Dün yakın coğrafyamız içindeki politik yaşamı etkileyecek çok önemli bir gün yaşandı.
KKTC’de UBP Genel Başkanlık, Türkiye ve Azerbaycan’da da Parlamento seçimleri yapıldı.
KKTC’de gerçekleşen UBP Genel Başkanlık seçimi, hem iç siyasette, hem de dış siyasette parametreleri değiştirebilecek önemde. Mevcut CTP-UBP koalisyonunun geleceği ve endirekt olarak da müzakerelerin gidişatı, dünkü seçimin sonucu ile birebir bağlantılı.
UBP’nin delege sisteminden çıkıp, üye sistemine geçmesi, konuşmaların Cumartesi, oylamanın Pazar günü yapılması, seçim pusulalarının optik okuyucular ile okunması, her adayın seçim salonu dışında kendi standını kurarak üyeler ile bire bir temas kurma çabaları, 9 binden fazla üyenin cep telefon numaralarının adaylara verilerek elektronik iletişimin seçim propagandası içinde yer alması, salonda seksenden fazla oy kabininin bulunması, her ilçe için ayrı ayrı bilgisayar sistemi ve ortak bir bilgi ağının oluşturulması ve mükemmel denecek düzeydeki seçim organizasyonu hem göze çarpıyor hem de UBP’nin kendi siyasi tarihi içinde bir ilki oluşturuyor.
Umarım devletimiz de bu sistemi benimser ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile Genel ve yerel seçimlerde oy kullanımı ve oy sayımı da böylesi bir sistemle yapılarak, hem erken sonuç alınır hem de ederi birkaç milyon TL’yi aşan seçim görevlilerinin fazla mesai anlayışında dayalı ücretleri de daha düşük bir düzeye çekilir.
AK Partinin zaferi ile sonuçlanan Türkiye’deki Parlamento seçimi ise çok önemli, önemli olduğu kadar da kritik. Türkiye’nin KKTC, AB, Kıbrıs Rum, Rusya, ABD, Orta Doğu ülkeleri ve Suriye ilişkileri ile Türkiye’nin Güney Doğusunda yaşanmakta olan terör olaylarının kaderi bu seçimde yatıyor.
Türkiye’deki seçimin sonuçlarının Kıbrıs’ta Akıncı ve Anastasiadis arasında sürdürülmekte olan “Çözüm Müzakereleri”ni birebir etkileyeceği kesin. Olumlu veya olumsuz muhakkak müzakerelerin gidişatına bir etkisi olacak.
Zaten Rumların nüfus, mülkiyet ve yönetim konularında ortaya koydukları açgözlülük ve doyumsuzluk, müzakereleri hızla çıkmaza doğru sürüklemeye başladı. Son 47 senedir yaptıklarının aynısını gene sahnelemeye başladı Rumlar.
Anastasiadis çok pişkin bir adam. 1963-1974 yılları arasında yollardan, evlerden, işyerlerinden ve tarlalarından toplayarak acımasızca katlettikleri Kıbrıslı Türklerin gömüldükleri yerleri tespit etmek için ve de suçluları yargıya taşımak için aradan geçen 52 yıl içinde hiçbir girişim yapmamasına rağmen, kayıp kişileri yerlerinin tespiti konusunda pişkince Türkiye’yi suçlamaya çalışması ne denli samimiyetsiz olduğunu göstermekte. Sen iğneyi kendine batırma, sonra da çuvaldızı başkasına batırmaya çalış ve Türkiye’yi kına. Buna “Bizans politikası”, daha doğrusu “İkiyüzlü politika” denmekte. Kısacası garantör Türkiye Hükümetinin Kıbrıs konusundaki yaklaşım ve pozisyonu, bizim geleceğimizi yakından ilgilendiriyor.
***
Azerbaycan’daki Parlamento seçimleri ise Azerbaycan’ın özgürlüğü ve egemenliği açısından önem taşımakta. Bir takım dış güçler Azerbaycan’daki istikrarı bozmak ve Aliyev iktidarını devirerek kendilerine bağlamak hesabı yapıyorlar. Bütün çabalarına rağmen 2015 seçimlerine bunu yetiştiremediler şimdi hedefleri de 2020 seçimlerinden evvel bu işi kökünden halletmek. Aliyev hükümeti oynanan oyunun ve kurulmak istenen tezgahın farkına vardı ve tedbirlerini aldı ama tehlike halen geçmiş değil. İlham Aliyev’in Yeni Azerbaycan partisi seçimlerden zaferle çıktı.
Azerbaycan’da 5 milyon 200 binden fazla kayıtlı seçmenin bulunuyor. Parlamentodaki 125 sandalye için 767 aday yarıştı. Seçmenler, Bakü ve diğer illerde kurulan 5 bin 547 sandıkta oylarını kullandılar. Seçimlerin favorisi gene, 2010 seçimlerinde 125 sandalyeden 72’sini kazanmış olan Aliyev’in başkanı bulunduğu Yeni Azerbaycan Partisi.
Türk dilini kullanan her üç ülkede de 1 Kasım günü, geleceği yönlendirecek seçimlerin yapılması tesadüf olmasa gerek. Her üç ülkeye de dün yapılan seçimlerin sonucu hayırlı olsun….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
2 Kasım 2015
Bugün Rum ve Türk liderler, BM gözetiminde Kıbrıs’ta 1963 Aralığından beri yaşanmakta olan soruna çözüm bulmak için 1968 yılında başlamış olan görüşmelere bir yenisini daha eklemek üzere, ara Bölgede BM tarafından müzakereler için tahsis edilen binada bir araya gelecekler. Bana göre 47 yıldır resmen süren görüşmelerin kronolojisine sonuçsuz bir görüşme daha not edilecek.
Kıbrıs adasında Kıbrıslı Türklere herhangi bir hak vermemek için 47 yıldır ayak sürüyen Rumlar, aradan bunca yıl geçmesine rağmen hiç akıllanmadılar ve gene aynı taktiklerini, Kıbrıs adasını tümü ile ele geçirinceye kadar müzakereleri sonuçlandırmama ilkelerini sürdürüyorlar.
Geçen gün, 23 Ekim 2015 Cuma günü Kıbrıs Rum tarafında yayınlanan Fileleftheros adlı gazetede Kyprianou Hükümetinin Dışişleri Bakanı olan Nicos Roladis’in Kıbrıs müzakerelerinde Rumların kendi lehlerine olan fırsatları nasıl kaçırdıklarına dair çok güzel ve anlamlı, adeta Rum siyasilere ders veren bir makalesi yayınlandı.
Kıbrıs konusuna merakınız varsa veya da perdenin arkasında nelerin olup bittiğini öğrenmek istiyorsanız okumanızı tavsiye ederim. (Makalenin İngilizcesini http://cyprus-mail.com/2015/10/23/rejecting-something-good-to-run-after-something-better/ sitesinden, Türkçesini de yerel bir gazetemizden alıp referans vererek kendi sitemde yayınladığım http://www.ataatun.org/?p=5114 sayfasından okuyabilirsiniz.)
Gidişat, Eide’nin, Anastasiadis’in ve de Akıncı’nın tüm olumlu ve kısa sürede sonuç alınabileceğini vaat eden açıklamalarına rağmen, son 47 yıldır nasıl gelmişse öyle gidiyor görünümünde. Bu gözlemimin ne eksiği var ne de fazlası.
Anastasiadis aynen, 2008 yılında Kıbrıslı Rumların Cumhurbaşkanı seçilen ve 2010 yılına kadar müzakereleri II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, 2010 yılından sonra da III. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile sürdüren AKEL’in ruhani Başkanı Dimitris Hristofyas gibi davranmaya başladı.
Sanki de Hristofyas’ın ikizi mübarek. Tamamen aynı stratejiyi uyguluyor. Görüşme yapar gibi gözüküyor ama gerçekte yaptığı hiçbir şey yok. Bütün yaptığı, kendinden önce müzakere masasına oturan Rum liderlerin yaptığı gibi, Kıbrıs adasını tümü ile ele geçirecekleri uygun bir ortamı yakalayan kadar müzakereleri sürüncemede bırakmak.
Anastasiadis, BM Genel Sekreterinin raporlarında ve Güvenlik Konseyinin kararlarında yer aldığı şekli ile iki kesimliliği, iki toplumlu yapıyı, iki egemen ve siyasi eşit kurucu devletin oluşturacağı yeni bir devletin kurulmasından çok uzakta. Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin devamı fikrinden ve uygulamasından ise iki kere daha çok uzakta. İkisine de ne kendisi ne de Kıbrıslı Rumlar sempatik bakmıyor. Şimdi de maşrappası oldukları Yunanistan’ı da bu işe bulaştırdılar. Yunanistan Dışişleri Bakanı Kocsias Lefkoşa’ya geldi, iç tribünleri gaza getirmek için gerçeklerden çok uzak laflar etti, açıkçası saçmaladı ve gitti.
Kıbrıs Rum tarafının anlaşmak gibi bir niyeti yok. Garanti verebilirim ki BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide’nin, Rum lider Anastasiadis’in veya da KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın ayrı ayrı zaman ve mekânlarda açıkladıklarının aksine 2016 yılının Mayıs ayından önce ne müzakereler bitecek, ne de bir Referanduma gidilecek. Müzakereler, Anastasiadis’in görev süresinin bitim yılı olan 2018’e kadar inişli çıkışlı olarak devam edecek.
Tüm bu gelişmeler ışığında Sayın Akıncı’nın, Rumlara şirin görünmek yerine Türkiye ile masaya oturup Kıbrıs konusunda yeni ve kapsamlı, müzakerelere dayalı olmayan yeni bir değerlendirme süreci başlatması gerekiyor.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
30 Ekim 2015
Daha iyi birşeyin peşinden koşmak için iyi birşeyi reddetmek
23 Ekim 2015, Cyprus Mail. “Rejecting something good to run after ‘something better” by Nikos Rolandis
27 Ekim 2015, Diyalog gazetesi “Rolandis’ten tarihi itiraf” başlıklı yazı
AİHM’in Dimopulos kararı ile mülk sahibinin hakları zayıflamıştır” diyen Rolandis, 1981’de 15 bin kişi olan TC kökenlilerin kişi başı 5 bin dolarlık tazminatla geri gönderilmesini Rum tarafının reddettiğini açıkladı.
Rum Yönetimi Dışişleri eski bakanlarından Nikos Rolandis, Cyprus Mail gazetesinde yayımlanan makalesinin ikinci bölümünde tarihi itiraflarda bulundu.
“Mülkiyette kullanıcının haklarına karşı mal sahibinin hakları” başlıklı bölümde, 2010 yılına kadar bu sorunun sınırlı düzeyde olduğunu belirten Rolandis “Ne var ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Dimopulos ve diğerlerinin,Mart 2010 ,Türkiye’ye karşı açtıkları dava bizlere hiçbir yarar sağlamadı.Karar özellikle aradan 35 yıl sonra mülk sahibinin haklarını ciddi ölçüde zayıflatmaktadır” dedi. Rolandis, yazısını şöyle sürdürdü:
Türkiye’den Kıbrıs’a yerleşenler :
1978 İngiliz Amerikan Kanada Plan önerilerinde ( bugüne kadar bize sunulan en iyi Plan ) Türkiye’den Yerleşikler söz konusu değildi. İtirazıma rağmen bu Planı reddettik.( o dönemde ben Dışişleri Bakanıydım). 1981 de yerleşiklerin sayısı 15,000 di ve bunlar, benim ve BMGS Kıbrıs Özel Temsilcisi Hugo Gobbi ile mutabık kaldığım plan çerçevesinde kişi başına 5000 ABD doları tazminatla dönmeye hazırdı.(Amerika faturayı karşılamayı kabul etmişti ).Bu Plan sonunda bizim tarafımızdan reddedildi. Böylelikle Yerleşikler Kıbrıs’ta kaldı ve bugün sayıları muhtemelen 200300 bine ulaştı. Bizler,aradan 40 yıl sonra yüzbinlerce insanı pratikte nasıl geri gönderebiliriz?
Dönüşümü Başkanlık
1978 İngiliz Amerikan Kanada Planında dönüşümlü Başkanlık yoktu. 1983 ve Planı biz reddettik. Dönüşümlü Başkanlık1983 ve sonrası gündeme geldi.
İki Kesimlilik :
Önceleri iki bölgeli iki toplumlu federasyon vardı. Tedricen iki kesimlilik hayatımıza girdi ve sonunda,8 Temmuz 2006 da, Talat Papadopulos arasında varılan mutabakatla resmiyet kazandı.
Magosa ve Güzelyurt :
Bir zamanlar biri Doğu’da diğeri kuzey batıda kucaklayabileceğimiz iki gelin gibiydiler. Elimizin ucundaydılar. Onlara parmaklarımızla dokunabiliyorduk. Bugün ise sadece rüyalarımızda ve hedeflerimizde var olabiliyorlar.
Sonuç vermeyen yıllık yürüyüşlerimizle var oluyorlar. Her ikisi de reddettiğimiz çeşitli planlarla birlikte buharlaştılar. Nikos Anastasiadis, yılların günahlarına bulaşmış bayrak koşusu flamasını devraldı. Karşısında sadece Kıbrıslı Türkler değil flamayı kirletmiş olan Kıbrıslı Rumlar da var…
Bunların bazıları günahlarından affedilmeleri için Dante’nin merhametine sığınmalıdırlar.
Cumhurbaşkanına tavsiyem,mümkün olan en iyi çözümü sağlamak için görüşmelere devam etmesidir.Yılların yarattığı zor ve acılı olabilecek saygın bir çözüm.! Kasulides’in geçenlerde ifade ettiği ve benim de sık sık tekrarladığım husus şudur:
“Eğer Akıncı ile bir yol bulamazsak gelecekte başka kimse ile bulamayacağız.”
Sonuçta, bir ölçüde aptallığımız nedeniyle, varacağımız yer kendimizin de yaratılmasında katkıda bulunduğumuz, Taksim ve daha da kötüsü işgal bölgesinin Türkiye’ ye ilhak edilmesidir. Türkiye’nin eski Cumhurbaşkanı İnönü’nün bir zamanlar dediği gibi,” Türklerin gayret göstermesine gerek yoktur, Rumlar bizler için yeterince çalışıyor.” Ona bir kez daha ödül vermeyelim. Tarihin kum saati tükenmeden harekete geçelim!
Değerli araştırmacı yazar ağabeyimiz Nazım Beratlı’nın son yazısını okuyunca birkaç duyguyu birden yaşıyor insan…
“Öfke, utanç, özeleştiri” gibi hissiyatlarımızın arasında en baskını utanç…
Sayın Beratlı’nın yazısını hatırlattıktan sonra neden utandığımı açıklayacağım;
“Şimdi ‘Su Uzmanı’ yok diye kafamıza vururlar değil mi? Var… Bakın yazının başına… Manchester Instıtude of ScienceandTechnology’yi bitirdi, master yaptı, Su mühendisi… Orhun Aşıkoğlu… Adama ilk okul öğretmenliği teklif ettiler, çünkü Allah bilir kimin adamını mühendis alacaktılar su dairesine, çekti gitti İngiltere’de yaşar… Bırakın KKTC’yi, Türklüğünden nefret eder hale geldi… Doktorasını da yarım bıraktı, Türkiye’ye gitmem, diyerek…
Bir örnek daha vereyim mi? Bu ikisinin ablası Bilge Aşıkoğlu… DAÜ’de barınamadı… Adamı yoktu, kimya doçentine fizik dersi ver diye baskı yaptılar. Defolsun gitsin, birine yer açılsın diye herhalde… Gitti ABD’de Kansas üniversitesinde Kimya Profesörü oldu… Şimdi Colarado Üniversitesi’nde çalışır…
Bu ‘Şahap’ın adı kimin adıdır? Biliyor musunuz? Adı, doğduğu günlerde kaybolan eniştemin teyze oğlu Şahap Şemiler’den gelmedir… Kemal Şemiler’in günü olsa, düşünün bakalım neler olurdu! TMT’ysa, TMT yani, UBP ise UBP… Ama çocuk üniversite hocası, Maltepe Üniversitesi Turizm Bolum Başkanı ve Rektör Danışmanı idi, siyasetle ilgisi yok, işini yapıyor. Bunu da sittir edecekler, gitsin İngiltere’de profesör olsun… İsteyen batsın, isteyen çıksın…
Lefkeliler, bu çocukları tanımıyorsunuz… Çünkü, sinsilemizi guruttular! Kabahatleri de iyi eğitilmiş olmak… Lefke’de evleri de vardı, barkları da… Nenemden kalan ev yıkıldı, çocuklar memlekette değiller ki gelip baksınlar. Aç mı bekleyeceklerdi?
Köylü kurnazlara bunları yedire yedire rezil olduk… Sonra da utanmadan, ‘Yetişmiş adamımız yok’ diyoruz! Var… Var ama onlara sahip çıkacak maçası sıkan adam yok…”
Yetişmiş adamımız var gerçekten de… Hem de hiçbir ülkede olmadığı kadar çok var. Yazık ki gerekli şartları sağlayamadığımız için yaşamlarını yurtdışında sürdürüyorlar.
Birkaçı merhum olmuş değerlerimizi hatırlayalım mı?
Tanışma şerefine nail olamadığım ancak aynı soyadı taşımaktan gurur duyduğum kayınpederim Prof. Dr. İ. Hakkı Atun. Ankara Hacettepe Üniversitesi’nde yıllarca kürsü başkanlığı yapmış, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin kurucu rektörü, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nin kurucu Dekanı, 1952 yılında Elazığ’a Veteriner Araştırma Enstitüsünü kuran değerli bir bilim adamı… Dünyanın birçok yerinde imzası bulunan örnek bir Kıbrıslı…
Yine aynı aileden Profesör Rifat Atun… Sağlık sistemleri üzerine önemli çalışmaları bulunan Atun, dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi’nde bölüm başkanı. Dünyanın pek çok ülkesinde sağlık sistemi üzerinde çalışmaları olan ve önemli başarılara imza atan Profesör Rifat Atun, Harvard Üniversitesi’nde, Küresel Sağlık Sistemleri Bölümü Başkanlığı’nı yürütüyor.
Amerika’da Utah State Üniversitesi’nde görevli Profesör Dr. Bedri Çetiner, mühendislik dünyasında devrim olarak nitelenen, gelen sinyallere göre kendini değiştirebilen “akıllı anten” geliştirmiş. Yaptığı büyük buluşlardan dolayı bir milyon Dolar araştırma ödülü alan Prof. Dr. Bedri Çetiner, Akıncılar köyünde doğan Kıbrıslı bir Türk. Gelen sinyallere göre kendini değiştirebilen anten geliştiren ve dünyada ilk olan bu buluş, mühendislik dünyasında bir devrim olarak görülüyor.
Değerli Hocamız Prof. Vamık Volkan…Viyana’da Dünya Psikiyatri Birliği tarafından Sigmund Freud ödülüne de layık görülen Prof. Volkan, Türk-Amerikan Nöropsikiyatri Derneği, International Society of Political Psychology, American College of Psychoanalysts ve değişik kurumların başkanlığını yaptı. Nobel’den sonra dünyada psikoanaliz dalında önemli çalışmaları olanlara verilen “Mary Sigourney Psikoanaliz Ödülü”ne de layık görülen Volkan, bu ödülü alan ilk Türk bilim insanı.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Levent Sennaroğlu, halk arasında “biyonik kulak” olarak bilinen “koklear ve beyin sapı implantı” ile işitme engellilere derman olmasıyla dünyada ilkler arasına girdi. Prof. Dr. Levent Sennaroğlu da, Eski Bakanlarımızdan Onur ve Nazif Borman’ın oğulları Prof. Dr. Hüseyin Borman gibi mesleğini Türkiye’de sürdüren Kıbrıslı Türk hekimlerimizden.
Değerlerimiz saymakla bitmeyecek… Literatüre geçmiş 19 buluşu olan Rahmetli Prof. Dr. Med. Alpay Kelâmi’yi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde ve Kanada McGill Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan Niyazi Berkes’i, değerli siyaset adamı Alpaslan Türkeş’i unutmak mümkün değil.
Bu isimler gibi niceleri dünyanın dört bir köşesinde görev yaparken ve onlarca eğitimli insanımız varken, “beceremeyiz” teslimiyetçiliği canımızı daha da yakıyor. “Niçin kendi bağrından kopanlara dünyanın sağladığı şartları sağlayamıyor bu ülke” sorusunun yanıtını ise “düzgün olmayan düzenin” ana arteri “partizanlıkta” aramak mümkün.
Dünyanın en başarılı ilim adamlarını yetiştiren bu ülke-nüfusa oranlandığında daha iyi anlaşılabilir- birbirinin eteğini çekmekten ve acizlik edebiyatı yapmaktan haz duyar hale gelmiş. Hani fıkradaki misal; Cehennemde, her ülkenin kapısında kaçmasınlar diye zebani bekliyor, Kıbrıslınınkinde yok! Bu durum diğer ülkelerin dikkatini çekiyor, soruyorlar, ‘neden onlara da bekçi koymadınız, ya kaçarlarsa?’ Yanıt, “Onlar kaçacak olduğunda diğer Kıbrıslı ayağından çeker, dolayısıyla gerek yok bekçiye!”
***
Not: Cumhurbaşkanımızın, Turizm Müsteşarı Şahap Aşıkoğlu’nun yerine Kemal Deniz Dana’nın atanmasını, “turizmden anlamıyor” gerekçesiyle onaylamamasını sosyal medyadan “Sayın Şahalitarımdan ne kadar anlıyorsa, sayınDâna da turizmden o kadar anlıyor” sözleriyle eleştirmiştim ancak her zaman liyakat sistemini savunan biri olarak söylediklerimin yanlış olduğuna kanaat getirdim. Cumhurbaşkanı diğer onaylarında hata yapmış, farklı kıstasları baz almış olabilir ancak biliyorum ki “iki yanlış bir doğru etmez.” İşte o yüzden utandım değerli ağabeyim Dr. Nazım Beratlı’nın yazısını okuyunca…
Sayın Fotiadis,
Fileleftheros gazetesinde, 24 Ekim günü KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı’ya hitaben tam sayfa yayınladığın “sizi tamamen değiştiren nedir?” başlıklı ilanınızı şaşırarak okudum.
Belli ki dünyadan haberiniz yok. Herhalde unutkanlık hastalığına yakalandın veya bunadın ki geçmişi, Kıbrıslı Türklerin 1963-1974 yılları arasında siz Kıbrıslı Rumlarca soykırıma uğratıldığını da iyice unuttun.
Bizler soykırıma uğrarken, sen kırklı yaşların içindeydin ve Kıbrıs Rum tarafında da en zenginlerin arasındaydın. Emlak ve bira işine yeni girmiş, durdurulamaz yükselişin de başlamıştı. Dünya bankasının Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hibe ve uzun vadeli çok düşük faizli verdiği kredilerin içinden Kıbrıslı Türklere verilmesi gereken miktardan sen de payına düşeni almış, Kıbrıs adasının kuzey batısında Ayios Nikolaos adlı denize sıfır, 1.3 milyon metre karelik yani bin dönümlük dümdüz bir zirai alanı 1965 yılında servetinin arasına katmıştın. Aslında o araziyi satın alman için devletten aldığın uzun vadeli ve sıfır faizli kredi bize aitti. Belki sen unuttun ama bizler unutmadık.
Kıbrıslı Türklere acımasızca saldıran EOKA’nın da en iyi finansörlerinden bir tanesi olduğun hala hafızalarımızda.
Madem böyle gazetelere ilan verip, bir türlü kökünü kazıyıp adadan yok edemediğiniz Kıbrıslı Türklerin Cumhurbaşkanına seslenmeyi biliyordun da, bizler soykırıma uğrarken dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti ve katliamların planlayıcısı Makarios’a ne diye bir paralı ilanla seslenmedin ve demedin “Haşmetmeap Başpiskopos ve Cumhurbaşkanı Makarios. Kıbrıslı Türkler de bu adanın bir parçasıdır. Niye onları acımasızca öldürtüyorsun, niye onların köylerini, evlerini, yurtlarını yakıp yıktırtıyorsun. Niye masum ve sivil Kıbrıslı Türkleri, çocuk, kadın, yaşlı demeden yollardan, tarlalardan, işyerlerinden kaçırtıp, kör kuyuların içine attırıp, üzerlerine sönmemiş kireç döktürüp can çekiştire can çekiştire öldürtüyorsun. Niye biz Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklerin mallarını yağmalıyoruz. Bu yaptırdıkların insanlığa sığar mı?”
Niye bunları biz soykırıma uğrarken Rum siyasilere ve Makarios’a sormadın da, şimdi Akıncı’ya, AB normlarından, kalıcı derogasyonlardan ve Beşparmak dağlarındaki bayraktan bahsediyorsun.
Hiç mi aklına gelmedi size on paralık bir güvenimizin olmadığı ve bu nedenle de AB’den ısrarla derogasyon talebinde bulunduğumuz. Artık bir daha siz Kıbrıslı Rumların insafı altında yaşamak istemediğimizi hala anlayamadınız mı Sayın Fotos?
Beşparmak dağlarındaki bayrağımız sizi rahatsız edip gözlerinizi incitiyormuş. Kendinize bir türlü yediremiyormuşsunuz her gün, yüzünüzü kuzeye döndüğünüzde orada devasa bir KKTC bayrağını görmeyi.
Peki bizlere niye sormadın soykırıma uğradığımız yıllarda tüm Rum Milli Muhafız Ordusu kamplarının ve kışlalarının üzerinde yazan “Molon Lave” (Erkeksen gel al) yazısının ve oarad burada asılı binlerce Yunan Bayrağı’nın bizi incitip incitmediğini? Ne sormadın bize Kıbrıslı Türklere karşı gerçekleştirdiğiniz her kanlı saldırı sonrasında Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonunda (RIK-PIK) yayınladığınız hem Türkiye’yi hem de bizi aşağılayan “Bekledim de gelmedin” şarkısının bizlerin canını yakıp yakmadığını?
Şunu iyice bilin Bay Fotos Fotiadis (photos photiades), sizlere on paralık güvenimiz yok. Bütün güvencemiz Türkiye’dir. Türkiye’nin garantörlüğü bulunmayan ve de fiili ve etkin garantisinin yer almadığı, yani Türk Silahlı Kuvvetlerinin fiilen adada bulunmasını içermeyen hiç bir anlaşmayı, ister beğenin, ister beğenmeyin asla kabul etmeyeceğiz…
Önce unutmaya ve unutturmaya çalıştığınız 1964-1974 arası dönemi hatırlayın, ardından kendinizi sorgulayın, sonra bizimle konuşursunuz…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
28 Ekim 2015