Yerleşim yerlerinin genişlemesi ve nüfusun kendi doğal sürecinde artması nedeni ile KKTC’de yeni yolların planlanması ve yapılması gerekmekte. Hem de acilen. Ulaştırma Bakanlığı’nın yeni yolların planlanması ve yapımı ile ilgili yoğun bir çalışma başlatması gerekiyor acilen.
Daha önceleri irice bir köy veya da çok gelişmemiş bir kasaba konumundaki Girne kenti şimdilerde adanın kuzeyinde, konumu, denizi, dağı ve otelleri ile KKTC’nin önde gelen turizm merkezi durumunda. Kalite olarak 5 yıldızın 3. Segmentindeki, yani en üst seviyedeki oteller de Girne’de. Dubai’deki 7 yıldızlı denilen Burj Al Arap oteli gerçekte 7 yıldızlı değil. 5. Yıldızın 3. Segmentinde aynen bizde olan, daha doğrusu Girne’de faaliyet gösteren bir otelimiz gibi.
Ama mevcut yolların da artık bu şehri taşımadığı, daha doğrusu taşıyamadığı da üzücü bir gerçek. Çok acil olarak hem Doğu istikametinde, hem de Batı istikametinde yeni çevre yollarının planlanması ve en kısa zamanda da yapılması veya da istimlaklar başlatılarak yolların 2 veya da 3 şerite çıkarılması önümüzdeki yıllarda trafik sıkışıklığını önlemek için kaçınılmaz gözüküyor.
Özellikle Lefkoşa’dan Girne’ye geldikten sonra, gidilecek istikamet doğu yönünde ise bugünkü mevcut yollarımızın bunu kaldıracak kapasitede olmadığı kesin. 15-20 yıl sonra ise mevcut yollar oluşacak trafik yoğunluğunu hiç kaldıramayacak.
Lefkoşa’dan Girne’ye gelişte şehrin doğu kısımlarına gitmek için iki seçenek var. Ya 2. Çemberden doğu cephedeki Semih Sancar Caddesine dönüp Liman çemberine ulaşmak ve oradan da Doğu istikametinde ilerlemek, ya da şehrin merkezine inip oradan Doğu cephesindeki Mustafa Çağatay Caddesine dönerek Liman Çemberine ulaşmak ve oradan da Doğu istikametinde ilerlemek. Her iki yol da günümüzdeki trafiği kaldırmakta çok zorlanıyor.
Maalesef artık geç kalınmış durumda olduğumuzu da düşünüyorum. Şimdiki yolların etrafına yapılan binalarla, gelecekte yapılması farz olacak ana yolların yapımları da gittikçe imkansız hale gelmekte maalesef. Dolayısıyla inşaat furyasının başladığı Girne’de, yeni yolların planlaması gerekiyor.
Lefkoşa’dan Girne’ye geldikten sonra, gidilecek istikamet doğu yönünde ise şehre girmeden evvel bir şekilde araçlar, şehrin dışından geçirtilerek Doğu istikametine giden ana yola yönlendirilmeli.
Bunun için günümüzde yapılabileceklerden bir tanesi de, Lefkoşa’dan Girne istikametine seyredilirken, St. Hilarion kavşağı sonrasında ana yoldan ayrılarak doğu tarafındaki tepeler boyunca kuzey doğuya doğru ilerleyip, Ciklos bölgesini Beylerbeyi’ne bağlayan toprak yolu takip ederek, Beylerbeyi bölgesini Semih Sancar Caddesine bağlayan Zafer Caddesine ulaşmak, oradan da stadyumun önündeki çembere kadar gelip, çemberden de stadyumun içinden geçecek bir yol ile Girne’den adanın Doğu istikametine doğru giden Uğru Mumcu Bulvarına ulaşmak olacak.
Tabii daha başka alternatifler de muhakkak mevcut ama kesinlikle bir planlama yapmak zorundayız. Stadyumun önündeki çemberi, Uğur Mumcu Bulvarına bağlayan yolu, genişletmek ve iki şeritli yol haline getirerek ana yola dönüştürme şansını -yeni bitirilen inşaatlar nedeniyle- maalesef kaybetmiş durumdayız. Plansız ve programsız yapılan çalışmalar nedeni ile yapılan inşaatlar sonrasında o denli daracık bir yol oluştu ki orada, karşıdan gelen aracın onlarca metre ilerde beklemesi koşulu ile sadece bir tek araba çok dikkatli bir şekilde ancak geçebilmekte.
Bence durum çok acil ve acil olduğu kadar da vahim.
Lefkoşa’da da durum farklı değil. Yıllardır her sabah Dr. Fazıl Küçük Bulvarından tehlikeli bir şekilde Fuar Alanı kavşağından Yakın Doğu Üniversitesine dönen yüzlerce, belki de artık ayıları bini aşmış aracın, güvenli bir şekilde üniversite yönüne dönüşünü sağlayacak bir çözüm halen getirilmiş değil. Üniversite o bölgeye taşınalı 25 yıl oldu ve 25 yıldır o kavşakta aynı sorun yaşanıyor. O yüzden de zaman zaman Ulaştırma Bakanlığı ne işle meşgul oluyor diye de kendi kendime soruyorum…
Tüm okuyucularımın Mübarek Kurban Bayramını Kutlarım….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
23 Eylül 2015
KKTC gerçekten de yasaların, tüzüklerin, emirnamelerin ve kuralların geçmediği bir ülke haline geldi maalesef. Tam tabirle, “herkes kendi kafasına göre iş yapıyor.”
Lefkoşa-Girne ana yolu ve devamındaki Ecevit Caddesi, Girne kentini kuzey-güney doğrultusunda adeta ikiye bölmekte. Lefkoşa-Girne ana yolundan Girne’ye doğru geliyorsanız, Batıya doğru gitmek için iki seçeneğiniz var. Önünüze çıkan 1. trafik çemberinden (alt geçitli trafik çemberi) Girne çevre yoluna dönmek veya da Ecevit Caddesinin başladığı yerdeki 2. trafik çemberinden tek şeritli Bedrettin Demirel Caddesine dönmek. Zaten Bedrettin Demirel Caddesi de ileriki aşamalarda adını değiştirip Karaoğlanoğlu caddesi olmakta ve Girne Çevreyolu ile Karaoğlanoğlu bölgesinde birleşerek batıya doğru ilerlemekte. Bundan başka bir seçenek veya da “ana arter” yok batıya doğru giden.
Lefkoşa-Girne ana yolundan Doğu’ya doğru gitmek isterseniz, önünüze çıkan 1. trafik çemberinden (alt geçitli trafik çemberi) Girne şehir merkezi istikametinde ilerleyerek 2. trafik çemberine ulaşmanız gerekmekte.
2. trafik çemberden sonra doğu istikametine gidebilmek için 2 seçeneğiniz var.
2. trafik çemberden doğuya doğru dönüş yaparak tek şeritli Semih Sancar caddesine girersiniz ve Liman Çemberine ulaştığınız vakit tekrar doğu istikametine dönerek 2 şeritli Uğur Mumcu Caddesine girip doğu istikametinde yolunuza devam edersiniz.
Veya 2. trafik çemberden Girne şehir merkezine doğru tek şeritli Ecevit Caddesi boyunca ilerlersiniz ve Belediye Binasının da yer aldığı Ramadan Cemil Meydanına gelince doğuya dönüp tek şeritli Mustafa Çağatay Caddesi boyunca ilerleyip Liman Çemberine gelirsiniz. Çemberden doğu istikametindeki Uğur Mumcu caddesine girip yolunuza devam edersiniz.
Bunları uzun uzun yazmamın ve yolların kaç şeritli olduklarını belirtmemin nedeni trafiğin ne denli yoğun olduğunu vurgulamak içindir. Çevre yolu hariç, diğer yollar mevcut trafiği ancak taşıyabilecek kapasitededir.
Özellikle de doğu istikametine giden Semih Sancar Caddesi ile Mustafa Çağatay Caddesi tek şerit olduklarından ancak kıtı kıtına Girne halkına hizmet verebilmekteler ve maalesef genişleme olanakları da yok.
Semih Sancar Caddesi Mayıs ayından beri yapılan kazılar nedeni ile tam yeni sürülmüş bir tarla durumunda. Her gün o yoldan en az 2 kez gidip gelen yöre insanlarının neredeyse tamamının şikayeti, su borularını döşemek için açılmış hendeklerin asfalt kenarlarının keskin olması nedeni araçlarının lastiklerini ve de amortisörlerini değiştirmek zorunda kalmış olmaları. Mayıs ayında açılan hendekler hala daha asfalt kaplanmış değil. Çıkan toz ve dumandan ağaçların yeşil yaprakları artık grimsi krem rengine dönüşmüş durumda. Bu nasıl bir ihaledir, anlamış değilim. Ana arterde 4 ay evvel açılmış hendekler hala daha asfaltlanmış değil. İşin kötüsü yolda kazıyı yapan müteahhit şirket, aklına her estiğinde kendi kolaylığı için yolu boydan boya kesmekte ve trafiği yan yollara döndürmekte.
Yüzlerce araç,- belki de sayıları bini geçmiştir- yan yollara döndürüldü sırf müteahhit firma fazla mesai vermesin diye. Müteahhit firmanın fazla mesai için ödeyeceği paranın neredeyse on katını vatandaş hem cebinden benzin olarak hem de iş gücü kaybı olarak ödedi.
Bir minibüs şoförünün acı acı yakınmasını dinledim bu olaydan sonra. Girne Öğretmen Evi’nden Lefkoşa Çemberine ancak 35 dakikada gidebildiğinden yakınıyordu, her gün en fazla 7-8 dakikasını alan bu yolda. Müteahhit firmanın keyfine, hem fazla benzin yakmaya mecbur edilmiş, hem toplam gün içinde 3 sefer eksik yapmış, hem de içindeki 14 yolcunun yarım saat yolda oyalanmasından dolayı ulusal iş gücümüz sadece bu minibüsün içindekilerinden toplam 7 iş saati kayba uğramış.
Trafik Müdürüne ve Belediye Reislerimize sesleniyorum. Sabah saat 06.30’dan gece 24.00’e kadar gerekçe ne olursa olsun yolların kapatılmasına izin vermeyin lütfen. Müteahhit firmalar beton dökeceklerse ya da yolun kesilmesini gerektirecek iş yapacaklarsa bunu, fazla mesai ücretini ödeyip, gece yarısı saat 24.00 ile sabah 06.00 arasında yapmalılar.
Hiç kimsenin kendi maddi çıkar ve kazançlarını başkalarına ödetmeye hakkı olmamalı bu güzel ülkemizde…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
21 Eylül 2015
Bir siyasi partimizin liderinin bölgelerimizin bir tanesinde yaptığı halka açık toplantıda, katılımcılara sürmekte olan müzakerelerle ve müzakerelerin sonunda yapılacak referandumla ilgili söylediklerini gerçekten çok iyi değerlendirmek lazım.
Sayın parti liderinin evvelki günkü davranışı ve halka açık toplantı da söyledikleri bana, geçmişte Annan Planı ile ilgili söylediklerini hatırlattı hemen. Daha Annan Planı görüşülmeye bile başlamadan evvel, “ben bu planın tümünü okumadım ama altına imzamı atarım” demişti. Sonradan Annan Planı ile ne kazıklar yiyeceğimiz bir bir ortaya çıkmıştı ama ilk başta söylenen bu söz ve verilen bu taahhüt, Annan Planı ile ilgili beyinlerde olumlu bir algı yaratmıştı.
Annan Planı’nın görüşüldüğü dönemde Parayla kiralanan köşe yazarlarının ve bazı paragöz medyanın çalışmaları, AB ve ABD’nin KKTC’de ayrı ayır faaliyette bulunarak harcadıkları 30 milyon Avro ve 30 Milyon Dolarla birleşince ve de sahte derneklerin, yapay siyasi partilerin faaliyetleri ile de desteklenince, referandumun sonucunda “Evet “ çıkmıştı Kıbrıs Türk halkından.
Halkımızın uyanması ortalama 5-6 sene almıştı, Annan Planı ile yiyeceği kazığın, kaybedeceklerinin ve uğrayacağı mahrumiyetin korkunç boyutlarını anlaması için. O gün bu gündür, KKTC halkının büyük çoğunluğu hem müzakerelere kuşku ile bakıyor, hem de önüne konacak olan planın içinde ne tür kazıklar olduğunu nasıl anlayacağını artık çok iyi biliyor.
Kıbrıs Türk halkı olası bir referandumda “Hayır” derse misli ile cezalandırılacağı tehdidi ise tam bir “Sünnetçi korkusu” salma girişimi. Aslı astarı olmayan bir iddia…
Rum lider Tassos Papadopulos, 2003 tarihinde AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verhaugen’e, Avrupa Birliği’ne kabul edilebilmek için gözünün içine baka baka “Yalan” taahhütte bulunacak, Kıbrıs Rum halkı referandumda kendilerinden “Evet” beklenirken “Hayır” diyecek, bu nedenle Kıbrıs’la ilgili BM’nin, ABD’nin ve AB’nin tüm planları bozulacak ama tüm bu olanlardan sonra da Rumları bırakın cezalandırmayı, kulaklarını bile birileri çekmeyecek!
İş Kıbrıslı Türklere gelince, ilk söylenen söz “hayır derseniz sizi cezalandıracağız” oluyor.
Bu Kıbrıslı Türkler daha ne kadar cezalandırılacak, gerçekten çok merak ediyorum.
Rumlar 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini bozdular ve tarihe gömdüler ama cezalandırılmadılar.
1963-1974 yılları arasında Kıbrıslı Türkler açıkça “Soykırım” uyguladılar, bırakın cezalandırılmayı kulaklarını çeken bile olmadı.
1974 yılına kadar Kıbrıslı Türklerin ada içinde özgürce dolaşmasını yasakladılar, ambargonun, izolasyonun dik alasını uyguladılar, 38 maddenin Türklere satışını yasakladılar, acımasız bir ekonomik ambargo uyguladılar ama ne bir uyaran oldu, ne de kendilerini cezalandıran.
Kıbrıs Türk Halkı zaten soykırıma uğramış bir halk. Yollardan toplanıp sorgusuz sualsiz öldürülen Kıbrıs Türk halkı, ambargonun da, izolasyonun en hasını ve dik alasını yaşamış bugüne dek. Tüm bunlardan sonra olası bir referandumda “Hayır” derse neyin daha “Derin izolasyonuna” uğrayacak gerçekten çok merak ediyorum.
Hele de anavatanımız Türkiye’ye hangi güç kabul ettirecek Kıbrıslı Türklere daha derin bir izolasyon uygulanmasını? 1974 Mutlu Barış Harekatından sonra Menendez gibi Yunan soylu, Joe Biden gibi Grekofil ABD Senatörlerinin karıştırması ile Kıbrıs nedeni ile anavatan Türkiye’ye silah ambargosu uygulandı ama Türkiye, Kıbrıs Türk halkını bu ambargolara değişmedi. Gene de değişmeyecektir.
Kıbrıs Türk halkı olarak biz, özgür irademiz ile doğrusu neyse, çıkarlarımız, özgürlüğümüz, egemenliğimiz nerede ise o yönde oy vereceğiz elbette. Bu sefer ne tehditlere, ne de paraya pula, yalana, dolana, sahte derneklere ve siyasi partilere kanmayacak Kıbrıs Türk halkı…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
18 Eylül 2015
Rumların daha müzakereler yeniden başlar başlamaz istekleri “Garantilerin tümden kaldırılmasıydı.” Baktılar gördüler bu düşünceyi destekleyen yok, şimdi de masaya “garantiler sulandırılsın” fikrini koydular ve Rum siyasiler de koro halinde bu konuyu dile getiriyorlar.
İnsan sormadan edemiyor; Rumlar güvenimizi mi kazandı ki, Garantiler kaldırılacak veya da sulandırılacak?
Yoksa bizim bilmediğimiz güven yaratıcı girişimlerde mi bulundular da haberimiz mi yok?
1963 yılından beri bizler Kıbrıs Türklerini adadan yok etmek için her tür yolu deneyen Rumların düşünceleri mi değişti de bizlerin haberi olmadı?
Yoksa Ercan Havaalanı üzerine Rumlar sayesinde konan Uluslararası uçuşa yasaklama kararı kalktı da birileri bize mi söylemedi?
Üniversitelerimizin ve akademisyenlerin tanınmaması için her tür kazığı atmaya çalışan Rumlar bu girişimlerinden vazgeçtiler de biz mi duymadık?
1963 yılından beridir Kıbrıslı Türklere uyguladıkları insanlık dışı ambargolar hala devam ederken kendilerine güveneceğimizi düşünüyorlar da, Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılmasını istiyor Rum adadaşlarımız?
Son 32 yıldır Kıbrıs Türkü ambargolar altındaysa ve dünyadan izole edilmeye çalışılmışsa bu Rumların isteği ve girişimleri ile gerçekleşti ve maalesef ki, son hızıyla devam etmekte. Durum böyleyken biz son 52 yıldır kuyumuzu kazan Rumlara mı güveneceğiz ve canımızı, çocuklarımızı, malımızı, mülkümüzü, varlığımızı ve de hayatlarımızı bunlara mı teslim edeceğiz?
Birileri şaka ediyor herhalde.
Garantilerin sulanması yaşanmakta olan koşullara bağlı, Rum siyasilerin isteklerine değil. Zaten garantiler olmasaydı, daha doğrusu Türkiye’nin Garantörlüğü olmasaydı bugün Kıbrıs adasında yaşamakta olan ne bir Türk kalırdı, ne de bir Türk mülkü.
Rumların öncelikle en azından 3 kuşak boyunca eğitim sistemlerindeki ve okullarındaki Türk düşmanlığını kaldırmaları gerekli.
Aynı şekilde kiliselerdeki Türk Düşmanlığı telkinine de son verilmeli, bu 3 kuşak boyunca.
Adadaki Türk ve Rum halklarının nüfusları da eşitlenmeli, garantörlüğün sulanması için.
