Eylül ve Ekim ayında yayınlanan Rumca gazetelerde yayınlanan müzakereler ile ilgili haberlere göz atarken dikkatimi nüfus konusu çekti. Nüfus ve nüfus oranı konusunda belli ki Rumlar bilinçli bir oyunu tezgahlamaya çalışıyorlar.
Eylül ayından beri Rumlar nüfus konusunu sağlam bir kazığa bağlamak için bilinçli bir uğraş veriyorlar. İşin içine basını da sokmuşlar, masada söyleyemediklerini basın kanalı ile ortaya atıyorlar.
Rumlar ısrarla kurulacak yeni devletteki Rum nüfusunun yüzde 82, Türk nüfusunun da yüzde 18 olmasını istiyorlar. Amaçları da Kıbrıslı Türkleri “Azınlık” olarak lanse etmek ve azınlık haklarına mahkum etmek.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıslı Türklerin ortaklık payının yüzde 30 olması bir tesadüf değil. Rahmetlik başbakan Adnan Menderes ve rahmetlik Dış İşleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun ileriyi görerek bilinçli bir şekilde ortaya koyarak Yunanistan ve İngiltere’ye kabul ettirdikleri çok kritik ve çok teknik bir yüzdelik. Genel anlayışa göre yüzde 30’un altındaki bir nüfus oranı, “azınlık” olarak kabul edildiği için, Kıbrıs’ta 1960 yılında kurulması kararlaştırılan “Kıbrıs Cumhuriyeti” adlı devlette Kıbrıslı Türklerin azınlık olmasını ve azınlık muamelesi görmelerini önlemek amacı ile Türkiye’nin isteği üzerine anayasaya konmuş bir orantı. Şimdi Rumlar bu orantıyı bozmaya çalışıyorlar, Türkleri azınlık konumuna düşürmek için.
Geçen hafta basında çıkan habere göre, müzakereler sonucunda yeni bir devletin ortaya çıkması durumunda Kıbrıslı Türklerin nüfusu 220 bin olacakmış. Daha fazlasını Rumlar kabul etmiyormuş ve de izin vermeyeceklermiş. KKTC nüfusunun yaklaşık 280 bin olduğunu düşünürsek, geriye kalan 60 bin kişinin yeni kurulacak devletin içinde herhangi bir mülke sahip olmak hakları olmayacağı için hem mülklerini iade edecekler, hem de adayı terk edecekler(miş).
Rumların düşünce ve planı aynen bu şekilde. Mülklerini iade edecek ve adayı terk edecek KKTC vatandaşlarının mülklerine de Rumlar yerleşerek mülkiyet sorununun çözümüne de bir rahatlama getirilmiş olacakmış bu uygulama ile. Hayale bakın siz. Hem pembe, hem büyük, hem de Helen çıkarlarına yüzde yüz gerçekleştirmek amaçlı.
İyi hoş da, adadan açıkçası kovulacak bu 60 bin kişi, toplam nüfusumuzun yaklaşık yüzde 22’sini oluşturmakta. 177 bin kişilik seçmen sayısı içinde de düz matematikle yaklaşık 39 bin kişi etmekte. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı Rumların bu teklifini kabul ederse, nüfusumuzla birlikte topraklarımız da azalacak ve de müzakerelerin sonunda Referanduma gidilecekse, daha işin başından Referandum oyları 39 bin HAYIR ve 1 EVET ile başlayacak.
III. Cumhurbaşkanı Eroğlu, “Hiç kimse benim vatandaşlarımı, şunlar gidecek, bunlara kalacak şeklinde ikiye ayıramaz ve bölemez. KKTC halkı bir bütündür ve tümü de hiçbir ayırım yapılmaksızın yeni kurulacak devletin vatandaşları olacaktır” düşüncesindeydi ve bu düşüncesini de onlarca kez gerek müzakere masasında, gerekse de medya önünde dile getirmişti. “Hiçbir KKTC vatandaşı geri gitmeyecek, mülkiyet konusunu Takas ve Tazminat ile çözüp, hiç kimse de mülkünden de olmayacak” duruşunu ve düşüncesini de 2010 Nisanından başlamak üzere, görevinin sonuna kadar yani 2015 Nisanına kadar sürdürmüştü.
Müzakere masasında neler oldu, neler geçti de Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı vatandaşlarımızın “kalacaklar” ve “gidecekler” şekilde sınıflara ayrılmasını kabul etmeye meyil etti. Nasıl olur, hangi vicdan kabul eder vatandaşlarımızdan bazılarının yıllarını, geçmişini, hatıralarını, evlerini, işlerini, ailesini ve de yakınlarını zorla arkada bırakıp adayı terk etmesini. Eğer çözüm, vatandaşlarımızın bazılarının mağduriyeti üzerine kurulacaksa ve bizi azınlık statüsüne sokacaksa eksik olsun.….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
26 Ekim 2015
Ozanköy’de 27 Nisan 2012 tarihinde 76 yaşındaki İngiliz kadına tecavüz ettiği ve parasını aldığı iddiasıyla Girne Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 10 yıl hapis cezasına mahkûm edilmişti. Cezayı yüksek bulan sanık istinafa gitmiş olmalı ki, Yüksek Mahkemenin cezayı onadığı bilgisi düştü basınımıza. Yargıtay Ceza Heyet Başkanı Hüseyin Besioğlu, üye Emine Dizdarlı ve üye Gülden Çiftçioğlu’nun da sanığın almış olduğu 10 yıllık hapis cezasına karşı dosyaladığı istinaf talebini haksız bulup reddederek verilen 10 yıllık hapislik cezasını oy birliği ile onamasını kalben kutlarım.
Bana göre bu ceza az bile.
10 yıllık hapisliğe ilave olarak kimyasal kastrasyon uygulaması da eklenmeliydi, yani açıkçası halk dili ile hadım edilmesine karar vermeliydi mahkeme tarafından. Güdülerini kontrol edemeyen hasta kişilerin, bu güdülerden kurtarılması belki de en doğru ve en caydırıcı ceza olabilir. Maalesef halen yasalarımız içinde tecavüzcülerin hadım edilmeleri olmadığı için böylesi bir ceza verilemiyor ama elbet bir gün bu ceza türü de hukukumuzun içine girecek.
Psikoloji ile ilgili ilmi literatürün tecavüz konusu ile yazdıkları herkes tarafından bulunup okunmalı tecavüze uğrayanın nasıl bir travma içine düştüğünü anlayabilmek için. Zira tecavüzün sonuçları ve tecavüze uğrayan kişinin ruhunda açılan yara gerçekten korkunç boyutlarda.
Hiçbir hukuki ceza bu suçun tam karşılığı olamıyor.
Bir kilo domatesin maddi değeri belli, bir ton demirin de maddi değeri belli. Üretilip tüketim aşamasına gelene kadar harcanan parasal miktarı ve emeğin zamansal değerini üst üste koyduğunuz vakit ortaya çıkan miktar ürünün parasal değerini oluşturmakta. Ama tecavüzün bu yöntemle ölçülebilir maddi değerini bulmak olanaksız. Ruhun gördüğü zararı ölçmek mümkün değil.
Kitaplar, tecavüz eden kişinin 3-5 dakikalık bir zevk aldığını ama tecavüze uğrayan kişinin yıllarca kabuslar gördüğünü, travmalar yaşadığını, bedeninden iğrendiğini, temizlik hastalığına tutulduğunu, bazı toplumlarda hayatını kaybettiğini, bazılarında da toplumdan dışlandığını yazmakta, hiçbir suçu olmadığı halde.
Bu nedenle önce Girne Ağır Ceza Mahkemesi hakimlerini böylesine caydırıcı ve örnek bir karar aldıkları için kutlarım, sonra da oy birliği ile istinafı reddeden Yargıtay Ceza Heyeti üyelerini. Adeta konuşmaya tartışmaya, acaba demeye bile gerek görmeden cezayı onamaları hukukumuz açısından büyük bir adım.
Hakimlerimiz hakkında yazılar yazılmaz, kuraldır ama ben Yargıtay Ceza Heyeti’n in bir üyesini neredeyse doğumunda beri tanıyorum. Rahmetlik babası hem saygın bir avukat, hem soykırıma uğradığımız yıllarda hakim, hem de meclisimizde hukukumuza katkısı çok olmuş son derece saygın bir kişiydi. Mensubu olduğu ailesi tüm fertleri ile birlikte çok saygın ve sevilen insanlar. İlkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi neredeyse hep sınıf birincisi olarak bitirdi. Kısa süren serbest avukatlık mesleğini de çok dürüst ve başarılı bir şekilde sürdürdü. Sonra da hakimliği seçti. Alnının teri, beyninin ve iyi karakterinin gücü ile de mesleğinde yükseldi. Keşke bu tür örnek insanlarımızın sayısı çok daha fazla olsa. Yargıtayın ve Ağır Ceza Mahkemesinin diğer üyelerini bu denli yakın tanımıyorum ama eminim hepsi de aynı kategoridedir.
Her suç cezaya tabi ve kötüdür ancak tecavüzcüler hapishanede “suçluların yüz karası” olarak kabul edilir ve bu nedenle de hapishanelerin en aşağılık kişileri konumuna indirgenirler daha ilk günden. Hiçbir saygınlıkları yoktur. En pis işler onlara yaptırılır. İşledikleri bu insanlık dışı suçtan dolayı hem hapislik cezasını çekerler hem de aşağılanma cezasını. Aşağılanma cezası ömür boyu süren bir cezadır. Dışarı çıktığında işlediği suç, yaşamı boyunca kendisini bir gölge gibi takip eder. Asla kurtulamaz bu yüz karasından.
Anlık bir zevkten ziyade, güdülerini kontrol edememekten ötürü, hem tecavüze uğrayanın hayatı kararıyor, hem de tecavüz edenin… Oysa insanı hayvandan ayıran en önemli özellik güdülerini kontrol edebilmesi.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
23 Ekim 2015
24 Aralık 2010 yılında Tunus’da başlayan “Yasemin Devrimi”, hızla adını Arap Baharı’na çevirdi ve her tarafı kan gölüne çeviren bir kasvet sardı Ortadoğu’yu.
O gün bu gündür kan ve gözyaşı durmadı bölgede. Bir halk Cumhuriyeti kurmayı başarmış, halkına devletin petrol gelirini bir şekilde, adil olsa da olmasa da dağıtmayı ilke edinerek uygulamaya koymuş olan Kaddafi’yi de götürdü bu bahar rüzgârı.
Öyle bir rüzgar ki, önünde ne Tunus durabildi, ne Libya, ne de Mısır. Bu cehennemde esen bahar rüzgârının yönünü kim Ortadoğu’ya yönlendirdiyse, iyi yazmış senaryosunu gerçekten de. Bir gün umarım bu rüzgâr döner dolaşır, kendisini de bulur.
Suriye’nin Dera kentinde açık bir kapı bulup Suriye’ye de 2011 yılının Mart ayında girmeyi başarmış olan bu bahar rüzgârı, baharın müjdecisi olmaktan öteye kasırgaya dönüşmüş durumda. Yüzbinlerce canı aldıktan ve de iki bin yıllık bir medeniyeti yok ettikten sonra şimdi de gözünü Kafkasya’ya çevirdi.
Bölgede faaliyet gösteren terör grupları, Ortadoğu’dan Kafkasya ve Orta Asya’ya geçişin köprüsünü oluşturan Azerbaycan’a yönelmeye hazırlanıyorlar. Ağızlarını da sulandıran da Bakü petrolleri.
Bölgedeki terör gruplarının başını çeken IŞİD’in üst düzey kurmayları, daha bu yılın başında faaliyetlerini Azerbaycan’a kaydıracakları mesajını üstü kapalı da olsa verdiler ve altyapılarını -sağlam bir şekilde- oluşturmak için hazırlıklara başladılar.
IŞİD’in Suriye’de verdiği mücadele içinde Azerbaycan vatandaşlarının da yer alması, anlayana Azerbaycan’da nelerin yaşandığının mesajını açık bir şekilde veriyor. Azerbaycan hükümetinin ülkede radikal düşüncelere sahip dini kuruluşların ve siyasi partilerin faaliyetini yasaklamış olmasına rağmen, bir şekilde radikal İslamcıların, ülke içinde kendilerine faaliyet alanı yarattıklarını ve üstü örtülü bir şekilde derinden bir çalışma içine girdiklerini göstermekte.
Son yıllarda Azerbaycan’da geniş Vahabi cemaatlerinin ortaya çıkması, ülkedeki laik yapının yıllar içinde oluşturduğu dini bilgilerden yoksun bir yaşam tarzı nedeni ile ülkeye hatip olarak gönderilen Vahabi misyonerlerin görevlerini başarılı olarak yerine getirdiklerini ortaya koyuyor. Günümüzde artık yüzyılların Şii gelenekleri ve yaşam tarzı yerini, Vahabi inanış ve geleneklerine bırakmış durumda. Bu hatipler geceleri camilerde ders verip gençlerin beyinlerini yeniden formatlıyorlar.
Azerbaycan’da halen merkezlerinin nerede bulunduğu ve liderlerinin de kimler olduğu bilinmeyen Meşa (Orman) Gardaşları ile Jaysul Allah (Cünd-ul Allah – Allah’ın Ordusu) adlı radikal dini kuruluşlar yaptıkları açıklamalar ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e ve ekibine karşı silahlı bir mücadele başlattıklarını duyurdular. Azerbaycan hükümetinin Çeçenistan’dan geldiklerini düşündüğü bu kişilerin verdikleri ifadeleri ve yazılı itirafları tüyler ürpertici. Silah alabilmek için Bakü’deki hangi Büyükelçilikten nakdi, ayni ve bilgi yardımı aldıklarını şüphe duyulmayacak net bir şekilde belirtmiş durumdalar.
Geçmiş yıllarda Türkiye’de yaşanan “Derin Devlet” ile mücadele, 17 Ekim günü Azerbaycan “Milli Tehlikesizlik Nazırı” (Milli İstihbarat) Eldar Ahmed Mahmudov’un, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev aleyhine faaliyetlere göz yumduğu, bilgilerin kendisine ulaşmasına rağmen tedbir almadığı ve Cumhurbaşkanını yaşanacak gelişmelerden haber etmediği için görevinden alınması ile Azerbaycan’da da resmen başladı.
Azerbaycan’ı sıkıntılı günlerin beklediği kesin. Allah Korusun Azerbaycan’ımızı…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
21 Ekim 2015
KKTC’de yaşayan Kıbrıslı Türklerin belli bir kısmının “Çözüm” kelimesi ile başı dönmüş durumda. 1974 tarihinden beridir adada “Barış” ortamı yokmuş gibi “Çözüm”den sonra da “Barış”ın da geleceğinden bahsediyorlar ağızları dolu dolu. Pembe tablolar çiziyorlar hayallerinde.
Elimdeki “Dünya tarihi” ile ilgili birçok kaynak kitabı karıştırıyorum acaba kendileri egemen bir devlet iken, devletlerini fesh edip bir başka ırkın, milletin kurduğu başka bir yönetimin, krallığın, devletin veya da egemenin buyruğu altına girmeyi tercih etmiş bizden başka insanlar var mı diye.
Bula bula Onuncu yüzyılda kendi aralarında yıllarca sürmüş olan egemenlik çatışmasından yorgun düşmüş Sırp beylerinin bir araya gelip oy birliği ile komşu İskandinav beylerinden, tarihi isimleri ile Vareg’lerden kendilerini idare etmesini istediklerini buldum. Başka bir örnek yok. Filipinler de İkinci dünya savaşından sonra Amerikan mandası olmak istemiş ama bu sefere de ABD bu Filipinlilerin bu isteğini reddetmiş.
Şimdi de tarih, aramızdaki farklı düşüncede olan kişilerin, KKTC’yi lav edip Kıbrıs Rum idaresi altına azınlık olarak, daha doğrusu birazda çekici gelmesi için adına “Ayrıcalıklı Azınlık” denilen statü ile girmek amaçlı bitmeyen girişimlerinden dolayı bizleri de yazmaya hazırlanıyor.
Avrupa Birliği’nde ve de özellikle Helen dünyası içinde azınlık olmanın örnekleri birçok AB ülkesinde var. Özellikle Yunanistan’da azınlık olarak yaşamak, hele de Türk azınlık olarak yaşamak, birçok insan haklarından zorla vazgeçirilmiş olarak yaşamak ile eşdeğer manada ve koşulda.
Geçen ay Yunanistan’da yapılan seçimlerde sosyalist temelli solcu Syriza Partisi, oyunu arttırıp çoğunluğa yakın oy almasına rağmen, aşırı sağcı ANEL ile koalisyon yapmak zorunda kaldı. Aralarındaki koalisyon anlaşması uyarınca Yunanistan’da yaşayan Arnavut, Bulgar, Slav ve kendilerine Türk denilmesi yasaklanmış Müslüman azınlıkların eğitim sistemi ANEL partisinin yönetimine verildi.
Batı Trakya’da yaşayan “Evlad-ı Fatihan” ların yani Osmanlı döneminde oraları fetheden Türklerin soyundan gelen kişilerin özgürce bölgede dolaşımları 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması sonrasında yasaklanmıştı. Aradan geçen 70 seneden sonra yavaş yavaş bu kısıtlama kaldırılmaya başlandı. Batı Trakyalı kardeşlerimiz tam tabir ile 70 yıldan fazla bir zaman dilimi içinde adeta açık hava hapishanesinde yaşamak zorunda bırakıldı Yunanistan yönetimi tarafından. Evlerini tamir edemediler, satamadılar, yenisini alamadılar. Kurallar o denli hainceydi ki, bölge Türkleri gelişemesin diye, traktörü olana sivil araç kullanım izni, yani ehliyet verilmedi, otomobil veya kamyonu olana da traktör ehliyeti verilmedi. Otomobili olup da beni görmezler deyip acil nedenlerle traktör kullanana o denli ağır cezalar verdiler ki, ailelerin ocakları söndü.
Büyük uğraşlar neticesinde Türklere, daha doğrusu Müslüman Azınlıklara ait Ortaokul ve Liselerinde Cuma günleri Cuma namazı saatlerinde ders yapılmaması ve öğretmenler ile öğrencilerin Cuma namazına gitmeleri hakkı kazanılmıştı ancak geçen hafta SYRIZA-ANEL Koalisyon Hükümeti tarafından alınan bir kararla artık Cuma günleri öğleyin Müslüman öğrenciler, topluca Cuma namazını eda edebilmek için artık camiye gidemeyecek.
İnsan Haklarına duydukları saygıyı her ortamda dile getiren Avrupa Birliği üyesi Yunanistan hükümetinin aldığı “Dini özgürlüğü” kısıtlayan karar aynen bu. Yunanistan’ın maşrappası (Kıbrıs Türkçesindeki ikinci manası: Kuyruğu) konumundaki Kıbrıs Rum Hükümeti’nin, olası bir çözümden sonra, “Ayrıcalıklı azınlık” konumuna düşecek olan biz Kıbrıslı Türklere neler yapabilecekleri zaten tarihimizde var. 1963-1974 yılları arasında soykırım uygulamışlar, her türlü haktan mahrum ederek bizleri yok etmek yoluna gitmişlerdi…
Belli ki aynı mantık hala varlığını sürdürüyor, Yunanlıların ve Kıbrıslı Rumların beyninde…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
19 Ekim 2015
Doğu Perinçek, AİHM’de kazanılan zaferin, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın eseri olduğunu kaydetti. Rauf Denktaş’la 2005 yılında Lozan’da birlikte olduklarını kaydeden Perinçek, “Denktaş, Lozan Meydanında taşın üzerine çıkarak yaptığı konuşmasında, boyun eğmeyeceğiz, kazanacağız dedi ve kazandık” ifadelerini kullandı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)”soykırım”ı inkârın cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ihlali olduğunu teyit etti. Mahkeme, Perinçek’in 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları hakkındaki açıklamaları nedeniyle İsviçre’de ceza alması konusunda verilen ihlal kararıyla ilgili bu ülkenin yaptığı itiraz başvurusunu 7’ye karşı 10 oyla reddetti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ‘Perinçek-İsviçre’ davasında kararını açıkladı. Mahkeme, “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” sözleri nedeniyle İsviçre’yle davalık olan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek lehine karar verdi. Kararla ilgili olarak Haberal Kıbrıslı Gazetesi’ne konuşan Perinçek, AİHM’in kararını “ufuk açıcı bir karar” olarak nitelendirdi.
“En büyük mücadeleyi Denktaş verdi”
Türk milletinin tarihsel gücünü ve kabiliyetini ortaya koyan bu davanın, Kıbrıs konusunda da yol gösterici olacağını ifade eden Perinçek, bu davada en büyük mücadeleyi, KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın verdiğini söyledi. “Öncelikle şunu belirteyim, bu büyük mücadelemizde bize yol gösteren KKTC’nin kurucusu, büyük vatanperver Rauf Denktaş’ın ve Talat Paşa’nın anıları karşısında saygıyla eğiliyorum” diyen Perinçek, dünkü AİHM kararına uzanan süreçte Rauf Denktaş’ın büyük emeği olduğunu yineledi.
***
“Kıbrıs açısından da önemli…”
Rauf Denktaş’la 2005 yılında Lozan’da, Paris’te bir araya geldiklerini belirten Doğu Perinçek sözlerini şöyle sürdürdü: “AİHM’in kararı, ufuk açıcı, Türk Milletinin gücünü, kabiliyetini ortaya koyan bir karardır. Kıbrıs davası açısından da önemi büyüktür. Davanın esin veren birçok yönü var.
“Denktaş, taşın üzerine çıkarack ‘boyun eğmeyeceğiz’ dedi”
Davayı 2005 yılında açmıştık. 10 yıl süren bir dava… 2005 yılında, Denktaş’la Lozan’da, buluştuk. Lozan Meydanında birlikte yürüdük. Orada yaptığı konuşmayı hiç unutmuyorum. Taşın üzerine çıktı ve ‘boyun eğmeyeceğiz’ diye seslendi. O bize cesaret verdi. AİHM’e dava açacakken görüştük. ‘Açalım, kazanacağız’ dedi.
“Biz kazanacağız dedi…”
O dönem bazı kişilerden baskı geldi bize. Bizi yıldırmak için çeşitli yollara girdiler. Biz yılmayınca yasak savmak kabilinden dilekçe verdiler.
Doğu Perinçek’i olsa olsa Denktaş dizginler düşüncesiyle ‘Doğu’yu ikna et, dava açmasın’ demişler. Denktaş bana ‘Doğu Bey, bizi hain ilan edeceklermiş ama bu dava açılsın, biz kazanacağız’ dedi. Buna yürekten inanıyordu. Nur içinde yatsın, bize ışık bıraktı, kararlılık bıraktı ve biz bu davayı kazandık. Bugün bu kararda en büyük emek onundur. Sizin aracılığınızla tüm Kıbrıs halkına selam ve sevgilerimi gönderiyorum.”
YURDAGÜL ATUN