Orta Doğu’da ve de özellikle Suriye’de yaşanan olaylar nedeni ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kabul ettiği, bağrına bastığı, mutfağı, okulu, camisi, tuvaletleri, duşları, yemekhaneleri, oyun alanları ve diğer sosyal olanakları ile kurduğu konteyner köy ve kentlerde ağırladığı mültecilerin (iltica edenler) ve sığınmacıların sayısı iki milyonu aşmışken, Avrupa Birliği’nin cimrilik yapıp üyesi olan 28 ülkeye 29 bin beşyüz göçmeni yerleştirmekten aciz kalması çok düşündürücü.
Birinci Dünya savaşının başladığının ertesi yılında (1915) biri Fransız diğeri de İngiliz olan ve hükümetleri tarafından tam yetkilerle donatılmış iki diplomat olan Syces ve Picot’un kendi aralarında Orta Doğu’yu Fransa ve İngiltere arasında bölüştürme anlaşmasını yapmaları, savaştan sonra da İngiliz İstihbarat servisi elemanı Bayan Gertrude Bell tarafından, yöredeki etnik yapıyı, kabileleri, doğa koşullarını, su kaynaklarını ve yeşil alanları dikkate almadan tamamen İngiliz hükümetinin çıkarlarını koruyacak şekilde cetvelle çizilen sınırlar artık geçerliliğini yitirmiş durumda. Bu sınırların çizilmesinden sonra hiç bir ırksal ve milli değerlerin üzerine oturtulmadan bir gecede yaratılmış olan yapay devletler, yaşamlarının son baharına girmiş durumdalar. Orta Doğu’yu önümüzdeki birkaç on yıl içinde dramatik değişimler beklemekte.
20. yüzyılın başında Orta Doğu’yu parçalayarak topraklarına katan İngiltere ve Fransa, aynı işi Avrupalı komşuları Belçika, Hollanda, İtalya, Almanya, İspanya ve Portekiz ile birlikte hem Afrika’da hem de Asya’da da büyük bir başarı ile ve de insan haklarını hiçe sayarak yaptılar. Hem Afrika’yı hem de Asya’yı soyup soğana çevirdiler, binlerce, milyonlarca insanı acımasızca katlederek, ülkelerinden uzaklara sürerek, yıllarca hapislerde çürüterek ve kendi kuralları ile tek taraflı yargılayıp canlarını ve mallarını alarak. Avrupa’nın zenginliği zaten bu onlarca yıl süren sömürüden ve acımasızlıktan kaynaklanmakta.
Avrupa’da Belçika ırkı veya da milleti yok ama 1830 yılında yapay olarak kurulmuş bir Belçika devleti ve bu devletin Afrika’daki sömürgeleri var. Halkının büyük bir çoğunluğu tarafından Başbakan seçilen Kongo’nun bağımsızlık lider Patrice Lumumba’nın, Leopoldville’deki evi, kendisi ve ailesi Birleşmiş Milletlerin koruması altındayken bile, Kongo’nın bağımsızlığının ertesi yılı, 1961 yılında Belçika taraftarı ayrılıkçılar ve Belçikalı askerler tarafından bir orman içinde öldürüldü ve kuşa, kuma yem edildi. Amaç Belçika Kongosu’nun sömürülmesine devam etmek ve Rusları bölgeden uzak tutmaktı.
Fransa ise İkinci dünya savaşında sömürgesi olan Cezayirlilere, kendi yanlarında Almanya’ya karşı savaşırlarsa, savaş bitince Cezayir’e bağımsızlığını vereceğini vaat ederek, ordusunu Cezayirlilerle doldurmuştu. II. Dünya savaşı bittikten sonra Fransa’nın verdiği söze güvenerek bağımsızlık isteyen Cezayir halkını kurşundan geçiren Fransa, 2 buçuk milyondan fazla Cezayirliyi gözünü kırpmadan katletmişti. İşte aramızda bazılarını hayranı olduğu Avrupalılar böyle insanlar.
Ve Macaristan’ın Başbakanı Victor Orban’ın, Macaristan’a göçmen kabul edemeyeceğinin nedenlerini açıkladığı konuşması da, hem anında tarihe geçti hem de Avrupalıların gerçek yüzünü koydu ortaya. Başbakanı Victor Orban’ın ülkesine mülteci veya da sığınmacı alamayacağının gerekçesi ”Avrupa bugün devasa insan akışının tehdidi altındadır. Bugün yüz binleri konuşuyoruz ama gelecek yıllarda Avrupa’ya milyonlarca insan gelebilir. Aniden kendimizi kendi kıtamızda azınlık olarak görebiliriz” tek kelimeyle ibretlik. Dünya insanlık tarihine geçmesi gereken bir veciz bir açıklama…. (devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
9 Eylül 2015
Sadece Hristiyan göçmen kabul etmek (1) için yorumlar kapalı
Son günlerde yapılan açıklamalar hep, “Bir anlaşma olursa KKTC halkının tümü AB vatandaşı olacak” türünde. Sanki de vatandaşlarımızın önüne hoşuna gidecek bir havuç konmaya çalışılıyor havası var bu açıklamalarda.
KKTC Halkının büyük bir kısmı pek Avrupa Birliği vatandaşlığı ile ilgilenmiyor. Zaten büyük bir kısmı 1 Mayıs 2004 tarihinden beridir AB vatandaşı ve pek umurunda da değil AB vatandaşı olmak. Olmayan için de 2004 Annan Planı referandumunun ve de AB vatandaşı olmak hayallerinin altından çok sular akmış bu son 11 sene içinde.
KKTC halkının AB vatandaşı olanı da olmayanı da, ağız birliği etmişçesine taşınmaz malının geleceği ile ilgili. Önem sırası mülküne sahip olmakla başlıyor ve sırası ile iki bölgelilik, kendi bölgesi içinde egemenlik ve siyasi eşitlik olarak devam ediyor kafasının içinde. Beklentileri de aynen bu şekilde. Son 41 yıldır içinde oturduğu evinin, binbir zorlukla inşa ettiği konutunun veya da işyerinin kayıtsız koşulsuz kendine ait olmasını istiyor vatandaşımız.
İşin güzel tarafı bugüne değin hafızalardan büyük bir başarı ile silinmeye çalışılmış olan 1955-1974 arasında yaşadıklarımız, yollarda bellerde şehit edilen kardeşlerimiz, yakılan yıkılan evlerimiz, köylerimiz ve yağmalanan evler, işyerleri, hayvanlar ve zahireler bir bir hatırlanmaya başladı aniden.
“Biz niye tazmin edilmedik” veya da “Rumlar da bizi tazmin edecekler mi?”, “ Bizden çaldıkları huzurumuzu, geleceğimizi, kararttıkları hayatlarımızı, çaldıkları mallarımızı, gasp ettikleri evlerimizi, tarlalarımız bize ödeyecekler mi?” sorusunu dile getiriyorlar artık.
Belli ki “pembe vaatlerin” sonu gelmiş. 2004 Annan Planı furyasında bol bol dile getirilen “herkese iş, herkese ev, herkese bol maaş” vaatlerine pek kanacak birileri kalmamış ortada. Gerçi Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin “toplumu kandırma mühendisleri” gene birşeyler bulup piyasaya sürecekler ama artık bunlara kanacak yüzde 65 gibi bir çoğunluk yok.
Muhakkak gene satın alacakları köşe yazarları, basın mensupları ve medya kuruluşları olacak ama halkımız bunları Annan Planı döneminde tanıdığından pek itibar görmeyecekler bu sefer. Yazdıkları, çizdikleri ve pompalamaya çalıştıkları fikirler pek taraftar bulamayacak gibi gözüküyor bu günlerde, mülkiyet konusu ciddiyet kazandıkça, Rumlar evleri ziyaret edip “çıkın burası bizim” dedikçe.
Rumların bu yaptıkları aslında Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor. KKTC topraklarında, ellerinde KKTC devletinin resmi Tapu Dairesinin ısdar ettiği ev veya da arsa koçanı (tapusu) olan kişilere giden Rumlar, “bu belgeler geçmez, ben sahte devleti (KKTC) tanımıyorum, benim elimde Rum tapusu var, burası benim, çıkın evimden” diyebiliyorsa bu işte bir yanlışlık var. Gerçekte gelecekte neler olacağının işaretini veriyor bu davranışlar. Daha şimdiden mülkiyet konusunda sürtüşme başladıysa veya Rumlar sürtüşme başlatmak eğilimindeyse, gelecekte bu gibi olayların boyutunun biraz daha büyüyüp genişleyeceği kesin.
Nedense Rumlar geçmişten hiç ders almıyorlar.
Müzakere heyetinin önceliği mülkiyete vermesi, iki bölgelilikte ısrar etmesi ve kurulması için müzakerelerin sürdürüldüğü yeni devleti oluşturacak iki kurucu devletin kendi bölgelerinde de söz konusu devleti kuracak halkın hem sayısının hem de mülkünün çoğunlukta olmasını gözetmesi gerekmektedir…
Halkımızı tedirgin eden, kendi bölgesi içinde hem nüfus olarak azınlığa düşmek, hem de mülk sahipleri olarak azınlıkta kalmak. Böylesi bir çözüme Kıbrıslı Türklerin “Evet” demeyeceği de açık.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
7 Eylül 2015
Halk Vatandaşlık değil mülkünü istiyor için yorumlar kapalı
http://www.aa.com.tr/tr/haberler/585913–misirin-dogalgaz-kesfi-israili-zorlayacak
Mısır’ın doğalgaz keşfi İsrail’i zorlayacak
02 Eylül 2015 14:03 (Son güncelleme 02 Eylül 2015 14:10)
Enerji uzmanları İtalyan Eni şirketinin Mısır açıklarındaki Zohr bölgesinde keşfettiği doğal gazın, Doğu Akdeniz’de daha önce gaz bulan İsrail’i gölgede bırakacağı görüşünde birleşiyor.
ANKARA – MUHSİN BARIŞ TİRYAKİOĞLU
Enerji uzmanları ve akademisyenler, İtalyan Eni şirketinin Mısır açıklarındaki Zohr bölgesinde keşfettiği doğalgazın, Doğu Akdeniz’de daha önce gaz bulan İsrail’i gölgede bırakacağı görüşünde birleşiyor.
Atlantik Konseyi Global Enerji Merkezi Kıdemli Uzmanı ve ABD’nin eski Bakü Büyükelçisi Matthew Bryza, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İtalyan enerji şirketi Eni’nin pazar günü Mısır açıklarında keşfettiğini açıkladığı 850 milyar metreküplük doğalgaz sahasının Mısır’ın sadece iç ihtiyacını karşılamakla kalmayacağını, ülkenin LNG tesisleri vasıtasıyla ihtiyaç fazlası gazı sıvılaştırarak diğer pazarlara da iletebileceğini belirtti.
Bryza, son keşfin İsrail’in Leviathan sahasından çıkacak gazı sıvılaştırmak için, Mısır’daki LNG tesislerinden birini işleten İspanyol Fenosa ile yaptığı mutabakat anlaşmasını zora düşüreceğini ve dolayısıyla İsrail’in elindeki gazı satmak için yeni yollar aramak zorunda kalacağını dile getirdi.
Bryza, Mısır’ın gaz ihraç etmeye başlaması durumunda en avantajlı yolun, gazın bir boru hattıyla Kıbrıs ve İsrail’e iletilmesi ardından da Türkiye’ye ulaştırılması olduğunu ifade ederek, “İsrailli ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi yetkilileri, kendi aralarındaki bölgeden ihraç edilecek doğalgazın önce Türkiye’ye oradan da Avrupa’ya, müşterek olarak geliştirilecek bir boru hattı ile iletmenin, stratejik ve ticari açıdan daha karlı olduğunun farkında” diye konuştu.
Bryza, Mısır’ın boru hatları yerine LNG tesislerini aktif hale getirerek gaz ihraç etme alternatifini de ekonomik açıdan değerlendirebileceğini dile getirdi.
Uluslararası LNG pazarının önümüzdeki 5 yılda, Avusturalya ve ABD gibi yeni oyuncuların sunacağı doğalgaz arzı ile dramatik bir değişim geçireceğini hatırlatan Bryza, İsrail örneğinde de görüldüğü gibi büyük ölçekli doğalgaz keşiflerinin ekonomik ve stratejik artılar sunmakla beraber siyasi çekişmeler de doğurabileceğini anımsattı.
“Zohr keşfi İsrail’in Mısır’a gaz satışı hayallerini bitirebilir”
Brookings Enstitüsü Enerji Güvenliği İnsiyatifi Direktörü Dr. Tim Boersma ise Zohr sahasındaki rezervlerin kanıtlanmasının ve işletime alınmasının ardından, Mısır’ın yakın gelecekte büyük miktarlarda doğalgaz üretmeye tekrar başlayabileceğini ifade etti.
Mısır’ın doğalgaz talebi ve tüketiminin hala yüksek miktarda olduğunu, üretilecek gazın büyük bir bölümünün de yine iç pazarda tüketileceğini söyleyen Boersma, “sahanın işletilmesinde başarılı olunur ise İsrail ve Güney Kıbrıs’ın Mısır’ın iç pazarına gaz satma hayalleri bitebilir” dedi.
Boersma da Mısır’ın ihtiyacından fazlasını satmak için mevcut LNG terminallerini tercih edebileceği değerlendirmesinde bulundu.
Mısır ve İsrail süreç içinde Türkiye ile iş birliğine gidecektir
Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Zohr bölgesinde bulunan gazın İsrail, Mısır ve Kıbrıs Rum yönetimi ortaklığının önemini azaltacağını kaydederek, “Türkiye’nin önemli bir alıcı oluşu, Orta Asya gazı ile Rus gazının Türkiye üzerinden geçerek Avrupa’ya gidecek olması gibi nedenler, Mısır ve İsrail’i süreç içinde Türkiye ile işbirliğine zorlayacaktır” dedi.
Mısır gazı için en uygun taşıma biçiminin ise Türkiye’ye yapılacak boru hatları olduğunu ifade eden Atun, İran’ın nükleer çalışmalarını uluslararası denetime açmasından sonra piyasaya İran doğalgazının da giriş yapacağını hatırlatarak, bölgedeki üç dişli rakibin fiyatları ile baş edebildiği sürece Mısır gazına öncelikle Ürdün, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin alıcı olacağını vurguladı.
Atun, İsrail’in ise kendi Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde bulduğu doğalgazı, Azerbaycan ve Rusya gazı ile rekabet edebilmek için Türkiye üzerinden gönderme olasılığından başka bir seçeneğe sahip olmadığını belirterek “Mısırın da, kendi doğalgaz sahasına yaklaşmış ve ucu AB’ye kadar uzanan bir boru hattının kendisine sağlayacağı finansal kazançları, kendi politik kazanç ve siyasi çekişmelerine değişmek istemesi en doğru hareket olacaktır” diye konuştu.
İtalyan enerji şirketi Eni pazar günü Mısır açıklarında 850 milyar metreküp büyüklüğünde, değeri 1 trilyon liraya yaklaşan bir doğalgaz keşfi yaptığını açıklamıştı. Bölgede daha önce de İsrail açıklarında Amerikan Noble enerji tarafından 500 milyar metreküplük Leviathan sahası keşfedilmiş, bu gazın uluslararası pazarlara iletilmesi için Mısır’ın atıl durumdaki sıvılaştırma tesislerinin kullanılabileceği belirtilmişti.
http://www.aa.com.tr/tr/haberler/585913–misirin-dogalgaz-kesfi-israili-zorlayacak
Sevgi ve Saygılarımla
Prof. Dr. Ata ATUN
GSM : +90 – 548 871 1111
Twitter: @ataatun
Facebook: Ata Atun
Mısır’ın Doğalgazı Türkiye’nin Önemini Arttıracak için yorumlar kapalı
Müzakerelerin hızla sürdüğü bu günlerde mülkiyet konusunda Kıbrıs Rum basınında çıkan kimi doğru, kimi yanlış haberler, birçok insanımızı tedirgin etmiş durumda. Buna ilaveten Kıbrıs Türk basınında çıkan Kıbrıslı Rumların bazı bölgelerde bazı evlere gidip “Burası bizim, çıkın veya da kira kontratını imzalayın” gibi haberler de buna eklenince tedirginlik iyice artıyor.
Bu konuda KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın ve Basın Sözcüsünün yaptığı açıklamalar vatandaşlarımızın endişelerini gidermekten çok uzakta kaldığı gibi tatmin etmiyor. Kiminle konuşsam bir şekilde tedirginliğini ortaya koyuyor. İnsanlarımız bir kez daha göçmen olmak, yer değiştirmek ve hayata gene sıfırdan başlamak istemiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Demopulos Davası kararı ve Timvios Davası kararı ile “35 yıldır bu taşınmazlarda oturan insanların söz konusu taşınmaz mal ile gönül bağı oluşmuştur ve mülkiyet konusunda öncelik hakları kullanıcıdadır” kararını almış olsa bile Rum basınında çıkan haberler nedeni ile vatandaşımızın içine kurt düşmüştür, hem de kendisini bayağı üzen ve rahatsız eden kocaman bir kurt.
Her ne kadar 2003-2004 yılları arasında Annan Planının tartışıldığı dönemde, Kıbrıslı Türklere “Evet” dedirtmek için uygulanmış olan beyin yıkama tekniklerinin daha gelişmişinin bu günlerde sürmekte olan müzakere sürecinin son aşamasında gene uygulanacağı gayet açık ancak bu sefer Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğunun bu yeni plana 11 yıl evvel yaptığı gibi körü körüne “Evet” demeyeceği şimdilik net bir şekilde gözükmekte. Rum basınında yapılmış açıklamalarla eski mal sahibinin mülkün kaderi konusunda ilk söz sahibi olacağı haberleri, vatandaşımızı ciddi ciddi rahatsız ediyor.
Kıbrıs adasının geçmişini birazcık deşersek “kullanıcı hakkı” diye bir kavramı icat edenin ve tepe tepe kullananın da gerçekte İngiliz Sömürge Yönetimi olduğu ortaya çıkmaktadır. 1913 yılından itibaren yürürlüğü koyduğu uygulama ile İngiliz Sömürge Yönetimi, Vakıf mallarını kiralayan veya da kullanan kişilere, özellikle de Kıbrıslı Rumlara söz konusu Vakıf mallarını ufak bir ayak oyunu ile tapulamayı başardı. 1878 yılının Temmuz ayında Osmanlı Devleti ile imzaladığı Kıbrıs Adasını Kiralama Anlaşmasına ve de Vakıf Mallarının devredilemeyeceği kuralı asırlardır İngiltere ve Avrupa’da yürürlükte olmasına rağmen.
Köylerde kahvelere astığı duyurularla Kıbrıs Türk Vakıf mallarını belli bir süre kullanan veya da kiralamış olan kişilere, Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresi’nin itiraz etmemesi durumunda bunları tapulayacağını belirtti, sonra da listeler astı. Bundan yüzyıl önceki yıllarda iletişim teknolojisinin yeterli olmaması nedeni ile yüzlerce köyde asılan ve on binlerce kişiyi içeren listelerden haberi bile olmayan Vakıflar İdaresi, itiraz edemeyince bir bir binlerce dönüm Vakıf Arazisi el değiştirdi. Adanın neredeyse yarısını bu şekilde kaybettik sadece yüz yıl önce.
O dönemde ortaya konan ve Vakıf mallarını kullananları mülk sahibi yapan “Kullanıcı Hakkı”, mülk sahibi olmak için ilk koşul idiyse, günümüzde de aradan neredeyse yüzyıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen gene geçerli bir kıstas olmalıdır.
Rumları bilmiyorum ama günümüz Kıbrıs Türk halkının, 2003-2004 yıllarındaki halk olmadığı ve o düşüncelere sahip bulunmadığı kesin. Gözlemlerimize göre halk, olası bir referandumda 2004 yılında yapıldığı veya da yapmaya zorlandığı gibi gözü kapalı, hiç okumadan, hiç araştırmadan ve anlaşma metni hakkında veya da plan hakkında hiç bir şey bilmeden gidip körü körüne “Evet” demeyecektir…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
4 Eylül 2015
Mülkiyet Konusu Tedirgin Ediyor için yorumlar kapalı
Tekel olmanın ayrıcalığının arkasına saklanarak batış yolunda ve KKTC halkını soymak yolunda hızla yoluna devam eden KIB-TEK şimdi de vatandaşın cebine bir kez daha el atmak için yeni bir soygun yöntemi icat etti.
Vatandaşın sırtına elektrik enerjisini şantaj malzemesi olarak kullanıp, grev yapa yapa zorla, her personeli için yıllık 13 adet maaş ve 26 adet avantadan yan geliri yükleyen, faturaların üstüne, vermediği bir hizmetin karşılığı olarak ‘MAKTU ÜCRET’ uydurmacası ile sayaç başına 20 TL haraç koyup her ay vatandaşın cebinden haksız yere 2 milyon TL çalan, veriyormuş gibi göründüğü hizmetler karşılığı ve trafo katkısı gibi uyduruk gerekçelerle Sterlin bazında faturalar çıkarıp vatandaştan zorla tahsil eden KIB-TEK şimdi de 2 aylık peşin para istiyor vatandaştan “teminat” adı altında.
Elektrik enerjisini şantaj malzemesi olarak kullanıp, “ödemezsen keserim ha” tehdidi ile tüketiciden istenen para, gerçekte basit bir tanımla, vatandaşın cebinden faizsiz, komisyonsuz, harçsız, pulsuz, bedelsiz 2 aylık kredi. KIB-TEK gece gündüz düşünerek icat ettiği yöntem ile vermediği bir hizmet için varsayıma dayalı olarak vatandaştan peşin para istiyor. Senin aylık ortalaman şu kadar, sen bana peşin olarak 2 aylık ödeyeceksin diyor tüketiciye, aynen hiçbir hizmet vermeden zorla vatandaştan tahsil ettiği “Maktu ücret” gibi. Adı maktu ücret ama kendisi açıkça bir haraç, Deli Dumrul haracı. Ortada hizmet yok ama verilmeyen hayali bir hizmetin utanmadan, sıkılmadan alınan ücreti var.
Eksik olsun böyle Kamu İktisadi Teşekkülü, eksik olsun böyle soyguncu mantaliteli güya halka ait kuruluş. Zaten bu tür kuruluşlara zamanında “Arpalık” diyorlardı. Personelinin, çalışmadan bol bol ücret aldığı arpalıklar. Neyse ki anavatan Türkiye’de bunların kökü kazındı ve hepsi de özelleştirildi, ellerindeki tekel hakları da iptal edildi. Bugün Türkiye’de elektriği her yörede birkaç şirket birden üretmekte ve halk hizmetinden ve ücretinden memnun kaldığı şirketin elektriğini seçebiliyor ve kullanıyor. Bizde olduğu gibi vermediği bir hizmet için “Maktu ücret” adı altında bir hizmet uydurup faturaya yansıtan şirketin sonu, eninde sonunda batmak oluyor.
Vatandaş parasını verecek KIB-TEK’e jeneratör alınacak, sonra da bu jeneratör ile üretilen elektrik enerjisi de, çalışanlar 1 yılda 39 maaş alsın diye jeneratörün parasını ödeyen vatandaşa kazık fiyata satılacak, üstelik bir de verilmeyen hizmetler karşılığı uyduruk bahanelerle vatandaştan haraç alınacak. Sonra da bunun adına “Halkçılık” denecek, “Halkın malı” denecek. Halkın malımı yoksa çalışanların halkı sömürme aracımı, karar vermek çok zor.
Bu nasıl bir mantık, ne biçim bir yönetim tarzı bu anlamış değilim.
KIB-TEK tekel olmanın avantajı ile “vatandaşın cebinden hizmet vermeden nasıl para alırımın” daha doğrusu “vatandaşı nasıl soyarım”ın peşinde. Yetkili sendika da, yıllarca elektriği şantaj malzemesi olarak kullanıp, vatandaşı ve işyerlerini elektriksiz bırakmak ve cezalandırmak pahasına maaşları arttırıp vatandaşın sırtına yüklemenin mücadelesini verdi, çağdaş hizmet vereceği yerde.
“Hiç maaş almasak bile elektrik fiyatları düşmez” diye açıklama yapanlar bile var. KIB-TEK’in bir yılda ne kadar petrol ithal ettiği ve bu petrolden ne kadar elektrik enerjisi elde ettiği, bu enerjinin yüzde kaçının üretim aşamasında sürtünme ve ısıya dönüştüğü, dağıtım sisteminde de ne kadarının enerji aktarımı sürecinde kaybedildiği belli. Bunlar matematiksel veriler. Buna karşın bir yılda çalışanların aldıkları maaşların ve Tazminat, K-değeri, fazla mesai gibi avantaların ne kadar tuttuğu da belli. Hiç kimse çıkıp da maaş almazsak elektrik birim fiyatı düşmez gibi bir hikaye anlatmasın halka. Bunları kağıda dökmek çok kolay.
Artık KIB-TEK miadını doldurmuş, misyonunu da tamamlamış durumadır. KIB-TEK’in elinden “TEKEL” olmak yetkisi alınmalıdır. Bütün batı dünyasında olduğu gibi, elektriği birçok şirket üretmeli ve vatandaş, hangisi kendisine daha iyi hizmeti daha düşük ücretle veriyorsa onu seçmek hakkına sahip olmalıdır. KIB-TEK’in vatandaşa “elektriğini keserim” tehdidi ile dayattığı haksız ücret ve haraçlara da artık son verilmelidir.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
2 Eylül 2015
KIB-TEK Halktan Faizsiz Kredi İstiyor için yorumlar kapalı