Müzakerelerde Neler Oluyor (1/3)

Müzakerelerde Neler Oluyor (1/3)

Akıncı ile Anastasiadis arasında sürmekte olan görüşmeler ve Rum tarafından basınımıza aksayan haberler, özellikle de toprak konusunda varıldığı iddia edilen mutabakat veya da fikir birliği, vatandaşlarımızı bayağı ürkütmüş durumda. Gidişatta bir yanlışlık olduğu kesin. Rum lider Anastasiadis’in kendisi veya da tepki almamak için söyleyemediklerini dile getiren Rum kaynakların yaptıkları açıklamalar, gerçekte iki lider arasında konuşulanları ve görüşülenleri yansıtmadığı gibi, tamamen bilgi çarpıtma amaçlı.

 

Daha isim konusunda bile anlaşmaya varılabilmiş değilken toprak ve yönetim konusunda nasıl olur da anlaşmaya varılmış anlamak mümkün değil. Sayın Akıncı kurulacak veya da oluşturulacak yeni devletin adının “Birleşik Federal Kıbrıs” olacağını söylerken Anastasiadis bunu yalanlamakta ve devletin adının “Kıbrıs Birleşik Devletleri” olacağını söylemektedir.

 

İşin ilginç yanı, Anastasiadis, en zor konuların mülkiyet ve devletçiklerin toprak büyüklüğü olduğunu söylerken, BM müktesebatında geçen siyasi eşitliğin temelini oluşturan yönetimden, dönüşümlü başkanlıktan, Bakanlar Kurulu’nun oluşumundan, Meclisten, Senatodan, Meclis ile Senatoda karar alma yönteminden, egemenlikten, vatandaşlıktan, dışta temsiliyetten ve benzeri egemenlik ile yönetimi içeren konulardan hiç bahsetmiyor olması.

 

Belli ki Rumlar hem kendi vatandaşlarını hem de bizim aramızdaki bazı iyi niyetli kişileri kandırmak peşindeler. BM’nin son 50 yıl içinde geliştirdiği Kıbrıs müktesebatına uygun olarak ve de onlarca kez BM ve Güvenlik Konseyi raporlarına geçmiş şekli ile iki bölgeli, iki toplumlu, siyaseten eşit, politik olarak da eşit haklara sahip iki kurucu devletten -Rumların anladığı şekli ile de eyaletten- oluşan Federal Devletin terk edildiği ve mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kabuk değiştirerek veya makyaj yaparak oluşacak yeni devlete Kıbrıslı Türklerin katılacağı açıklaması tam bir uydurma gibi. Kıbrıs Türk halkının böylesi bir çözüme “Evet” demesinin mümkün olmadığını Mısır’daki sağır sultan bile bilmekte. Türkiye’nin ise böylesi saçma bir çözümü ağzına bile almayacağı ise herkesin malumu.

 

Kendi kendilerine gelin güvey olanların bilgilerini tazeleyelim; Adada yüzyıllardır varlığını sürdüren her iki halkın kendi kurucu devletlerinin kimliğini ve varlığını koruması ve bu kurucu devletlerin topraklarının da, içinde yaşayan halkın ekonomik varlığını sürdürebilir boyutta olması gerektiği merhum Cumhurbaşkanımız R. R. Denktaş ile Makarios arasında 1977 yılının ilkbaharında imzalanan I. Doruk Anlaşması’nın 3. Maddesinde yer almaktadır. Bu mutabakatı içeren ortak açıklamanın BM Genel Sekreteri Kurt Waldheim tarafından toplantı sorasında yapılmasından hemen sonra da BM’nin Kıbrıs ilkesi olarak kayda geçmiştir.

 

O günden sonra da “Kıbrıs Sorunu”nunun çözüm temelinde iki bölgelilik ve bölgelerin üzerinde yaşayan halkın ekonomik varlıklarını sürdürebilir büyüklükte olacağı prensibi değişmez kural olarak yer almaktadır.  Bölgelerin toprak büyüklüğü, I. Doruk Anlaşması’nın içeriğince ve de özellikle 3. Maddesi uyarınca, önce verimlilik ve halkın geçimini sağlayacak büyüklükte ve alt yapıda olmasını, coğrafik olarak devletçiğin güvenliğini sağlayabilir şekilde sınırlarının belirlenmesini ve kıyı yapısı ile uzunluğunun coğrafik konumu ile bağdaşıyor olması kıstaslarını içermektedir.

 

Bu prensip, BM kararları, BM Genel Sekreteri Raporları ve Güvenlik Konseyi kararları içinde kısaca “iki kesimlilik (Rumlara göre bölgelilik) ve iki toplumluluk” olarak tanımlanmakta, içeriği de her toplumun sınırları belirlenmiş kendi bölgesi içinde mülkiyet ve nüfus çoğunluğuna sahip olacağı ilkesinden oluşmaktadır.

 

Özellikle de mülkiyet konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2010 yılında kararını açıkladığı Demopulos vs Türkiye Davasında, 35 yıldır KKTC toprakları içinde yer alan Rumlara ait mülkleri kullanan kişilerin, söz konusu süre içinde taşınmazlarla manevi bir bağ kurmaları nedeni ile mülk üzerinde eski mal sahibinden çok daha fazla bir hakka sahip olduklarını belirtmesi gerçekte mülkiyet konusunda nihai kararın söz konusu malın ilk sahibinde değil, son kullanıcısında olduğunu ortaya koymaktadır..… (devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

31 Temmuz 2015

30 Temmuz 2015
Müzakerelerde Neler Oluyor (1/3) için yorumlar kapalı
Okunma 119
bosluk

Bellapais Felaket Yaşıyor (2/2)

Bellapais Felaket Yaşıyor (2/2)

Adamıza Anadolu’dan suyun getirilmesini her kes alkışlamaktadır. Bu su sayesinde adanın binlerce yıl çektiği kuraklığın biteceğini, tuzlanan yer altı suyumuzun tekrar içilebilir hale geleceğini herkes bilmekte ve böylesi görülmemiş bir projeyi hayata geçirenlere de şükranlarını sunmaktadır.

 

Ada içinde gerekli olan ana su boruları döşenirken uygulanan yöntem ise çok vahşi ve çağ dışı. Elli sene evvelki yöntem uygulanmakta maalesef. Merkezi İhale Komisyonu nasıl bir ihale açmış, bu ihalenin koşullarının nasıl bu denli çevre düşmanlığı içermesine izin verilmiş, gerçekten anlamış değilim. Bugün itibarı ile Beylerbeyi Girne anayolunun neredeyse 2 kilometre uzunluktaki kısmı kazılmış, boruları döşenmiş ve üstü toprakla örtülmüş durumda ama halen daha asfaltlanmamış halde. Niye şartnamede yolun kazılması, boruların döşenmesi üstüne toprağın örtülmesi ve üzerinin asfalta kaplanması iki günle sınırlandırılmamakta ve çevredeki insanlara, hayvanlara ve bitkilere tam bir çevre felaketi yaşatılmaktadır anlamak gerçekten çok zor.

 

Yoldan araçlar geçerken kalkan tozun haddi hesabı yok. Yöredeki evlerde yaşayan insanlar herhalde 100 yılda solumadıkları tozu bu bir-iki hafta içinde solumuşlardır. Yolun kenarındaki ve bahçelerdeki birbirinden güzel ağaçların renkleri maalesef yeşilden krem rengine dönüşmüş durumda bu kalkan tozdan dolayı. Yöredeki evlerin üzerine asgari 20 yılda düşecek olan toz ve kir, bu bir-iki hafta içinde düşmüş. Bu evlerin içlerini görmedim ama berbat durumda olduklarını hayal edebiliyorum.

 

Bin bir zorlukla kurduğumuz ve yaşatmaya çalıştığımız devletimizin memurlarının hazırladıkları yol kazımı ve boru döşeme şartnamesinde çevreye, insanlara, evlere, hayvanlara ve bitkilere bu denli zarar verecek müteahhitlik işlemlerini düşünememeleri ve koruyucu tedbirler almamaları asla kabul edilebilecek bir uygulama değildir. Devlet yol kazımı ve boru döşeme işini daha ucuza mal edecek diye çevreye ve ekonomimize bu denli zarar verecek bir uygulamayı işleme koymaması gerekmekteydi.

 

Şartname ve kontrat uyarınca yüklenici firma işin kolayına kaçıyor normal olarak. Yolun baştan sonra tümünü bölüm bölüm kazacak, boruları koyacak ve üstünü toprakla örtüp iş bitene kadar da öylece bırakacak. Haftalarca sonra iş bitince de bir kerede baştan sona tümünü asfalt dökecek! Şartnamede yazan ve istenen böyle maalesef. Bu geçen süre içinde çevrede korkunç bir felaketin yaşanacağı ne müteahhidin ne de Merkezi İhale Komisyonu’nun umurunda olmamış bugüne değin. Merkezi İhale Komisyonu en düşük ihaleye odaklı maalesef ve ucuz fiyattan dolayı, korkunç bir çevre felaketinin yaşanacak olması onları pek ilgilendirmiyor anlaşılan.

 

Her konuya maydanoz olan Çevre Dairemizin olaydan haberi bile yok sanırsam. Halen daha KKTC’nin fauna (hayvan varlığı) ve flora (bitki örtüsü ve varlığı) haritasını çıkarmamış olmalarına rağmen ahkam kesmekte üzerlerine yoktur, bu dairemizin ve elemanlarının. Yetkimiz yok deyip her türlü sorumluluktan kaçmayı çok iyi bilirler ama yol kazımı konusunda oturup yönetmelikler yaratmamışlardır bugüne değin.

 

Kendilerini davet ediyorum, bu yazım bilgilerine geldikten sonra lütfedip klimalı odalarından çıkıp Beylerbeyi’ne gelsinler ve yaşanan çevre felaketini gözleri ile görüp, bundan sonraki yol kazısı gerektiren işler için insanlara ve çevreye felaket yaşatmayacak kalıcı tedbirler alsınlar. Hatta ben söyleyeyim; çözümlerden bir tanesi, kazılan her 50 metrelik yol uzunluğunda yapılması gerekli işlerin 2 gün içerisinde bitirilmesi, üzerinin kurallara uygun olarak sıkıştırılarak örtülmesi ve asfaltlanması koşulunun ihalelere konması olmalıdır.

 

Sıkıntılar bu kadarla sınırlı değil işin ekonomik yönü de tam bir ticari felaket. Her gün onlarca, yüzlerce turisti Bellapais Manastırına taşıyan otobüsler bu yoldan geçemedikleri için Manastıra gelen giden yok. Yıllardır ve sadece yaz aylarında geçimini bu turistlerden sağlayan çevre esnafı maalesef sinek avlıyor ve kepenk kapatmak üzere. Merkezi İhale Komisyonu’nun bağlı olduğu Maliye Bakanlığı ise bu konuda araştırma bile yapmak gereğini duymadı, gelip esnafla konuşmadı, “yol kazım işleri nedeni ile trafik durdu, işleriniz kötüleşti, sizler için neler yapabilirim” diye bir girişimde bile bulunmadı. Sene sonu gelince vergileri dayayacak bu kan ağlayan esnafın yüzüne ve vergisini de isteyecek….

