Kötü Komşu Ev Sahibi Yaptı

Kötü Komşu Ev Sahibi Yaptı

Prof. Dr. Ata Atun

Amerika Birleşik Devletler hükümeti 2024 yılının başlarında uzun süren müzakerelerin ve tartışmaların ardından ABD’nin NATO müttefiki Türkiye ile 40 adet yeni F-16 Fighting Falcon çok amaçlı savaş uçağının satışını ve Türk hava Kuvvetlerinin mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kitinin satışını binbir naz ile onaylamıştı. 

Türkiye Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı geçtiğimiz hafta içinde ABD’den mevcut F-16 filosu için 79 adet modernizasyon kiti alma kararını değiştirdi ve TUSAŞ’ın yeteneklerine güvenerek satın almaktan vazgeçtiğini açıkladı.

Belli ki TUSAŞ, yılların deneyimi ve çağdaş teknolojisi ile F-16 filosunun çağdaşlaştırılması için gerekli tüm sistemleri, yerli malzeme ve milli yazılımla üretmeyi başarmış. Özelliklede, Amerika’nın F-16’ları modernize etmek için kullandığı “Modüler Görev Bilgisayarının [MMC]” yerini almış olan “Özgün Aviyonik Sistem [OAS]” isimli “Görev Bilgisayarı”nı geliştirmesi ve kusursuz bir hale getirmesi Türkiye’yi silah üretim sanayiinde çok önemli bir konuma yükseltiyor. Dünya üzerinde bu tür silah sanayisine yönelik sofistike ve özgün olarak “Görev Bilgisayarı” imal edebilen ve kendi yazılımını kullanabilen sadece 3 ülke var.

Görev Bilgisayarının paralelinde bir diğer çok önemli başarı da ASELSAN tarafından geliştirilen, açık yazılım mimarisine sahip olan ve diğer ülkelerdeki teknoloji sağlayıcılarına bağımlı kalmadan süreç içinde sorunsuz yükseltmelere izin veren OAS’ın (programlamada spesifikasyon dili) entegre olarak Görev Bilgisayarı ile kullanılıyor olması.

OAS’ın ASELSAN tarafından geliştirilerek millileştirilmesi hayati bir önem taşımakta.   Türkiye artık kendi olanak ve spesifikasyonları ile SOM-J seyir füzesi ve HGK güdümlü bomba kitleri gibi, füzelere kendi mühimmatlarını entegre edebilecek. Füze nereye gidecek, güdümlü bomba nereye düşecek, artık füze hedefe giderken öğrenilemeyecek, karşı tarafa bilgi verilemeyecek, füzenin nereyi hedeflediği, hedefi vurduktan sonra ortaya çıkacak.

Türkiye’nin ürettiği radarlar da artık küresel silah sanayiinde başa oynuyor.

ASELSAN’ın kendisinin geliştirdiği AESA [Active Electronically Scanned Array] radar teknolojisi ile ürettiği MURAD AESA radarı, ABD’li şirket Northrop Grumman’ın ürettiği ve dünyanın en iyisi olarak kabul gören AN/APG-83 SABR’ın (Scalable Agile Beam Radar) en büyük rakibi.

Devamla; ASELSAN kendi geliştirdiği ve ürettiği SPEWS-II Elektronik Harp uygulama paketleri ile batılı rakiplerinin başını ağrıtmaya başladı. SPEWS-II’nin Türk hava Kuvvetlerinin elindeki F-16’lara entegrasyonu, Türkiye’nin elektronik harpte dışa bağımlılığını neredeyse sıfırlayacak düzeyde.

ROKETSAN ve TUBİTAK SAGE tarafından ortaklaşa geliştirilen SOM-J seyir füzesi, uzun menzilli hassas vuruş kabiliyetli olup F-16’ların silah yuvaları ve sistemi ile tam uyumlu üretildi. Buna ilaveten aynı ekip tarafından üretilen GÖKDOĞAN ve BOZDOĞAN havadan havaya füzeleri, ABD’nin ürettiği AIM-120 AMRAAM ve AIM-9X Sidewinder füzelerinin en dişli rakibi. Türkiye artık füze teknolojisinde neredeyse tam özerk hale geldi ve dışa bağımlılıktan, ambargolardan, kısıtlamalardan ve benzeri yaptırımlardan tamamen kurtuldu.

ABD’nin işine gelmediğinde Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması, Türkiye’nin elindeki F-16’ları modernleştirme isteklerinde nazlanması, yıllarca sudan bahanelerle engeller çıkartması, Türkiye’yi “çok naz aşık usandırır” misali usandırdığı kesin. Türkiye, ABD’nin nazlarından ve yaptırımlarından kurtulmak için kullandığı Amerikan yapımı silahlardaki kilit sistemleri kendi ürettikleri ile değiştirmek amacı ile yıllar önce TUSAŞ, ASELSAN, ROKETSAN, TUBİTAK ve benzer teknoloji şirketlerini ayrı ayrı görevlendirerek bu sistemleri yerli alternatiflerle değiştirmek suretiyle kendi kendine yeterli olma yoluna girmiş. Şükür ki hedeflenen sonuçları da almayı başardı.

Bu gelişme, net bir şekilde Türkiye’nin ve Türk silahlı kuvvetlerinin yıllar içinde neredeyse her tür silah ve araçta kendi kendine yeterliliğini artırdığını ve yabancı tedarikçilere bağımlılığını iyice aşağılara çektiğini gözler önüne seriyor. Biz Türklerin çok kullandığı atasözünün tezahürü de diyebiliriz buna. Gerçekten kötü komşu ev sahibi yapıyor.

Prof. Dr. (İn. Müh), Doç. Dr. (UA İlş) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

2 Aralık 2024
Kötü Komşu Ev Sahibi Yaptı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB’DEN YENİ “SEVİLLA HARİTASI”

AB’DEN YENİ “SEVİLLA HARİTASI”

AB Komisyonu 2014 yılında, deniz ekonomilerinin sürdürülebilir büyümesi, deniz alanları ve kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla “Mekansal Deniz Planlama Yönergesi”ni kabul etti. İlgili yönerge, denizlere ve okyanusa kıyısı olan 22 üye devletin ulusal bir plan geliştirmesi zorunluluğunu getiriyor. Bu yönergenin kabulünden sonra da “Deniz Mekânsal Planlama (MSP) Platformu” adlı bir çalışma grubu kurdu. Bu platformun aldığı kararların uluslararası bir bağlayıcılığı yok zira sadece Avrupa Birliği içinde geçerli.

Geçen hafta Avrupa Komisyonu’nun, ‘Deniz Mekânsal Planlama’ çalışmaları kapsamında “Adalar Denizi” (Ege) ve Doğu Akdenizle ilgili bir harita yayınlandı. Yayınlanan bu harita, son iki asırda olduğu gibi Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rum Yönetiminin arkalarına Avrupa Birliğini ve Amerika Birleşik Devletlerini alarak sözde güç gösterisi ile hak etmedikleri yerleri gasp etmek amaçlı hazırlanmış.

Harita, tamamen tek taraflı, yanlı ve Yunanistan’ın maksimalist istek ve tezlerine göre hazırlanmış ikinci bir “Sevilla Haritası.”  Ki Sevilla Haritası tam bir uluslararası düzenbazlık örneği. Söz konusu bu haritayı 2000’li yılların başında İspanya’nın Sevilla Üniversitesi’nden Profesör Juan Luis Suarez de Vivero, iddialara göre Yunanlı bürokratların ve diplomatların sunduğu bir takım menfaatler karşılığında hazırlamıştı.

Sevilla Haritası, Güney Kıbrıs’ın ilan ettiği ‘münhasır ekonomik bölge’nin sınırları ile Yunanistan’ın Türkiye ile siyasi çatışma içinde olduğu Adalar Denizi’ndeki sözde münhasır ekonomik Bölgesini AB’nin resmi sınırları olarak kabul ediliyordu ve bu isteklere göre hazırlanmıştı. 1958, 1960 ve 1982 Deniz Hukuku Konvansiyonunun birçok maddesine aykırı olarak ve yasal olarak hak edilmeyen yerleri gasp etmek amacı ile çizilmiş bu harita, “Uluslararası Münhasır Ekonomik Bölge” kurallarını da açıkça çiğnemekte.

Sevilla haritasında;

  • Yunan kıta sahanlığı, Türkiye’ye ne kadar yakın olursa olsun Yunan adaları temel alınarak hesaplanmış,
  • Örneğin Yunan ana karasına 580 km uzaklıkta kayalık parçası olarak nitelendirilebilecek yerler dahi, Türkiye’ye birkaç km yakınlıkta olmasına rağmen Yunanistan’ın hakkı olarak gösterilmiş,
  • Adalar Denizinde, 6 deniz mili mesafesindeki karasularınının ötesinde sınırlandırılmış bir deniz yetki alanı mevcut olmamasına rağmen, tüm Adalar Denizini Yunanistan yetki sınırları içinde olduğunu gösteriyor,
  • Ters simetride yer alan Meis Adası’ndan başlayan Yunan kıta sahanlığı, güneye doğru Akdeniz’in ortasına kadar indirilmiş ve Türkiye’ye Antalya Körfezi dışında Akdeniz’e bir çıkış noktası bırakmamış,
  • Yunan ana karasına 580 km uzaklıkta olan Meis adasının Yunanistan’a 40 bin kilometrekare genişliğinde kıta sahanlığı alanı oluşturması sağlanmış.

Yunanistan Sevilla Haritasını hazırlattıktan sonra 2007 yılından itibaren sümenaltından Avrupa Birliğinin ilgili komitelerinde sanki de yasal bir harita imiş gibi kullandırmaya başlatmış.

2012 yılında da Yunanistan, AB’nin resmi dairelerinde, yazışmalarında ve dosyalarında 5 yıldır kullanılmasından dolayı Sevilla haritasını “Resmi Belge” gibi tanıtmaya ve referans vermeğe başlamış.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yanlı haritaya itiraz etmesi ve uluslararası karşı tezlerini ortaya koymasından sonra 2020 yılında Avrupa Birliği (AB) yetkilileri, AB’nin isteği üzerine Sevilla Üniversitesi’nde hazırlandığı öne sürülen Sevilla Haritası’nın AB tarafından hazırlatılmadığını ve Avrupa Komisyonu’nun Sevilla Üniversitesi’ne herhangi bir harita çalışması yaptırmadığını açıklamak zorunda kaldı. Söz konusu açıklamada da kurumlar tarafından hazırlatılan dış raporların AB’nin resmi belgeleri olmadığı ve bunların AB için yasal ve siyasi bir değer taşımadığı belirtilerek Sevilla Haritasının geçerli olmadığı teyit edildi.

Aynı doğrultuda Amerika Birleşik Devletleri resmi olarak yaptığı açıklamada Sevilla haritasının hiçbir geçerliliği olmadığını açıkladı.

Sevilla Haritası hakkında “Yok” hükmü alındıktan sonra belli ki Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi, AB Komite ve dairelerinde çalışan ekiplerine talimat vererek Sevilla Haritasını farklı bir isimle yasallaştırmak için bir çalışma başlatmalarını istemiş ve bu doğrultuda da resmi bir faaliyet olan “Mekansal Deniz Planlama Çalışmaları” kapsamına sokulmuş.

Gerçekte ve uluslararası hukuka göre AB’nin deniz yetki alanları hakkında planlama yapmak ve karar almak yetkisi bulunmamaktadır. Avrupa Birliğine böylesi bir yetki verilmemiştir. Bu bağlamda, Adalar Denizi (Ege) ve Doğu Akdeniz ile ilgili AB’nin “Deniz Mekânsal Planlama Platformu” adlı çalışma grubunun yayınladığı harita, taraf olmayan Türkiye ve Deniz Hukuku bakımından yok hükmünde olup, bu kararın ve haritanın fiilen ve hukuken bir sonuç doğurması da söz konusu değildir.

Avrupa Birliği Deniz Yetki alanları ve Deniz Hukuku konularında ilgili merci olmadığı için egemen ülkeler arasındaki deniz yetki alanları uyuşmazlıkları konusunda görüş beyan etme yetkisi de bulunmamaktadır.

AB’nin “Deniz Mekânsal Planlama Platformu” adlı çalışma grubunun hazırladığı haritalar, geçmiş aylarda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından hazırlanan sözde “Ulusal Deniz Mekansal Planı” ile birebir örtüşmekte ve Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs adasının tek meşru sahibi olduğu yönündeki iddialarını destekler nitelikte olup, Türkiye ve KKTC tarafından kabul edilmesi söz konusu değildir.

Prof. Dr. (İn. Müh), Doç. Dr. (UA İlş) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

25 Kasım 2024
AB’DEN YENİ “SEVİLLA HARİTASI” için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Erdoğan Hristodulidis Görüşmesi

Erdoğan Hristodulidis Görüşmesi

Prof. Dr. Ata Atun

Evvelki hafta Macaristan’ın Budapeşte şehrinde düzenlenen Avrupa Politik Topluluğu Zirvesinde, Güney Kıbrıs’ın lideri Nikos Hristodulidis’in, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü iddiaları Kıbrıs Rum ve Yunanistan gazetelerinde geniş yer aldı.

Rum basınına göre, çok samimi havada geçtiği söylenen görüşmeye Yunanistan Başbakanı Miçotakis, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da eşlik etmiş.

Yine Kıbrıs Rum basınında yer alan haberlerin içeriğinde “Kıbrıs Dönem Başkanlığı fotoğraflarında da görülebileceği gibi, Hristodulidis’in oturduğu yerde karşısında Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Yunanistan Başbakanı Kiriakos Mitsotakis, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ve görüşmenin tercümanı yer alıyor” cümlesi kullanılıyor.

Duyan da, okuyan da, yayımlanan fotoğrafa bakan da zannedecek ki Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Güney Kıbrıs’ın lideri Nikos Hristodulidis’i muhatap almış, karşılıklı kahve içiyor ve görüşüyor.

Esasen işin aslı öyle değil.

Nikos Hristodulidis de dahil olmak üzere Güney Kıbrıs liderlerinin tümü, Kıbrıs sorunun sorumlusu Rum lider Makarios’un 1 Ocak 1964 sabahı 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını iptal ettiğini açıklamasından sonra neredeyse 60 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları ile mütekabiliyet esasına göre -diplomasi dilinde eşit konumda- görüşmek için canlarını yediler, araya aracılar soktular, ABD, AB ve İngiltere liderleri bile araya girdi ama resmi olarak Türk diplomasisi tarafından Cumhurbaşkanı olarak eşit düzeyde kabul edilmedikleri için hiç görüşemediler.

Güney Kıbrıs liderlerinin resmi olarak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ile mütekabiliyet esasına göre son görüşmesi 1962 tarihinde oldu.  Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios, 22 Kasım 1962 tarihinde Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmuş, Türkiye’de Parlamenter sistem olduğu için mütekabiliyet esasına göre Başbakan İsmet İnönü tarafından kabul edilmişti.

Bu tarihten sonra hiçbir Güney Kıbrıs lideri, Parlamenter sistemin yürürlükte olduğu dönemlerde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları, Başkanlık sisteminin yürürlükte olduğu dönemlerde de Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanları tarafından resmi veya gayrı resmi olarak kabul edilmediler.

Budapeşte’deki toplantıya katılan diplomat dostlarımdan gelen haberler biraz farklı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yanında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve çevirmen ile birlikte Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ile birlikte sohbet ederlerken, üçüncü bir kişi Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’e sohbete katılmasının bir sorun olmayacağını ve hatta iyi olacağını söyleyince Miçotakis yanına Rum lider Hristodulidis’i çağırır ve birlikte gruba yaklaşarak boş kalan yerlere otururlar. Zaten fotoğraf dili de aynı mesajı doğruluyor. Rum lider, saat yönündeki oturuşlara göre, en uçtadır ve en son oturan kişidir. Resmi davet de söz konusu değildir.

Bu grubun davet misafiri olmasına rağmen Rum liderin sanki planlı bir görüşme varmış gibi bunu kendi hanesine yazdırma girişimi beyhude çaba ve Rumların klasik algı operasyonlarından biridir.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

18 Kasım 2024
Erdoğan Hristodulidis Görüşmesi için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR

SINIR KAPILARI AÇILMASI KONUSU:

New York’taki gayrı resmi üçlü görüşme ve akşam yemeği sonrasında gündeme giren Ara Bölge’de yeni geçiş noktalarının açılması konusunu Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtmak niyetinde.

Öncelikle kendilerinin adanın tek egemen yönetimi olduğunu BM’ye kabul ettirmek çabalarının ve çalışmalarının sonuç vermemesini bir türlü kabul edemiyorlar ve her konuda “biz böyle istiyoruz” diyerek güya son sözün kendilerinde olduğunu ispat etmeye çalışıyorlar.

Birleşmiş Milletler, KKTC tanınsa da tanınmasa da adadaki varlığını kabul ediyor ve ada sathında alınacak, özellikle de ara bölgeye bağlantılı kararlarda KKTC’nin de onayını almadan hiçbir girişimin sonuç vermeyeceğini çok iyi bilmekte.  KKTC devleti izin vermezse BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) KKTC topraklarında dolaşamayacağının da farkında Birlemiş Milletler.

Yıllardır gündemde olan mevcutlara ilaveten yeni sınır kapılarının açılması konusunu Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, kendi ekonomik çıkarları, KKTC’ye geçen Rumları ve yabancı turistleri engellemek, KKTC’nin ekonomisine zarar vermek, Türkiye’yi ile Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlamanın, zan altında bırakmanın yollarını bulmak için yıllarca sürüncemede bıraktı.

Toplantı tutanaklarının satır aralarına göz atılınca Rumların art niyeti ortaya çıkmakta.

  • New York’taki gayrı resmi üçlü toplantıda ve konuyla ilgili tartışmalarda Haspolat geçiş noktasının açılması her iki tarafın da faydasına olacağı tartışılmaya başlanınca, Kıbrıs Rum Yönetimi Haspolat kapısının açılmasının Rum esnaflarından daha çok KKTC esnaflarının yararına olacağını düşünerek anında reddetti. Gerekçeleri de Haspolat kapısının açılmasının Kıbrıs Rum tarafına katacağı ekonomik faydanın, Kıbrıs Türk tarafına sağlayacağı ekonomik faydadan daha az olacağı gerçeği imiş.
  • Kıbrıs Rum Yönetimi, adadaki her iki tarafa hiçbir ekonomik katkısı olamayacak olan Gaziler köyündeki sınır kapısı ve Erenköy’deki sınır kapısını masaya koymalarının tek nedeni, geçişleri rahatlatmak ve kolaylaştırmak, karşılıklı her iki tarafın ekonomisine katkı koymaktan ziyade, askeri önem taşıyan bu bölgelerden geçiş yapmak ve bölge bütünlüğünü bozmak.  Doğal olarak Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetlerinden Rumların bu talebine olumsuz görüş gelince de Türkiye’yi protesto etmek. Kıbrıs Rum Yönetimi Güvenlik Kuvvetlerimizi protesto edince, siyasi olarak Güvenlik Kuvvetlerimizi tanımış olacağından sanki de muhatapları Türkiye imiş gibi hedef şaşırtarak Türkiye’yi protesto etmeyi tercih etmekteler. Türkiye Kıbrıs Rum Yönetimini bırakın muhatap kabul etmeyi, 1960 Cumhuriyeti Anayasasını tek taraflı ve Kıbrıs Türk Milletvekillerinin, Kıbrıs Türk Halkının ve garantörlerin onayını almadan değiştirdiği için diplomatik olarak dahi tanımıyor.

Kıbrıs Rum Yönetimin, sözde “tanınmış devlet” kisvesi altında kendi isteklerini kayıtsız koşulsuz Kıbrıs Türk tarafına ve Birleşmiş Milletlere kabul ettirmek çabalarının sonuç vermeyeceği, yarım asırdır kesinleşmiş bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Hele de adadaki en küçük bir itilafı eğip büküp Türkiye’yi protesto etme vesilesine çevirdiklerini artık tüm ilgili devletler biliyor ve dikkate bile almıyor.

Rumlar topraklarının bir kısmını ABD’ye verip sırtlarını ABD’ye dayayıp, bölgenin en güçlü devleti oldukları hayaline kapılmış olmalarına rağmen Kıbrıs sorunu eninde sonunda, “eşit, egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm” ile nihayete erecek.

Prof. Dr. (İn. Müh), Doç. Dr. (UA İlş) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

12 Kasım 2024
RUMLAR TÜRKİYE’Yİ SUÇLAMAK İÇİN BAHANE YARATMAĞA ÇALIŞIYORLAR için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Dünyada Hoş Bir Seda Bırakıp Giden Babam Prof. Dr. Hakkı ATUN

Dünyada Hoş Bir Seda Bırakıp Giden Babam Prof. Dr. Hakkı ATUN

Prof. Dr. Ata Atun

Rahmetlik Babam Prof. Dr. İbrahim Hakkı Atun bundan tam 15 sene evvel ebediyete göç etti. Kendisi gitti ama kurucusu olduğu Van 100. Yıl Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Elazığ Veteriner Enstitüsü, Pendik Veteriner Enstitüsü gibi bilim yuvaları, KKTC’nin Üniversiteler adası olmasının fikrini ortaya atması ve adadaki eğitim kıvılcımını çakması gibi eserleri bu dünyada kaldı.

Belli ki uzun bir müddet daha kalmaya da devam edecek.

Herkesin babası kendine kıymetli ve özel ancak benim babam yokluk yıllarının Kıbrıs’ında, canını dişine takarak tek başına yollara düşmüş bir adam…

Karpaz’ın Ergazi (Ovgoroz) köyünde 1 Ocak 1916 sabahı, zorlu koşulların hüküm sürdüğü yıllarda doğmuş babam… Hayata tutunmayı başaramamış 12 kardeşten, hayatta kalabilenlerin 2’ncisi… Sonradan 3 kardeşi daha olmuş. Hepsi de erkek…

Babası, Karpaz bölgesinin imamı ve hocası olan, rahmetlik dedem Mehmet Rifat Efendi. Annesi ise ev hanımı rahmetlik Ayşe nenem. Evleri dönemin yapı sistemine göre güzel inşa edilmiş, tavanı mertek üzerine tahta kaplama, onun üzerine de ince bir betonun döküldüğünü düşündüğüm büyükçe bir ev. Bahçesinde içinde bir kere yıkanma şansını elde ettiğim kocaman bir küp, ayrı bir binada samanlık ve ayrı bir kümes.

Çocukluk yıllarımda kümesteki tavuklar ve horozlar benim arkadaşımdı. Çok iyi anlaşırdım onlarla. Küçükbaş hayvanların barındığı ağıl tam olarak neredeydi hiç hatırlamıyorum. Sayısını hatırlayamadığım kadar zeytin ve harup ağacı ile içinde arpa ve buğdayın yetiştiği, yanından derenin de geçtiği dönümlerce de tarla vardı.

Kantara’dan akmaya başlayan dere, dedemin tarlasının yanından geçerdi. Yazın çalıdan siciler (eşek arısı) için ölümcül bir silah hazırlar, sici avına çıkardık dere kenarında. İngiliz Sömürge yönetimi sici başına 2 kuruş verirdi o dönemlerde. İki tane siciye bir tane Kit Kat çikolata alırdık rahmetlik Mustafa amcamın dükkânından.

İyi paraydı bakır bir kuruşlar o dönemde.  

Babam, Lefkoşa’daki İslam Lisesinde öğretim görüyordu. Anlattığına göre iyi bir öğrenciydi. Liseyi birincilikle bitirdiğini söylerdi hep bana. Kıbrıs Türk’ü olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yatılı bursunu kazanıp üniversite eğitimi için Kıbrıs’tan çıkıp Türkiye’ye gittiği yıl 1934.

Yol ve ilk aylardaki geçim parasını karşılamak için, dedem ve nenem birkaç tane küçükbaş hayvan satarak cebine üç beş kuruş koymuşlar ve dualarla Larnaka’dan babamı yolcu etmişler. Uzun bir gemi yolculuğu, sonra da kara trenle Ankara’ya ulaşmaya başarmış babam bu çetin yolculuğun sonunda.  Gemi, köy rammisi (otobüsü) gibi, her durağa uğradığından Türkiye’ye haftalar sonra varabilmiş.  

Şansa bakın ki Ankara Üniversitesi’nde eğitime başlayan babam, Atatürk ile karşılaşma şansına sahip olmuş, hem de birkaç kez.

Yatılı okul dışındaki yaşam giderlerini karşılayabilmek için çeşitli işler yapmış.  İkinci Dünya savaşı çıkınca Türk Silahlı kuvvetlerinde teğmen olarak Edirne’de, Bursa’da ve Kırıkkale’de görev almış. Savaş bitince ABD’nin açtığı burs sınavlarını kazanarak ABD’ye gitmiş ve yüksek lisansını orada tamamlamış.

Kısa bir müddet sonra ünlü Squibb firması Laboratuvar şefi olan babam, “Amerika’da kal bizde çalış” önerisi ile yüksek bir maaşlı iş teklifinde bulunmuş. Babamın “yatılı okudum Türkiye Cumhuriyeti devletine borcum var” demesi üzerine “biz borcunu sonuna kadar öderiz, merak etme” yanıtını almışsa da “Ben ABD’de kalırsam benden sonra Türkiye’de üniversite tahsili yapmak isteyen Kıbrıslı Türklere beni bahane edip belki bir daha burs vermezler” düşüncesi ile bu teklifi nazikçe geri çevirmiş ve Türkiye’ye geri dönmüş.

Bu dönüş başarı basamaklarının da kapısını açmış babama.

Türkiye’ye geri döndükten sonra, 1952 yılında sonradan adı “Elazığ Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü”nü (EVKAE) olarak değiştirilmiş olan “Elazığ Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü”nü sıfırdan kurmuş babam. EVKA Enstitüsü kurulduğu günden itibaren Doğu Anadolu’nun, daha doğrusu Ortadoğu’nun en önemli araştırma enstitüsü olmuş. Halen daha bu sıfatı gururla taşımakta.

O dönemde birkaç parça laboratuvar aletinin uluslararası patentini de almış babam. Bunlardan en ünlüsü “Atun pensi.”  Doğu Anadolu’ya en önemli armağanlarından bir tanesi de Türkiye’ye özgü “Şap” hastalığının doğru teşhisi ve enstitüde gerekli aşılarının üretilmesi.

O dönemde bir ilk olmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde aşı üretmek, özellikle de Şap (Antraks) aşısı.

Elazığ’dan sonra tayini “İstanbul, Pendik Veteriner Enstitüsüne” çıkınca bu sefer fırsat bu fırsat deyip “İstanbul Tıp Fakültesine” öğrenci olarak yazılmış ve tıp eğitimine başlamış. Hocası bile şaşkınlıktan dilini yutmuş, kemikleri, doğru ve eksiksiz tanımlamasından dolayı… 

Bir sonraki aşamada, kariyerindeki başarısından ve araştırmacı olmasından dolayı Ankara’ya tayini çıkmış, Ziraat Bakanlığı şube müdürü olarak. Tanıdığı yok, hiç kimsesi yok, politikaya hiç bulaşmamış, hiçbir siyasiyi tanımıyor ama basamakları da çalışkanlığı ile ardı ardına tırmanıyor rahmetlik babam. Babamın tahsil ve başarılarını duyan İngiliz Sömürge Yönetimi davet gönderip, ısrarcı olunca 1950’li yıllarda Kıbrıs’la mesleki ilişkisi başlamış babamın. Kıbrıs’taki bir salgın hastalık nedeni ile adaya çağrılan babam önce Lefkoşa’daki Laboratuvarın başına getirilmiş, sonra da adanın tüm ilçelerinde görev yapmaya başlamış.

Kıbrıs’tan sonraki görev yeri Irak. Irak’taki General Kasım hükümeti Türkiye’den ve Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan salgın hastalık uzmanı isteyince babama Irak yolu gözükmüş ve babamın tayini Irak’a, Bağdat Üniversitesine çıkmış. Üniversite Laboratuvarının ve Patoloji bölümünün başkanı olmuş. Irak’ı kasıp kavuran bir hastalığın tam teşhisini koyması ve Fransa’daki Pastör Enstitüsü ile iş birliği içinde aşısını üretmesi kendisine tüm kapıları açmış Irak’ta. Ünlü bir kişi haline gelmiş.

Ankara’da Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın kurduğu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi babamın peşine düşmüş. Dünya Sağlık Teşkilatı tayinini Hindistan’a çıkarmasına rağmen Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın “ününüz sizden evvel buraya ulaştı. Yarın Patoloji bölümünün başkanı olarak görevinize başlıyorsunuz, odanız hazırlanmıştır” diyerek Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne davet etmesinden sonra Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde göreve başlamış babam.

20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Mutlu Barış Harekatında babam Kıbrıs’tadır. Tıp eğitimindeki bilgilerini kullanarak Mağusa hastanesinde yaralıların tedavisine gönüllü olarak koşar. Mutlu Barış Harekatı’nda arşiv niteliği taşıyacak birçok değerli fotoğraflar çeker ve Mağusa’da yaşanan olayları ölümsüzleştirir.

Mutlu Barış Harekatı sonrasında Ankara’ya dönüşünde Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin Ankara’daki Genel Sekreteri olarak 1975 yılının ilkbaharında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’le Kıbrıs’ta oluşturulan Türk bölgesinin geleceği ile ilgili görüşmeler başlatır.

1975 yılının Eylül ayında Başbakan Ecevit’e bir yazı göndererek KKTC’de kurulacak sanayinin üniversitelerden oluşacağını söyler ve KKTC’nin üniversiteler ülkesi olması için çalışmaların hemen başlatılmasını talep eder. Babamın ısrarlı girişimleri sonucunda önce Yüksek Teknoloji Enstitüsü, sonra da Doğu Akdeniz Üniversitesi kurulur ve babam Prof. Dr. Hakkı Atun, “Kıbrıs adasının üniversiteler adası olmasının fikir babası” olarak kayda geçer ve “üniversitelerin kurucu babası” olarak anılmaya başlanır.  

Patoloji bölümündeki başarıları kendisine Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinin (kurucu) Dekanlığını getirir. Birkaç yıl sonra da dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kendisini  “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi”ni kurmakla görevlendirir.

Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kararından sonra Van Üniversitesini kurmak için yola çıkar ve Doğu Anadolu’nun en iyi üniversitesi olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni kurarak Kurucu Rektörü ve ilk Rektörü olur. Emekliliği sonrasında KKTC’ye dönen babam, birkaç yıl sonra1988 yılında Cemaat Meclisi’nin üst katında ilk açılış konuşmasını yaptığı “Yakın Doğu Üniversitesi”nin Rektörlüğüne atanır. 

Başarıları yurt dışında da dikkat çeker ve babam Prof. Dr. Hakkı Atun 1988 yılının sonunda yayınlanan “Dünya Bilim Adamları” biyografisinde hakkı ile yerini alır…

Başarılarla dolu yaşamı 2009 yılının 13 Kasım’ında yatağında gece uyurken sessizce son bulur. Vefalı sevenlerinin katıldığı görkemli bir törenle Gazimağusa’da ebedi istirahatgahına defnedilir. 

Allah’ın rahmeti üzerinden hiç eksik olmasın, mekânı Cennet’te nurlar içinde yatsın babam…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

11 Kasım 2024
Dünyada Hoş Bir Seda Bırakıp Giden Babam Prof. Dr. Hakkı ATUN için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar