İngilizler 1878-1960 yılları arasında Kıbrıs adasında, portakal ihracatını dikkate alarak Güzelyurt-Mağusa limanı arasında tren sistemini kurdular ancak toplu taşımacılık sistemini tek yöntemli olarak başlatmış olmalarına rağmen, otobüs ile taşımacılık yapılmasını pek desteklemediler. Buna karşın o dönemde ada İngiliz toprağı olduğu için İngiltere’de üretilen taşıt araçları gümrük harcı ödenmeksizin ithal edilebilmekteydi.
Bu nedenle de diğer ülkelerde imal edilen araçlara kıyasla daha ucuz olan İngiliz malı otomobiller, adada yaygın bir şekilde kullanılmakta ve ulaşım da çoğunlukla bu araçlarla yapılmaktaydı.
İngilizler 1960 yılında adanın yönetimini ortaklaşa olarak Kıbrıslı Türklerle Rumlara bırakırken, adına “Rüçhanlı tarife” denen bir Gümrük uygulaması sistemi ile “İngiliz üretimi ticari mallara daha düşük gümrük uygulanmasını” kurallaştırarak adadan ayrıldılar.
Yolların dar ve az oluşu, yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yol yapacak ve altyapıya para ayıracak bütçesi olmadığından gelişemeyen toplu taşımacılık, 21 Aralık 1963 tarihinde başlayan çatışmalar nedeniyle iyice durdu. 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Mutlu Barış Harekatı ile bir kez daha göçmenlik yaşanınca uzun bir müddet daha yerinde saydı ve gelişmesini erteledi.
Her ne kadar bizim küçücük ülkemizde toplu taşımacılık daha istenen düzeyde gelişememişse de, bir takım yerleşim merkezleri arasında minibüs düzeyinde toplu taşımacılık başlamış durumda.
Bunların arasında en faali Girne-Lapta arasında çalışan minibüsler. Ne var ki burada da sıkıntı diz boyu. Girne’de minibüs terminali olarak kullanılan yer, Belediye’nin bulunduğu ve eski Osmanlı Mezarlığının park alanına dönüştürüldüğü yerde ana caddenin üzerinde. Şoförler, yardımcıları ve yolcular için ne bir üstü açık veya kapalı bekleme yeri var, ne tuvalet, ne su ne de şoförlerin dinlenebileceği bir mekan. Gerçekte terminal diye bir yer de yok. Buna son durak dense daha iyi olacak. Bu son duraktaki değnekçiden aldığım bilgiye göre, Lapta-Girne arasında çalışan minibüslerin toplam sayısı 34. Bu sayıya var olduğu söylenen korsan minibüsler dahil değil.
Bu hat üzerindeki toplu taşımacılık geliştirilmek isteniyorsa, minibüs terminaline ilaveten minibüs şoförlerinin de sistematik bir biçimde özel olarak eğitilmeleri ve yılda 2 kez “Bilgi yenileme ve hatırlatma” kurslarına katılmalarını sağlanmalı veya da zorunlu hale getirilmeli.
Zira söz konusu minibüsler, yolda giderlerken hiç bir trafik kuralını dikkate almıyorlar. Müşterinin inmek istediği yerde, yolun darlığına veya genişliğine bakmadan duruyorlar veya da binmek isteyen varsa da durup söz konusu yolcuyu alıyorlar. Trafiğin aksaması veya da tıkanması umurlarında olmuyor maalesef.
Bu minibüslerin sürülüş tarzı ise son derece saldırgan. Hiç kimseye ve hiç bir araca yol hakkı vermeden yolda gidiyorlar veya yolcu alıp yola çıkış yapıyorlar veya da yolcularını indirmek için gelişi güzel duruyorlar. Önlerindeki yolcu taşıyan bir diğer minibüsü geçmek için ve bir sonraki yolcuyu kapmak için de, tüm kuralları çiğneyip, geçiş yapıyorlar.
Girne KKTC’nin prestijli bir kenti, gözde bir tatil beldesi ve 3 tane de üniversitenin şehir ile iç içe olduğu bir akademi merkezi. Girne Lapta arası yolun oteller bölgesi diye adlandırılması zaten o yolun, turistin en fazla kullandığı yol olduğunu ortaya koyuyor.
O yüzden de Girne Belediyesi ile Trafik Müdürlüğünün el ele vererek bu hizmetin geliştirilebilmesi için derhal bir çalışma başlatmalarının zamanı gelmiş durumda. Söz konusu minibüs şoförlerinin yılda 2 kez, hafta sonlarında, seferlerin aksamaması için tercihen pazar günü organize edilecek şekilde, dönüşümlü olarak dokuzlu gruplar halinde eğitilmeleri gerekli. Buna ilaveten de minibüs ile yolculuk yapmak isteyen yolcuların terminal sorunları çözülmeli, inme ve binme içinde güzergahın uygun yerlerinde duraklar yapılmalı.
Geri kalmışlık ve vatandaşa ilkel hizmet verme uygulaması turizmin başkentine hiç yakışmıyor. Girne Belediyesi halka hizmet vermeyi icraat planı içine almışsa, Girne’ye yakışan bir minibüs terminali yapmak veya bir yeri tahsis etmek zorunda. Halka hizmet bunu gerektiriyor….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata@kk.tc
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
15 Eylül 2014
Yüksek Öğrenim ile ilgili Devlet kuruluşları, Ata Atun intihal ile ilgili herhangi bir akademik bulguya rastlamamıştır.
Geçen gün Girne’de yaşanan intihar olayı beni gerçekten çok üzdü. Beni üzdüğü gibi eminim bir çok vatandaşımızı da üzdü. Ben şahsen çok etkilendim gencecik bir adamın, bir telefon konuşmasından sonra intihara karar vermesine ve bu düşüncesini de hemen anında uygulamaya koymasına.
Psikolog değilim. Benim kafa yapım matematiksel ağırlıklı, düşünme tarzım da analitik. İntiharlar önlenebilir mi, önlenemez mi konusunda hiç bir akademik bilgim yok. İnsanoğlu bu, beynindeki yargı merkezi ne yapmasına karar verdiyse onu yapar diye düz bir mantıkla düşünüyorum.
Eminim insan beyninin intiharla ilgili bölümü, diğer bölümlere nazaran daha derinlerde, daha uzaklarda ve daha kısıtlı çalışıyor. Herhalde yolu da, çıkış uçları hayatta kalmaya açılan bir çok süslü ve çekici kapılar ile içinde kaybolunan labirentlerle doludur.
İntihar etmek düşüncesini önlemenin, kafadan silip atmanın mümkün olmadığı varsayımıyla konuya baktığımızda, alınabilecek tedbirlerden bir tanesinin intihara giden yolu uzatmak ve intihara yol açacak malzemeleri ortadan kaldırmak olabilir diye düşünüyorum.
Ben Mücahitlik hizmetime 1970 yılının Eylül ayında Mağusa Sancağına bağlı Merkez Taburunda başladım. Bittiğinde 1974 Mutlu Barış Harekatı tamamlanmış ve üzerinden de 4 ay geçmişti. Uzun, yorucu, stresli ve içinde savaş deneyimi de olan müthiş bir hayat dersi almıştım Mücahitlik hizmetimden.
Sağ belime asılı tabanca ile hafif sola kaykılmış vaziyette yürümek ve tabancanın varlığının verdiği “kimse bana dokunamaz” duygusu bambaşkaydı. Beşparmak dağları olmasa bile Mağusa’dan görülebilen daha ufak dağları ben yarattım duygusu hakimdi, tabanca belimde olduğu zamanlar. Bu nedenle de terhis olduktan sonra bir müddet yürüme zorluğu ve güven eksikliği çekmiştim.
Sormak isterim; geçen gün intihar eden gencecik arkadaşımızın belinde tabancası olmasaydı, o telefon konuşmasından hemen sonra belinden tabancasını çıkarıp, şakağına dayayıp intihar eder miydi? Görevi bitince tabancasını iş yerine bırakarak dışarı çıkmak emri ve uygulaması olsaydı, iş yerine gidene kadar fikrini değişip, her kimse telefondaki, içinden “canı cehenneme” deyip intihar fikrinden vazgeçmez miydi?
Bence iş yerine gidene kadarki harcadığı zaman süreci içinde, ilk başta intihar etmek düşüncesinin yüzde 100’e çıkmış oranı, belki de iş yerine vardığı zaman artık yüzde 40’lara düşmüş olacaktı ve sinir geçtiğinden veya da azaldığından intihardan vazgeçme olasılığı da yükselecekti.
Zaten bu amaçla olsa gerek, KKTC’de avcıların, av sahasına gidene kadar otomobillerinde tüfeği nasıl taşıyacakları sıkı bir kurala bağlıdır. Tüfek, içine fişek sürülü olmadan, kırık ve bagajda olmak kaydı ile avcı beraberinde taşınabilir anacak. Kuraldaki amaç, yolda giderken bir av hayvanı görünce, arabasını durdurmadan pencereden ateş etmesini ve etrafta bulunan ama o anda gözle görülemeyen insanları vurmasını önlemek içindir. İkinci amacı da, bir kaza veya olay anında hemen silahına el atıp, içinde bulunduğu sinirli ortamdan dolayı karşısındakini vurmasına mani olmak içindir.
Ülkemizde silahla işlenen suç oranı dünya ortalamalarının çok altındadır. Genelde polise ve yasalara saygı da çok üst düzeydedir. Bugüne değin yapılan gösteri ve nümayişlerde protestocular hiç silah kullanılmamışlardır. Silah taşıyarak görev yapmak zorunda olan devlet personelinin, görevi bitince silahını görevini yaptığı yerde bırakarak dışarı çıkması, belki de intihar olasılıklarının biraz daha aşağıya çekilmesine yol açacaktır.
Zaten ada ülkesiyiz. Suç işleyen kişi, görevli personelin belinde silah olsa da yakalanacaktır, silah olmasa da.
Bence denemeliyiz….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
12 Eylül 2014
Dün Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis’in, Rum tarafından günlük çıkan Fileleftheros gazetesinde yayınlanan söyleşisini okudum. Tam gülermisin, ağlarmısın tarzında düşünceleri var Kasulidis’in Kıbrıs konusunda. Doğal olarak açıklamaları da aynı kategoride.
Sanki de Kıbrıs Rum Yönetimi dünyanın en büyük en güçlü devleti ve biz Kıbrıslı Türklerle “lütfen” konuşuyor. Ha keza Türkiye’yle de öyle.
Üfürükten bir devletin üfürükten bir bakanı olduğunu unutmuş Kasulidis herhalde. Batmış, çökmüş ve hiç bir saygınlığı olmayan, uyuşturucu kaçakçılığından, silah kaçakçılığına, kadın ticaretinden, kara para aklamaya kadar her tür melanetin yer aldığı, gerçekte de yasal olmayan bir devletin dışişlerinden sorumlu bir bürokratı. Seçilmiş bir siyasi bile değil.
Kasulides’in ettiği laflar boyundan büyük. Gerçekte tümünü toplasanız Rumların, Kasulides’in ettiği laflar, tümünün toplam boyundan da büyük.
15 Mayıs 1919’da Anadolu’ya, 20 bin kişilik bir ordu ile arkalarında Avrupa’nın galip devletlerinin diplomatik gücü ve silah gücü ile çıktıklarında gene böyle havalar içindeydiler ve Anadolu’nun Ankara’ya kadar olan batı yarısını alacaklarına inanmışlardı. 9 Eylül 1922’de sadece 2 bin kişi kalan yılgın bir ordu ile Yunanistan’a geri döndüler ve yaptıkları hatanın adını da “Küçük Asya Felaketi” koydular.
1963 yılında Kıbrıs adasını, aynen Girit’te yaptıkları gibi Türklerden temizlemek için saldırılar başlattıklarında, Türkiye’nin diplomatik uyarılarına kulak asmadıkları gibi,megalomanik yapılarından dolayı Türkiye’yi de yok saydılar. Biz Kıbrıslı Türkleri taciz etmek, Türkiye’ye de sen adaya ayak basamazsın mesajını vermek için her fırsatta dabol bol “Bekledim de Gelmedin” şarkısını çaldılar. Megalomanilerinin onları götürdüğü yol, sonunda tümüne kayıtsız koşulsuz sahip oldukları adanın üçte birini Türklere bırakmakla sonuçlandı.
Şimdi de üfürükten bir devletin dışişlerinden sorumlu bürokratı olduğuna bakmaksızın, “Ya Türk tarafı, Kıbrıs sorununun çözülebilmesi için bazı önemli tezlerini değiştirecek ya da Kıbrıs sorunu çözülmeyecek” buyurdu Kasulides.
Kasulidesson 50 yıldır süren müzakerelerde üzerinde mutabakata varılmış yakınlaşmaları yok sayan, BM’nin yıllar boyu süren çalışmaları sonucunda oluşturmayı başardığı parametreleri değiştirmeye çalışanın kendileri olduğunu, müzakereler boyunca masaya her konan planı reddeden tarafın da Rumlar olduğunu unutmuşa benziyor.
Kıbrıs’ın kuzeyine Türkiye’den önce suyun sonra da elektriğin gelmesi ile ellerindeki yegane koz olan “tanınmış devlet olmak” üstünlüğünün zarar göreceğini anlayan Kasulides, daha sonra da bir olasılıkla da doğalgaz ile internet omurgasının gelmesi ile ellerindeki geri kalan politik gücü de kaybedeceklerinin buna ilaveten de Kıbrıslı Türklerle hiç bir rekabet güçlerinin kalmayacağının farkındalığı ile şimdiden ağlamaya başladı ve mızıkçılığa yöneldi.
Rumlar, adada çözüm istiyorlarsa, son 50 yıldır hiç bir değişikliğe uğratmadıkları kendi maksimalist tezlerini değiştirmek ve isteklerini makul, gerçekçi bir seviyeye çekmek zorundadırlar. Aksi takdirde Kıbrıslı Türklerin kan, gözyaşı ve bin bir ezaya karşı gelerek kurdukları KKTC, Türkiye’nin gittikçe artan desteği ile daha güçlenecek ve adadaki çözüm kendiliğinden iki devletli çözüm şeklinde dönüşecektir.
Rumların hayali olan “Üniter Rum Devleti”nin hayata geçmesi zaten olanaksızdır. Kıbrıslı Türklerin arasında artık Rumlarla ortak, “Birleşik Federal Kıbrıs Devleti” kurmak isteyenlerin sayısı da 2004 yılındaki referandumdan sonra dramatik bir şekilde aşağıya inmiş durumdadır…
Rumlar, megalomanik düşüncelerle ve sözlerle bu treni de kaçırırlarsa, ki öyle gözükmektedir, Kıbrıs adasında Türklerle Rumların bir arada yaşaması ütopik bir hayale dönüşecektir…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata@kk.tc
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
10 Eylül 2014
Yüksek Öğrenim ile ilgili Devlet kuruluşları, Ata Atun intihal ile ilgili herhangi bir akademik bulguya rastlamamıştır
Yirminci yüzyılın son çeyreğine değin “Medya”yı en iyi kullanan kişi bence Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’di. Sonrasında bayrağı batı basını devraldı ve halen daha sıkı sıkıya elinde tutuyor.
Batı basını bütün dünyayı elinde fırıldak gibi oynatıyor, istediği mesajı da istedi şekilde verip olayları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle ediyor.Kolayca haksız olanı haklı, hakkı yeneni de haksız, daha beteri canavar gibi dünyaya takdim edebiliyor.
Basının bu gücünü fark ettiğimde daha 10’lu yaşların ilk çeyreğindeydim. Kıbrıs’ta Rumlar hem biz Kıbrıslı Türkleri acımasızca öldürüyor, hem köylerimizi, evlerimizi yakıp yıkıyor, taşınır-taşınmaz mallarımıza, hayvanlarımıza, zahiremize el koyuyordu. Ben o dönem basında, özellikle de Avrupa basınında, sadece, dükkanlarda İngilizlerin evlerinden sarma kağıdı niyeti ile toplanarak bir kenara yığılmış veya yolda belde yerlere atılmış günü geçmiş İngilizce gazeteleri okuyabiliyordum, Türklerin Kıbrıs’ta isyan ettiği ve Makarios güçlerinin silahlı müdahalede bulunmak zorunda kaldığı haberleri çıkıyordu gazetelerde.
Çok şaşırıyordum, bu doğru olmayan, tek bir merkezden çıkmış, gerçeklerin ters yüz edilip saptırıldığı, Rumların çıkarları doğrultusunda olayların değiştirilerek, dünyaya Reuters, BBC, Ajans Press gibi ünlü haber merkezleri tarafından bilinçli olarak yayılan taraflı haberleri okuduğumda.
Mutlu Barış Harekatından sonra ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devletinin Kurucu Meclisinin hazırladığı ve halkımız tarafından oylanan ilk anayasasından sonra gerçekleştirilen Milletvekili seçimlerinde Mağusa bölgesinden UBP milletvekili seçilerek Meclise girdikten sonra Hanya’yı Konya’yı çok daha iyi anladım.
Basının ve medyanın gücü ne demekmiş, halk üzerindeki etkisi ne kadarmış, olaylar nasıl manipüle edilirmiş, basında tekel ne demekmiş ve neye yararmış, gerçekten çok iyi gözlemledim ve çok iyi anladım.
Adına “Barış Gazeteciliği” denilen eğitimlere katıldıktan sonra artık bende, amiyane tabirle “Jeton düştü.” İlk yaptığım iş dünyanın başına bela olarak tanıtılan ve terörist devlet olarak ilan edilen “Kuzey Kore” hakkında basında okuduklarımı, özellikle de batı basınında okuduklarımı bir kenara itip, “Kuzey Kore”yi hakkındaki gerçek ve manipüle edilmemiş bilgileri bulmak ve okumak oldu. Tahmin ettiğim gibi de karşımda farklı bir tablo ve bu tablonun içinde de farklı bir resim gördüm. Söylenenler ve yazılanlarla ilgisi olmayan doğrulara ulaştım.
Şimdi de hedefimde Ukrayna var.
Ukrayna’da yaşananlarla ilgili olarak sadece tek taraflı yayın yaptığını düşündüğüm Batı basının yazdıklarını okumuyorum, ilaveten Rus basınını da okuyorum, Ukrayna basınını da… Çin’in Ukrayna konusunda ne dediğini ve Çin basınında Ukrayna ile ilgili olarak nelerin yer aldığını da araştırıyorum.
Ukrayna 2010 yılında Rusya ile yaptığı Kharkiv Anlaşmaları ile Rus doğalgazına karşılık toprakları içinde Rus deniz üssü kurulmasını kabul ederken, AB’ye ve NATO’ya üyelik için başvurmayacağını kabul etmişti. Bu anlaşmaya göre Ukrayna AB ile üyelik dışında her türlü işbirliğine açık olacak, NATO ve AB ile “yapıcı işbirliği” izleyebilecek, fakat üyelik çabalarına girişmeyecekti.
Şimdi de batı basını ağız birliği etmişçesine, ülkenin doğusunun ve güneyinin Rusya tarafından işgal edildiğini yazmakta ama bu insanlarının ana dillerinin Rusça ve kültürlerinin, tarihlerinin, edebiyatlarının, geleneklerinin ve dini inançlarının Ruslarla tamamen aynı olduğundan hiç bahsetmemekte… Dolayısıyla Batı basınında çıkan haberleri okuyanlar sanki de Rusya’nın bölgeye çok uzaklardan geldiği izlenimine kapılıyorlar.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata@kk.tc
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
8 Eylül 2014
Yüksek Öğrenim ile ilgili Devlet kuruluşları, Ata Atun intihal ile ilgili herhangi bir akademik bulguya rastlamamıştır.
Ülkemizin tanınmış bir kitabevinin geleneksel Kitap Fuarı’nda evvelki gece söyleşi yapmış olan Kıbrıs Rum Yönetiminin III. Başkanı Yorgo Vasiliu tam bir manipülasyon ve pazarlama örneği verdi.
Anlaşılan Vasiliu hikaye anlatmayı çok seviyor ve hayal gücü de çok zengin.
Önce kendisi hayal gücünü çalıştırıyor ve aklında bir hikaye uyduruyor sonra da kendisinin yarattığı bu hikayeye inanıp dört elle sarılıyor ve pazarlamaya başlıyor. Aynen geçen akşam söyleşide yaptığı gibi.
Yorgo Vasiliu’nun Rum Yönetimi Başkanlığını hangi yıllar arasında yaptığını bilmek, söz konusu o 5 yıllık dönemde BM’nin hangi planı masaya koyduğunu, hangi kararı aldığını ve sonucunun ne olduğunu çok iyi hatırlamak lazım, söylediklerine kanmamak için…
Gerçekte Kıbrıs konusunda bu günkü çıkmazın yaşanmasına neden olan Yorgo Vasiliu’dur.
Başkanlık dönemi Makarios’un ölümünden sonra 2 dönem Rum Yönetimi Başkanlığı yapan Spiros Kyprianu’dan sonradır.
Makarios 1977 yılının Şubat ayında rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanımız ile bugünkü görüşmelerin çerçevesini çizen 4 maddelik I. Doruk Anlaşmasını imzalamış, adada Türklerin de eşit haklara sahip olduğu iki Federal devletin varlığını kabul etmiş ve her federal devletin de ekonomik olarak ayakta durabileceği topraklara sahip olacağının da altına imzasını atmıştı. Bu imzanın ruhunda yarattığı fırtınaya çok dayanamamış ve Ağustos ayında da kahrından ölmüştü.
Arkasından Rum Yönetimi Başkanı seçilen Spiros Kyprianou, EOKA’nın namlı bir taktisyeni olmasına rağmen, Makarios’un attığı imzadan kaçamamış ve BM’nin de baskısıyla 10 maddelik II. Doruk Anlaşmasını imzalamıştı. Sonra da bunu inkar edemediği için, müzakerelere devam etmemek adına “Denktaş benim muhatabım değildir” deyip masadan kaçmıştı.
İşte ortamın anlaşmaya müsait olduğu bu dönemde Yorgo Vasiliu 1988 yılında yapılan Başkanlık seçimlerini kazanmış ve Rum Yönetiminin III. Başkanı olmuştu.
Tesadüfe bakın ki birkaç sene sonra da BM’nin Genel Sekreterliğine Butros Butros Gali adlı Mısırlı bir diplomat getirildi ve Butros Gali, kısa bir müddet içinde adına “Gali Fikirler Dizisi” denilen bir plan ve harita hazırladı. BM bu planı benimsedi ve Güvenlik Konseyi de 789 sayılı karar ile bu planı desteklediğini kayıtlarına geçirdi.
Gali Fikirler Dizisi gerçekte Annan Planı gibi bir plandı ve ekinde bir de harita bulunmaktaydı. Toplamda Türklerin halihazırda kullandığı 37 köy ve Güzelyurt Kıbrıslı Rumlara iade edilecekti, Karpaz burnunda Annan Planında olduğu gibi 4 adet köyün kapsadığı alan “Rum Kanton” haline dönüşecekti ve o köyün Rumları da köylerine geri döneceklerdi. Türklere kalan toprak miktarı da yüzde 28.2 olacaktı.
Toplamı 100 madde olan bu plan, 2bölgeli, 2 toplumlu, siyaseten eşit 2 Federe devletten oluşan Federal bir devletin kurulmasını öngörüyordu. ABD hemen bu kararı desteklediğini açıkladı, Türkiye Plana karşı olumsuz tavır ortaya koymadı.
Rahmetlik Cumhurbaşkanımız, 100 maddelik planın 92 maddesini kabul ettiğini, 8 maddeyi reddetmediğini buna karşılık tartışmak istediğini açıkladı.
Geçen akşamın desteksiz atıcısı Yorgo Vasiliu, 100 maddeyi kabul ettiğini ama Kıbrıs’a giderek “Rum Ulusal Konseyi” ile tartıştıktan sonra imzalayacağını açıklayarak hemen Kıbrıs’a uçtu.
Sonunda ne mi oldu?
Zaten imzalasaydı, bugün Kıbrıs müzakereleri hala devam ediyor olmazdı. Yani sorun o günden çözülmüş olurdu.
Yorgo Vasiliu geri dönmedi ve sudan bahanelerle rahmetlik Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ı suçlamaya çalıştı.
İşte geçen akşam desteksiz atan ve “Barış Havarisi” gibi ortalıkta dolaşan Yorgo Vasiliu, adaya barışın gelmesine engel olan ve barış planını ayağının tersi ile iten kişi.
Dolayısıyla bu at cambazlarının söylediklerine fazla inanmamak ve aldanmamak gerekiyor…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata@kk.tc
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
5 Eylül 2014
Yüksek Öğrenim ile ilgili Devlet kuruluşları, Ata Atun intihal ile ilgili herhangi bir akademik bulguya rastlamamıştır.