Geçen sene Şubat ayında Rum tarafındaki Başkanlık seçimlerini kazanan Anastasiadis, 2004 yılında adaya çözüm getireceği iddia edilen Annan Planına “EVET” denmesi için çaba göstermişken, başkan seçildikten sonra tam tersini yaparak müzakereleri başlatmamak için elden geleni ardına koymuyor.
Hedef şaşırtmak için de ortaya “Güven yaratıcı önlem olarak Maraş iade edilsin, öyle oturalım masaya” fikrini aşılmaya ve yaymaya çalışıyor. Hiç bir şey vermeden Maraş’ı alamayacağını, BM’nin 50 yılda oluşturduğu Kıbrıs müktesebatı içinde Maraş’ın kapsamlı çözümün bir parçası olduğunun yer aldığını, BM Genel Sekreterlerinin raporlarında liderler çözüm konusunda anlaştıktan sonra Maraş’ın ele alınacağının yazdığını çok iyi biliyor.
Bilmesine biliyor da, softa şaşırtması yapmaya çalışıyor açıkçası. Rum tarafındaki medya ve yönetime yakın gazeteler ile TV’ler de Maraş verildi veriliyor havası yaratmak için elden geleni yapıyor.
Rum politikacılara sorarsanız, utanmasalar “Maraş işi bitti, Maraş’ı aldık cebe koyduk, şimdi Güzelyurt’u konuşuyoruz, Kerry gelince de Karpaz’ı alacağız” diyecekler.
ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Eric Rubin yarın adaya geliyor. Her iki tarafın liderleri ile görüşecek.
Rumlara göre, Rubin’in cebindeki gündem sadece Maraş ve Rubin Maraş’ı bir an evvel Rumlara vermeleri için Türklere baskı yapmaya geliyor! Bu iddiaya Kantara’nın keçileri bile güler…
(Ailemin yetiştiği köy olan Ergazi, konum olarak Kantara’nın eteklerindedir. Çocukken babam beni, muhteşem bir yeşilliğin, doyumsuz bir doğa güzelliğinin ve tertemiz bir hava ile çeşitli yaban hayvanlarının yaşadığı Kantara’ya götürürdü sık sık. En çok da yarım ay gibi boynuzları olan Kantara’nın yabani keçilerini severdim. Yanımıza kadar gelirlerdi korkmadan. Öksürmeye benzer sesler çıkardıkları vakit babam “Çok sigara içiyorlar ondan öksürüyorlar” derdi ve keçiler dahil hep beraber gülerdik. İşte Rumların Maraş iddialarına gülen keçiler de bu keçiler.)
Eric Rubin’in geliş amacı Rumların iddia ettiği gibi Maraş değil, görüşmelerin hız kazanması için nelerin yapılabileceğini konuşmak. Bunun için geliyor adaya. Rumların ipe un sermeleri ve müzakereleri sonuçlandırmak niyetlerinin olmaması Amerikalıların iyice canının sıkmış ve çileden çıkartmış durumda. Zaten Ortak belge de Anastasiadis’in seçilmesinden ancak 10 ay sonra ABD’nin arabuluculuğu ile imzalanabildi.
Amerikan yönetimini Kıbrıs konusunu çözmekten çok doğalgazın sorunsuz olarak çıkartılması ile ilgileniyor. Aksi takdirde Kıbrıs konusuna bu denli yakın ilgi duysalardı, çoktan çözmüşlerdi sorunu. Yunanistan ve Türkiye ABD’nin yakın müttefikleri ve Kıbrıs’ta yaşayan iki halkın anavatanları olarak ABD’nin isteklerine hayır demek lüksleri yoktu geçmiş elli sene içinde. Kıbrıs Türkçesi deyimi ile “İki taykada” çözebilirlerdi sorunu, aynen 1959 Şubatında Zürih ve Londra’da imzaladıkları Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Antlaşması gibi.
Rubin’in gelişinin uzaktan yakından Maraş ile ilgisi yok. Rum gazeteciler açık bir toplantıda Maraş konusunu sorarlarsa ya duymak istediklerini söyleyecek ya da politik olarak yanıtlayacak, “Maraş gündemimizde ama sırası şimdi değil” gibi veya benzer bir cümleyle.
Avrupa Birliği Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle de bugün adaya geliyor. Rumlara göre Füle de Maraş için geliyormuş! Duyan da inanacak. Füle’nin cebindeki gündem ile Maraş’ın hiç mi hiç ilgisi yok. Zaten Maraş konusu Füle’nin ilgi alanı değil….
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
7 Nisan 2014
Israil’de günlük yayınlanan HAMODIA adlı İş ve Ekonomi gazetesinde, köşe yazarı ve analizci Shimon B. Lifkin’in 24 Mart tarihli yazısı ilginç bilgiler içeriyor.
Lifkin yazısında Leviathan parselinden çıkarılacak olan doğalgazın Türkiye’ye ihraç edilmesi için 10 ayrı teklifin verildiğinden bahsetmekte.
Teklifler yıllık 7 milyar metre küpten 10 milyar metre küpe kadar değişmekte. Yazara göre sadece bu ihracat 22 ile 33 milyar Dolarlık bir getiri sağlayacak doğalgazı çıkaran şirkete ve İsrail hükümetine. Teklifler ise 15 yıl süreli.
(Bana göre bu hesaplamada bir fazla sıfır var. Dünya piyasaları fiyatından hesaplanırsa, getirisinin 3 milyar Dolar civarında olması gerekiyor.)
Teklif verenler arasında Turcas Petrol AS, Zorlu Grubu ve GermanElectricitiyUtility gibi tanınmış şirketler bulunmakta.
İstenen teklifin içinde, Leviathan bölgesi içinde konuşlanmış olan gaz platformundan Türkiye’ye kadar boru döşenmesi, karada depolama tesisleri ve bir de boşaltma gemisi isteniyor. Boşaltma gemisinin kullanım alanı, platformdan İsrail’e ve bölgesel müşterilere gaz taşınmasını kapsıyor.
İsrail hükümetinin Leviathan parselinden çıkacak gazdan alacağı pay yüzde 40. Gazı çıkaracak petrol şirketinin payı ise yüzde 60.
Dönemin Rum lideri TassosPapadopulos ise müzakerelerde üstünlük sağlamak ve ABD ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmek uğruna Afrodit parselinden çıkarılacak gazdan Kıbrıs Rum Yönetimine düşecek payı adeta bir sigara parasına satmış, “yeterki Amerikalı bir şirket gelsin ve doğalgaza talip olsun” diye.
İsrail hükümetinin, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Leviathan parselinden Türkiye’ye doğalgaz boru hattı döşenmesine izin verip vermeyeceği konusunda endişeleri ve şüpheleri var.
Shale World adlı dergide yer alan Ari Rabinovitch’in 13 Mart tarihli yazısına göre Delek şirketi Leviathan bölgesinde gaz ve petrol çıkarım haklarının yüzde 45.34’üne sahip. Noble şirketinin ise yüzde 39.66’lık bir hakkı veya payı var bölge içinde.
Delek Şirketin gaz çıkarma yöneticisi Yossi Abu ise Leviathan bölgesinden gazın çıkarılmasının 2017-2018 yıllarında gerçekleştirmeyi planladıklarını açıklamış.
Delek şirketi, Leviathan bölgesi içinde deniz altından çıkarılacak gazı depolayacak bir tesis ve dağıtımını yapacak bir gemi ile yıllık 16 milyar metre küp üretimi hedefliyor.
Yaptıkları hesap, bu miktarın yarısının İsrail’e, Ürdün’e ve Filistin’e gönderileceği, geri kalan kısmının ise Türkiye’ye gönderilmesi şeklinde. Buna ilaveten de, ileriki yıllarda gazı sıvılaştırarak Asya ülkelerine satmayı planlıyorlar.
Leviathan bölgesi Hayfa’nın 135 km batısında ve deniz tabanı da 1600 metre derinlikte. Bölge 540 milyar metre küplük bir doğalgaz rezervi içermekte. Tamar ve Afrodit parsellerine kıyasla çok daha avantajlı durumda.
Leviathan bölgesinin avantajının çok fazla olmasına ve de içerdiği rezervin bölgenin en büyüğü olmasına rağmen etrafta ‘İsrail hükümetinin Leviathan bölgesinde gaz çıkarımını askıya aldığı ve 2017 yılına ertelediği’ bilgisi dolaşmakta.
Bu bilginin doğru olması durumunda, Kıbrıs Rum Yönetiminin “Kurtuluş” için bel bağladığı “Doğalgaz” bir başka bahara kaldı demektir. Müzakereler ise bu durumda bir “Elli Sene” daha gider…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
4 Nisan 2014
Dün EOKA’nın 59. kuruluş yıl dönümüydü.
EOKA’nın Türkçe açılımı “Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü” veya “Kıbrıs Mücadelesinin Milli Örgütü.)
Rumlar hala daha EOKA’nın kuruluşunu coşkuyla kutluyorlar ve hala ELAM gibi “Türk Düşmanı” kuruluşlar Kıbrıs’ın güneyinde faaliyette ve taraftar bulabiliyor.
Keşke EOKA kurulmamış olsaydı.
Keşke bu kadar kan akmasaydı, keşke bu kadar çok şehit ve kayıp vermeseydik, keşke 10 yıl süren bir soykırım yaşamasaydık.
EOKA’nın adayı kana bulamaktan, adanın bölünmesine yol açmaktan ve Kıbrıs Türk halkı ile Kıbrıs Rum halkının arasını açmaktan öteye bir icraatı olmadı.
Masum İngiliz kadınlarını, sivillerini ve çocuklarını, yolda yürürlerken arkadan sessizce yaklaşıp kalleşce vurmaktan öteye, masum ve savunmasız Türkleri yollardan, tarlalardan veya da işyerlerinden toplayıp acımasızca öldürmekten başka bir kahramanlıkları da olmadı EOKA’cıların.
Aradan neredeyse 60 yıla yakın bir zaman geçti.
Adada asırlardır yaşayan iki halkın arasının açılmasına ve kanlı çarpışmalara neden olan bu lanet ruhun artık adadan uzaklaştırılması lazım.
Bu ruh o denli beyinleri zehirleyici ki, bir konferans vermek üzere Limasol’a giden 2. Cumhurbaşkanımıza bile saldırmaktan geri bırakmıyor etkisi altına aldıklarını.
20 Nisan güzel bir gün.
Peygamber efendimiz Hazreti Muhammed’in (S.A.V) doğum günü…
Hicri takvime göre Rebiülevvel’in 12. Pazartesi’si gününün gecesi, Miladi takvime göre de
571 yılının 20 Nisan gecesi doğmuştur Peygamberimiz.
Hristiyan Ortodoks olan Kıbrıslı Rumların ve tüm Hristiyanların ise Paskalyasıdır 20 Nisan günü. Paskalya, Hıristiyanlıktaki en eski ve en önemli bayramdır. Hıristiyanlara göre Hazreti İsa, çarmıha gerildikten sonraki 3. günde dirilmiştir.
Adada yaşayan iki halkın dini liderlerini bir araya getirerek adaya barışın gelmesine dini liderlerin de katkı koyması için çabalayan KKTC Din İşleri Başkanı Prof. Dr. Talip Atalay, iki halkın ortak dini kutlama günü olan 20 Nisan için çok güzel, güzel olduğu kadar da barışa katkı koyacak bir girişimde bulundu.
20 Nisan günü Peygamberimizin doğum gününü, Larnaka’daki kutsal mabedimiz olan Hala Sultan Tekkesinde duaları ile kutlamak isteyen KKTC vatandaşlarının, doğum yerlerine bakılmaksızın otobüslerle, BM rehberliğinde Hala Sultan Tekkesine gitmeleri karşılığında Rumların da Karpaz Burnunda yer alan Havari Andreas, Rumca adı ile Apostolos Andreas Manastırında Paskalyalarını kutlaması önerisini Başpiskopos II. Hrisostomos’a iletmiş durumda.
Rum Yönetimi bu konuda bağnazlık yapmazsa, adaya barışın gelmesi yönünde güzel bir adım daha atılmış olacak.
Dini liderlerin barışa yönelik görüşmelerinin meyvelerinden bir tanesini birkaç gün evvel aldık. Limasol kentinde konferans vermekte olan 2. Cumhurbaşkanımıza ELAM örgütü tarafından yapılan saldırıyı, bugüne değin Türk düşmanlığı bayrağını elden bırakmayan Rum Ortodoks Kilisesi Başı Başpiskopos II. Hrisostomos’un kınaması çok büyük gelişme.
Bunun ötesinde II. Hrisostomos’un, son birkaç aydır Türkiye ve Kıbrıslı Türkler aleyhinde konuşmaması ise belli ki bu girişimin iyi sonuçlara yol açacağıdır.
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
2 Nisan 2014
Taş ocakları konusunda bugüne değin hep adanın kuzeyindekiler günah keçisi yapıldı.
Yerlisi de, yabancısı da, Avrupa Parlamentosu üyeleri Rum Milletvekilleri de hep kuzeydeki taş ocaklarını suçladılar ama hiç kimsenin aklına Rum tarafındakiler ne alemde demek gelmedi.
Gerçekte çılgına dönmemek elde değil.
Taş ocaklarını eleştirenlere bir bakıyorum, tümü ana maddesi çakıl olan beton evlerde yaşıyorlar. Evlerinin duvarları ana maddesi dağ kumu olan sıva ile kaplı. Evlerindeki garajları, havuzları ve her tür yapıları taş ocaklarından elde edilen malzeme ile yapılmış. Kendi evleri taş ocaklarından çıkarılan malzeme ile yapılmış ya, ne gerisi ne de başkalarının ki önemli değil. Ben şahsen taş ocaklarını eleştiren kişilerin mağaralarda veya da tahta evlerde yaşamasını tavsiye ederdim. Hem sen kendi çıkarın ve rahatın için taş ocaklarından çıkan malzemeyi kullanacaksın, hem de işin bittikten sonra taş ocaklarını eleştireceksin. Bu prensip bana pek dürüstçe gelmiyor.
Hele de, arabaları ile rahatça gitsinler diye çift şeritli yolların yapımını kınamayan çevrecilerin, iş taş ocaklarına geldi mi koparmadıkları yaygara kalmıyor. Her gün Mağusa’dan Lefkoşa’ya gider gelirim. Gidiş ve gelişleri çifter şeritli mükemmel yapılmış bir yol. Gerçekten de üzerinde araç sürmek büyük keyif veriyor. Yolun genişliği yaklaşık 20 metre, uzunluğu ise ortalama 60 kilometre. Yolun kapladığı alan 1.2 kilometre kare. Eni 1 kilometre, boyu 1.2 kilometre bir alan gelsin aklınıza ya da yaklaşık 900 dönüm büyüklüğünde bir tarla. İşte bu tarla üzerinde yaşayan her tür canlı yok ediliyor ama bizim yaygaracı çevrecilerden ne bir ses, ne de bir nefeslik kelime çıkıyor. Nedeni belli. Kendileri de kullanıyorlar.
Çevrecilerin bundan bir müddet evvel Büyükkonuk bölgesinde yapılması düşünülen petrol dolum tesisi ile ilgili protesto gösterisine göz şahidi olmuştum. Şov bittikten sonra yerler izmarit, pet şişe ve çeşitli pisliklerle doluydu.
Benim inancım çevrecilerin örnek yaratmak için önce kendilerinin çevreye saygılı bir yaşam sürmeleri. Sonra protesto etmeliler yapılanları.
Gözlerden ırak kalan veya da kasten ırak tutulan Rum tarafındaki taş ocaklarının durumu ise bizimkilerden pek farklı değil. Onlarınki de, Trodos dağlarında bir vadi açmak yolunda hızla ilerliyor.
Konuştuğum müteahhitler, kullanılan hazır betonlardaki çakılların yerli taş ocaklarından temin edildiğini, çakıl ithal etmenin akıl karı olmadığını ve çok pahalı geleceği yönündeydi. Zaten bu fiyatlara zor satıyoruz evleri, bir de çakılı ithal edersek hiç satamayız görüşündeler.
Rum tarafındaki taş ocakları Trodos dağlarını yemiş bitirmiş durumda ancak nedense bizim çevrecilerden bu konuda tıs yok. Rum Avrupa Parlamentosu Milletvekilleri KKTC’deki taş ocaklarını periyodik olarak döne döne, her birkaç ayda bir, sıra ile AB komisyonuna şikayet edip Parlamento Başkanına yazılı soru verirken, bizim çevreciler sus pus. Niye Rum tarafındaki taş ocaklarını şikayet etmezler anlamak mümkün değil.
Bunlardan en büyükleri Skyra Vassa Taş ocağı. Konumu enlem boylam olarak 34.77 N (Kuzey) ve 33.21 E (Batı). Limasol’da, Monagroulli köyünden Asgata’ya giderken sol tarafta. Toplam alanı 750 bin metre kare, yani 560 dönüm arazi üzerine kurulmuş ve arazi üzerinde tek bir canlı yok şu anda. Ne florası kalmış arazinin ne de faunası. Sadece bu taş ocağının tahrip ettiği toplam alan, KKTC’deki tüm taş ocaklarının kapladığı alandan daha fazla. Kapasitesi ise saatte bin 300 ton, KKTC’dekilerin neredeyse 10 misli.
Bunun biraz batısında bir de kardeşi var. Pareklisia köyünden Prastio’ya giden Grogoriu Aksentiu adlı yolun sol tarafında, devasa bir taş ocağı. Doğayı yemiş bitirmiş. Sadece bunun bile yaşamı tükettiği alan, KKTC’dekilerin toplam alanının en az 3 misli büyüklüğünde.
Google’da her iki ocağı bir arada aşağıdaki adreste görebilirsiniz:
https://www.google.com/maps/@34.7799805,33.1873824,4897m/data=!3m1!1e3?hl=en
Diğer küçük taş ocaklarına değinmeme gerek yok, bunları örnek verdikten sonra.
Birde kireç taşı ocakları var. Bir tanesi ve en büyükleri olan Latouros kireç taşı ocağı hemen burnumuzun dibinde. Arpalık köyü (Ayios Sozomenos) -1964 yılında Rumlar tarafından yakılıp yıkıldığı için artık haritalarda görülemiyor- ile Dali arasında. Akıncılar köyümüzdeki batıya bakan tepenin arka uzağında.
Her fırsatta şov yapan çevrecilerimiz gitsinler ve görsünler, doğa nasıl tahrip ediliyormuş…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
31 Mart 2014
Rumlar, müzakere masasında elleri sanki de çok güçlüymüş, Kıbrıslı Türklerle anlaşma yaparlarsa Türklere lütufta bulunacaklarmış havasında, kendilerini ağırdan satıyorlar ama perdenin arkasındaki gelişmeler hiçte öyle değil.
Geçen ay içinde İsrail hükümeti Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, Mavi Marmara olayında İsrailli komandolar tarafından savunmasız ve silahsız insanların haksızca öldürülmesi konusunda tazminat ödemeyi kabul ettiğini içeren bir mutabakat notu gönderdi.
Tabii bu mutabakat notunun gönderilmesinde ABD Başkanı Barack Obama’nın rolü yadsınamaz. Başkan Obama’nın devreye girmesi ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu önce Türkiye’den özür dilemiş, arkasından da tazminat ödemeyi kabul ettiğini açıklamıştı.
AK Parti hükümeti seçimlerden sonra bu mutabakat belgesini hukuki belgeye ve devletler arası sözleşmeye dönüştürecek ve onay için TBMM’ye gönderecek. Sözleşme her iki hükümet tarafından onandıktan sonra da İsrail ile aşağılara çekilen diplomatik ilişkiler tekrar yukarı çekilerek Büyükelçilik seviyesine getirilecek.
Bu gelişme perdenin önünde duran, pembe renkli ve ümit verici bir süreç.
Perde arkası ise farklı.
Perdenin arkasında İsrail’in en ucuz maliyetle AB’nin gaz pazarına ulaşmak isteği, 1948 yılından beri maruz kaldığı bölgesel tehditler, sırası ile 1948, 1956, 1967 ve 1973 yıllarında ölümüne savaştığı Mısır ve Suriye’nin Rusya Federasyonu saflarında yer alması ve bölgede potansiyel olarak dostluk kurabileceği yegane ülkenin Türkiye olması.
Avrupa Birliği, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs ile Mısır arasında yer alan Leviathan, Tamar ve Afrodit bölgelerinden çıkartılacak doğalgaza Kırım krizinden sonra eskisinden çok daha fazla gereksinimi var.
Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin, küçük ve yarı bağımsız, tanınmamış veya da özerklik çatısı altında bağlı bulundukları ülkelerden kopup bağımsız olmak isteyen ülkeler için oluşturduğu örnek, AB’nin iki seçenek arasında sıkışmasına yol açtı.
Kırım yüzünden Rusya’ya yaptırım uygulamaya kalkarsa, Rusya’nın da karşı yaptırım olarak doğalgazı keseceği kesin. Rusya’nın bin metre küpünü 460 Dolara sattığı doğalgazı Azerbaycan 330 dolara satıyor ama bu doğalgazı AB’ye taşıyacak boru hattı halen mevcut değil.
İvedi çözüm ve tedbir, İsrail ve sözde Kıbrıs Rum doğalgazının en kısa zamanda AB’ye ulaştırılmasında yatıyor.
İsrail, Tamar ve Leviathan bölgesinden Türkiye’ye doğalgazı deniz altına döşenecek borularla gönderebilmek için uluslararası ihaleyi açtı bile. Türk-Azeri Ortaklığı olan TURCAS ile Zorlu grubu da ihaleye katılanlar arasında.
Kıbrıs Rum tarafına bu arada yerel tabirle “Hoşt diyen yok!” Yani hiç kimse onlara “Siz ne yapmak istiyorsunuz” diye bile sormuyor. ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi John Koenig çok değil daha birkaç gün önce Kıbrıs Rum Yönetimine endirekt gönderme yapmış ve “önce adaya barışın gelmesi için kolları sıvayın, sonra da Kıbrıslı Türklerle adilane bir şekilde paylaşacağınız doğalgazı, borularla Türkiye üzerinden AB’ye gönderin” demişti.
Bu farklı gibi gözüken gelişmeleri bir araya getirip resmin içine yerleştirebilirseniz gelecekte nelerin olabileceğini net bir şekilde görebilirsiniz…
Birinci adım: Kıbrıs konusu şöyle veya böyle çözülecek.
İkinci adım: Doğalgaz Türkiye üzerinden borularla AB’ye taşınacak.
Üçüncü adım: Türkiye ve İsrail tekrar ve bir daha bozulmamak üzere müttefik hale getirilecek…
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.ataatun.com
28 Mart 2014