KKTC’ye Anadolu’dan suyun gelmesinin biz Kıbrıslı Türklere insani, doğasal, ekonomik, siyasal ve stratejik kazanımlar sağlayacağı kesin.
Bunlardan en önemlisi de başlangıçta KKTC topraklarını neredeyse üç bin yıldır sürmekte olan kuraklıktan kurtaracağı, tuzlanmayı önleyeceği ve asırlardır mecburi kullanımdan dolayı yer yüzüne çekip gün be gün azalttığımız yer altı sularımızın yerine girmiş olan deniz suyunu, zaman içinde gerisin geriye denize iteceğidir.
Yaklaşık 125 bin dönümlük kuru arazinin sulu tarıma dönüşmesi, çiftçinin gelirini ortalama 25 misli arttırırken, toprak değerini de bir o kadar arttıracaktır. Bunu sanal olarak, mevcut topraklarımıza yaklaşık olarak neredeyse 1670 kilometre kare toprak daha yani, mevcut sınırlarımız içinde kalan toprakların yarısı kadar daha bir toprağın eklendiği şeklinde de değerlendirebilir, suyun gelmesi nedeni ile. Bu suyun KKTC’nin kalkınma hamlesine ve de ekonomik özgürlüğüne büyük bir katkı koyacağı kesindir.
Günümüzde Rum tarafı gerek duyduğu suyunu, kirletmek pahasına denizden arıtarak elde etmektedir. Denizden arıtma amaçlı çekilen her 3 ton sudan sadece 1 tonu arıtılabilmekte, arıtılan 1 tonluk suyun tüm artıkları da denize geri gönderilen 2 ton suyun içine katılmaktadır. Bu arıtma süreci içinde deniz suyu düzenli olarak, azar azar da olsa kirletilmektedir. Yıllar içinde Rum tarafının kıyılarını çevreleyen denizlerdeki kirliliğin limitleri aşmış olması nedeni ile de Avrupa Birliği Kıbrıs Rum tarafını uyarmış ve deniz suyundan içilebilir su arıtma elden eden tesislerini belli bir sıra ile kapatmasını talep etmiştir. Daha doğrusu emretmiştir ve günümüzde Kıbrıs Rum Yönetimi belirli bir düzen içinde ve belirli periyotlarla denizden su arıtma tesislerini kapatmaya başlamıştır.
Makarios’un 1972 yılında “Helen dünyası için felaket niteliğindeki proje” diye tanımladığı ve Dünya Bankası’nın neredeyse hibe olarak adlandırılabilecek tüm parasal desteğine rağmen tereddütsüz adanın fiziken borularla Anadolu’ya bağlanacağı gerekçesi ile reddettiği Anadolu’dan Kıbrıs adasına borularla su getirmek projesi, gerçekte Kıbrıslı Türkler kadar Kıbrıslı Rumlara da, adanın Türk bölgesinde olduğu kadar Rum bölgesinde de insan yaşamına, hayvan alemine, bitki dünyasına, ekonomisine, sanayisine, tarımına ve da ada üzerinde varlıklarını sürdüren tüm canlılarının yaşamına katkısı çok büyük olacaktır.
Rumların kendi dillerinde “Küçük Asya Felaketi” olarak tanımladıkları 1919-1922 yılları arasında Anadolu’nun yarısını ve İstanbul’u fethetmek rüyası ile giriştikleri maceranın hüsranla ve Yunan ordusunun yüzde doksanının yok olması ile bitmesini aradan sadece ve sadece 41 yıl gibi kısa bir dönem geçmiş olmasına adeta unuttular. Kıbrıs adasının yanı başındaki Anadolu’yu da yok sayarak adanın tümünü ele geçirmek hayaline kapıldılar. Adına “Megali idea – Büyük Ülkü” dedikleri bu hayali gerçekleştirmek için de Yirminci yüzyılın ilk üç çeyreği içinde Kıbrıslı Türkleri adadan söküp atmak için her yolu denediler. Yollarda, tarlalarda, iş yerlerinde buldukları Türkleri sırf Türk oldukları için acımasızca öldürdüler. Türk köylerini yakıp yıktılar. Türklerin dolaşım ve yaşam özgürlüğünü kısıtladılar. Türk bölgelerine elektrik ve su vermediler, yol yapmadılar. Özetle tam bir “Soykırım” uyguladılar bizlere 1963-1974 yılları arasında.
Tüm bu insanlık dışı yaşanmışlıklara rağmen günümüzde Türkler, adına “Asrın Projesi” denilen yepyeni bir tekniği uygulayarak ve teknolojiyi geliştirerek adaya getirdikleri, canlı yaşamı için olmazsa olmaz olan Anadolu’nun bu güzel suyunu, “Barış getirmesi” dileği ve temennisi ile Kıbrıslı Rumlarla da paylaşmayı planlamakta.
Yıllardır Rumların adanın tümüne sahip olmak hayallerinden ve bu düşüncenin bize yaşattığı olumsuzluklardan çok çektik. Türkiye’nin büyük düşünen beyinleri ve müthiş teknolojisi sayesinde kavuştuğumuz, insanoğlunun asırlardır adını “Allah’ın nimeti” olarak koyduğu bu su sayesinde umarım adaya kalıcı ve süreğen bir barış gelir……
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
4 Aralık 2015
Bu andlaşmanın can alıcı noktalarından bir tanesi de, ilk okunuşta pek önemli gözükmese Madde-3’ün, İkinci paragrafı, “Suyun satış bedeli; yatırım, finansman, işletme ve yenileme maliyetlerini karşılayan makul bir kar oranı ile fiyat değişikliklerini dikkate alan, taraflar arasında imzalanacak Ev Sahibi Hükümet Andlaşmasında saptanacak uygun bir fiyat formülü ile belirlenir.” demektedir.
Bu paragrafı Kıbrıs Türkçesine çevirirseniz anlamı biraz farklı olmaktadır. “KIB-TEK’de (Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu) yıllardır yaşandığı gibi, bu tesisi ele geçiren çalışanlar, sendikal haklar adı altında, standartların çok üstünde maaşlar talep edemezler, toplu sözleşmeler kanalı ile de vatandaşın sırtına “Tazminat, K-Değeri, Fazla Mesai” gibi yükler yükleyip, bir yılda 39 maaş alamazlar” demektedir.
Çerçeve Andlaşmasına ilaveten bir de “Entegre Su Yönetimi Yasası” hazırlanması ve Meclislerden geçirilmesi gerekmektedir. KKTC’nin su ihtiyacının karşılanması ile ilgili olarak suyun Anadolu’dan getirilmesinin önemine eşdeğer olarak suyun akıllıca ve en verimli bir şekilde yönetilmesinin de o denli önem taşıdığı, bu ek koşul ile ortaya çıkmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yedi asırlık bir devlet deneyimi ve nüfusu bir milyonu aşmış onlarca şehrin su yönetimi bilgi birikimine sahip olmasına ve de tüm bunlara ilaveten dünya üzerindeki “su zengini” ülkeler sınıfı içinde yer almasına rağmen, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı uhdesinde T.C. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün 2011 yılında kurulmuş olması su yönetiminin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
T.C. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün Misyonu “Ülkemizdeki kıyı ve geçiş suları dahil su havzalarının havza koruma eylem ve yönetim planlarını hazırlayarak bütünleşik bir yaklaşımla su yönetiminin altyapısını oluşturmak, ülkemizin ulusal ve uluslararası su yönetim politikasının geliştirilmesi için gerekli koordinasyonu yapmak, havza bazında su kalite standartlarını oluşturmak, su kalitesinin denetimi için etkin bir izleme sistemi kurulmasını sağlamak, su ile alakalı verileri tek elde toplamak ve değerlendirmek, havza bazında taşkın ve kuraklık yönetim planları ile taşkın risk ve zarar haritalarını hazırlamak, iklim değişikliği senaryolarının Ülkemiz su kaynaklarına etkisini belirlemektir. Temel görevlerimiz “Su kaynaklarının korunmasına ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına dair politikalar oluşturmak, mevzuat hazırlamak, havza bazında üst planlamaları yaparak bütünleşik havza yönetimini sağlamak, Ülkemizin ulusal ve uluslararası su yönetimini koordine etmektir” olup,
Vizyonu ise “Ülkemiz su kaynaklarını hem miktar hem de kalite açısından korumak, geliştirmek, kontrol etmek ve sürdürülebilir şekilde kullanmak için katılımcı ve bütünleşik bir yaklaşımla havza bazında suyu yönetmektir.”dir.
Yani kısa ve öz olarak, T.C. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün asli görevinin “suyun en ekonomik nasıl kullanabileceğinin, kaçakların nasıl önlenebileceğinin ve atık suyun nasıl ve nerede tekrar kullanılabileceğinin araştırılması, uygulanması ve yeni teknolojilerin geliştirilmesi ” olduğu ortaya çıkmaktadır. Tam da sanki bizim için, neredeyse üçbin yıldır kuraklıktan kıvranan Kıbrıs adası için kurulmuş ve konusunda uzman olan deneyimli kişilerin görev yaptığı bir kurum.
Bizim aslında, ufak hesapları ve popülist yaklaşımları bir kenara bırakarak bu konuda deneyimli kişi ve kurumlarla işbirliği yapmamız ve Anadolu’dan gelmiş olan bu altın değerindeki suyu, insani, sanayi, tarım ve doğa açısından en doğru bir şekilde kullanabileceğimiz bir alt yapıyı akıllıca yaklaşımlarla kurmamız gerekmektedir. Artık popülist yaklaşımları bir kenara bırakıp, ufak çıkarların, akrabayı, eşi dostu işe almanın peşinde koşmamalıyız.
Yıllardır bu düşüncenin bize getirdiği olumsuzluklardan çok çektik ve artık kurtulmamızın zamanı da gelmiştir……
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
2 Aralık 2015
Rusya belli ki Suriye’nin geleceğinde etkin bir rol almayı planlıyor ki, kendi bölgesel çıkarları doğrultusunda Suriye’ye yerleşme amacı ile ilk adımını attı. Bölgede yapay bir sorun yaratarak, Türkiye’nin talebi olan “Uçuşa yasak” bölge uygulamasını önlemenin yollarını arıyor.
Gerçekte Rusya Federasyonu’nun Türk hava sahasını kasten ihlal etmesi, Türkiye’nin hava savunma yeteneği ile NATO’nun bölgesel gücünü ve yeteneklerini sınamak istemesinden kaynaklanıyor. Rusya’nın gerçek hedefi ise çok farklı ve Suriye’ye tüm gücü ile yerleşmek, hava ve deniz sahalarını kontrol altına almak. Bu nedenle de Türk savaş uçaklarının açık bir şekilde ve tüm uyarılara rağmen kasti bir şekilde sınır ihlali yapan Rusya Federasyonu bayraklı SU24 uçağını vurmasını bir gerekçe göstererek hemen Suriye’ye daha fazla askeri güç gönderme kararı aldı.
Bu askeri güç terimi kapsamı içinde kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri ve hava kuvvetleri ile konvensiyonel tüm silahlar ve balistik füzeler yer almakta. Rusya halihazırda Suriye’ye en son teknoloji ile geliştirilmiş T-90 tankları ile BTR-80 tipi zırhlı araçlarını ve SU24 savaş uçaklarını göndermiş durumda. Tartus Limanı ise tam bir Rus deniz üssüne dönüşmüş halde. Rusya, Esed rejimine gerektiği kadar askeri destek vermeye başladı ve fiilen Suriye’ye yerleşti.
Türkiye’nin talebi olan “Uçuşa yasak” bölge uygulamasını önlemenin tek yolu uzun menzilli balistik füzeleri bölgede konuşlandırmak. Rusya, S-300 ve S-400 füzelerinin üreticisi ve Lazkiye’de inşası neredeyse tamamlanmış olan Rus hava üssüne S-400 füzelerini konuşlandıracağını açıkladı.
S-400’lerin özelliği, S-300’lere göre daha gelişmiş olması. 400 kilometre uzaktan hedefe kilitlenme yeteneğine sahip olduğu için 400 kilometre uzaklıktaki hedefi nokta atışı ile vurabilme kapasitesine sahip. Yerden 56 kilometre yükseğe kadar çıkabilmekte ve bu nedenle de uzun menzilli balistik füzeleri de havada yakalayıp imha edebilmekte. Karadan karaya ve karadan havaya kullanılabilen, Patriot’lardan çok daha gelişmiş “yok etme” amaçlı bir füze.
S-400’ler Lazkiye’deki üsse yerleştirildiği vakit, kapsama alanı 800 kilometre çapında olacağı için tüm Suriye’nin üzerini bir şemsiye gibi örtecek ve Suriye üzerindeki hava sahasının kontrolünü fiilen sağlayacak, daha doğrusu ele alacak. Bu da açık ve net olarak, Suriye hava sahası içinde Türkiye’ye, NATO’ya veya da örneği daha evvel Irak ve Libya’da oluşturulan “Koalisyon Güçleri”ne ait uçakların ve de sivil havayollarına ait yolcu uçaklarının ancak Rusya Federasyonu’nun izni ile Suriye hava sahası içinde uçabileceği manasına gelmektedir. Bu aşamadan sonra Birleşmiş Milletlerin veya da Koalisyon Güç’lerinin Suriye üzerinde uçuşa yasak bölge ilan etmesi olanaksız hale gelmiş demektir.
Suriye ile Rusya’nın ilişkilerinin zirve yapması, baba Hafız Esed’ın Moskova’da Hava Harp okulunda okuması, önce MIG pilotu sonra da MIG pilot eğitmeni olması ile başladı ve iktidara geldiği 1970 yılından sonra da iyice sağlamlaşıp kökleşti.
(Su konusu ile ilgili yazı serimin 3. ve 4. Bölümleri, güncel konular nedeni ile aralıklı olarak devam edecektir)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
30 Kasım 2015
Türkiye’den KKTC’ye sınır ötesi direkt su ihracatı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk değildir. Gerçekte günümüzde Türkiye Cumhuriyeti, kaynakları kendi sınırları içinde bulunan 3 nehrin, Asi, Fırat ve Dicle nehirleri sularını, sınır ötesinde devam ediyor olmaları nedeni ile Suriye ve Irak’a yıllardır ihraç etmektedir. Yapılan söz konusu su ihracatı anlaşmalarının kökeni 1980’li yıllara kadar geri gitmektedir. Bu konuda birtakım devletler tarafından kabul edilmiş uluslararası hukuk kuralları bulunmasına rağmen hepsinin de yenilenmesi ve çağdaşlaştırılması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti (T.C.), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini (KKTC) bağımsız bir devlet olarak tanıdığı için 20 Temmuz 2010 tarihinde devletlerarası bir anlaşma yaparak TC’den KKTC’ye borular ile su teminini yasal bir zemine oturtmuştur. Tam adı “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetler Arası Çerçeve Andlaşması” olan devletlerarası antlaşmanın tam metni, şahsıma ait olan sitede, (http://www.ataatun.org/?p=5160) görebilir, okunabilir veya da indirebilir.
Bu antlaşma, 20 Şubat 2012 tarihinde KKTC Meclisi tarafından, 17/2012 sayılı yasa tasarısının onaylanması ile de yasaya dönüştürülmüştür. Aynı şekilde Türkiye tarafında da bu andlaşma, TBMM tarafından onaylanarak yasaya dönüştürülmüştür. Bu nedenle de KKTC’de bir takım taleplere popülist yaklaşımla “Evet” diyerek keyfi kararlar almak ve ilgili devletlerin meclislerince onaylanarak yasaya dönüşmüş söz konusu çerçeve andlaşması kurallarının dışına çıkmak olanaksızdır. Bu andlaşmanın her hangi bir maddesini değiştirebilmek için, T.C. ve KKTC Meclislerinde eş zamanlı olarak değişiklik yasalarının geçirilmesi gerekmektedir.
