 2024 yılında kesin olarak sonuçlanmamasını, Kasım 2024 tarihinde ABD’de yapılacak olan Başkanlık seçimlerinde Başkan adaylarının konuya takılmamalarını ve manipüle etmemelerini sağlamak.
Nihai hedef ise Rusya Federasyonunun çatışma nedeni ile ekonomik, insan kaynakları, sanayi üretimi ve askeri güç olarak tükenmesi ve küresel liderlikten düşmesi.
Esasen İngiltere, silah stokları tükendiği için Ukrayna’ya yeni bir teklif sunamadı. Buna karşın Almanya’dan ve diğer müttefik ülkelerden Ukrayna’ya askeri yardım ve silah tedarikinde bulunmaları çağrısı yapıyor ve görüşmelerini sürdürüyor.
Bunlardan bir diğeri de küresel dengelerin son on yılda ters yüz olması ve bunun sonucu olarak da küresel boyutta farklı dengelerin ve oluşumların yavaş yavaş belirginleşmesi, Çin’in düzenli bir şekilde büyüyerek, finansal, askeri ve ekonomik bir güç haline gelmesi. Bunun neticesi olarak da 1950-1992 yılları arasında yaşanmış ABD-SSCB soğuk savaşının bir benzeri olan ABD-Çin soğuk savaşının başlamış olması, ABD’nin artık güvenilmez bir ülke konumuna dönüşmesi, Avrupa Birliği’nin, ekonomik sıkıntılar, yeraltı kaynaklarının tükenmesiyle küresel gelirlerinin azalması nedeni ile duraklama devrine girmiş olması, askeri teknolojilerin ve savaş alet ve araçlarının evrim geçirmesi sonrasında ortaya çıkan İHA ve SİHA’ların devamı olarak, uzaktan kumandalı karasal ve denizsel savaş araçların ortaya çıkması, bunlara kolayca ulaşılabilmesi nedeni ile küçük ülkelerin, kötü niyetli kuruluşların ve terör örgütlerinin bunları kullanarak dünyadaki yaşamı sarsabilecek hale gelmiş olmaları ve de en önemlisi, dijital medyanın küresel olarak yaygınlaşmış olması ve dezenformasyon, -yanlış bilgilendirme- ile kitleleri harekete geçirilebilmesi.
Gazze’de sürmekte olan İsrail-Filistin çatışmasının binlerce kilometre uzaktaki ABD’de, Kasım ayında yapılacak olan başkanlık seçiminde belirleyici rol oynama olasılığı daha şimdiden ortaya çıkmış durumda. ABD Başkanı Joe Biden’in ekibinde yer alan bazı genç, aktif ve kanaat önderi demokratların, Biden’ın kayıtsız koşulsuz İsrail’i desteklemesi nedeniyle yanından ayrılıyor olmaları, medyanın küresel gücünü net bir şekilde ortaya koyuyor.
Küresel değişikliğin başladığı, göz önündeki bilinen güçlere ilaveten, şimdilik ortalarda gözükmeyen, fiziksel olarak var olmayan güçlerin de var olduğu ve bunların insan yaşamına direkt veya da endirekt olarak etki ettikleri ortaya çıkmaya başladı. Görünen o ki önümüzdeki 10 yılın, farklı güçlerin ortaya çıkacağı ve küresel yaşamı derinden etkileyecekleri bir dönem olacağı kesin.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili