26 Aralık tarihli “Akaryakıt ve Elektrik Fiyatları Düşmeli” başlıklı yazımda dünya petrol fiyatlarındaki düşüşü rakamsal olarak incelemiş ve okuyucularıma günümüzde akaryakıt fiyatlarının ne kadar olması gerektiğini belirtmiştim.
Söz konusu yazımda “Bugünün serbest piyasa mazot fiyatı olan 0.81 TL/litre baz alınırsa, değişken vergilerin ortalaması ile sabit vergilerin ortalaması alınarak bir maliyet hesaplaması yapılırsa, günümüzde mazotun pompa satış fiyatının 1.53 TL olması gerekmektedir.
Tüm vergilerin sabit olduğu (1.83 TL/lt) ve maliyet fiyatına bakılmaksınız değişmediği bile kabul edilse, günümüzdeki pompa satış fiyatının 1.83 + 0.81 = 2.64 TL/lt olması lazımdır.
Hükümetimiz, dünya spot piyasa mazot fiyatlarının artmasına paralel olarak arttırdığı mazot pompa satış fiyatını, aynı şekilde dünya spot piyasa mazot fiyatları düştüğü vakit aynı oranda yansıtmamaktadır.
Şu anda devletimiz haksız bir şekilde ve de mevcut yasalara, kararnamelere ve tüzüklere aykırı olarak benzin istasyonlarında satılan her litre mazottan 1.90 TL, bence yasal olmayan bir şekilde ek vergi almaktadır. Üstelik haksız olarak tanımlayacağım bu gelir bütçe artışı olarak da gösterilmekte” diyerek mazotun pompa çıkış fiyatının bu gün 1.53 TL olması gerektiğini dile getirmiştim.
Aynı şekilde KIB-TEK’in de kilovatsaat elektrik ücretini neredeyse yarı yarıya aşağıya çekmesi gerektiğini belirtmiştim.
Tabii ne akaryakıt fiyatları düştü, ne de elektrik fiyatları.
Tam tersine hükümetimiz, akaryakıt fiyatlarını güncel olarak aşağıya çekmedikleri için artan bütçe girdisini, “Ekonomi iyiye gidiyor, gelirlerimiz arttı” sözleriyle, sanki de ekonomi iyiye gidiyormuş gibi pazarlayarak doğru olmayan ve halkı yanıltmaya yönelik açıklamalar yapmakta.
Akaryakıttaki ikinci yanlış uygulama ise “Motorin”de.
Ülkemizde bu gün iki cins motorin kullanılmakta. Hava ve doğa kirliliğine katkısı fazla olan ve “yüksek kükürtlü motorin” veya da “kırsal motorin” olarak bilinen 1000 PPM (Parts Per Million – Milyonda Bir Birim-MBB) olarak tanımlanan motorin ve “Düşük kükürtlü motorin” veya “Euro Dizel” olarak bilinen 10 PPM motorin.
Anavatanımız Türkiye 2008 tarihinde aldığı bir kararla 1 Nisan 2011 tarihinde hava ve doğa kirliliğine katkısı fazla olan ve yüksek kükürt içeren 1000 PPM motorinin kullanılmasını ve ithalatını yasakladı, doğasını korumak, hava kirliliğini azaltmak için.
Gelelim, kendimizi dünyanın merkezi ve en akıllısı sanan bizlere.
Doğayı ve çevreyi korumak için gösteriler yapan, platformlar kuran ama icraat yapmayan bizler ne yaptık bu konuda. Kocaman bir hiç.
Biz hala Türkiye’de 2011 tarihinde, Kıbrıs Rum tarafı dahil olmak üzere tüm Avrupa Birliğinde de yıllardır kullanımı yasaklanmış olan 1000 PPM motorini kullanıyoruz. Hala daha elektrik santrallerimiz bu yakıtı kullanarak insanımızı ve havamızı kirletmekte.
Bırakın kullanımın serbest olmasını, bir de bu uygulamanın çok utanç verici ve asla kabul edilemez bir tarafı var.
Devletimizin “Dâhi Bürokratları” öylesine bir FİF (Fiyat İstikrar Fonu) uygulaması yapmışlar ki, iki ürün arasında yani, doğayı ve havayı kıyaslamalı olarak daha az kirleten ve 10 PPM olarak tanımlanan “Euro Dizel”in spot piyasa fiyatı ile doğayı ve havayı kıyaslamalı olarak 100 misli daha fazla kirleten ve 1000 PPM olarak tanımlanan Kırsal motorinin spot piyasa fiyatı arasında veya da adaya giriş fiyatları arasında yaklaşık 2 kuruşluk bir fark olmasına, yani Euro Dizel’in sadece ve sadece 2 Kuruş daha pahalı olmasına rağmen, ‘dâhi bürokratlarımız’ın Euro Dizel üzerine koydukları astronomik FİF vergisi ile Euro Dizel litre başına yaklaşık 40 kuruş daha pahalıya satılmakta.
Açıkçası çevreyi daha az kirleten, neredeyse hiç kirletmeyen diyebileceğimiz Euro Dizel cezalandırılırken, çevreyi ve doğayı acımasızca kirleten Kırsal Motorin ise ödüllendirilmekte…
Ne diyebilirim ki, sadece geliri düşünen ama doğamızın ve havamızın kirlenmesini dikkate almayan bürokratlarımıza…
Tüm okuyucularıma huzur, mutluluk ve başarılarla dolu, sağlıklar içinde yaşayacakları yeni bir yıl dilerim…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
31 Aralık 2014
Sayın Başbakanımıza “Düzeltilmeleri” için açık çağrı yapılması gereken konular var.
Bunların vatandaşlarımızdan duyduğumuz şikayet ve serzenişler nedeni ile dile getirilmesi gerekmekte.
Şikayet konusu olanlardan vatandaşa en çok ezgi vereni, zaman kaybına uğratanı ve devletle iş yaptığına yapacağına pişman edeni “Damga Pulu” uygulaması.
Artık bu halkı bezdiren, devlet dairelerinde zaten var olan bürokrasiden bıkmış, bir de işini gücünü bırakıp köşe bucak damga pulu aramaya zorlayan, resmi evraklara damga pulu yapıştırmak uygulamasına son verilmesi gerekmektedir. Akılcı bir yoldan ve devleti vergi kaybına uğratmayacak şekilde.
Örnek almamız gereken anavatan Türkiye, bunu iki şekilde çözmüş.
01.01.2005 tarihinden başlamak üzere damga pulu yapıştırmak suretiyle damga vergisi ödeme uygulamasını kaldırmış ve bunun yerine makbuz karşılığı damga vergisi ödenmesi uygulaması getirmiş. Bazı işlemlerde de, makbuzu da kaldırmış yerine evrak harcı koymuş.
Örneğin vatandaşın “Doğum Belgesi” talebinde, 1 TL Doğum Belgesi ücreti, 10 TL Damga Pulu isteneceğine, Doğum Belgesi çıkarım ücreti 11 TL olarak uygulamayı başlatmış. Vatandaş bu şekilde hem istediği evrakı alabilmekte hem de köşe bucak damga pulu aramaya zorlanmamakta.
KKTC’de de bu uygulama hayata geçirilmeli.
Bunu yapabilecek yasalarımız, yeteneğimiz, inisiyatifimiz ve personelimiz yoksa en azından tüm dairelerdeki vezne ve evrak hazırlayan birimlerde “Damga Pulu” bulunmasını sağlamanız gerekmektedir.
Bunun ötesinde artık e-devlete tam olarak geçilmesi lazımdır.
82 milyonluk Türkiye’de devletle olan tüm evrak işleri internet üzerinden yapılabilirken, bizde hala merkezi hükümetçilik uygulaması yürürlüktedir.
Lefkoşa’da oturmayan birçok vatandaşımız en basit bir evrakı alabilmek için en az 3 kez ve 3 gün arka arkaya aynı daireye gitmek zorunda bırakılmaktadır. Bunlardan en kötüsü, en yıldıranı da, ilgili evrakın işlemleri nihayet bittikten sonra evrakın altına son imzayı atacak bürokratın içeride bulunmaması ve yerine de vekaleten imza atacak birinin olmamasıdır. Beklersiniz, saatlerce beklersiniz ama gelmez ve siz mecburen Mağusalı iseniz Mağusa’ya, Karpazlı iseniz Karpaz’a, Güzelyurtlu iseniz Güzelyurt’a dönmek zorunda kalırsınız. Ertesi gün de tekrar gelirsiniz aynı daireye. Şanslı iseniz evrakınız imzalanmıştır ve sizi bekler. Son imzanın sahibi daha gelmemiş ise gene beklemek zorundasınız…
Gerçekten de çok bıktırıcı ve bezdirici bir bürokrasimiz var. Bunu çözmek ve azaltmak için de hiç kimse uğraşmıyor maalesef.
Vatandaşlık, muhaceret, ikamet, sınav girişi başvurusu ve benzeri konularda istenen belgeler ise hem çok fazla, hem de bazıları çok saçma. KKTC vatandaşı kadından evlenince, yabancı uyruklu kocasını geçindireceğine dair kendisinden taahhüt istenmesi veya da muhtardan birlikte yaşadıklarına dair pullu ve mühürlü evrak getirmesi talebi gibi. Hangi kafadan çıkmış bu saçma fikirler hala anlamış değilim.
Sıradan bir sınava, Kolej sınavına girmek için istenen belgelere bakın;
1. Kimlik veya doğum belgesi
2. Öğrenci Belgesi
3. Banka dekontu
4. İkamet belgesi
5. Başvuru belgesi
Sınava girecek öğrencinin annesi veya da babası toplamda 5 ayrı kurum veya devlet dairesini dolaşmak zorunda bırakılıyor evlatlarının sınava girmesini sağlayabilmek için.
Türkiye’de ise bu uygulama son derece basitleştirilmiş artık. Velilerin daire daire dolaşmasına gerek kalmadan ve beş kuruş da sınav ücreti ödemeden evlatları sınava giriyor.
Sınava girmek için istenen belge sadece ve sadece “Öğrenci Belgesi”. Onu da sınavdan önce ilgili okul öğrencisine, elden ücretsiz veriyor…
Niçin bizde, 280 bin kişilik küçücük bir ülkede, hala bu tür uygulamalar yürürlükte değil.
Galiba sadece konuşuyoruz ama ürettiğimiz hiçbir şey yok….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
29 Aralık 2015
Benzin istasyonlarında satılan akaryakıt fiyatı ile KIB-TEK’in kilovatsaat fiyatı, akaryakıtta uluslararası spot piyasada oluşan düşüşü gerçek olarak yansıtmamaktadır.
Dünya piyasasındaki verilere baktığımızda, ham petrolün varil fiyatı bugün 57 ABD Doları.
2014 yılı Ekim ayında, çok değil 2 ay evvel 98 ABD Doları,
2013 yılı Ağustos ayında 109 ABD Doları,
2012 yılı Haziran ayında 90 ABD Doları,
2011 yılı Nisan ayında 126 ABD Doları,
Son 4 yılın ortalaması ise yaklaşık 106 ABD Dolarıdır.
Bu da demektir ki son 4 yılda KKTC’de benzin istasyonlarında satılan yakıt ve KIB-TEK’in ürettiği elektrik fiyatları ortalama ham petrolün 106 ABD Dolarlık maliyetine göre şu anki seviyesinde.
Mazot spot piyasa ton fiyatı bugün (1.335 $/Gl) 415 ABD Doları.
2014 yılı Eylül ayında (2.695 $/Gl) 838 ABD Doları,
2013 yılı Temmuz ayında (2.965 $/Gl) 922 ABD Doları,
2012 yılı Mart ayında (3.148 $/Gl) 978 ABD Doları,
2011 yılı Nisan ayında (3.163 $/Gl) 983 ABD Doları. (Kaynak: US Energy Information Administration – http://www.eia.gov/dnav/pet/pet_pri_spt_s1_d.htm)
Son 4 yılın ortalaması ise yaklaşık 930 ABD Doları.
Dünya mazot fiyatlarındaki düşüş son 4 yılın ortalamasına göre yarıdan da fazla ve yüzde 55.
Matematiksel olarak [(930-415) x 100]/930 olarak formüle edebiliriz bu düşüş oranını.
KKTC’de uygulanan vergilendirme sistemine göre ABD Doları 2.30 TL’den maliyet analizi yapılırsa; Mazot alımı CIF (Maliyet, Sigorta, Navlun dahil) 415 ($/ton)/1178 (lt/ton) = 0.35 $/lt veya 0.81 TL/litre olmaktadır.
Bu fiyatın üzerine Sabit Nakliye Bedeli (1.46 krş/lt), Rıhtım harcı, Belediye tartı Ücreti, Turizm Teşvik Fonu (1 krş), Fiyat İstikrar Fonu, Fire masrafı (10 krş/lt), Gümrük vergisi (3 krş/lt) eklenmekte ve toptan fiyatı belirlenmektedir. Toptan fiyatına KDV ve Bayi Karı eklendiğinde pompa satış fiyatı ortaya çıkmaktadır.
Son 4 yılın ortalamasına göre mazotun CIF fiyatını 1.58 TL/lt alırsak bayi satışı 3.41 TL/litre olmaktadır.
Bugünün serbest piyasa mazot fiyatı olan 0.81 TL/litre baz alınırsa, değişken vergilerin ortalaması ile sabit vergilerin ortalaması alınarak bir maliyet hesaplaması yapılırsa, günümüzde mazotun pompa satış fiyatının 1.53 TL olması gerekmektedir.
Tüm vergilerin sabit olduğu (1.83 TL/lt) ve maliyet fiyatına bakılmaksınız değişmediği bile kabul edilse, günümüzdeki pompa satış fiyatının 1.83 + 0.81 = 2.64 TL/lt olması lazımdır.
Hükümetimiz, dünya spot piyasa mazot fiyatlarının artmasına paralel olarak arttırdığı mazot pompa satış fiyatını, aynı şekilde dünya spot piyasa mazot fiyatları düştüğü vakit aynı oranda yansıtmamaktadır.
Şu anda devletimiz haksız bir şekilde ve de mevcut yasalara, kararnamelere ve tüzüklere aykırı olarak benzin istasyonlarında satılan her litre mazottan 1.90 TL, bence yasal olmayan bir şekilde ek vergi almaktadır. Üstelik haksız olarak tanımlayacağım bu gelir bütçe artışı olarak da gösterilmekte.
KIB-TEK (Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu) ise geçmişte petrol fiyatları her arttığında “kaçınılmaz” diyerek kilovatsaat fiyatlarını arttırdığı elektrik ücretini gerektiği kadar aşağıya çekmeyi düşünmemekte, göstermelik bir indirim yapmayı planlamaktadır.
Şimdi bunun tersini düşünüyorum.
Gerçekte düşünmeme de gerek yok çünkü bunu geçmişte bitmeyen grevlerle elektriksiz ve hizmetsiz kalarak bedelini acı bir şekilde ödemiştik Kıbrıs Türk halkı olarak.
Eğer 2011 yılında ham petrol varil fiyatı 57 ABD Dolarıyken, günümüzde de 106 ABD Dolara çıkmış olsaydı, hem elektrik fiyatları, hem de akaryakıt pompa fiyatları ikiye katlanırdı.
Hükümetimizin pompa fiyatlarını, KIB’TEK’in de elektrik fiyatlarını gerçekçi bir şekilde yüzde 55 oranında aşağıya çekmesi gerekmektedir…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
26 Aralık 2014
Tarih 24 Aralık 1963, günlerden Salı. Yer Lefkoşa’nın Kumsal bölgesi, Mehmet Akif Caddesi ve Mürüvet İlhan Sokak (olay günkü ismi İrfan Bey Sokak). Saat akşam üstü 18.00 civarı. Hava kararmış, ısı yaklaşık 8o C.
Pazartesi gecesi, yani bir gün evvelki 23 Aralık gecesi, ev sahibi Hasan Yusuf Gudum, karısı Feride Hasan Gudum, Meriç’li (eski ismi Mora) Ayşe (Cankan), kucağında iki yaşındaki kızı Işıl (Cankan) ve Ayşe hanımın kız kardeşi Növber İbrahimoğlu daha güvenli olduğu düşüncesi ile Kıbrıs Türk Alayında görevli Tabip Binbaşı (Em. TuğGn) Nihat İlhan ile eşi Mürüvet hanımın evine sığınmışlardı.
EOKA milisleri ve Yunan Subaylarının komutasındaki küçük bir Rum birlik ise evin 120 m. kuzeyindeki Severis un fabrikasına mevzilenmiş, fabrikanın en üst katına da kum torbalarından yüzü Türk bölgesine dönük küçük bir korugan yaparak içine 1 adet A4 tipi makineli tüfek yerleştirmişti. A4 tipi makineli tüfek binanın damına, ellerinde 1959 yapımı CZ vz.52/57 tipi otomatik tüfek, 1936/57 yapımı M1 Garand tipi yarı otomatik tüfek ve Stengun makineli tabanca olan Rum çetecilere, masum Türk evlerine yaptıkları saldırılarda atış desteği vermek ve düşman ateşinden korumak amacı ile kurulmuştu.
Hasan Yusuf Gudum dışarıda durup bir nevi gözcülük yaparken, Mürüvet hanım da çocuklarını pijamalarını giydirmiş, kahvaltı türü bir şeyler yedirmiş ve onları yatırmaya hazırlanıyordu. Evdeki komşu bayanlar ise hep birlikte yiyecek bir şeyler hazırlayıp masaya oturmuşlardı.
Evin batı tarafından geçen Kanlıdere’nin diğer kıyısından silah sesleri duyulmaya başladığı vakit Hasan Bey büyük bir telaşla içeri girmiş ve “Rumlar bizi basıyor” diyerek heyecanlı bir şekilde bağırarak evdekileri uyarmıştı.
Çok geçmeden Kanlı Dere tarafından eve kurşun yağmaya başladı. Kurşunlar yağmur gibi geliyordu. Mutfağın önündeki yemek odasının tehlikeli olduğunu ve eve pencerelerden giren kurşunlardan kendilerini koruyamayacağını hisseden masum ve savunmasız dokuz insan, elektrikleri kapattılar ve evin güvenli olduğunu düşündükleri yerlerine saklanmak çabası içine girdiler.
Dr. İlhan’ın eşi Mürüvet Hanım, eşi kendisine “Eğer ateş olursa duvardan duvara geçecek kurşunlara hedef olmazsınız, banyo sizi korur” dediği için hemen daha 6 aylık olan Hakan’ı kucaklar, 6 yaşındaki Murat ile 4 yaşındaki Kutsi’yi de ellerinden sıkı sıkı tutarak evin sol arka köşesinde yer alan banyoya doğru koşar. Arkasından Növber hanım ve kucağında kızı Işıl’ı sıkı sıkı tutan Ayşe hanım ve Hasan dede, hep birlikte banyoya girerler ve saklanmaya çalışırlar. Kalın taş duvarları ve küçük de bir penceresi olan banyo gerçekten de iyi bir korugan gibidir.
Üzerinde gri bir palto olan Mürüvet hanım, çizgili pijamalarını giymiş olan çocuklarını kucaklar ve hep birlikte banyo küvetinin içine uzanarak pencerelerden giren mermilerden kendilerini korumaya çalışır. Ayşe hanım, kucağında kızı Işıl ile sağ köşeye, lavabonun sağ tarafına çömelir. Növber hanım ise kapıyı eli ile sıkı sıkıya kapatabilmek için kapının hemen yanına sağ tarafa oturur.
Ev sahibi Hasan Efendi eşi Feride Nine’yi tuvalete kapının arkasına saklar ve banyoya gelerek lavabonun sol tarafına büzüşür.
Kumsal bölgesinde yıllarca Türklere kapı komşuluğu yapan Ermeniler, bölgenin savunmadan yoksun olduğunu telsizle Rumlara bildirdikten sonra, Akritas Planı, Genel Harekat Planı bölümü, Birinci Kesim (Ayios Pavlos, Ayios Demetios bölgeleri) bölge komutanı “Terezepilos” kod adlı Yunan subayının komutasında sayıları 150 olan EOKA’cı milisler, Severis Un Fabrikası’ndaki makineli tüfeğin koruması altında önce içinde su seviyesi az olan Kanlıdere’yi yürüyerek geçmişler ve sonra da Akritas Planında belirtildiği şekilde bölgelere dağılmışlardı.
Mehmet Akif caddesi, Mürüvet İlhan Sokak (eski ismi İrfan Bey sokak), Murat İlhan sokak ve Gültekin Şengör sokak, Kıbrıs ordusunda teğmen olan (Emekli Binbaşı) Savvas Selis ve Thisoas kod adlı EOKA’cının komutasındaki ekibin görev alanı olarak belirlenmişti.
Savvas Selis’in grubu, “Enosis” naraları atarak ateş açmaya başlar ve İrfan Bey sokağı tarafından Türk bölgesine saldırıya geçerler. Severis Un fabrikası üzerindeki makineli tüfeğin koruması altında evlere önce uzaktan ateş ederler. Özellikle de köşedeki beyaz tek katlı evin kuzeye bakan, kapının hemen yanındaki odasının pencerelerini ateş yağmuruna tutarlar, olmaya ki eve yaklaşırken o odada olan birisi kendilerine ateş edip vurabilir düşüncesi ile. Üç kişi yolun solundaki eve doğru yönelirken, beş kişi de sağ köşedeki beyaz tek katlı binaya yönelir. Ermenilerden gelen bilgiye göre bu binada Türk Alayında görevli bir Türk subayı, eşi ve üç çocuğu yaşamaktadır. Bu aile yok edilmelidir ki, Rumların, Kıbrıslı Türklerden ve Türkiye’den korkmadıkları dünyaya gösterilsin.
Beyaz evden kendilerine karşı ateş açılmayınca daha da cesaretlenen Rum caniler, giriş kapısının önüne gelip kilidine ateş ederler ve sonra da tekmelere kapıyı kırarak içeri girerler.
Ellerinde otomatik tüfek tutan iki cani, “Taksim istersiniz ha!” diye bağırarak her tarafa gelişi güzel ateş eder ve soldaki odaya çabucak göz attıktan sonra ileri seğirterek, önlerindeki kapıdan hole geçip soldaki yatak odasına yönelirler ve tekrar ateş etmeye başlarlar. İçlerindeki hınç önlerine çıkan her tür canlıyı öldürmelerini emrediyordu. Bu odada işleri bitince hızla önlerindeki ara kapıdan geçip, mutfağın önündeki hole gelirler ve soldaki ikinci yatak odasına da ateş ederler. Yataklara, yatak altlarına ve dolaplara.
Arkadaki grup da önce sağdaki misafir odasına dalar, sonra da ateş ederek mutfağa geçer.
Ufacık banyo odasının içine sığınan masum ve savunmasız Türkler ise birbirlerine sarılmış Rumların kendilerini bulmaması için dualar ediyorlardı. Küvetin içinde Mürüvet hanım, üç çocuğuna sıkı sıkı sarılmış, bedenini siper etmişti. Ayşe hanım kızı Işıl’ı kolları ile sarmalamış, sırtını köşeye dayamış, lavabo ile köşe arasına sokulmuştu, Növber hanım, kapının açılmasına mani olabilmek için kapının dibine çökmüştü. Hasan dede de, o küçücük banyonun içinde, lavabonun sağ tarafı ile küvetin arasına büzüşmüştü. Nefes bile almıyorlardı. Sadece Allah’a dua ediyorlardı.
Evin sol tarafındaki odaları boş bulan iki Rum cani, evin arka sol tarafındaki kapıları sıkı sıkıya kapalı olan banyo ve tuvalete yönelirler ve “Enosis” çığlıkları altında tüm mermilerini kontrplak kapıların üzerinden içeriye boşaltırlar.
Kapıyı eli ile sıkı sıkı kapalı tutmaya çalışan Növber hanım, elinden kötü bir yara alır ve yana kaykılarak kapının önüne yığılır. Kapının tam karşısında yer alan banyo küvetinin içindeki Mürüvet hanım ve üç çocuğu ise küvetin içine yığılırlar. Kapıyı kırarcasına açmaya çalışan Rumlar, Növber hanımın kapının önüne yığılması nedeni ile kapıyı birazcık aralayabilirler ve o aralıktan sağa ve öne doğru tekrar ateş ederler. Vefakar anne ve çocukları o anda şehit olurlar. Etraf bir anda kan gölüne döndüğü için Rum caniler hepsini öldürdüklerini sanarak hemen yan taraftaki tuvalete yönelirler. Kapıyı açamazlar ama kontrplak kapıdan içeriye onlarca mermi sıkarlar. Kapının arkasına saklanmış olan Feride nine başına isabet eden kursunlar nedeni ile anında şehit olur ve yere yıkılır.
İçerdekilerin öldüğüne inanan iki cani geri çekilir ve diğer üç cani de banyo kapısının önüne gelip sıra ile aralıktan içeriye ateş ederler. Acımasızca silahsız, korumasız ve masum insanlara ateş eden Rumların silahından çıkan kurşunlardan birisi, önce kızı Işıl’ın dizini parçalar sonra da Ayşe hanımın bir bacağından girip diğer bacağından çıkar. Ayşe hanımın ayağında büyük bir yara açılır.
Feride nine ile banyoya çocukları ile saklanan Mürüvet hanım ve çocukları şehit olurken, Hasan Yusuf Gudum ile birlikte Ayşe hanım, kucağındaki kızı Işıl ve Növber hanım ağır yaralanırlar.
Eve kimlerin ya da kaç kişinin girdiğini tam olarak bilen yok. Baskın sırasında CZ vz.52/57 tipi otomatik tüfek ile 15 el, Stengun otomatik tabanca ile 12 el ve 1936/57 yapımı M1 Garand tipi yarı otomatik tüfek ile de 6 olmak üzere toplam 33 el ateş edildiği, şehitlerin vücutlarındaki yaralardan ve duvarlarda hala yeri belli olan kurşunların izlerden anlaşılmaktadır. Bilahare incelenen kovanlar, iğnenin vuruş yerlerindeki farklılıklarından dolayı olayda 5 ayrı silahın kullanıldığını göstermektedir. Kovanlar bilahare Albay (Major) Meysi tarafından eve ilk giren (GA Kurucular Kurulu Bşk) Memduh Erdal’dan alınmış ve kayda geçirilmiştir.
24 Aralık gecesi Lefkoşa’nın batı mahallesi Kumsal’ a yapılan baskın arkasında, Yunan Alayı’na mensup subayların ve askerlerin de katliama bilfiil katıldıklarını belgeleyen kanıtlar bıraktı. Saldırganların geri çekilirken terk ettikleri malzeme arasında, özellikle de Severis Un Fabrikası damında, Yunan subay şapkaları, Yunan ordusuna ait çelik başlıklar ve NATO’ya ait bazuka mermileri ile mermi kovanları vardı.
Kumsal bölgesinde yıllarca Türklere kapı komşuluğu yapan Ermenilerin bölgenin savunmadan yoksun olduğunu telsizle Rumlara bildirdikleri, daha sonra TMT tarafından belirlenmesi nedeni ile Kumsal, Köşklüçiftlik ve Arabahmet bölgelerinde oturan Ermeniler, bu hainliklerinin ortaya çıkmasından sonra evlerini terk etmek ve Rum bölgesine kaçmak zorunda kaldılar.
Rum çeteciler, Kumsal bölgesinden çekilirken, kadın, erkek, yaşlı ve çocuk ayırımı yapmaksızın yüzlerce Türkü de dipçik darbeleriyle önlerine katıp götürdüler. Kaçırılan Türklerin bir bölümü kurşuna dizildi.
Rumca gazetelerde son zamanlarda çıkan itiraflara göre, beraberinde erkek, kadın-çocuk ve yaşlı yaklaşık 200 Kıbrıslı Türk esir getiren EOKA’cı Tasos Marku, operasyonu fiilen idare eden Rum Bakan’a telefon eder ve ne yapması gerektiğini sorar. Eli silah tutabilecek erkeklerin öldürülmesi talimatını verir kendisine telefonun öbür ucundaki Rum Bakan.
Akritas Planının mimarlarından o dönemde Bakan olan sadece Yorgadjis ve Papadopulos’dur. İtiraflar, Yorgadjis’in öldürülmesinden çok seneler sonra yapıldığından, emri veren Bakanın Yorgadjis olması durumunda, dile getirilmesi sorun yaratmaz, konuşanı sıkıntıya sokmazdı. Geriye “Kumsal Katliamı”nın mimarının Papadopulos olduğu varsayımı kalmaktadır.
Katliamdan sonra eve ilk giren kişi ise 25 Aralık 1963 Çarşamba günü öğleden sonra Severis Un fabrikasından açılan makineli tüfek ateşine rağmen eve ulaşmayı başaran, TMT’nin o dönem en gözü pek kişilerinden olan Memduh Erdal ve fotoğrafçı Mustafa Mehmet Özünlü olur. Resimleri Memduh Erdal çeker.
Severis Un fabrikasındaki Rum makineli tüfek yuvası da ertesi gün, 26 Aralık 1963, Perşembe günü, Kıbrıs Türk Alayı’ndan gelen küçük bir ekip tarafından susturulur ve fabrika Türklerin eline geçer. Aynı gün Türk jetleri Lefkoşa üzerinde alçaktan uçarak Makarios’a ihtar verirler.
Not: Bu yazıda anlatılan “Kumsal Katliamı”nda geçen olayların derlemesi, SAMTAY VAKFI arşivindeki belgelerin ve o günü yaşayan kişilerin anılarının, Prof. Dr. Ata ATUN tarafından derinlemesine incelenip, kronolojik olarak sıralanması ile yapılmıştır.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
24 Aralık 2015
21 Aralık 1963 gecesi Lefkoşa’nın Tahtakale bölgesinde yaşananlar bir tesadüf veya da doğaçlama gelişmiş bir olay değildi. Planlıydı ve o günden bugüne değin Kıbrıs adasında yaşanan tüm olumsuzlukların başlangıcını ve yakın tarihimizin de önemli bir köşe taşını oluşturdu. Sondan birkaç evvelki köşe taşını…
En sonuncu köşe taşını Yunan Cuntası, 15 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak etmek için adadaki Yunalı subayların komutasında gerçekleştirdiği darbe ile yakın tarihimizdeki yerine koydu. Yunanistan’ın bu girişimi 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçekleştirdiği Mutlu Barış Harekatı’nın yapılmasına yol açtı.
Ondan bir evvelkini ise gene Yunan Cuntası, Kıbrıs adasında yaşayan Kıbrıslı Türklere bir gözdağı vermek ve toptan bir saldırıyı başlatmak amacı ile 15 Kasım 1967 günü kendisinin adaya gönderdiği Yunan Ordusundan emekli Kıbrıs doğumlu ve sonradan Generalliğe terfi ettikleri Albay Yorgos Grivas’ı, Boğaziçi (Ayios Theodoros) ve Geçitkale (Köfünye) köylerine saldırtmakla yakın tarihimizdeki yerine koydu. Cuntanın, sonucunu iyi hesaplamadığı bu kararı, Türkiye’nin çok ağır bir (savaş) notasını Yunanistan’a vermesi, adada mevcut 20 bin Yunan komandosunun geri çekilmesi ve müzakerelerin başlaması ile sonlandı.
Ondan evvelki köşe taşını da, gene Albay Grivas’ın, 9 Eylül 1922’de Yunan ordusunda bir teğmen iken İzmir’de Türk Ordusu tarafından denize dökülmelerinin intikamı olarak düşündüğü ve tamamen kendisinin planladığı ve organize ettiği, 5 bin kişilik profesyonel bir ordu ile 532 öğrencinin savunduğu Erenköy’e saldırması oluşturdu. Türkiye’nin 62 Türk savaş jeti ile müdahale ettiği bu saldırı Rumların büyük kayıpları ile son bulmuştu. Türkiye’deki İnönü hükümeti kararlı davranmayıp, Kıbrıslı Türklerin korunmasını ve selametini görüşmeler ve BM çağrıları ile çözmeye bıraksaydı, daha o günden adada Türk temizliği başlar ve Kıbrıs adası Türklerden tamamen temizlenirdi.
Bütün bu “Kıbrıs adasını Kıbrıslı Türklerden temizlemek” sevdası, Rumca ve Yunanca’da “Megali İdea”, Türkçe’de de Yunanlıların “Büyük Ülküsü” denilen, hastalıklı ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir kavramdan kaynaklanmakta.
Bu çağdışı ve hastalıklı Megali İdea kavramı, içinde 10 hedefi barındırmaktadır.
1-Yunan Milletinin tam bağımsız oluşunun sağlanması (Yerine getirilmiştir)
2-Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a bağlanması (Yerine getirilmiştir)
3-Ege adalarının Yunanistan’a bağlanması (Yerine getirilmiştir)
4-Oniki Adanın Yunanistan’a bağlanması (Yerine getirilmiştir)
5-Girit adasının Yunanistan’a bağlanması (Yerine getirilmiştir)
6-Batı Anadolu’nun Yunanistan’a bağlanması (Denendi ama başarılı olunamadı)
7-Pontus Devletinin tekrar kurulması (Girişim başlattılar)
8-Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması (Denendi ama başarılı olunamadı)
9-Gökçeada ve Bozcaada’nın Yunanistan’a bağlanması (Daha girişim başlatmadılar)
10-İstanbul’un geri alınması ve Bizans’ın tekrar kurulması (Ebedi ülküleri)
Megali İdea’nın ilk fikir babalığını 1714 tarihinde doğmuş olan Kosmas o Etolos adlı Yunan şairi yaptı. Hayata geçiren ise Yunanlı şair Rigas Ferreos oldu. Adı “Helen Cumhuriyeti” olacak olan Büyük Yunanistan haritasını hayalinde 1791 yılında oluşturmuş 1796 yılında da Viyana’da bastırarak kağıda dökmüştür. Bu haritaya göre, Doğu Balkanlar, Anadolu’nun Batı yarısı, şimdiki Yunanistan çevresindeki tüm adalar, Girit, Rodos ve Kıbrıs adaları, Trakya’nın tümü ve İstanbul “Helen Cumhuriyeti” topraklarını oluşturmaktadır. Ferreos, hedefe ulaşmak için “Silahlı mücadele planı” ve “Anayasa” hazırlayarak 1797 yılında yayınlamıştır.
Bu nedenle de Yunan Cuntası’nın 15 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’ta organize ettiği darbeden 2 gün sonra ilan edilen ve Yunanistan’a bağlandığı açıklanan yeni devletin adı “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti” olmuştur. Geleceğe yönelik adım atmak ve adadaşlarımız Rumları iyi değerlendirebilmek için geçmişimizi çok iyi bilmemiz gerekmektedir. Hiçbir Rum lider Megali İdea kuralları dışına çıkıp Kıbrıs adasını Türklerle paylaşacak bir antlaşmaya imza atmaz, atamaz. Bunu çok iyi bilmemiz ve “Barış” gibi, “Ortak Yaşam” gibi hayallere kapılmamamız lazımdır.
Gerek 21 Aralık 1963 günü, gerekse de daha evvel ve daha sonra şehit olan kardeşlerimize Allah’tan rahmet dilerken, Gazilerimize, Mücahitlerimize ve Türk Silahlı Kuvvetlerine teşekkürlerimi, şükranlarımı sunar, saygı ile selamlarım.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
22 Aralık 2014