Çerçeve andlaşmasının 3. sayfasında yer alan Madde-1, konu ile ilgili “Ev Sahibi Hükümet Anlaşması”, “Diğer Proje Anlaşmaları”, “Proje Anlaşmaları”, “Boru Hattı”, “Bağlı tesisler”, “Diğer Tesisler” ve Planlama Alanı” tanımlarını içermektedir.
Bunların içinde yer alan “Bağlı Tesisler” ile “Diğer Tesisler” tanımları tüm yer altı, yer üstü ve deniz içinde yapılan tesisleri ve bunlarla ilgili su projesi anlaşmalarında belirtilen fiziki varlıkları ve müştemilatı kapsarken, “Planlama Alanı” da “Ev Sahibi Hükümet Anlaşmaları ve diğer Proje Anlaşmalarında belirtilen bağlı tesislerin, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen dış sınırlarının, bu tür hatların geçişlerinde kanunen kamulaştırılması gereken alanı da kapsayacak şekilde birleştirilmesi suretiyle meydana gelen alanlar demek olduğu”nu net bir şekilde tanımlamaktadır.
Devamla; Antlaşmanın 5. Sayfasında yer alan Madde 2’nin ikinci paragrafı “Proje kapsamında Türkiye Cumhuriyeti tarafında yer alan kara yapıları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafında yer alan kara yapılan ile boru hattı vasıtasıyla gerçekleştirilecek deniz geçişinin inşası Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılacaktır. Söz konusu kara yapıları ile deniz geçişli boru hattının ve Proje kapsamada inşa edilen tüm tesislerin mülkiyeti, inşasına başlandığı andan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olacaktır” şeklindedir.
Dördüncü paragraf ise üçüncü ülkelere su satma hakkının sadece Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğunu belirtmektedir. Yani KKTC hükümeti “Rumlara su verelim” mealinde bir karar alsa veya KKTC Meclisinden yasa dahi geçirse, son söz, son karar Türkiye Cumhuriyetinindir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti “Evet” demediği müddetçe Rum tarafına yasal yollardan su verilmesi asla mümkün değildir.
Karşılıklı Meclislerce yasa haline getirilmiş bu antlaşmanın her maddesi çok önemli gerçekte.
Madde-4’te “Taraflar, kendi egemenlikleri altındaki alanlarda Projenin ve bağlı tesislerin inşaatı ve işletmesi ile ilgili işlerin zamanında gerçekleştirilmesi için gereken koşullan sağlamak amacıyla gerekli tüm izin ve ruhsatların yürürlükte olan kanunlarına uygun olarak temin edilmesini sağlayacaklardır. Proje sahaları ile ilgili istimlak ve irtifak hakkı işlemlerinin gerektirdiği masraflar, söz konusu işlemleri yapın devlet tarafından karşılanacaktır” ifadeleri yer almaktadır. Yani, “KKTC ahkam keseceğine taşın altına elini koymak, her işlemi kendisi yapmak, her adımı da doğru atmak zorundadır” demektedir……
(Aralıklarla devam edecektir…)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
27 Kasım 2015
Gerçekte biz Kıbrıslı Türklerin üzerine, bildiğimiz veya da bilmediğimiz her konuda ahkam kesmede başka hiçbir millet yoktur. Her konuyu biliriz ve de hiç araştırmaya gerek duymadan da konuşur, fikir üretiriz. Bunlardan bir tanesi de KKTC’ye deniz içinden borularla Anadolu’dan su getirilmesi projesidir.
Bu proje ile ben ilk defa milletvekili olarak Mecliste yer aldığım 1977 yılında karşılaşmıştım. İnşaat Mühendisi olduğum için de, proje ile ilgili özel komitede yer alarak, enine boyuna incelemek fırsatım olmuştu. O dönemdeki maliyeti 55 milyon ABD dolarıydı ve Türkiye’de halen daha varlığını sürdürmekte olan ünlü bir şirket, deniz altından borularla Kıbrıs’a su getirme projesinin ön çalışmasını yapmış ve fizibilite raporunu hazırlayarak bize sunmuştu.
İlk sıkıntı maliyetiydi. Ne bizde ne de, 1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında ABD’nin koyduğu ambargo nedeni ile Türkiye’de yoklukların ve kuyrukların yaşandığı bir dönem olmasından dolayı Türkiye bütçesi içinde bu proje için ayrılabilecek bir meblağ yoktu.
İkinci sıkıntı ise, yapılan ölçümlerde ortaya çıkan 1409 metre deniz taban derinliğinin nasıl geçileceği ve yaklaşık 141 barlık basınca dayanacak boruları üretecek ve deniz dibine yerleştirecek teknolojinin olmamasıydı.
Bu nedenlerle de deniz altından borularla Kıbrıs’a su getirme projesi, gerekli malzemenin üretim teknolojisi ile boruları ve gerekli alt yapının inşa teknolojisinin istenilen aşamaya gelmesine dek bekletilmesine karar verildi ve ertelendi.
Kısmet bu güneymiş. Türkiye Cumhuriyeti’ne ne kadar teşekkür etsek azdır.
KKTC’ye Anadolu’dan gelmiş olan bu su ile Mesarya ovasında 95,930 dekar (95,930,000 m2) ve Güzelyurt’ta 71,538 dekar (71,530,000 m2), toplam olarak 167,468 dekar (167,468,000 m2) yani Kıbrıs dönümü ile 125,182 dönümlük bir arazi suya kavuşacaktır. Bu araziler üzerinde binlerce yıldır yapılmakta olan kuru ziraat ile yetiştirilmekte olan arpa, buğday, çavdar, yulaf vb tahılların üretimi tarihe gömülecek ve sulu ziraat ile yetiştirilen sebze ve meyve üretimine geçilecektir.
1 dönüm sulu arazide yetiştirilen sebze ve meyve gelirinin, minimum 10, maksimum 40 dönüm kuru arazide yetiştirilen tahıldan elde edilen gelire eş değer olduğu gerçeği dikkate alındığında, Anadolu’dan KKTC’ye getirilmiş olan bu suyun sadece tarım sektöründe çiftçiye sağlayacağı katkının gelir bazında ortalama olarak 25 kat fazla olacağı, tartışmaya gerek bile duyulmayacak bilimsel bir veridir.
Anadolu’dan KKTC’ye getirilmiş olan bu suyun bir başka ekonomik katkısı da direkt ve endirekt olarak sanayimize olacaktır. Genelde mevcut sanayi tesislerimizin neredeyse yüzde doksanbeşi üretiminde veya da üretim sonrasında birim maliyet fiyatına etki edecek düzeyde su kullanmaktadır. Kullandığı bu suyu, gıda üretiminde veya da gıda olarak tüketilmeyen mamul üretiminde kullanıyorsa, illaki arıtmak zorundadır. Su arıtmak her zaman pahalı olan ve birim üretim maliyetini etkileyen bir giderdir. KKTC’deki mevcut sanayimizin, Anadolu’dan gelmiş olan bu suyu kullanması ile maliyet fiyatlarını düşüreceği ve ihracatta rekabetçi fiyatlara sahip olacağı kesindir.
Bu suyun turizm sektörüne vereceği katkı ve maliyetlerde sağlayacağı düşüş, tarım ve sanayi sektörüne koyacağı katkıdan daha büyüktür. Günümüzde konaklama tesislerinin elektrik ve su giderleri, personel giderlerinden daha fazladır. Özellikle bir deniz ve güneş ülkesi olmamız nedeni ile konaklama tesislerinde kullanılan su ortalamanın çok üstünde olup, sadece arıtma ile elde edilebilmektedir. Bir metreküp arıtılmış suyun maliyeti 4 TL ve yukarısı iken Anadolu’dan gelmiş olan suyun maliyetinin 1 TL’den aşağılarda olması, bu suyun tarım, sanayi ve turizm sektörüne koyacağı katkının ne denli büyük olacağını ortaya koymaktadır… (aralıklarla devam edecektir)
NOT: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Su İhtiyacının Karşılanmasına İlişkin Hükümetler Arası Çerçeve Andlaşma’sı metnini, bana ait olan sitemde, http://www.ataatun.org/?p=5160 adresinde görebilir, okuyabilir veya da indirebilirsiniz.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
25 Kasım 2015