Avrupa Birliğinin kuruluş ilkeleri, AB Antlaşması’nın 2. maddesinde yer alıyor.
Bu madde, “Avrupa Birliği, insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere insan haklarına saygı ilkeleri üzerine kurulmuştur.” demekte.
Demesine demekte ama 2. Maddede belirtilen insanın “hangi milletten” olması gerektiği, “eşitlik ve hukukun” hangi ülkenin anayasasında yer alan eşitlik ve hukuk düzeni olması gerektiği, “insan haklarına saygı”nın hangi ülkedeki insan hakları olduğundan bahsetmemekte.
Bu nedenle de Avrupa Birliği, aynen “İstanbul Kilisesinin, eşitler arasında en eşit kilise olması nedeni ile Patrikhane olduğu” iddiası ve düşüncesi gibi eşitler arasındaki en eşit olan insanların Hristiyanlar ve Yahudiler oldukları iddiası ve düşüncesi ile uluslararası her olayda öncelikle, haksız olsalar da Hristiyanları/ Yahudileri desteklemeyi kendisinin kuruluş ilkelerine uygun addetmiş.
Gazze’de soykırım sürerken, Filistinlileri katleden, evlerini yakan yıkan, hastane ve ibadet yerlerini acımasızca bombalayan İsrail’e mani olmaya çalışacağına, tam tersine İsrail’in sırtını sıvazlayan, arka çıkan Avrupa Birliği, kendi kuruluş ilkelerinin 2. Maddesine sadık kaldığına inanıyor.
Kıbrıs konusunda da bir tarafta Hristiyan Rumlar, diğer tarafta Müslüman Türkler olduğu için Avrupa Birliği sözümona kendi kuruluş ilkelerinin 2. Maddesine sadık kalmış ve kayıtsız koşulsuz her aşamada Rumları desteklemeyi tercih etmişti.
Öte yandan Avrupa Birliği Komisyonu’nun 2023 yılı Genişleme Strateji Belgesi’nde yer alan Türkiye raporu ve raporun Kıbrıs’a ilişkin paragrafı, AB Anlaşmasının 2. Maddesine göre tam bir yüz karası.
Tam üyelik kriterlerine ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olarak uluslararası hukuku iki kez çiğneyerek 1 Mayıs 2004 tarihinde Kıbrıs Rum Yönetimini tam üye olarak bünyesine alan Avrupa Birliği, o günden beri, gözü kapalı olarak Rumların istek ve görüşleri doğrultusunda kararlar alarak bütün güvenilirliğini yitirmiş, adeta Rumların kulu, kölesi olmuş durumdayken, Türkiye, Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs konusu ve Kıbrıs adası hakkında aldıkları hiçbir karar gerçekleri ve doğruları yansıtmamakta. Adeta bir komedi tiyatrosu gibi kendileri yazıp, kendileri oynamaktalar.
Avrupa Birliği Komisyonu’nun 8 Kasım’da açıklanan 2023 yılı Genişleme Strateji Belgesi, AB’nin yarım asırdır süregelmekte olan geleneksel tutumunu muhafaza ettiğini, tarafgir olduğunu, kendi üyesini haksız da olsa kayıtsız koşulsuz desteklediğini ve Kıbrıs konusunda gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gözle önüne seriyor.
Zaten bu nedenle Kıbrıs konusu ve aynı şekilde Filistin sorunu son 60 yıldır bir türlü çözüme ulaşamadı. Ki, ortada bir eşitlik anlayışı, adalet, hak-hukuk olsaydı ve yayılmacı (emperyalist) ülkeler ABD ve AB gerçek bir şekilde tarafsız davransalardı, günümüze kadar çoktan Kıbrıs konusu ve Filistin sorunu çözülmüş olurdu.
Halk tabiri ile “Bunlar hep kendilerine Müslüman” her sorunu da insan haklarına uygun, adil ve adaletli değil kendi çıkar ve menfaatlerine göre yontuyorlar, sonra da kendilerinden olmayanlara insan onuru, özgürlük, demokrasi, eşitlik ve hukukun üstünlüğü dersleri vermeğe kalkıyorlar.
Bu saatten sonra kimi nasıl inandıracaklarını veya kimlere insan hakları mavalı okuyacaklarını çok merak ediyorum.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Rumlar ve Yunanlar “Kıbrıs Türkleri dünya ile iletişim kurmasınlar ve hayatta kalmak için kendilerine mahkum olsunlar” düşüncesi ile olmadık insanlık dışı girişim ve çalışmalar yapıyorlar.
Çok ilginçtir, utanmadan arlanmadan yaptıkları insanlık dışı uygulama ve girişimlerin, insan haklarına uygun olduğunu iddia edip, mükemmel bir manipülasyonla Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi, “engel yaratmakla” suçluyorlar.
15 Kasım 1967 günü Kıbrıs adasında uluslararası kurallara ve yasalara aykırı olarak konuşlandırılmış 20 bin kişilik Yunan Tümeninden aldıkları destekle saldırdıkları Geçitkale ve Boğaziçi köylerinde esir aldıkları mücahitlerimizin üzerlerine mazot döküp şehit etmeleri üzerine Türkiye’nin protesto etmesini ve ağır bir nota vermesi sonrasında “Türkiye iç işlerimize karışıyor” yaygarasını koparmaları unutulur gibi değil.
Hatırlayınız; Bu saldırıdan sonra Kıbrıs Türkleri ve Rumlar arasında 1968 baharında Beyrut’ta başlayan müzakereler, görüşmeciler Rauf Denktaş ve Glafkos Klerides (1972 yılında) anlaşmaya varmışken, Makarios’un “Türklere değil özerklik, mahalle muhtarlığı bile vermem” sözü ile kopmuş, Kıbrıs Türklerine satışı yasaklanan 38 ürünün yasağı devam ettirilmiş yeni baskılar ve ekonomik ambargo uygulanmaya başlamıştı.
Kıbrıs Türkleri Mutlu Barış Harekatı ile özgürlüklerine ve bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra 1977 yılının Şubat ayında Kıbrıs Türkleri ve Rumlar arasında tekrar görüşmeler başlamış, Denktaş ve Makarios 1. Zirve Görüşmesi sonrasında 4 maddelik bir anlaşma sağlanmış ve Federal bir Cumhuriyetin kurulması yolunda ilk adım atılmıştı.
1968 yılında günümüze 55 yıl, 1997 yılından günümüze 47 yıl geçmiş olmasına rağmen Rumların adanın tamamına hakim olma hırsı ve Türklerle ortak bir devlet kurmak istememeleri nedeni ile müzakereler hep sonuçsuz kaldı, Kıbrıs sorunu kronikleşti.
Geçmişte yaptıklarını, sudan bahanelerle Kıbrıs müzakerelerini yarım asırdan fazladır sür(ün)dürdüklerini unutan Rumlar, Kıbrıs Türk tarafının BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Temsilcisi olarak Avustralyalı Julie Bishop’u atama önerisini “Ortak Refah ülkesi” üyesi olduğu için reddetmesini bir türlü kabul edemiyorlar. Rumlara göre Kıbrıs Türklerinin taraf olarak, kendilerinin kabul ettiği bir kişiyi kabul etmeme gibi bir hakları yok ve bu nedenle de bir yıldır sonuç alınamayan Kıbrıs Müzakerelerinin tekrardan başlaması çabaları daha da gecikeceğini öne sürüyorlar.
Kendilerinin anlaşmayı 55 yıl geciktirmeleri ve her fırsatta çözümü sabote etmeleri normalmiş gibi her fırsatta Kıbrıs Türklerini suçlamayı sürdürüyor, Kıbrıs Türkleri yalnız kalsın, hiçbir ülkeyle de iletişimleri olmasın diye de Hristiyan dünyasını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı marifet ve hak sayıyorlar.
Ki, bir asra yakındır bizi dünyadan izole etmek için ellerinden geleni arkalarına koymayan Rumlar, 3 Kasım’da Astana’da gerçekleştirilen Türk Devletleri Teşkilatı toplantısına KKTC Cumhurbaşkanının davet edilmemesi için araya ABD’yi ve AB’yi koymaktan çekinmediler. Sonra da bekliyorlar Kıbrıs Türkleri neredeyse yarım asırdır kendilerine hayat hakkı tanımamak için elden geleni yapan, izolasyon koydurmaktan çekinmeyen Rumlarla ortak bir devlet kursun ve Rumların yönetiminde azınlık haklarına sahip olmayı kabul etsin!
Ben şu kadarını söyleyeyim; Kıbrıs Türkleri hiçbir zaman ve koşulda ne Rumlarla ortak bir devlet kurar, ne de Rumların egemen oldukları bir devlet yapısı içinde azınlık olmayı kabul eder.
Kıbrıs adasına barış şimdi olduğu gibi yan yana iki devlet ile, Kıbrıs sorununa çözüm de ancak “Uluslararası tanınmış iki komşu devlet dünyaca kabul edilince” gelir…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Doğu Akdeniz, kaynaklar bakımından hemen hemen dünyanın en zengin doğalgaz ve petrol yataklarına sahip olan bölge olup bu yeraltı zenginlikleri çıkartılmayı beklemektedir.
Doğu Akdeniz tüm Türk Devletleri için de stratejik olarak çok önem taşımaktadır. Hazar Denizinin bir iç deniz olması ve açık denizler ile direkt ulaşım olanağının olmaması nedeni ile Türk Devletleri içinde Türkiye açık denizlerle bağı olan tek ülke, KKTC de açık denizlerle bağı olan tek ada devleti konumundadır. Ki açık denizlerle bağlantıları nedeni ile yayılmacı (emperyalist) devletlerin gelecekte Türk Devletleri Teşkilatı üyesi herhangi bir devlete uygulamaya kalkacakları kısıtlamayı veya ambargoları kırma noktası Türkiye ve KKTC olacaktır.
ABD Jeoloji Enstitüsünün yıllar önce uydu aracılığı ile yaptığı araştırma temel alındığı vakit, Doğu Akdeniz’de günümüz itibarı ile yaklaşık 164 birimde doğalgaz olduğu ortaya çıkmıştır.
Sadece Kıbrıs adasının batısı ile Libya ve Rodos üçgeni arasında yaklaşık 3 trilyon ABD Doları değerinde, karadaki “kaya gazı” oluşumunun denizlerdeki benzeri olan “hidrat rezervleri” bulunmaktadır. Bu “hidrat rezervleri”nin çok büyük bir kısmı da Cihat Yaycı Amiralimizin sınırlarını tespit ettiği, Türkiye’mizin Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölgesini gösteren Mavi Vatan sınırlarımız içinde yer almaktadır. Bu bölge içinde bulunan hidrat rezervlerinden elde edilecek doğalgaz, Türkiye’mizin neredeyse 500 yıllık doğalgaz gereksinimini karşılayacak miktardadır.
İşte Doğu Akdeniz’in bizler için önemi buradan başlamaktadır.
Doğu Akdeniz’in KKTC ile Türkiye ve KKTC ile Orta Doğu’nun Akdeniz kıyıları arasındaki bölgesinde de aynı miktar ve değerde olmasa bile doğalgaz ve petrol yatakları yer almaktadır.
Tüm zamanlarda kendi menfaatleri doğrultusunda hareket eden İsrail devleti, 2010 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasında akıl almaz bir şekilde oyuna geldi ve neredeyse üçte bir büyüklüğünde bir alanı Kıbrıs Rumlarına hibe etmiş oldu. Nasıl mı oyuna geldi; Kıbrıs adasının güney doğu kıyıları ile İsrail kıyıları arasında orta çizgi çizildi ve bu çizginin kuzey batısı GKRY’nin, güney doğusu da İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi olarak kabul edildi. İsrail’in söz konusu bölgedeki kıyı uzunluğu, GKRY’nin kıyı uzunluğundan tamı tamına 6 misli daha uzundu. Dolayısıyla orta çizgi alınmayıp bölge kıyı uzunluklarına göre tespit edilseydi, İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölge büyüklüğü şimdikinin yüzde 130’u kadar olacak, İsrail, bu anlaşmayı Türkiye ile yapmış olsaydı da böylesi büyük bir kayıp yaşamayacaktı.
Günümüzde yaşanmakta olan Gazze çatışmasının ve İsrail devletinin Gazze’yi tamamen ele geçirmeyi istemesinin gerçek nedeni, Filistin Devletinin, Gazze bölgesi kıyılarından batıya doğru uzanan Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde yer alan doğalgaz rezervlerine el koymak ve Gazze şeridinin mutlak hakimi olmak.
Bu hakimiyetle de hem Filistin devletinin kendisine ait olan Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde yer alan doğalgazı çıkarmasına, hem de Süveyş Kanalını devre dışı bırakacak olan Hindistan-Akdeniz deniz yolunun Akdeniz’e çıkışını sağlayacak “Ben Gurion Kanalı” projesini hayata geçirmek…
Görüldüğü üzere KKTC’nin Türk Dünyası için stratejik önemi gün geçtikçe daha çok artıyor. Bu nedenle de yayılmacı Atlantik birliği (ABD ve AB), KKTC’nin tanınmasına şiddetle karşı çıkarken, Kıbrıs adasını kendilerinin itaatkar hizmetkarları olan Kıbrıs Rumlarının egemenliği ve yönetimi altına girmesini, direkt olarak da tümü ile AB sınırları içinde yer almasını istiyor…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
At the Nicosia Centre Conference Hall of Yunus Emre Institude, today, Saturday 28 October at 18.00 pm, I shall give a conference in English to foreign students and individuals living in TRNC on the similarities and differences of the Cyprus and Palestine Issues, including the history of Cyprus and Palestine. Be my guest.
Yunus Emre Enstitisü, Lefkoşa Merkezi Konferans salonunda bugün, 28 Ekim Cumartesi akşam saat 18.30’da İngilizce olarak KKTC’de yaşayan yabancı uyruklu öğrenciler ve kişilere yönelik Kıbrıs ve Filistin Sorunlarının benzerlikleri ve ayrılıkları konusunda Kıbrıs ve Filistin’in tarihini de içeren bir Konferans vereceğim. Davetlimsiniz.
Prof. Dr. Ata Atun
Dünyamızın en büyük sorunu, yayılmacıların doymak bilmeyen hırsları, sömürü düzenini devam ettirme istekleri.
Dünya üzerinde yaşamlarını sürdüren her millet ve ırktan insanların özgürce yaşama, konuşma, mülk edinme, eşitlik, kendi kendilerini yönetme ve en temel hakkı olan “yaşam hakları” sadece kağıt üstünde var. Yayılmacılar işlerine geldiğinde ağızları dolu dolu, bu haklardan bahseder, üstüne üstlük insanların özgürce yaşamları için “olmazsa olmaz” olduğunu söylerler ama kendi çıkarları söz konusu olduğunda, bu haklar aniden unutulur.
Yayılmacılar bu insanların topraklarına ya da toprakları içinde yer alan doğal zenginliklere göz dikti mi, bu hakların hepsi bir gecede unutulur ve bir bahane üretilerek silah zoru ile buna engel olacak tüm unsurlar ortadan kaldırılır. Mükemmel bir senaryo ile de ellerine geçirdikleri küresel haber ajansları kanalıyla kendilerini haklı taraf olarak bütün dünyaya lanse etmeye çalışırlar. Bunun en güzel örneğini, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı, “Cehennem topu kurdular, kimyasal silah üretiyorlar” bahanesi ile işgal etmesi, insan haklarını çiğnemesi, Iraklıların demokratik yolla seçtikleri Cumhurbaşkanlarını asması ve petrol yataklarına el koyması oluşturmaktadır. (Yıllar sonra da Irak’ın Cehennem topu kurmadığı, kimyasal silah üretmediği ortaya çıktı ama yayılmacıların hiç biri Iraklılardan özür dilemedi, petrol yataklarını Iraklılara iade etmedi.)
Varsa da yoksa da yayılmacıların çıkarları, istekleri ve maddi menfaatleri. Bütün insani haklar sadece kendileri için var. Kendi dışındakilerin tüm insani haklar yayılmacılar için tartışma kaldırır.
Yayılmacılar, yaptıkları insanlık dışı davranışları, işgalleri, işgal ettikleri ülkelerde tüm insan haklarını yerle bir etmelerini kamufle etmek ve dünyaya kendi istek ve kararlarını resmi yoldan kabul ettirmek için de 1945 yılında dahiyane bir düşünce ile “Birleşmiş Milletleri” teşkilatını kurdular ve dünya üzerinde varlığını sürdüren tüm devletlere de BM’nin “dünyanın barış içinde yaşamasını sağlayacak uluslararası kurum” olduğunu da empoze ettiler. Daha doğrusu, zorla kabul ettirdiler.
BM’nin yayılmacı ülkelerin uşağı ve de insanlığın yüz karası olduğu, 21. yüzyılda dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerinde neden oldukları insanlık dışı olaylarla ortaya çıktı. Birçok katliama BM sesini çıkaramadı, tek bir eleştiri yapamadı, kınayan bir karar bile alamadı. Ancak 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs adasında, Hıristiyan olan Rum yönetimi, Müslüman olan Kıbrıs Türklerini adadan atmak ve yok etmek için soykırım uygularken, kardeşlerimizi canice katlederken, köylerimizi silah zoru ile işgal edip yakıp yıkarken ağzını açıp tek kelime söylemeyen, -adaya 1964 yılının Mayıs ayında konuşlandırılan- silahlı birliği ile müdahale etmeyen “Birleşmiş Milletler” adlı yayılmacıların kurduğu sözümona “Barış Gücü” adlı kuruluşu, 15 Kasım 1983 günü Kıbrıs Türkleri “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni ilan edince, yememiş içmemiş 2 buçuk gün içinde toplanmış ve KKTC’yi her tür insani haklardan mahrum eden 541 no.lu insanlığın yüz karası kararı almaktan çekinmemiştir. Ortada silahlı bir çatışma, yıkılan evler, vahşice katledilen insanlar olmadığı halde kınama kararı alan sözde “BM Barış Gücü” adlı birlik, “Ara Bölge”de yaşayan Kıbrıs Türklerinin insani hakları ve kullanımı için yol yapılırken, inşaatı durdurmak için kaba kuvvete başvurabildi. (Ki 1974’de Kıbrıs Türklerinden aldığı silahları Rumlara verdiğiyle ilgili birçok röportaj var.)
Velhasıl, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan’ın ilk kez 2013 yılında New York’ta yapılan 74. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşmasında dile getirdiği “Dünya Beşten büyüktür” sözünün ne denli doğru ve gerçekçi bir tespit olduğu, geçmişte ve günümüzde yaşanan olaylarla ortaya çıkmıştır.
Mevcut BM Teşkilatının “sahibin sesi” olduğu ve de Güvenlik Konseyinde söz ve veto sahibi olan 5 daimi üyenin kulluğunu yapması nedeni ile artık işe yaramadığı net bir şekilde biliniyor. Dünyadaki büyük katliamların BM’nin gözü önünde yaşandığı ve BM’nin tarafsız olmadığı göz önüne alınarak, tüm ülkelerin söz sahibi olabileceği, yönetiminde demokratik kuralların geçerli olduğu, tarafsız yeni bir teşkilatın kurulmasının zamanının geldiği kesindir…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı