21 Aralık 1963 günü Kıbrıs adasını ele geçirmek ve Kıbrıslı Türkleri adadan yok etmek için Makarios hükümetinin başlattığı saldırıları günümüzde unutturmak için Rumlar, Yunanlılar ve içimizdeki neshebi bozuklar elden geleni yapıyorlar. 1964 yılı baharında BM’nin Kıbrıs adasına gönderdiği A. Ortega başkanlığındaki BM Heyetinin haftalar süren araştırmasından sonra resmi olarak yayınladıkları 580 sayfalık “ORTEGA RAPORU”, Rumların katliamlarını, yakıp yıktıkları Türk köylerini, yağmaladıkları Türk mallarını içerdiği için, Rumlar ve Yunanlılar gündeme getirilmesin, kendileri suçlanmasın diye ortadan kaldırmak için elden geleni yaptılar. Başarılı oldular da. BM’nin arşivlerinde ancak iğne ile kuyu kazarsanız belki bulabilirsiniz bu ünlü ORTEGA RAPORU’nu. Kıbrıslı Türklerin Rumlardan alacaklı olduğunu ortaya koyan ve Kıbrıs sorununun hiç de Rumların anlattığı gibi olmadığının ispatı olan rapor bu.
Neredeyse aradan 50 yıl geçtikten sonra KKTC’de faaliyet gösteren MİLLİ VAR OLUŞ KONSEYİ, büyük bir özveri ile çalışarak bu belgeyi derin ve karanlık kuyulardan çıkarmayı başardı ve kitaplaştırdı. Kıbrıs konusu ile ilgili herkesin okuması gereken “Pahası biçilemez” bu resmi belgenin benim arşivimdeki kopyasını, konuya meraklı olan vatandaşlarım, soydaşlarım, kardeşlerim ve araştırmacılar aşağıdaki sayfadan indirebilirler.
Mücadelemizi hep birlikte sürdürelim… Birlikten güç doğar…
Prof. Dr. Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Avrupa Birliği malumunuz. Komşularımızın oluşturduğu, sosyal bir ortaklık olması nedeniyle de çalışanın çalışmayana baktığı, kriterlerin ülkelere göre değişkenlik gösterdiği, “girmeyen ne sanır, giren bıkıp usanır” atasözünün cuk oturduğu bir birlik.
Sözde ana görev olarak iş imkânlarının artırılması ve kolaylaştırılması, ekonomik büyüme ve istikrar, mali istikrar reformlarının artırılması ve tek Pazar’ın derinleştirilmesi gibi daha çok ekonomi ile ilgili konularda sorumluluklar yüklenmekte. Yani ülkelerin iç işleri veya siyasi sorunlarını çözmek gibi bir misyonu yok bu birliğin.
Gelelim esas konumuza; 1 Temmuz 2023-31 Aralık 2023 tarihlerinde İspanya’nın AB Konseyi Dönem Başkanlığı görevini üstleneceğini duyan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) başkanı Nikos Hristodulidis İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’i vakit geçirmeden Güney Kıbrıs’a davet etti ve ağzından Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin destek sözleri almaya çalıştı. Yukarıda da belirttiğim gibi AB Konseyi Dönem Başkanlığının ana görevleri içinde “Siyasi faaliyetler ve çalışmalar” yok ama Rum lider şansını denedi, Başbakan Sanchez’den Türkiye ile olan iyi ilişkilerinden dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesini ve “Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin müzakerelerin kaldığı yerden yeniden başlaması” ricasında bulunmasını istedi. Başbakan Sanchez misafir, ne desin. “Tabi tabi” dedi, geçiştirdi.
Rumlar/Yunanlar ata mirası retorik ve dezenformasyon alışkanlıklarıyla her fırsatı değerlendirseler de İspanya’nın, GKRY hatırına Türkiye ile olan Ticari ve siyasi ilişkilerine gölge düşüreceğini düşünmek sadece Rumlara özgü bir hayalperestlik. Ki Avrupa Birliği Konseyi (Bakanlar Kurulu) ve Komiteleri (Bakanlıkları), açık ve net olarak Kıbrıs sorununun başlangıcının Makarios hükümetinden ve Crans-Montana’da son bulan federasyon temelinde bir anlaşmayı amaçlayan son denemenin sonuçsuz kalmasının baş mimarının gene Rumlar olduğunun farkında.
Her ne kadar ara ara Rumların sırtını sıvazlayıp destek sözü veriyorlarsa da esasen yaptıkları hatanın farkındalar. Hem AB’nin kendi üyelik kriterlerine aykırı olarak hem de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasını çiğneyerek, Yunanistan’ın şantajı sonucu Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni üye olarak kabul etmekle başlarına bela aldıklarını da anlamış görünüyorlar. Bu nedenle de Rumların her fırsatta kapılarını çalıp ağlamasına da artık pek sempatik bakmıyorlar. Rum lider Hristodulidis’in müzakerelerin kaldığı yerden başlaması için Avrupa Birliği’nin “aktif katılımını” istemesini de her fırsatta sümenaltı ediliyor zira AB’nin, Rumların ve Yunanların hatırına Türkiye’yi karşısına almak gibi bir niyeti yok.
Gerçekleri görebilen bazı Rum siyasetçilerin, “Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in, itibarsız addedilen Anastasiadis’in politikasının şekillendirilmesine ortak olması nedeniyle Rum yönetiminin uluslararası alanda yaşadığı itibarsızlık sorununun devam edeceğini” dile getirmeleri boşuna değil.
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın seçim dönemindeki bildirgesinde yer alan ve seçildikten sonra da her fırsat ve mekanda savunduğu “Eşit ve egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm” modelinin, aradan geçen iki buçuk yıl içinde kabul görmeye başlaması ve Federasyon içerikli çözüm modelinin de yavaş yavaş gündemden düşmesi tam da bu aydınlanmanın ürünü.
Her ne kadar Rumlar kapı kapı gezerek kendi tezlerine dünyayı inandırmış olsalar da gerçeklerin er-geç ortaya çıkma gibi bir huyu var.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Haritaya bakınca, Kıbrıs adasının stratejik önemi hemen öyle belli olmuyor. Göze bile çarpmayan Kıbrıs, dünyadaki yüzlerce adadan bir tanesi görünümünde. Üzeri yeşilliklerle kaplı, plajlarıyla, güneşiyle, altın kumsallarıyla ünlü, masum, olağan yaşamlı bir ada algısı veriyor insana.
Gerçekte ben de öyle düşlüyorum dünya güzeli adamızı. Huzurlu bir yaşamın sürdüğü, kavganın-gürültünün, huzursuzluğun olmadığı, ırkçılığın, insan ayırımının yapılmadığı, korna sesinin bile duyulmadığı ideal bir yaşam yeri, mutlu bir ada.
Ama dünyayı yönetmeye aday güçlü ülkeler benim veya bizim baktığımız gibi bakmıyor Kıbrıs adasına. Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de asırlardır süregelen güçlü ülkelerin çekişmeleri, hükümranlık alanlarını genişletmek istemeleri ve bölgesel çıkarlara sahip olmak arzuları, bölgede hep gözle görülmeyen, elle tutulmayan ama içten içe hissedilen bir gerginliğin yaşanmasına neden olmuş yüzyıllarca. Hala daha perdelerin arkasında sinsi sinsi sürüyor bu çekişme.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) eski gücünü günbegün kaybediyor olması, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) neredeyse yarım asır evvel dağılmış olması, Çin’in yavaş yavaş palazlanıyor olması ve Avrupa Birliği’nin (AB), ABD gibi çöküş ve dağılım sürecine giriyor olması bile ada üzerindeki menfaat ve çıkar çakışmalarını durdurmuş değil.
Adanın neredeyse ortasında yer aldığı Doğu Akdeniz’in deniz tabanı hidrokarbon bazlı enerji üreten hammadde yatakları ile dolu. Kendine güvenen güçlü ülkeler Kıbrıs adasına bakıp bakıp, aç kedi gibi yalanıyorlar. Hedefleri ada üzerinde gözle görülmeyen bir egemenlik kurmak ve adanın çevresindeki hidrokarbon yataklarına bir şekilde el koymak. Adada kimlerin yaşadığı, gelecekleri ve huzurları onlar için hiç önemli değil. Güç çekişmeleri içinde, filler çekişirken çimenler ezilir misali adada yaşamlarını sürdüren insanların hepsi ölse bile gözlerinden tek bir damla yaş bile akmayacak. Onlar için Winston Churchill’in “Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir” sözü geçerli her zaman ve koşulda.
İngiltere’nin Kıbrıs’tan -güya- çekildiği 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken, İngiltere kendisine ait olacak iki tane askeri üs şartını koydurttu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasına. Bu iki askeri üssün üzerinde yer aldığı toprakların tapusu bir zamanların “üzerinde güneş batmayan” ülke olan İngiliz Krallığına ait. Bu topraklar üzerinde geçerli olan yasalar, tüzükler, kurallar, trafik, polis, FIR hattı, uçuşlar, posta, internet servisi ve aklınıza gelen her şey tümü ile İngiltere’deki uygulamalar. Kısacası bu iki askeri üssün toprağı ve hükümranlığı İngiltere’ye ait.
KKTC’den aracınızla çıkış yapıp İngiliz üsleri topraklarına girdiğiniz vakit, sizi İngiliz görevliler karşılar. İngiliz üslerinden çıkıp Güney Kıbrıs topraklarına girdiğiniz vakit de sizi Rum görevliler karşılıyor.
Ancak bugün durum biraz değişmiş, İngiltere, yıllarca önde götürdüğü bu yarıştan elenmiş görünüyor zira şimdilerde ABD’nin, AB’nin, Rusya’nın ve Çin’in gözü Kıbrıs adası etrafındaki deniz altı zenginliklerinde.
Peki adadaki Rumlar bunu bilmiyor mu? Ne biliyor gibi, ne bilmiyor gibi. Tek dertleri Türkleri adadan atmak olduğu için kendilerini koruma sözü veren, sırtlarını sıvazlayan herkesle iyiler. Rumlar ve Yunanlar seneler evvel bu güçlerin boyunduruğu altına girdiğinden de bu devletlere göre adadaki tek sorun KKTC ve Kıbrıslı Türkler…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, üzerinde yer aldığı İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
1960’lı yıllarda, Kıbrıs adasında Türklerden daha çok nüfusa sahip oldukları için kendilerini Kıbrıs’ın aslanları ilan eden, astıkları astık, kestikleri kestik, pervasızca Kıbrıs Türküne katliam ve soykırım uygulayan Rumlar, Kıbrıs konusunda yalnız kalmış görünüyor. Umutlarını, hayallerini, geleceklerini ve Kıbrıs adasının sahibi olmak hayallerini bağladıkları güçlü dağlara arka arkaya karlar yağmış aradan geçen 60 yıl içinde.
Dönemin Rum lideri Makarios’un 1977 yılında yaptığı “Müzakereleri binbir bahane ile ipe un sererek, Türkiye’nin ekonomik siyasi ve askeri açıdan zayıf düşeceği güne kadar uzatacağız, o gün Türkiye’nin arkasına bir tekme de biz vurup adadan ve garantörlükten atacağız ve adanın tek hakimi olacağız” vasiyetini, ondan sonra makama oturan Kyprioanu yerine getirdi.
Kyprioanu’dan sonra makama seçilen Yorgo Vasiliu, iş adamı olduğu için kısa yoldan çözüme gitmeyi ve Türklerin eşit ortaklık haklarına sahip olduğu Gali Fikirler dizisinin altına imza atmaya yeltenince, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi’nin Aforoz tehdidi, Rum Ulusal Konseyinin de vetosu ile karşılaşınca vazgeçti.
Vasiliu sonrası başa geçen Glafkos Klerides, kurt bir siyasetçi olduğundan hayallerin, varsayımların peşine düşmedi. Koltuğa oturduktan çok kısa bir müddet sonra Avrupa Birliğine (AB) üye olma ve AB’nin yardımı ile Kıbrıs adasının hakimiyetini ele geçirme hedefini kendine rehber aldı, stratejisini de belirleyip yürürlüğe koydu.
AB’nin “Sorunlu devletler, sorun çözülene kadar AB üyeliğine kabul edilemez” kuralını ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının amir maddesi olan “Kıbrıs Cumhuriyeti, garantörlerinin tümünün üye olmadığı bir birlikteliğe üye olamaz” engelini nasıl aşacağını kara kara düşünürken Almanya’nın periferik ülkeleri AB üyesi yapma girişimi ekmeklerine yağ sürdü. Yunanistan “Ya Kıbrıs Cumhuriyeti üye kabul edilir, ya da ben genişlemeyi durdururum” tehdidini masaya koyunca, Hristiyan Birliği olan AB, Rumları 2004 yılında üyeliğe kabul etmek zorunda kaldı.
1992 yılında Klerides’in başlattığı AB’ye üyelik süreci bir sonraki Rum lider Tassos Papadopulos döneminde üyelikle sonuçlandı. Rumlar AB’yi arkalarında hissetmeye başlayınca horozlanmaları, efelenmeleri de artmaya, kendilerini dokunulmaz hissetmeye başladı.
Adanın çevresindeki denizlerin kendilerinin olduğunu iddia edip -Türkiye’nin haklarını yok sayarak- araştırmalar başlattılar. Akıllarınca komşu ülkelerle Türkiye karşıtı ittifaklar kurup, Türkiye’yi bölgeden koparma ve kendi kıyılarına hapsetme girişimleri başlattılar. Türkiye’nin kıta sahanlığı haklarını yok sayıp, sözde bölgesel müttefikleri ile birlikte kendilerine ait olmayan bölgeden çıkaracaklarını ümit ettikleri doğalgazı EastMed diye adlandırdıkları proje ile AB’ye göndermenin hayallerini kurmaya başladılar.
Yunanistan’ın siyasi entrika ile Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’de sözde Sevilla Haritası ile kabul ettirmeye çalıştığı egemenlik hakları, tüm bu horozlanmanın üstüne tüy dikti.
Yeni seçilen Rum lider Hristodulidis, müzakere tarihine göz atmış ve Türkiye’nin bölgesel bir güç olduğu, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların uğruna AB’nin ve ABD’nin, Türkiye’yi karşılarına almak istemediği gerçeğine vakıf olmuş olacak ki, “Kıbrıs sorunun çözümü Brüksel’in elinde” açıklaması yaptı.
Şimdi, bırakın anaları Yunanistan ile birlikte Türkiye’ye kafa tutmayı, yanlarında AB olsa bile karşı duramayacaklarını çok iyi biliyorlar.
Bu nedenle de, AB’den, ABD’den, BM’den, siyasi yardım dileniyorlar, Türkiye’ye baskı yapmaları için yalvarıyorlar.
Tabi, Baf’taki, Limasol’daki, Larnaka’daki, Lefkoşa’daki ve Mağusa’daki Türk yerleşim bölgelerine, savunmasız Türk köylerine acımasızca saldıran Rumların Enosis hayali şimdilik rafa kalkmış gibi görünse de, Makarios’un, “Uygun zamanı kollama” stratejisinin her zaman canlı olduğu gerçeğinden hareketle uyanık olmamız gerekiyor. Zira su uyuyor, düşman uyumuyor…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) yeni liderini seçti.
Seçilen, bildiğiniz üzere Nikos Hristodulidis. (Νίκος Χριστοδουλίδης.)
Hristodulidis, 6 Aralık 1973, Baf, Yeroşibu doğumlu.
Rum yönetiminin geçmiş dönemdeki Dışişleri Bakanı ve akademisyen.
Barış Harekatını yaşamış ama hatırlamıyor.
Kıbrıs’ın gerçeklerini de o dönemleri yaşamadığı için sadece kitaplardan, belgelerden okuduğu kadarıyla biliyor.
Bir de Rum tezlerinden, kendilerini haklı çıkaracak metinler üzerinden, ilkokulda başlayan Türk düşmanlığı üzerine kurulu müfredattan…
Yeni başkanın Rum Bakanlar Kurulunu atadıktan sonra ilk işi Bakanları ile birlikte 13 EOKA’cı katilin gömülü olduğu Tutuklu Mezarları’nı ziyaret etmek ve boyundan büyük sözlerle esip gürlemek oldu.
Ne mi dedi? Federasyonu kurmak, adanın mutlak yöneticisi olmak ve Mağusa’ya geri dönmek için elinden geleni yapacağını söyledi.
Girne’ye geri dönmeyi pek planlamıyor olacak ki Girne’ye geri dönmekten şimdilik daha bahsetmedi!
Rum halkından ve siyasilerden gelecek olan baskılar arttıktan sonra ırki megalomanik duyguları harekete geçecek ve son Türk askerinin de adayı terk etmesine kadar mücadelesini sürdüreceğinden, Girne’yi almaktan, Karpaz Rumlarının Karpaz’a geri döneceğinden, garantilerin kalkacağından da bahsetmeye başlayacak, abileri gibi…
Ben aynı senaryoyla vizyona giren 7 filmin, her seferinde farklı başrol oyuncularıyla oynanan bu bölümünü tam yedi kez seyrettim. Şimdi aynı senaryonun yeni bir aktörün başrolünü oynadığı birinci bölümünün 2023 versiyonunu yeniden seyretmeye başlayacağız.
Yani; Hala daha Kıbrıs adasında Türkleri azınlık olarak gördükleri, aynen Makarios’un yaptığı “Türkiye’yi yok saymak” hatasını devam ettirdikleri, eninde sonunda adanın tümden kendilerinin olacağı hayali senaryosunun yeni aktörlerle hayata geçirilmesini…
ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin askeri, BM’nin de siyasi desteği ile Türkiye’yi adadan atabileceklerine, Kıbrıslı Türkleri sindirebileceklerine ve adanın tek hakimi olabileceklerine inanıyorlar. Hayal dünyaları inanılmaz geniş.
Dedik ya; ya geçmişi bilmiyorlar ya da unutuyorlar.
Mesela, Büyük Britanya Krallığının, Kıbrıs adasına bağımsızlık verme kararını ABD’nin baskısı ile 50’li yılların başında aldığını, bunu öğrenen Makarios’un önce EOKA’yı Yunanistan’ın desteği ile kurduğunu, EOKA’nın 1 Nisan 1955’de saldırılarını başlattığını, İngiliz Sömürge Yönetiminin istemesi halinde EOKA terör örgütünü bit gibi ezme gücüne sahip olduğunu ama İngiltere’nin Orta Doğu üzerindeki hakimiyetini kaybetmemek için adada askeri üs sahibi olmayı hedeflemesinden dolayı EOKA’ya pek dokunmadığını unutmuşa benziyorlar.
Türkiye’nin, kendileri ve Yunanistan gibi Batı dünyasının kölesi olmadığını, askeri ve siyasi olarak Batı teknolojisine mahkum olmaktan çıktığını, ABD’nin, AB’nin ve BM’nin Türkiye üzerinde artık yaptırım güçlerinin kalmadığını ve Türkiye’nin günümüzde bölgenin en güçlü devleti haline geldiğini bırakın kabul etmeyi, düşünmek bile istemiyorlar.
Bu nedenle de KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın gerçekçi, adaya barışı getirecek sürdürülebilir bir çözüme yönelik “egemen eşit, iki devlete dayalı çözüm” önerisini konuşmak ve tartışmak istemiyorlar. Hayallerinde, 1977 yılından beridir müzakere edilmekte olan ve her seferinde kendilerinin “ipe un sererek” yalan dolana dayalı gerekçelerle reddettikleri “Federasyon”a dayalı çözümü masaya koymak ve ABD’nin, AB’nin ve BM’nin baskıları ile dayatmak var.
Özetle; dünden bugüne tüm Rum liderler kendilerini adanın sahibi ve mutlak yöneticisi olarak görme hayali ve bu şekilde davranma yanılgısı içindeler, ki biz alışkınız…
Elbet bir gün, KKTC, Kıbrıs adasında, ikinci bağımsız ve egemen devlet olarak kabul görüp tanınınca, geç de olsa hayal dünyalarından uyanacaklar…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı