15 Kasım 1967 tarihinde Grivas komutasındaki Rum Milli Muhafız Ordusunun Geçitkale (Köfünye) ve Boğaziçi (Ayios Theodoros) köylerine saldırmasından sonra Türkiye’nin ağır protestosu ve müdahale kararı ile karşılaşan Makarios, silah zoru ile Kıbrıslı Türkleri adadan yok edemeyeceğini anlayarak strateji değiştirmiş ve kendi tarafında ekonomik gelişmeye hız verirken, Kıbrıslı Türklere de ekonomik baskı ve ambargo uygulamaya başlamıştı.
Dünya Bankasından Kıbrıs Cumhuriyetine verilen hibe ve kredilerden Kıbrıslı Türklerin payına düşen yüzde 30’luk kısmının, yüzde sıfır faiz ve 20 yıl vade ile Rum yatırımcılara verilmesine başlanmasından sonra 1970’li yılların başında, Maraş’ta başlayan otel inşaatı, apartman ve ev inşası furyasından sonra Mağusa Rum Belediyesi, izinlerin verilmesi ve yapılan inşaatların kontrolü için bir İnşaat Mühendisi istihdam etmek gereksinimini duymuş ve yerel Rumca ile İngilizce gazetelere “İnşaat mühendisi alınacaktır” başlığı ile ilan vermişti. “Rumca, İngilizce veya Türkçe dillerinden herhangi ikisini iyi konuşan ve yazan” diye başlıyordu bu ilan… Söz konusu ilanı Türkçe gazetelere vermek gereğini duymadı Mağusa Rum Belediyesi ne hikmetse.
Kıbrıslı Türklerin işsizlikten kırıldığı bu dönemde ilanı gördüm ve Rumların Kıbrıslı bir Türkü istihdam edebileceğini düşünerek -veya etmek zorunda kalacağına inanarak- başvurumu yaptım.
55 Kayıt numarası ile Kıbrıs Cumhuriyeti Mimarlar ve Mühendisler odasına kayıtlı olmam, imza hakkımın bulunması, istenilen 3 dilden 2 buçuğunu konuşup yazabilmem ve en önemlisi de o dönemde koskoca Maraş ve Mağusa’da bu ilana başvurabilecek kıstaslardaki kişinin sadece Rumların ünlü zengin ailesi Lordos’un oğlunun olması beni çok cesaretlendirmişti. Aile şirketlerinin Belediye’den bile büyük bir yapıda olması nedeniyle Lordos’un oğlunun başvuracağını sanmıyordum…
Tahminim doğru çıktı ve başvuran sadece ben oldum. Aranılan tüm evsafa sahiptim ve işe alınmamam için de hiçbir neden ve de engel yoktu. Maaşı da aylık 108 Kıbrıs lirasıydı. Rahmetlik Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı ve Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük ile Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş bile o dönemde 60 Kıbrıs Lirası maaş alırken benim 108 Kıbrıs Lirası maaşlı bir işte çalışmamı- o günlerde- rüyamda bile görsem inanmazdım.
Mağusa Belediyesi tarafından ilan edilen “İnşaat Mühendisi mevkiine başvuru” tarihinin bitiminden sonraki ilk iş gününde Mağusa Belediyesi’ne gittim ve başvurumla ilgili olarak Belediye Reisini görmek istedim. Beni Belediyenin ilgili birime yönlendirdiler.
Mevkiinin Belediye Başkan Yardımcısı veya da İdari Amiri olduğuna inandığım bir kişi beni karşıladı ve konuşmak için odasına kabul etti. Sıcak ve samimi bir sohbet ortamında çaylar kahveler geldi. Adının Bambos olduğunu hatırladığım kişi sözlerine, gayet sevinçli ve mutlu bir şekilde “Giriye Anton (Atun bey), sen aradığımız her evsafa sahipsin, seninle çalışmak bizim için büyük bir zevk olacaktır” diye başlayınca, benim yelkenler suya indi ve yüzde yüz işe alındım duygusuna kapıldım. O dönemde 4-5 yaşında kaliteli bir araba 250 Kıbrıs Lirasına satılıyordu. 2 aylık maaşla güzel bir arabayı satın alabileceğimin hayalini kurdum hemen.
Sonra ağzından bal akarak sözlerine devam etti Bambos; “Biliyorsun Bay Glafkos Klerides (Dönemin Rum Cemaat Meclisi Başkanı) ile Bay Rauf R. Denktaş (Dönemin Türk Cemaat Meclisi Başkanı) adada yaşanan sorunlara bir çözüm bulmak için görüşmeler yapmaktalar. Görüşmeler bitsin, bir çözüme ulaşılsın, sen hemen gel ve işine başla” dedi ve beni kibarca kapı dışarı etti. Aslında hala bekliyorum müzakerelerin bir çözümle sonuçlanmasını. İlk işim bir yolunu bulup Mağusa Belediyesine gidip işe başlamak olacak, öbür dünyada olsam bile.
Sayın Mehmet Altan, 1974 öncesi yaşamımızla ile ilgili düşüncelerini, herhalde tekrardan gözden geçirir ve duyduklarının doğruluğunu da araştırır bu yazdıklarımdan sonra. Tabii yazım bir şekilde eline geçerse…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
27 Mart 2015
1955’leri, 57’lileri, 63’leri, 64’leri, 67’leri ve 1974 Barış Harekatını yaşayan jenerasyonun içinden kaç kişinin Sayın Mehmet Altan’ın dediği gibi Rumcayı iyi bir şekilde konuştuğunu, okuyabildiğini ve yazmayı bildiğini çok merak ediyorum doğrusu. Rum okullarında okuyan veya jimnasyoya (Rum Lisesine) gitmiş olan hiçbir arkadaşım yok benim. Benden önceki jenerasyonda da bu sayının yok denecek kadar az olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu dönemi yaşamayanların kafadan attıkları veya da hayal dünyalarında yaratıp zenginleştirdikleri gibi Kıbrıslı Türklerle Rumlar arasında ortak bir kültür ve yaşam hiç olmadı bu adada.
Karma köylerde, Kıbrıslı Türklerin kahvehanesi ile Rumlarınki ayrı ayrıydı. Bakkalları da, fırınları da, kebapçıları da, dülgerleri de, ayakkabı tamircileri de, köy kooperatifleri de, köy muhtarları ile destebanları da (kır bekçileri) ve diğer halka hizmet veren, mal satan işletmeler ve kuruluşlar da hep ayrı ayrı idi. Hiçbir şey, hiçbir iş ve hiçbir görev ortak değildi.
Kız alıp vermek bile neredeyse hiç olmadı. 1960 yılında öylesine bir anayasa kabul edilmişti ki, Kıbrıslı bir Rum ile Kıbrıslı bir Türk’ü evlendirmek, deveye hendek atlatmaktan daha zordu. Zaten 1960 öncesinde de adadaki mevcut ve yaşamlarını sürdüren iki halk (Türk ve Rum) ile 3 azınlık (Ermeni, Maronit ve Latin) arasındaki evlilikler bir elin parmaklarını bile aşmayacak sayıdaydı. Kıbrıslı Türk ile Kıbrıslı Rum hasbelkader birbirine aşık olmuşsa, toplum tarafından dışlanır, yaşamlarını ancak ada dışında sürdürebilirlerdi. Karışım olmadığı için asimilasyona uğramadık ve erimedik. Yüzyıllarca kimliğimizi, geleneklerimizi, örf ve adetlerimiz ile dinimizi korumayı da başardık.
1974 öncesi bir Türk köyü ile bir Rum köyünü sormadan ve adına dahi bakmadan ayırabilmek çok kolaydı. Hangi köyün yolu asfalt, elektrik direkleri mevcut, damlarda TV antenleri bulunuyor ve evlerindeki çeşmelerden su akıyorsa, o köy kesinkes bir Rum köyüydü. Makarios hükümeti hiçbir şekil ve koşulda Türk köylerinin yolunu yapmamış, elektrik götürmemiş ve su bağlatmamıştı. Hangi köyün yolu topraksa, bilin ki Türk köyüydü orası. Ne yolu vardı, ne elektriği ne de suyu Türk köylerinin.
