Halkımızın büyük bir kısmının hız ölçen sabit sürat kameralarından büyük boyutlarda şikayetleri var. Bir taraftan asgari ücrete orantılı olarak çok fahiş konumdaki yüksek ceza ücretleri vatandaşı mali açıdan zora sokarken, diğer taraftan da acımasız puanlar üç-beş tane dikkatsiz sürüşten sonra vatandaşı ehliyetsiz bırakmakta.
Gerçekte hız ölçen sabit sürat kameraları sürücüleri eğitmekten çok uzak. Daha çok sürücüleri dalgınlıklarından faydalanıp tuzağa düşürerek ceplerinden para almaya yönelik bir uygulamaya dönüştü maalesef. Birçok akademik makale, özellikle de psikiyatristlerin bulguları, siyah renkteki asfalt yollar ile ortalarındaki beyaz şeridin araç sürücülerini yola çıktıktan bir müddet sonra hipnotize ettiği ve süreğenlikten dolayı dikkat kavramını azalttığı yönünde. Bu durum, tam da bizim hız ölçen sabit sürat kameralarının arzuladığı ortam.
Hız ölçen sabit sürat kameralar insanoğlunun beyin yapısının bu zaafından faydalanarak sürücüleri bu dalgınlık anında yakalamak ve cezalandırmak amaçlı kurulmuşlardır ülkemizde. Ve sürücüleri eğitmekle uzaktan yakından ilgileri de yoktur. Zaten bu kameraların boyandığı renk bile insanoğlunun bir başka zayıf yönünü kullanmaya ve parasal kazanıma dönüştürmeye yöneliktir. Hız kameralarının rengi ufuk renginde olup, uzaktan bakıldığında, gözün arkadaki ufuk fonu içinde kaybolmuş hız ölçen sabit sürat kameraları en az şekilde görebileceği veya ayırt edebileceği şekilde boyanmıştır. Üstelik kullanılan boya da ışığı emen ve yansıtmayan türde bir boyadır. İnsan gözünün bir cismi görebilmesi için güneş ışığının veya da yapay ışığın söz konusu cisme çarpıp göze yansıması ile gerçekleşmektedir.
İnsan yapısının bedeni zafiyetlerini kullanarak, kendi vatandaşını tuzağa düşürüp gelir elde etmeye yönelik uygulamalarda bulunan hükümetimizi ve ilgili birimleri kınamaktayım. Bu hız ölçen sabit sürat kameralarının öncelikle insanoğlunun gözünün bir bakışta seçebileceği fosforlu sarı veya da fosforlu turuncu renge boyanması gerekmektedir, gerçekten de sürücülerin söz konusu yerde hızlarını azaltmaları ve de trafik kurallarına uymaları isteniyorsa…
Devletimizden bunu beklemek, ölünün gözünden yaş akmasını beklemekten başka bir şey olamayacağı için tüm sürücülere, devletin bu kendi eli ile hazırladığı tuzaklara düşmemeleri için bir başka tavsiyede bulunmak istiyorum.
Benim kişi olarak tanımadığım, şirket ise ortağı olmadığım, reklamı ile ilgili hiçbir bağımın olmadığı, dahası yapanları hiç tanımadığım bir program var. Adı “Cyprus on Road”. Cep telefonunda internete bağlanmadan sadece GPS ile kullanılıyor. Ben daha yeni –tesadüfen- keşfettim ve de çok memnunum.
Bir veya birkaç Kıbrıslı Türk- bana göre dahi-, gencimiz yazmış bu programı. Öncelikle KKTC’deki tüm yer ve sokak isimleri Türkçe, sanırım güneydekiler de Rumca olarak girilmiş programa. Hangi sokak nerede, hangi bölgedesiniz çok iyi takip edilebilmekte ekrandan.
Vatandaşlara hizmet veren her yer bu programa işlenmiş. Devlet daireleri, restoranlar, oto parklar, her tür dükkan, benzin istasyonu, banka, ATM vs. aklınıza ne gelirse var.