Çok merak ediyorum, devletimiz ve memurlarımız ne zaman yüzlerini halka dönecekler ve halka hizmet için o mevkilerde bulunduklarının farkına varacaklar…

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

29 Temmuz 2015

 

28 Temmuz 2015
Bellapais Felaket Yaşıyor (2/2) için yorumlar kapalı
Okunma 74
bosluk

Bellapais Felaket Yaşıyor (1/2)

Bellapais Felaket Yaşıyor (1/2)

Türkçesi Beylerbeyi olan Girne’deki Bellapais köyünün doğru adının “Abbaye de la Paix” olduğu ve Fransızcaya kıyasla daha kaba vurgulara sahip olan İtalyanca nedeni ile de, adayı diktatörce seksen yıldan fazla yöneten Venedikliler tarafından Bellapais’e dönüştürüldüğü iddiaları da var.

 

Kıbrıs adasının en güzel ve en huzurlu yerlerinden bir tanesi Beylerbeyi. Beşparmak dağlarının eteğinde, çeşit çeşit ağaçların, yeşilliklerin içinde, hemen hemen hiçbir sertliği olmayan suyu, serin ve tozsuz havası ile tam bir Cennetten köşe adeta. İnsanoğlunun yaptığı yollar ve evler doğa ile iç içe ve uyumlu. Hangisinin daha baskın olduğu belli bile değil.

 

Son iki haftadır Beylerbeyi’ni Girne Merkezine bağlı yol üstünde yapılmakta olan yeni su borusu döşeme çalışmaları, bölgede tam bir çevre felaketi yaratmış durumda.

 

Kazı makineleri ve kamyonlar Beylerbeyi’ni Girne Merkezine bağlı yolu adeta işgal etmiş. Yörede yaşayan insanların araçlarına geçiş verilmiyor. Müteahhit şirket sadece kendi çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteriyor. Sırf 15-20 metrelik dikkatli bir geçiş için, araçlar Beylerbeyi manastırının doğu tarafından Ozanköy’e, oradan da Girne yoluna çıkmaya zorlanıyor, daracık ve köy içi yollarından. Kaybolan onlarca kişinin şikayetini bizzat ben kulaklarımda duydum. Duymadıklarım herhalde bunun 15-20 katı sayıda.

 

Müteahhit firma işin kolayını seçmiş kendisine.

Koca koca kamyonlar, kazıcının (ekskavatör) arkasında duracağına kazılan hendeğin hemen yanında durarak yaklaşık 6.5 metrelik yolun 4 metresini işgal etmekte, hızlı çalışmak ve üstlenilen işi en kısa zamanda yapabilmek için. Bu nedenle de sadece tek yönlü olmak kaydı ile kamyonun yanından geçmesine izin verilen araçlar, kamyonu sıyırırcasına geçmek zorunda bırakılmakta. Halbuki kamyon kazıcının arkasında dursa, araçlar çok daha kolay geçecek ama bu seferde kazılan toprağı kamyona yükleme işi asgari 5 saniye uzayacak. Herhalde bu da yüklenici firmanın işine gelmiyor ki, dönüş yolunda her bir aracı ortalama 5 kilometre dolaşmak zorunda bırakacak şekilde trafiği yakındaki köyün içlerine yönlendirmekte. Günlük ortalama 450 aracın bu yolu kullandığını varsayarsak sadece harcanan benzin miktarı ortalama 250 litre yani günlük 900 TL tutuyor. Bu boşa harcanan para maalesef bizim milli hazinemiz ve sanayiye, ekonomiye, halka hizmete dönüşeceğine fazladan yakıt ithalatına neden olmakta. Dolayısıyla trafiğin aksaması bir yana Beylerbeyinde yaşayan vatandaşlarımız, -toplu taşımacılık olmamasından ötütü- işlerine veya alış veriş merkezlerine gidebilmek için Ozanköy’ü dolaşmalarından ötürü bu süreç içinde her ay ceplerinden ekstra olarak 27 bin TL ödemek zorunda bırakılmışlardır.

 

Kabahat sadece yüklenici firmada değil elbette… Devlet, halkın sağlığını ve rahat yaşamını düşünmek ve ihale koşullarını da bu gerçekleri göz önüne alarak hazırlamak zorunda.

Veya da koca koca kamyonlar kullanılacağına, daha küçük boyuttaki kamyonetler kullanılabilir çıkan toprağı yüklemek ve geçici olarak belli bir yere taşımak için. Böylesi bir uygulamada yolun 4.5 metresi değil, daha az bir kısmı işgal edilmiş olur ve trafiği de yakındaki köylerin içine yönlendirmeye gerek kalmaz.

 

Merkezi İhale Komisyonu nasıl bir ihale açmış, bu ihalenin koşullarının nasıl bu denli çevre düşmanlığı içermesine izin verilmiş gerçekten anlamış değilim. Bugün itibarı ile anayolun neredeyse 2 kilometre uzunluktaki kısmı kazılmış, boruları döşenmiş ve üstü toprakla örtülmüş durumda ama halen daha asfaltlanmamıştır. Niye şartnamede yolun kazılması, boruların döşenmesi üstüne toprağın örtülmesi ve üzerinin asfalta kaplanması iki günle sınırlandırılmamaktadır. (Devam edecek…)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

27 Temmuz 2015

26 Temmuz 2015
Bellapais Felaket Yaşıyor (1/2) için yorumlar kapalı
Okunma 102
bosluk

Vatandaşlık Yasasını Durdurmak

Vatandaşlık Yasasını Durdurmak

İnsanlar art niyetli olunca yasayı da durdururlar, uygulamayı da.

Geçmiş CTP BG-DP UG hükümetinin işbaşına geldikten sonra “üzerinde çalışma yapıyoruz” diyerek halen yürürlükte olan “Vatandaşlık Yasası”nı askıya almaları ve uygulamasını durdurmaları mevcut kurallara ve anayasamıza aykırı bir davranıştır. Hiçbir hükümetin yürürlükte olan bir yasayı durdurma yetkisi yoktur ve böylesi bir davranış alenen suç işlemektir. Geçmiş hükümet de bu suçu işlemiştir.

 

Günümüzde, vatandaş olmanın tüm kriterlerine uyan ve vatandaş olmak için senelerce önce başvurusunu yaparak halen daha vatandaşlık bekleyen binlerce insan bulunmaktadır. Sudan bir gerekçe ile bu kişilerin yasal haklarını askıya almaya ve bekletmeye hiçbir hükümetin yetkisi yoktur. Yenisini yapıyorum diyerek mevcut yasayı durdurma yetkisi de yoktur hükümetlerin.

 

Vatandaş olmanın tüm kriterlerine uymuş ve vatandaş olmak için senelerce önce başvurusunu yapmış olan kişileri, kendilerini haksız yere beklettikleri ve vatandaş olma haklarından mahrum ettikleri için Ağustos 2013- Temmuz 2015 yılları arasında görevde bulunmuş olan CTP BG-DP UG hükümetini yürürlükte olan Yabancılar ve Muhaceret Yasasını mevcut yasalara ve anayasaya aykırı olarak durdurdukları ve işlemez hale getirdikleri için dava etmelerini ve tazminat talebinde bulunmalarını öneriyorum.

 

Bu ülkede ırkçılık yapmaya, ırk ayırımında bulunmaya ve vatandaş olmak hakkını elde etmiş kişileri “Yeni yasa hazırlığı yapıyoruz” gibi saçma sapan ve kurallara aykırı bir gerekçe ile bundan mahrum etmeye hiç kimsenin ve hiçbir hükümetin hakkı yoktur.

 