Bu koşullar olmadıkça veya da gerçekleşmedikçe asal garantilerin sulanamayacağını ve asla kalkmayacağını bilmeleri gerekli Rum adadaşlarımızın.
Rusya zaten NATO’nun garantörlüğü istemiyor.
Geriye Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) kalıyor Rumların önerilerine göre garantörlüğü üstlenebilecek.
BM’nin garantörlüğünü son 52 yıldır zaten fiilen yaşamaktayız ve hiçbir işe yaramadığını verdiğimiz şehitlerimizle gördük. 1974 yılında Baf’ta Kıbrıslı Türklerin silahlarını toplayan BM Barış Gücü, hem bu silahları Rumlara teslim etti, hem de silahsız Kıbrıslı Türkleri. Ellerinde silah bulunmadığını bilen Rum askerleri Çakırların evlerine damlardan atlayarak, artistlik yaparak girdiler ve Çakır kardeşleri kurşuna dizdiler.
Aynı işi Taşkent köyünde de yaptı BM Barış Gücü. Silahlarını aldığı Taşkentlileri Rumlara teslim etti ve köyden çekip gitti. Sonucunda BM’nin Garantörlüğü sayesinde 83 kardeşimiz hunharca şehit edildi Rumlar tarafından.
AB’nin ise organize olmuş düzenli bir silahlı kuvvetleri yok. Eğer AB’nin garantisi altına girecekse sözde “Federal Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”, AB’nin adaya göndereceği “Toplama Askeri güç” tamamen AB’ye üye ülkelerden toparlanmış Hristiyan askerlerden oluşacak ve içinde de illaki Yunanistan kara Kuvvetlerinden bir birlik bulunacak. 15 Kasım 1967 tarihinde Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldıran, 6 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy’e saldıran, 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak için darbe yapan bu ayni Yunanistan’ın Kara Kuvvetleri’ne bağlı birliklerdi.
Ne garanti ama. Tam da ciğeri kediye teslim etmeye benziyor Rumların bu düşünceleri ve istekleri…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
16 Eylül 2015
Kıbrıs’ta Varoluş Hareketi Başkanlık Divanı Üyeleri, Başbakan Ömer Kalyoncu’yu ziyaret ederek, düşünce, görüş ve isteklerini dile getirmişlerdir.
Sayın Başbakana, Kıbrıs’ta Varoluş Hareketi’nin, sayıları 35 olan Sivil Toplum Örgütlerinden oluşmuş, siyasi bir hedefi olmayan bir hareket/birliktelik olup ve ilgilendiği konuların mülkiyet, vatandaşlık ve ekonomik gelişme olduğu belirtilmiştir.
Kıbrıs’ta Varoluş Hareketi’nin amaçlarının ve hedeflerinin içinde siyasallaşmak ve siyasileşmenin bu aşamada olmadığı, Hareketin amacının görüşmelerin hız ve zemin kazandığı bu dönemde Rum siyasilere, Rum halkına, Rum Kilisesi ile Başpiskopos II. Hrisostomos’a, adamızdaki iyi niyet misyonunda görev yapan BM yetkilileri ile New York’taki BM Merkezinde görev yapan Kıbrıs’la ilgili BM yetkililerine ve Kıbrıs’ta görev yapan Diplomatik Misyon üyelerine doğru bilgileri iletmek olduğu vurgulanmıştır.
Bu bilgilere ilaveten KKTC devleti bürokrasisinde görev yapan bazı kamu görevlileri ile bazı siyasilerin, insan hakları ile bağdaşmayan, çirkin ve çağdışı düşünce ve yaklaşımlarına son verecek çalışmalar yapmanın da Kıbrıs’ta Varoluş Hareketi’nin prensipleri ve var oluş amaçları içinde yer aldığı Başbakana iletilmiştir.
Kıbrıs’ta Varoluş Hareketi Başkanlık Divanı, Başbakan Ömer Kalyoncu’dan,
a) Çağdışı ve 21. yüzyılın insan hakları kavramına ters olan mevcut vatandaşlık yasasına ve getirilmek istenen yeni yasanın AB normlarına göre yeniden düzenlenmesini,
b) KKTC’de doğmuş ve doğacak olan kişilere otomatikman vatandaşlığın verilmesini,
c) Son derece çirkin, zalim, art niyetli ve aile parçalamaya yönelik ikamet ile ilgili cezaların ve uygulamaların kaldırılmasını, talep etmiştir.
Kıbrıs’ta Varoluş Hareketi Başkanlık Divanı
Kansu Aysu, Mesut Ayar, Kemal Altuncuoğlu, Ahmet İşcan ve Prof. Dr. Ata Atun