En önemlisi de tüm “Hız ölçen sabit sürat kameralar”ı ve her yolun üzerinde kendine özgü hız limitleri de görülebilmekte ekranda aracınız ilerlerken. Ben “hız ölçen sabit sürat kameralar”ına yaklaşınca beni uyarması için denizaltılarda kullanılan tehlike sinyalini seçtim. Daha kameraya 100-150 m. kala beni öyle bir uyarıyor ki ayağım istemeden frene gidiyor hemen. Buna ilaveten üzerinde gittiğim yola özgü hız sınırı aştığım vakit de beni uyarıyor. Cep telefonunuzun Play Store bölümü içindeki “Ara” bölümüne “Cyprus on road” yazarsanız telefonunuzun işletim sistemine göre program inmeye başlıyor. Hayat boyu kullanım ücreti de €15, yaklaşık 50 TL.
Rumlar böylesi güzel ve verimli başarıyı hazmedemedikleri için Google üzerinde müthiş bir karalama kampanyası başlatmışlar maalesef ve kötü puan vererek aşağılara düşmesi için olağanüstü gayret sarf ediyorlar.
Devletlerin görevlerinden bir tanesi de sınırları içinde üretilen malları kendi halkının kullanımı için satın almaktır. Hele de sürücülerin gerçekten trafik kurallarına uyarak araç sürmelerini hedefliyorsa, bu programı hazırlayan ve vatandaşın hizmetine sunan şirkete destek olmalıdır KKTC devleti ve de ilgili devlet daireleri.
Turizm Bakanlığı için neredeyse olmazsa olmaz bir programdır bu. Tüm tarihi yerler bu programın yardımı ile yaya veya da araç ile kullanıcın bulunduğu yerden gidilmesi istenen tarihi yere kadar gidilmesi gereken güzergah veya da rota sokak sokak çizilerek gösterilmekte kullanıcıya.
Tüm taksi şoförleri bu program yardımı ile yolcuları nereye gitmek istiyorsa, anında gidilecek adresi ve takip edilecek yolu ekranda görebilir, yoldan geçen insanlara durup adres sormak yerine.
Ve en çok da, hız ölçen sabit sürat kameralara yakalanarak acımasız cezaları ödemek zorunda kalan vatandaşlarımız kullanmalıdır bu programı. Hem Kıbrıslı, hem uyarıcı, hem de eğitici.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
29 Ocak 2016
Halkımızın büyük bir kısmının hız ölçen sabit sürat kameralarından büyük boyutlarda şikayetleri var. Bir taraftan asgari ücrete orantılı olarak çok fahiş konumdaki yüksek ceza ücretleri vatandaşı mali açıdan zora sokarken, diğer taraftan da acımasız puanlar üç-beş tane dikkatsiz sürüşten sonra vatandaşı ehliyetsiz bırakmakta.
Üstelik ülkemizde toplu taşımacılığa yönelik hiçbir çalışma yok.
Ne düzenli ve devamlı bir otobüs seferi var, ne tramvay, ne metro, ne de düzenli minibüs seferleri.
Mevcut otobüsler, gece belli saatlere kadar, şehir içinde en geç 21.30 veya o civarlarda sefer yapıyorlar. Şehirler arası minibüsler ise 18.30’a kadar… KKTC’de arabanız yoksa yandınız demektir. Hükümet halkın en büyük gereksinimi olan toplu taşımacılığa yönelik hiçbir yatırım yapmamış bu güne değin.
Gerçekte KKTC hükümeti kurulduğu günden beri sendikaların esiri olmuş, topladığı bütün gelirleri sadece memurlara maaş olarak ödemekte, elinde para kalmadığı için de halka hizmet verememekte. Devlette çalışan ve emekli olmuş yaklaşık 33 bin kamu görevlisi, çalışma yaşındaki geri kalan 150 bin kişinin hakkını yemekte, onlara hizmet götürülmesine engel olmakta aldıkları yüksek maaşlar nedeni ile. Fakire fukaraya, dullarımıza ve yetimlerimize geçinmeleri için ortalama 600 ile 900 lira arası maaş ödenirken, işe bile gitmeyen devlet memurlarına beş-altı bin lira maaş ödenmekte.
İşe yaramayan memuru atsan atamazsın, satsan satamazsın KKTC’de. KKTC devleti maalesef bu memurları ölene kadar ödüyor, başkalarının cebine el atıp, boğazından ve rızkından keserek. Üstelik bu ülkenin memur olmayan vatandaşına öyle bir kazık atılmış ki, inanılır gibi değil. Memurların kendilerinin ödemesi gereken emekli maaşı primini ve emekli ikramiyesi primini de vatandaşın sırtına yüklemişler. Memurlar yüzde 3 gibi son derece komik bir prim öderken, geri kalan yüzde 35’ini de vatandaşın sırtına yüklemişler. KKTC halkının sırtında büyük bir kambur haline gelmiş bu tembel ve verimsiz memurların primlerini de maalesef vatandaşlarımız ödemekte.
KKTC hükümeti hazinede memur maaşlarından arta kalan para olmadığı için halka yönelik toplu taşıma sistemi kuramamış bu güne değin. Bu nedenle de birçok bölgemize sefer yapan toplu taşıma araçları mevcut değil. Vatandaş açıkçası kendi aracına mahkûm edilmiş. Bunu fırsat gören hükümetler de, dolaylı vergi gelirinin hatırı sayılır bir kısmını yakıt üzerine gümrük, fon koyarak, yol vergisini her yıl acımasızca arttırarak, uygulaması 1950’li yıllardaki İngiliz sömürge dönemi idaresinden kalan ve amacı vatandaşa hizmet vermek değil, tuzağa düşürüp ceza almak olan “Araç muayenesi”nde ve de trafik cezalarında bulmuş.
Trafik cezaları tam bir baş belası vatandaş için.
En küçük bir hatada, zaten kıt kanaat geçinen vatandaşın cebinden yüklü bir miktar parayı almakta, üstelik bir de ceza puanı vermekte. Bu sistem, vatandaşı eğitip trafik kurallarına uygun olarak araç sürmesine yönelik olacağına tamamen cezalandırmaya yönelik maalesef.
Trafik hız kameralarının rengi bile insanoğlunun gözünü aldatacak ve görülebilmesini en aza indirecek bir renk ve ışığı yansıtmayan boya türü ile boyanmış….. (devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
27 Ocak 2016
Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesinin engellenmesi, Kıbrıslı Türkler de dahil olmak üzere tüm Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Türklere AB kurumlarında iş bulmalarının yolunu ciddi bir şekilde tıkamakta. Çünkü AB kurumlarında göreve başlamak ve AB personeli olabilmek için ülkenizin deklere edilmiş ana dili AB’nin kullanımda olan 24 resmi dilinden bir tanesi ise AB dilleri arasından seçeceğiniz bir başka dilden ana dil seviyesinde sınava girilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Bu yapılan yanlış uygulama ve ayırımcılık nedeni ile Kıbrıslı Rumlar AB kurumlarında çalışmak için bir işe başvuru yaptıkları zaman Kıbrıslı Rumların ana dili (main language) olarak İngilizce deklere edildiğinden, 2. dil sınavında da gerçekte ana dilleri olan Yunancayı yani “Demotiki”yi seçmekteler ve yüzde yüz başarı göstererek işe alınmaktalar.
Buna karşın Kıbrıslı Türkler veya Türkiyeli Türkler ise AB kurumlarına işe alınmak için başvurduklarında, AB’nin resmi 24 dilinden 2 tanesinden sınava girmek zorunda kalmaktalar.
Ülkeler, Avrupa Birliği’ne giriş için başvurduklarında ana dillerinin hangi dil olduğunu belirtmek zorundalar. Burada anlaşılmayan, Avrupa Birliğinin neden Kıbrıs Rum Yönetimine anadilini İngilizce olarak beyan ettiği vakit “Sen Bizans’ın torunu olduğunu iddia ediyorsun, ana dilin Yunanca değil miydi” diye sormamasıydı. Tam bir danışıklı dövüş aslında.
Ama iş Kıbrıslı Türklere gelince, AB bir şeylerin farkına varmış ama tam olarak sorunun ne olduğunu anlamamış olmalı ki, özel bir koşul koymuş. AB kurumlarında münhal açılan mevkiye başvuruyu yapan Kıbrıslı Türklerin ana dillerinin İngilizce olması koşulu ile Yunanca’yı yani “Demotiki”yi ikinci dil olarak bilmiyor olması durumda yerine dil olarak başka bir resmi AB dilinin, örneğin Danimarkaca, Hollandaca, Portekizce’nin vb. kabul edileceğini belirtmiş. Bu da hediyesi, aynen eskiden İstanbul boğazının iki yakası arasında devamlı olarak sefer yapan feribot veya Denizcilik İşletmelerine ait gemilerdeki satıcıların, satmak istedikleri mala ilaveten “Bu da hediyesi, made in USA, hakiki Alman malı” diye göz boyamak amaçlı kalitesiz ve ucuz bir malın tanıtımını yaptıkları gibi..
Anlaşılan AB sonraları bir hata yaptığı hatayı anlamış ve Kıbrıslı Türklerin ana dili olan Türkçe’yi AB’nin resmi dili olarak kabul etmek yerine, böylesi garip bir kural koymuş. Koymasına koymuş ama Kıbrıslı Türkler kabul edilemez bir ayırımcılığa uğratılarak, Kıbrıslı Rumlara göre daha ağır ve benzeri olmayan koşullar ile karşı karşıya bırakılmış, insan haklarına saygılı olduklarını her fırsatta dile getiren Avrupa Birliği tarafından.
Bu nedenle Kıbrıslı Türkler, ana dilleri olmayan bir dili ana dili düzeyinde bilmek ve seçmek zorundalar ve üstelik bir de üçüncü bir AB resmi dilini de ana dil seviyesinde bilmek zorunluluğunda bırakılarak…
İnsan hakları şampiyonu AB, Kıbrıslı Türklere siyah bir camın arkasından bakmayı sürdürdüğünden sadece Rum tarafını görebiliyor.
Anastasiadis’in göz boyamaya yönelik girişiminden öteye Avrupa Birliğinden beklenen, Rumların AB’ye girerken Kıbrıslı Türkleri daha da izolasyon altına sokmak için kasten ve bilinçli bir şekilde deklere ettikleri bu yalan ana dil beyanını iptal etmek, sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ana dilinin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nda belirtildiği gibi Rumca ve Türkçe olduğunu kayıt altına almak ve Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkleri de, AB kurumlarındaki herhangi bir münhale başvurdukları vakit, önce kendi ana dillerinde sonra da seçecekleri bir başka AB’nin resmi dillerinden bir tanesinden sınava sokmak olmalıdır.
Ama yıllardır ayırımcılık yapan ve her koşulda Kıbrıslı Rumların yanında yer alan Avrupa Birliğinden böyle bir yaklaşım beklemek ölü gözünden yaş beklemeye benziyor…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
25 Ocak 2016
Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine girerken, başvurusunu yaptığı 4 Temmuz 1990 tarihinden kabul sürecine kadar geçen 14 yıllık zaman süreci içinde bize ne kazıklar attıklarını bilmesem, gerçekten de Rum lider Anastasiadis’in, Kıbrıslı Türklerin sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortakları olduğu ve de Anayasasında da Yunanca ve Türkçe’nin resmi dil olduğunu yazması nedeni ile Türkçe’nin AB’nin 25. Resmi dili olması için başvuru yaptığını yutacaktım.
Kaçın kurrası Anastasiadis!
Önce bize, has be haz bize ait olan gömleğimizi sırtımızdan alıp kaybettiriyorlar, sonra da bulup bize uzatınca adeta bayram yapıyoruz. Kimi veya da kimleri kandırmaya çalışıyor Anastasiadis ve de Avrupa Birliği gerçekten pek te anlamış değilim.
Önce işe 1959’dan başlayalım.
11 Şubat 1959, Kıbrıs Anlaşmaları Bölüm II, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı, madde 2. “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dilleri Rumca ve Türkçe olacaktır. Yasama ve idari belgeler ve dokümanlar iki resmi dilde yazılacak ve yayınlanarak ilan edilecektir” demektedir. Bu madde aynen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasında da yer almıştır.
Yani, Kıbrıs Cumhuriyetinde Türkçe ve Rumca olmak üzere iki resmi dil vardır ve tüm yazışmalar ve görüşmeler bu iki dilde yapılacak denmektedir.
Ama ilgili resmi belgelere bakarsanız “1976 yılından beri Yunanistan‘ın ve Kıbrıs Rum Yönetimi‘nin resmî dilinin “Halk Yunancası” ya da Yunanca söylenişiyle “Demotiki” olduğu yazmaktadır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye olurken, yukarıdaki 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasına aykırı olarak iki toplumdan oluştuğunu ve iki tane resmi dili olduğunu saklamış ve resmi dilini İngilizce olarak beyan etmiştir. Eğer Kıbrıs Rumları resmi dil beyanlarını Yunanca olarak yapmış olsalardı, adadaki iki toplumdan diğerinin de ana dilinin resmi diller arasına girmesi gerekiyordu ve bu nedenle 1 Mayıs 2004’den sonra Türkçe de AB’nin resmi dili olacaktı.
Ama serde kurnazlık ve Kıbrıslı Türklere kazık atmak var. İşte bu çirkin kurnazlık tam da bu noktada başlıyor. Türkçe’nin AB’nin resmi dili olmasını önlemek için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Avrupa Birliğine başvuru yaptığı vakit anadil beyanını, “Bizim ana dilimiz İngilizce’dir” şeklinde yaptı. Yani kendilerini Bizans’ın mirası addeden Rumlar, konuştukları “Kıbrıs Rumcasını” veya da “Demotiki”yi Avrupa Birliği yöneticilerinin gözlerinin içine baka baka inkar ettiler ve de ana dillerinin “İngilizce” olduğunu beyan ettiler.
Rumların “Demotiki”nin yani Yunanca’nın ana dil olduğunu inkar edip İngilizceyi ana dil olarak beyan etmelerinin nedeni;
1- Kıbrıslı Türklere kazık atmak ve Türkçe’nin AB’nin resmi dilleri arasında yer almasını önlemek,
2- AB’ye iş başvurularında Türklere ana dillerine ilaveten iki dil daha bilmeleri dezavantajını getirmek ve işe alınmalarını olabildiğince zorlaştırmak.
3- Kıbrıslı Rumların sadece Yunanca’dan (Demotiki) dil sınavına girip AB’nin herhangi bir kurumunda iş almasını kolaylaştırmak.
Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesinin engellenmesi, Kıbrıslı Türkler de dâhil olmak üzere tüm Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Türklere AB kurumlarında iş bulmalarının yolunu ciddi bir şekilde tıkamakta. Çünkü AB kurumlarında göreve başlamak ve AB personeli olabilmek için ülkenizin resmi dilinden ve de AB dilleri arasından seçeceğiniz bir başka dilden ana dil seviyesinde sınava girilmesi zorunluluğu bulunmaktadır AB’de. İllaki AB’nin resmi dillerinden iki tanesini ana dil gibi konuşmak ve yazmak gerekmekte işe alınmak için…(devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
22 Ocak 2016
Gerçekte “Asrın Projesi” olarak tanımlanan “Anadolu’dan Kıbrıs adasına Su Temin Projesi” adlı bu mega projenin hayata geçirilmesi için 1990’lı yılların ortasında, yani tamı tamına 21 yıl önce düğmeye basıldı. Aynen “yap-boz” parçaları gibi farklı zamanlarda, resmin ayrı ayrı parçaları üretilip hayata geçirildi ve suyun Anadolu’dan Kıbrıs adasına akışı ile büyük resim ortaya çıktı.
2000’li yılların başında Çamlıbel yöresinin kullanımı için bölgede trafo kurulurken niye 25 Mega Watt’lık tüketime göre bir trafo kurulduğunu pek anlayamamıştım. Yörenin gereksinimi 20 yıllık tüketim projeksiyonuna göre taş çatlasa ancak ilk on yıl içinde 5 Mega Watt’lık tüketime çıkabilirdi. Yanılgı yüzde 10 olabilirdi ama yüzde 400 olamazdı. O günlerde iyice araştırmama rağmen nedenini bir türlü bulamamıştım. Söylenenler beni pek tatmin etmiyor, mühendis kafama pek de mantıklı gelmiyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra tesadüfen öğrendim ki, Anadolu’dan Kıbrıs adasına Su Temin projesi için bölgede kurulacak baraj, terfi istasyonları ve diğer ilgili birimler için gerekli olacak olan elektrik miktarı 18 Mega Watt idi ve bunun altyapısı daha 2000’li yılların başında hazırlanmış, trafosu da ortada daha hiçbir şey yokken, yap-boz’un bir parçası olarak inşa edilmişti. Resim ortaya çıkmasına çıktı ama bu “asrın projesi” fiziken tamamlansa da politik olarak tamamlanamadı.
***
Suyun gelişi kadar dağıtımı, geri dönüşü ve tekrar kullanımı da çok önem taşımakta. Neredeyse 100 km uzaktan gelen Anadolu suyunun eski borular, deneyimsizlik ve teknolojik gerilik nedeni ile har vurulup harman savrulmasına tahammülümüz yok. Daha bu suyun nereden, nasıl ve hangi aşamalardan geçerek geldiğini bilmeyen kişiler, işin sonuna gelindiği vakit avanta gelire sahip olmak, yakınlarını, akrabalarını ve partililerini aynen KIB-TEK’de olduğu gibi 39 maaşla istihdam etmek ve de tüm giderleri vatandaşın sırtına yüklemek için anında dağıtımına talip olup, Türkiye ile soğuk ve anlamsız bir savaş çıkarmaktan çekinmediler.
Bir siyasi partinin parti meclisi üyeleri adeta kahramanlık yapıyormuşçasına içeriğini, teknolojisini, maliyetini, nelerin yapıldığını ve de mali külfetini bilmeden, anlamadan sırf iç tribünlere oynamak amaçlı, adamıza binbir zorluk ve meşakkatle getirilmesi başarılmış suyun dağıtımını hiçbir deneyimi ve teknolojik bilgisi olamayan kişiler, akrabalar ve de partililer tarafından yapılması ve aynen Kıbrıs Türk hava Yollarında olduğu gibi daha doğmadan batması için elden geleni yapmaktalar, Türkiye ile ters düşmeyi de bir marifet veya kahramanlık sanmaktalar.
Bizim özelliğimizdir. Üretmeyi ve elimizi taşın altına koymayı bilmeyiz ama avantanın kokusunu da binlerce metre öteden alıp, üstüne atlarız. Çalışanı, iş üreteni ve topraklarımıza yatırım yaparak değer kazandıranları da acımasızca eleştiririz. Beceriksizliklerimiz için de bahanemiz hazırdır. Hemen dünyadan izole edildiğimizi ortaya atar, yana yakıla şikayette bulunmaya başlarız. TSE standartlarında üretim yapan bazı şirketlerimizin her hafta bir veya iki konteyner KKTC’de üretilmiş malı Türkiye’ye aynen Türkiye’de üretilmiş bir ticari mal gibi gönderdiğini görmeyiz ama Mersin’de bir gümrük duvarı olduğundan şikâyet ederiz her fırsatta. İsteriz ki standardı ne olursa olsun, nerede üretildiyse ve de içeriği ne olursa olsun ürettiğimiz her ticari mal, denetlenmeden ve de herhangi bir standarda tabi olmadan elini kolunu sallayarak Türkiye’ye gitsin ve satılsın.
***
Daha önceki yazılarımda dile getirdim ama “Şimdiye kadar Türkiye’nin suyuyla mı idare ettik” cinsinden laflarla, bu dev projeyi anlamsızlaştırmaya, gereksizleştirmeye itibarsızlaştırmaya çalışanlara bir kez daha hatırlatalım. KKTC’ye Anadolu’dan gelmiş olan bu su ile Mesarya ovasında 95,930 dekar (95,930,000 m2) ve Güzelyurt’ta 71,538 dekar (71,530,000 m2), toplam olarak 167,468 dekar (167,468,000 m2) yani Kıbrıs dönümü ile 125,182 dönümlük bir arazi suya kavuşacaktır. Bu araziler üzerinde binlerce yıldır yapılmakta olan kuru ziraat ile yetiştirilmekte olan arpa, buğday, çavdar, yulaf vb tahılların üretimi tarihe gömülecek ve sulu ziraat ile yetiştirilen sebze ve meyve üretimine geçilecektir.
Yaklaşık 125 bin dönümlük kuru arazinin sulu tarıma dönüşmesi, çiftçinin gelirini ortalama 25 misli arttırırken, toprak değerini de bir o kadar arttıracaktır. Bunu sanal olarak, mevcut topraklarımıza yaklaşık olarak neredeyse 1670 kilometre kare toprak daha yani, mevcut sınırlarımız içinde kalan toprakların yarısı kadar daha bir toprağın eklendiği şeklinde de değerlendirebilir, suyun gelmesi nedeni ile. Bu suyun KKTC’nin kalkınma hamlesine ve de ekonomik özgürlüğüne büyük bir katkı koyacağı kesindir.
Dolayısıyla suyun yönetimi konusunu başımızı iki elimizin arasına alıp iyice değerlendirmemiz gerekmekte.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
20 Ocak 2016