1974 yılına kadar Mağusa’da ikamet eden Kıbrıslı Türklerin kullandıkları tüm arabaların plaka numaralarını ezbere biliyor, sahiplerini de ismen tanıyordum. Birçok ailede araba alacak para bile yoktu. Alabilenlerin sayısı da çok azdı.
Ve şimdi birileri çıkıyor ve Türkler 1974 öncesi refah içinde yaşıyordu diyor. Bu sözlere çocukluğumun unutulmaz arkadaşları “Kantara’nın (yaban) keçileri” bile güler, hem de kahkahalarla.
1963 yılında, Rumların Kıbrıslı Türkleri adadan yok etmek amacı ile silahlı saldırılara başlamasından ve BM’nin yüzkarası 4 Mart 1964 tarihli ve 186 No.lu kararından sonra Makarios Kıbrıs Cumhuriyetine el koymuş ve Rumlar da bu şekilde adanın mutlak yönetimini ele geçirmişlerdi. Makarios hükümeti Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Dünya Bankasından aldığı hibe ve kredilerinin yüzde 30’unu Kıbrıslı Türklere vermek yerine Rum yatırımcılara yüzde sıfır faiz ve 20 yıl vade ile vermeye başlaması ile Mağusa’nın Maraş bölgesinde oteller yükselmeye başlamış, Maraş’ın her köşesini bir inşaat furyası kaplamıştı.
1970’li yılların başında, bu beklenmedik yatırım gelişmesinden sonra Mağusa Rum Belediyesi, izinlerin verilmesi ve yapılan inşaatların kontrolü için bir İnşaat Mühendisi istihdam etmek gereksinimini duydu ve yerel gazetelere “İnşaat mühendisi alınacaktır” başlığı ile ilan verdi, “Rumca, İngilizce veya Türkçe dillerinden herhangi ikisini iyi konuşan ve yazan” diye başlıyordu ilan…
(Devam edecek…)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
25 Mart 2015
Dün yerel bir gazetemizde Prof. Dr. Mehmet Altan’ın, söz konusu gazetenin muhabiri ile yapmış olduğu röportajı büyük bir merak ve ilgi ile okudum. İlgimin nedeni, Van 100. Yıl Üniversitesinin kurucu rektörü olan rahmetlik babam Prof. Dr. Hakkı Atun’un bir Çetin Altan fanatiği olmasından kaynaklanmıştı.
Babam, Türkiye’nin önde gelen yazarlarından biri olan Çetin Altan’ın hemen hemen tüm yazılarını okumuştu. Günlük gazeteleri alınca ilk işi Çetin Altan’ın ve diğer kıymetli yazarların köşe yazılarını okumak olurdu. Köşe yazılarını okuması bittikten sonra da ön sayfaya geçer, neler olup bittiğine bakardı.
Bu nedenle de Sayın Mehmet Altan’ın röportajını söz konusu yerel gazetemizin ön sayfasında görünce, kaçırılmaması gereken bir fırsat diyerek soluk almadan okudum ve büyük bir düş kırıklığına uğradım. Kıbrıs’ın gerçeklerini iyi bilmeyen kişilerin, Kıbrıs konusunda genelin dışına çıkıp konuştukları vakit maalesef sonucu düş kırıklığından, güven kaybına, karizmanın çizilmesinden, inanılırlığın yitirilmesine kadar uzanıyor.
Sayın Mehmet Altan, röportajında özetle 1974 öncesinde Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlarla mesut ve mutlu bir şekilde yaşadıklarını, kültür birliktelikleri olduğunu, birlikte sosyal faaliyetlerde bulunduklarını ve Kıbrıslı Türklerin zenginlik ve refah içinde yaşamlarını sürdürdüklerini “o dönemde her iki toplumun Rumca ve İngilizceyi çok güzel konuştuğu, kendilerine ait bir kültürel paylaşımlarının olduğu, dolayısıyla adadaki yaşam standartlarının bugünden daha iyi olduğu” sözleri ile dile getirmiş.
Bence birileri Sayın Mehmet Altan’ı hayali bir geçmişi anlatarak yanıltmış.
Kıbrıslı Türklerin 1963-1974 yılları arasında, toplamı Kıbrıs adasının yüzölçümünün yüzde 3’ünü bile geçmeyen büyüklükte, bölük pörçük, bir biri ile bağıntısı olmayan küçücük alanların içinde silah zoru ile yaşamaya zorlandıkları kendisine anlatılmamış herhalde.
Bu gettolardan her ne sebeple olursa olsun, tarlasına veya da işine gitmek için dışarı çıkanın acımasızca öldürülüp kuyulara atıldığı kendisine hiç söylenmemiş anlaşılan.
1963-1967 yılları arasında Kıbrıslı Türklerden devlet dairelerinde çalışanların veya da mücahit olanların, Cumhurbaşkanından kapıcısına kadar herkesin eşit bir şekilde, Türkiye’den gönderilen 30’ar Kıbrıs Lirası maaş alabildiklerini ve zar zor hayatta kalmayı başarabildiklerini, 1967 yılından sonra da maaşların kademeli olarak 60 Kıbrıs lirasına çıkarıldığını anlatmamışlar kendisine.
Bırakın Rumlarla ortak yaşamı, 103 tane köyden Kıbrıslı Türklerin kovulduklarını ve 34 bin Kıbrıslı Türk’ün arkalarında evlerini, bağlarını, bahçelerini, tarlalarını, hayvanlarını, zahirelerini ve en önemlisi de hatıraları ile mezarlıklarını bırakarak 1963 yılının soğuk kış günlerinde göçe zorlandığını söylemediler herhalde Sayın Mehmet Altan’a.
1955’leri, 57’lileri, 63’leri, 64’leri, 67’leri ve 1974 Barış Harekatını yaşayan jenerasyonun içinden kaç kişinin Sayın Mehmet Altan’ın dediği gibi Rumcayı iyi bir şekilde konuştuğunu, okuyabildiğini ve yazmayı bildiğini çok merak ediyorum doğrusu. Rum okullarında okuyan veya jimnasyoya (Rum Lisesine) gitmiş olan hiçbir arkadaşım yok benim. Benden önceki jenerasyonda da bu sayının yok denecek kadar az olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim…
(Devam edecek…)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
23 Mart 2015
Devletimiz de e-devlet uygulamasına geçmişmiş.
Yalanın bu kadarına da pes doğrusu.
Muhaceret polisi, Ercan’dan giriş çıkış yaparken vatandaşının kiminle evli olduğunu ekranında görebilseydi, yabancı uyruklu eşlerden evlilik cüzdanını göstermesini istemesine gerek kalmazdı. Belli ki göremiyor. Ortada ne e-devlet var ne de başka bir şey.
Şimdi Ercan’dan giriş çıkış yaparken, pasaportumuza ilaveten bir de evlilik cüzdanımızı gösteriyoruz muhaceret polisine, hastalıklı beyinlerin ürettiği hastalıklı kuralların üstesinden gelebilmek için.
İşte benim memleketim böyle saçma sapan, art niyetli ve hastalıklı beyinlerin yarattığı olumsuzluk içeren, insanları dışlayan, işlerini yokuşa süren kural ve uygulamalarla yönetilen bir ülke maalesef. Böylesi berbat kuralların uygulamada olduğu bir devletin vatandaşı olduğum için utandığımı da saklamamam gerekir. Memurlara yüksek yüksek maaşlar ödenecek diye altyapıya bütçeden on para bile ayrılmamış geçmiş yılların içinde. Her şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırmışız.
Geçen gün bana gönderilen bir e-mail’i, vatandaşlık konusunda nasıl yanlış bir uygulama içinde olduğumuzu siz okuyucularımın da görmesi için, aşağıda harfine dokunmadan yayınlıyorum.
“…..Saygıdeğer Ata Bey merhaba,
Kıbrıs’ta insan gibi yasamaya çalışmanın ne kadar zor olduğunu anlatan yazımı lütfen değerlendirmenizi rica edeceğim. Konuya açıklık getirmek içinde kendi yaşantımdan kesitleri yazmak zorundayım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı,1999 Doğu Akdeniz Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümü mezunuyum. Kıbrıs’ta okul hayatimi devam ettirirken yerli ve yabancı arkadaşlar dostluklar, aileler kazandım. 2005 tarihinde evlendim ve Kıbrıs’a yerleştik. Kendim inşaat mühendisi olarak New Clouds Ltd.de eşim ise bankada çalışmaya başladı. Sırası ile Boray Developments Ltd. Mesan Ltd. Ve Asel Engineering & Altinbas Holding ortaklı toplu konut projesinde yer aldım. 16 yıllık okul ve is hayatımda yüz kızartıcı hiçbir suç, şikayet veya herhangi bir olayda bulunmadım. Toplum kurallarına uygun bir şekilde, esim,2010 Girne-KKTC doğumlu oğlum ile kendimize ait olan evimizde yaşıyoruz. Eşim özel sektörde Banka Müdürü olarak görevini devam ettirmektedir. 2013 tarihinde vatandaş alınacak diye resmi evraklarımızla başvurumuzu yaptık. Nitekim benim çevremde henüz senesini dahi doldurmamış bir iş sahibi olmayan, Kıbrıs’la bağlantısı olmayan sadece keyfi geldiğinde adaya gezmeye gelen insanların vatandaş olduklarını gördüm. Ben simdi bir dünya vatandaşı olarak soruyorum bu devletin başındaki sorumlulara; Halkınız sizden hakki olan en güzel yaşam şekillerini istiyor, toplum kurallarına uyan, hırsızlık yapmayan,dürüst olan, vatanına ve çalıştığı ülkeye hizmet veren, çocuklarını geleceğe iyi hazırlamaya çalışan, komsularına zarar vermeyen ve onlarla uyumlu yasamasını bilen, yaşadığı toplumun insanına saygı duyan ve saygı duyulmasını isteyen bireyler istiyor ki, toplumun refah seviyesi yükselsin. Siz acaba gerçekten şu ana kadar vatandaşlık için müracaat etmiş kişilerin şeceresini alıp incelediniz mi? Acaba bunlar arasından topluma fayda sağlayan, başarılı olmuş,sicili temiz insanları biz vatandaş yapalım da halkım için de refah düzeyi yüksek olsun ve herkes güzel yaşasın diye düşündünüz mü? 1993 tarihinden bugüne kadar Kıbrıs’ın geçmişini yasayarak incelediğimde ortama bir bakınız… Tecavüz, insan öldürme, hırsızlık dizboyu, dolandırıcılık ne hale geldi. Sizin tabirinizle yabancı bir kişi olarak ben bunlara ne kadar üzülüyorum ki, kaldı ki adanın gerçek sahibi sizler ne haldesiniz. Adaya gelen insanlarda secici davranmadığınız için toplum bu duruma gelmiştir. Ya kardeşim ben sizin ülkenizde okudum,sizin toplumunuzla karıştım, çocuğum burada doğdu, maddi imkanlarımız yeterli olduğu halde adadan ikinci bir mülk dahi alamıyoruz , rahatlıkla yatırım yapamıyoruz ve halen vatandaş değiliz. Bu nasıl bakış açısıdır ki söyleyecek başka söz bulamıyorum. Eminim gerçek anlamda vatanını düşünen yöneticiler de bu adada vardır….”
Bu kişi şimdi yurt dışında ve işi gereği de 90 günden fazla yurt dışında kalmış durumda. Kendisi vatandaşlığa başvurduğu vakit, oradaki görevli memur etekleri zil çakarak kendisine “Evet sen son 20 yıldır adamızdasın ama bu yıl 90 günden fazla yurt dışına kaldığın için hepsi yandı” diyerek başvurusunu almayacak bile…
İşte biz böyle vefasızız. Eşinin ve çocuğunun KKTC’de yaşadığını dikkate almadan, son 20 yıldır adada ikamet etmiş olmasına ve yüksek eğitimli olmasına aldırmadan, hem 20 yılını yakarız, hem de vatandaşlık başvurusunu almayız…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
20 Mart 2015
Hala daha Rum’dan medet uman kişilerin uygulamaya koydukları ve ısrarla sürdürmek istedikleri “Vatandaş yapmama” politikaları, özellikle de Türkiye’den gelen kardeşlerimizi ve soydaşlarımızı dışlamak, bu topraklara yerleşmelerini önlemek için önlerine engel çıkartmak uygulamaları, birçok insanımızı ve aileyi mağdur etmekte kalmıyor, hem nüfusun az olması ekonomimize olumsuz etki yapıyor, hem de Rumlarla nüfusumuzu eşitlemek şansını kaçırmamıza neden oluyor. Nüfusumuz Rumlarla eşit olsaydı bugün müzakere masasındaki konumumuzun çok daha farklı olacağını söylemek gereksiz aslında…
Maalesef Rumlardaki megalomani duygusu, aramızdaki bazı insanımızda da fazlasıyla var. Sanki de bizler ari ırk, KKTC’de dünyanın en medeni ve gelişmiş ülkesi havasındayız, etrafımıza bakıp nerede olduğumuzu anlamak lütfünde ve zahmetinde bulunmayız…
Oysa Sadece Türkiye’ye bakmak yeterli ne kadar geride olduğumuzu anlayabilmek için… Hükümet yönetiminde, iş veriminde, özel sektörde, altyapıda, eğitimde ve sağlık hizmetlerinde Türkiye ile aramızda en azından 30 yıllık bir farkımız, geriliğimiz var.
Biz hala daha yetişmiş insanları bile vatandaş yapmamak için, olası her tür bürokratik zorluğu büyük maharetle kuralların, yasaların, tüzüklerin ve emirnamelerin içine koymuşuz. Başvuran herkesi anında reddedebilmek için kendimize, havadan sudan gerekçelerle olanaklar yaratmışız.
67 yıllık hayatımın içinde önce İngiliz vatandaşı, sonra da sırası ile Kıbrıs Cumhuriyeti, Geçici Türk Yönetimi, Kıbrıs Türk Federe Devleti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşı oldum. Yüksek öğrenim yıllarım hariç geri kalan yıllarımın tümü Kıbrıs adasında geçti. Mücahitliğimi 1970 yılında Mağusa Sancağında yaptım, 1974 Mutlu Barış Harekâtına da katıldım. Barış Harekâtı sonrası yapılan ilk genel seçimlerde Milletvekili seçilip Meclise de girdim.
İkinci evliliğimi yaptığım eşim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.
Evlilikten dolayı ikamet başvurusu yaptık. Benden, daha doğrusu bizden 7 tane ayrı, her biri yüz karası ve saçma sapan içerikleri olan evrak istendi. Maksadın zorluk çıkartmak olduğu çok belli oluyordu bu istenen evraklardan. Belli ki hastalıklı beyinler hazırlamış bu evrakları, yurt dışından gelip bu ülkeyi vatan seçen kişileri vatandaş yapmamak, ikamet vermemek için.
Karımdan, beni geçindireceğine dair tasdik memuru (noter) onaylı garanti yazısı istedi Muhaceret Dairemiz. Üstelik bir de çiğ bir şekilde “Ne bilelim biz, belki de danışıklı naylon evlilik yaptınız” diyerek, “Uuuuuu, biz çok gördük böyle evlilikleri” aşağılamasını da cümlenin sonuna ekleyerek…
Aklımdan, “eğer bana böyle davranıyorlarsa, Anadolu’dan gelen insanımıza kim bilir nasıl aşağılayıcı ve itici bir şekilde davranıyorlardır” düşüncesini de geçirdim ister istemez.
Bir Profesör, tanınmış bir KKTC vatandaşı, Cumhurbaşkanının Danışma Kurulu Üyesi ve eski bir Milletvekili olarak kendi kendime torpil yapıp müdüre veya Müsteşara gidemez miydim, ilgili Bakanı devreye sokamaz mıydım. Elbette hepsini yapabilirdim ama o vakit kendi inançlarım ve yaşam disiplinimle ters düşerdim. Bu nedenle de yapmadım. Ne Bakanı aradım, ne Müsteşarı, ne de Müdürü. İçimden de “Canınız cehenneme, al ikametini çal başına” diyerek ayrıldım, daha doğrusu eşimle ayrıldık oradan.
İçişleri Bakanlığına gidip evlilik cüzdanımızı verdik, evlendiğimizi bildirdik hepsi o kadar. Şimdi Ercan’dan giriş çıkış yaparken pasaportumuza ilaveten bir de evlilik cüzdanını gösteriyoruz, hastalıklı beyinlerin ürettiği hastalıklı kurallardan dolayı….(devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
18 Mart 2015