KKTC Meclisi’nde programı okunmuş ve güvenoyu aldığı vakit icraata başlayacak olan CTP-UBP koalisyonunun Ömer Kalyoncu Başbakanlığındaki hükümetinin ilk işi yürürlükte olan mevcut yasalarımıza aykırı olarak bir evvelki hükümet tarafından uygulaması durdurulmuş  “Yabancılar ve Muhaceret Yasasını” derhal uygulamaya koyması ve son 2 yıldır değerlendirme bekleyen vatandaşlık başvurularını ivedilikle sonuçlandırması gerekmektedir. Vatandaş olmayı haketmiş kişileri vatandaş yapmaktan niye korkuluyor pek de anlamış değilim. Vatandaş kendisine hizmet verecek esnaf, zanaatkar beklerken, turizm sektöründe hizmet verecek eleman bulunamazken, ekonominin canlanması için nüfusa gereksinim varken ve de askerlik süresini kısaltmak için gençlere ihtiyaç duyulurken 2 yıl gibi çok uzun bir süre vatandaşlıkların askıya alınmasını anlamak mümkün değil. Ülkemizde halen yaşamlarını sürdüren ve burasını vatan addetmiş kişileri de hayatlarından bezdirmek için niçin bu denli zorluklar çıkarılmakta, bunu da anlamakta zorluk çekiyorum.

 

21. yüzyılın ilk çeyreğinde, KKTC gibi üniversite eğitimi almış kişilerin nüfusa oranının dünya ortalamasının üstünde olduğu bir ülkede böylesi ırkçı, kafatasçı ve gerici bir düşünce ve uygulamanın yürürlükte olması anlaşılır bir şey değil. İnsan hakları konusunda mangalda kül bırakmayanlar, onlarca insanın öldüğü terör eylemini bile alkışlamak için yüzlerine liberal maskesi takan kişiler, vatandaşlık konusuna gelince dünyanın en ırkçı ve ırk ayırımı yapan kişiler oluyorlar. KKTC’de doğan çocukların doğum kâğıtları üzerine ırkçı, ayırımcı ve faşist bir uygulama olarak tanımlanacak şekilde yaklaşık 10 cm genişliğinde kırmızı renkte koskoca bir mühürle “KKTC Vatandaşı değildir” kaşesinin vurulması, KKTC için “yüz karası” bir uygulamadır.

 

Böylesi çirkin bir uygulamayı düşünen, yaratan ve uygulamaya koyan hastalıklı beyinleri kınıyorum. Bu kişiler hayatları boyunca bu utancı alınlarında taşıyacaklardır. Hep birlikte göreceğiz ki, ileriki yıllarda bu çirkin davranış, bu insanlık dışı ve insan haklarına aykırı uygulama, KKTC’deki okullarda okutulacak olan tarih kitaplarına, KKTC halkı olarak utanç duyacağımız kınanılması gereken bir uygulama olarak geçecektir.

 

Kalyoncu Başbakanlığındaki CTP-UBP hükümeti bu utanç verici uygulamaya derhal son vermeli ve vatandaşlık hakkını kazanmış kişilerin başvurularını, hiç gecikmeden ve bekletmeden uygulamaya koymalıdır.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun   ve    Ata Atun II

24 Temmuz 2015

23 Temmuz 2015
Vatandaşlık Yasasını Durdurmak için yorumlar kapalı
Okunma 135
bosluk

Kıbrıs’ın Aslanları ve Fareleri (2/2)

Kıbrıs’ın Aslanları ve Fareleri (2/2)

Yıllardır süregelen müzakerelerde konuşulanları doğru değerlendirmemin, Rum siyasilerin tavırlarının ne manaya geldiğini doğru olarak kestirmemin ve öngörülerimin hep doğru çıkmasının nedeni, hep bu yıllarda edindiğim deneyim ve gözlem ile dağarcığımı  doğru bir şekilde doldurmam nedeniyledir.

 

Televizyon ekranları ile radyolarda dile getirdiğim öngörülerim bugüne değin hep doğru çıktı. Özellikle de 2008 Şubatında yapılacak olan Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, o dönemde Rumların Cumhurbaşkanı olan Tasos Papadopulos’un kaybedeceğini, Temmuz 2012 tarihinde, daha seçimlere 7 ay kala öngörmem, TV ekranında dile getirmem ve bu düşüncemin arkasında seçimler yapılana kadar durmam bunun en güzel örneklerinden bir tanesini oluşturmaktadır.

 

1970-1974 yılları arasında Gazi Mağusa’nın şimdi kapalı Maraş olarak tanımlanan bölgesinde değişik Rum müteahhitlerin inşaatlarında çalışırken sadece Kıbrıslı Türk olduğum için 4 kez işime ve birlikte çalıştığımız tüm Kıbrıslı Türk işçi ve ustabaşıların işlerine hiçbir gerekçe göstermeden son verildi, bölgenin EOKA’cı sorumlularından gelen talimat üzerine.

 

Rum Milli Muhafız Ordusunda (RMMO) askerlik görevini asteğmen ve mavi bereli komando olarak yapmış bir Rum yönetici vardı son çalıştığım yerde. Biz Kıbrıslı Türkleri aşağılamaktan büyük zevk alırdı. Bana, “biz selam verirken ayağımızı en sert şekilde yere vururuz taşları kırarcasına” derdi, “düşmanlarımıza kendilerini nasıl ezeceğimizi göstermek için…” Tabii düşman diye kastettiği de bizdik. Bakışlarında muzaffer bir komutanın edası vardı hep. Kendini aslan zanneder, bizi de bir lokmada yutulacak fare gibi görürdü, sayımız kendilerine kıyasla dörtte bir oranında olduğu için.

 

1963 yılının meşum Aralık ayında savunmasız insanların yaşadığı Lefkoşa’nın Küçük Kaymaklı bölgesine saldırmışlar, kaçmayı başaramayan silahsız insanlarımızı, çocuk kadın, yaşlı demeden katletmişler, evleri ve camimizi yakıp yıkmışlardı. “Küçük Kaymaklı’yı kanlı aldık, ancak kanla veririz. Erkekseniz gelin alın” derdi bize hep mağrur bir aslan edası ile.

 

Düşmez, kalkmaz bir Allah’tır” sözünü boşuna söylememişler.

Kahraman Türk Ordusu 15 Ağustos 1974 günü Mağusa’ya gelince sarılıp kucaklaşmış, 96 yıllık hasretin son bulması nedeni ile de ağlaşmıştık. Ertesi günü benim rehberliğini yaptığım birliğin Maraş kentinde yaptığı silahlı operasyonda ele geçirilen Rumların arasında, ayağında postal ve askeri pantolon, üstünde ise beyaz atleti ile söz konusu kendini adanın aslanı zanneden Rum Yönetici de vardı. Asker olduğu anlaşılmasın diye üniformasını, silahını ve o çok öğündüğü mavi beresini fırlatıp atmış, postalları ile pantolonunu değişecek zamanı ise bulamamıştI.

 

Kimliklerinin kayıta geçirilmesi amacı ile ifade vermek üzere ifade yerine getirildiğinde, beni masa başında yüksek rütbeli bir Türk subayının yanında oturur görünce, yüzü değişmişti. Beni orada gördüğüne inanamamıştı belli ki. Bizlere amirlik ve aslanlık taslayan, canı istediğinde de bizlere Türk olduğumuz için hakaret ederek işten kovan adam, önümde başı eğik ve süklüm püklüm durmaktaydı.

 

Önce yüzünü bir hayret dalgası sarmıştı. Sonra da yüzü ezik ve mahcup bir hale dönüşmüş, gözlerini de yalvaran bakışlar kaplamıştı. Çok acınacak bir haldeydi bir zamanların aslanı. Roller değişmiş, aslan ben, fare de o olmuştu şimdi. Yüzünün beni görünce aldığı şekli ve bakışlarını yaşamım boyunca hiç unutmadım, unutamadım.

 

20 Temmuz 1974 günü başlayan ve fiilen 16 Ağustos 1974 günü biten Mutlu Barış Harekatı ve Kıbrıslı Rumlarla ilgili bir çok hatıralarım var, pahası ve kıymeti biçilmez gerçek ve yaşanmış hatıralar.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

22 Temmuz 2015

21 Temmuz 2015
Kıbrıs’ın Aslanları ve Fareleri (2/2) için yorumlar kapalı
Okunma 137
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar