Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıs İlim Üniversitesi
Rumların BM’nin kontrolündeki ara bölgeyi istedikleri gibi kullanmak istemelerine KKTC yönetimi ve Güvenlik Kuvvetlerimiz müdahale edince Güney Lefkoşa’da yer alan Denya köyünün “sözde” Belediye Başkanı Hristakis Panayotu “Mesele, diğer tarafın, Kıbrıs’ın, Türklerin silahla karar vereceği sahipsiz bir bağ olmadığını anlamasıdır” buyurmuş.
Anlaşılan sözde Denya Belediye Başkanı Hristakis Panayotu geçmişi unutmuş. Kendilerinin, Kıbrıs adasının tümünün sahibi olduklarını zannettikleri günleri, yaptıkları soykırımı, yerle bir ettikleri Türk evlerini, şehit ettikleri masum Türkleri, savunmasız Türk köylerine saldırdıktan sonra soyup soğana çevirip, yağmaladıkları köylerimizi unutmuşa benziyor.
Bu hayalini kurduğu, “adanın tümüne sahip olma” rüyasının çoktan bittiğinin farkında bile değil söze Belediye Başkanı.
Adanın tümünü Yunanistan’a bağlamak ve yüzlerce yıllık hayallerini gerçekleştirmek için 15 Temmuz 1974 günü darbe yaptıklarını, Kıbrıslı Türklerin de kurucu ortağı oldukları Kıbrıs Cumhuriyetini yıktıklarını, 16 Temmuz günü yıktıkları ve yok ettikleri Kıbrıs Cumhuriyeti yerine “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan ettiklerini, 17 Temmuz 1974 günü EOKA’nın tetikçisi Nikos Sampson’u sözde Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin Cumhurbaşkanı ilan ettiklerini ve 18 Temmuz 1974 günü de sözde Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin Bakanlar Kurulunun alığı kararla Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettikleri açıklamasını yaptıklarını unutmuşa ve kendini de halen daha “bağın sahibi” görmüşe benziyor.
Ben kendisine, o çok güvendiği ve masum, korumasız Kıbrıslı Türklere ellerindeki son model silahlarla saldırırken kendilerini aslanlar zanneden “Rum Milli Muhafız ordusu” (Ethniki Fruro) mensuplarının, Türk askerinin karşısında sıçanlar gibi kaçacak delik aradıklarını hatırlatmak isterim. Bu gözler, o sıçanların can havli ile kaçacak delik aradıklarını gördü 1974 Barış Harekatının ikinci bölümünde.
Sözde Belediye Başkanı Hristakis Panayotu’a tavsiyemdir; Yalanla dezenformasyonla Kıbrıs sorununun başlangıç tarihi olarak 1974’ü gösterdiniz. Türkiye’yi adayı bölmekle suçladınız, 1974’ün biz Kıbrıs Türkleri için huzurla uyumaya başladığı tarih olduğunu anlamamazlıktan geldiniz. Siz kendi söylediğiniz yalana inanın, bizim için önemi yok. Lakin Masum Türkleri, sırf Türk oldukları için katlettiğiniz ve mahkemelerde hesap vermediğiniz günlerin çok geride kaldığını bilin. Elinizden geliyorsa, gücünüz yetiyorsa, “sahipsiz bağ” olmadığını iddia ettiğiniz topraklarda haklarımızı savunan Güvenlik Kuvvetlerimize, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına gelin de müdahale edin.
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Kıbrıs sorununa aşina olanların sıkça duyduğu GYÖ’nun açılımı “Güven Yaratıcı Önlemler”dir. Yani iki toplumun birbirine olan güvenini artıracak önlemler. Yarım asrı aşan görüşmelerde sıkça gündeme gelen bu tanım, maalesef sadece Kıbrıs Türklerinin atması gereken adımlar olarak ortaya konmuş, Rumlar GYÖ’leri kendi çıkarlarına uygun şekilde ele almışlardır.
Bilindiği üzere 21 Aralık 1963 günü Rumların, -aynen Girit’te yaptıkları gibi- adada yaşayan Kıbrıslı Türkleri silahlı saldırılarla yok edip adayı Yunanistan’a bağlamak amaçlı başlattıkları saldırılar, 1974 yılında adanın bölünmesi ile sonuçlanmış ve ada ikiye bölünmüştü. Bugün ABD ve AB, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu üzerindeki kontrollerini kaybetmemek için çözümü adanın tümünün AB’nin kontrolü/yönetimi altına girmesinde görmüş ve stratejilerini de ona göre belirlemiş durumda.
Bu stratejinin nihayetinde ada tümüyle Rum hakimiyeti altına girecek, adanın içinde yer aldığı Doğu Akdeniz bölgesindeki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve üstündeki hava sahası tamamen AB’nin kontrolü altına girmiş olacak. Belirlenen hedef aynen bu şekilde.
Çözüm yolunun, Kıbrıs’ta asırlardır varlıklarını sürdürmekte olan Kıbrıs Türk halkı ve Kıbrıs Rum halkını birbirlerine yakınlaştırmak ve sonrasında birleştirmek olması nedeni ile bu görevi de BM’ye yüklemiş AB ve ABD, yani Batı dünyası. Onlar için adada asırlardır yaşayan Kıbrıslı Türklerin soykırıma uğraması, adadan atılması, yerlerinden yurtlarından olması ve adada azınlık durumuna düşmelerinin hiçbir önemi ve kıymeti yok.
Bu, Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp eden işbölümü içinde iki halkı birbirine yakınlaştırma görevi BM’nin. Bu amaç doğrultusunda GYÖ, BM tarafından ortaya atılmış ve iki halk arasında “Güven Yaratıcı” işbirliklerinin yapılmasına yönelik çalışmaların adı olmuş. Ancak Rumlar yıllardır, adanın tek tanınan devleti olmak avantajını elde tutmak için Federasyon safsatasının arkasına saklanıp barış görüşmelerini sudan bahanelerle sonuçlandırmadığı gibi kendilerini bağlayan hiçbir GYÖ’ye sıcak bakmadı. Ta ki Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, seçim propagandası döneminde açıkladığı ve 18 Ekim 2020 tarihinde seçildikten sonra devam ettirdiği “Eşit, Egemen iki devletli çözüm” modeli ciddiyet ve taraftar kazanıncaya kadar. Şu günlerde, iki eşit egemen devlet tezindeki ısrarımızı gören Rumlar paniklemeye ve geçmişte ciddiye almadıkları GYÖ’leri ısıtıp ısıtıp masaya koymaya başladılar.
Anastasiadis, 4 yıldır Yunanistan’la birlikte Türkiye’ye yaptırımlar uygulaması girişimlerinin özellikle çok güvendiği AB tarafından dikkate alınmamasından sonra ister istemez “Türkiye aleyhinde yaptırımlar yapılması girişimlerini” dondurduklarını ve GYÖ’lere önem verdiklerini açıklamak zorunda kaldı. Sanki AB’de birileri çıkmış da, Yunanistan ile birlikte yıllardır canlarını dişlerine takarak Türkiye’ye yaptırımlar yapılması isteklerini ciddiye almış, kendilerini muteber devletler olarak kabul etmişler gibi.
Bunun böyle olması bizim için sürpriz değil zira Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Türkiye’ye yaptırımlar uygulatmasına ne boyları yeter, ne de saygınlıkları. Her ikisi de AB’de sözlerine güvenilmeyen ülkeler konumunda. Artık kendilerini dikkate ve ciddiyete alan da yok, güvenen de.
Son olarak şunu ekleyelim; Kıbrıs sorunu, bugüne değin çözümsüz kaldıysa bunun sorumlusu Batı dünyasının ve BM Güvenlik Konseyinin Kıbrıs Rum Yönetimini adanın tek yasal temsilcisi olarak kabul etmesi, şımarıklıklarına göz yummasıdır. Rumların masaya koymak istedikleri GYÖ’lerin de, Kıbrıs sorununu çözümden uzaklaştırmak ve mevcut statükolarını devam ettirmekten öteye hiçbir amacı yoktur, bugüne değin olmamıştır da.
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Canımız, namusumuz, koruyucumuz Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) ile ben daha çocukken tanıştım.
Kıbrıs’ta Rumların, Kıbrıs Türklerini yok etme, adadaki İngilizleri çıkarma amacıyla kurdukları EOKA adlı -günümüzdeki PPK, ASALA benzeri- terör örgütü, yolda, belde, tarlada ele geçirdiği masum Türkleri gaddarca infaz ediyordu. İşte savunmasız köylerimize ağır silahlarla saldırırken bizleri koruyan TMT’ci abilerimiz olmuştu.
TMT’miz, Rumların Kıbrıs adasını ele geçirmek için kurduğu terör örgütü EOKA’ya karşı, bir direniş örgütü olarak anavatanımızın desteği ile 1958 yılında kurulmuştu. Bu nedenle de adı TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLATI olmuştu.
TMT şu günlerde bazı kendini bilmezlerin iddia ettiği gibi, hiçbir zaman ve koşulda bir terör örgütü olmadı, terör örgütü gibi de çalışmadı. Milli mücadelemiz sırasında hiçbir sivil şahsa, malına mülküne veya yerleşim yerine herhangi bir saldırıda bulunmadı, sadece adada Kıbrıslı Türkleri yok etmeye yönelik saldırı ve katliamlara karşı koydu, mukavemet etti. Terör örgütü EOKA’ya karşı dünyanın en namuslu ve meşru mücadelesini veren TMT, Kıbrıs Türkü’nün Kuvayi Milliye’siydi.
Hepimiz, yaşımız gelince özgürlüğümüz, kendi topraklarımızda egemenliğimiz için gönüllü katıldık TMT’ye. Katılırken okuduğumuz bir Andımız vardı. Masanın üstüne serili Ay Yıldızlı bayrağımızın üstüne konmuş olan Kuran-ı Kerime ve tabancaya elimizi basarak yemin etmiştik. Beni, 4550 künye numarası ile TMT’ye kayıt ettiklerinde dünyalar benim olmuştu. Mücahitliğimi de TMT mensubu olarak yapmıştım, 1970 yılında…
TMT gönüllülük esasına dayalı bir örgüttü. Hepimiz vatanımızı korumak için TMT’ye katılmaya can atıyorduk. Aynı evde yaşadığımız rahmetlik ağabeyimin TMT’ci olduğunu yıllar sonra, birlikte katıldığımız 1974 Barış Harekatında öğrenmiştim. Ne o benim TMT’ci olduğumu biliyordu, ne de ben onun. TMT böyle faaliyet göstermişti yıllarca…
Anavatanımızın en saygın subayları bizim TMT’nin mücahit komutanlarına destek vermiş, bizleri eğitmiş, hayatta kalmayı ve direnmeyi öğretmişti. Rum terör örgütü EOKA halkımıza saldırırken TMT bizleri kanatları altına aldı ve korudu. Mücahit teşkilatımız halkımıza moral verdi, kendine güveni aşıladı ve onurlu direnişimizin temelini oluşturdu. Özetle TMT’mizin gönlümüzdeki ve milli mücadelemizdeki yeri çok büyüktür.
Türk Mukavemet Teşkilatı, Türk Milleti’nin, Kıbrıs Türklüğünün ve TSK’nın şanlı tarihinin onurlu bir parçasıdır. Bu şanlı teşkilata hakaret, ancak Türk düşmanı bir zihniyet tarafından yapılabilir.
Şimdi, tarihi okumaktan yoksun, hadsiz birileri çıkmış, televizyon ekranlarında TMT ile ilgili ahkam kesmiş. Varlığımızı borçlu olduğumuz TMT’mize, Rum tezleriyle ithamlarda bulunmuş. Kıbrıs konusunu birkaç kanıbozuktan öğrenen ve birilerinin provokesine alet olan bu kişinin söyledikleri münferit şahsi fikirler olarak algılanamaz. Yazık ki Kıbrıs Türk halkı arasında maalesef adı-soyadı Türkçe olan ama Rumca düşünen kişiler bulunmakta. Rumlar ve Yunanlılar, sıkıştıklarında bu kişileri provokatör olarak kullanmaktalar. Muhalifliğiyle meşhur bu televizyoncu da bu provokasyonun bir parçası olmuş.
Peki, durup dururken nereden çıktı şimdi TMT? Anlatalım; Türkiye’nin bölgesel güç olması, ABD ve AB’nin Rumlardan ve Yunanlılardan desteğini çekmesi, Mısır ve İsrail’in Türkiye ile diplomatik ve ekonomik işbirliği başlatması, Kıbrıs müzakereleri konusunda Batı dünyası Rum ve Yunanlıları çözüme engel olmakla suçlarken, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın “Eşit, Egemen İki devletli Çözüm” istediğinin kabul görmeye başlaması, Maraş konusunda Osmanlı Tapularını yöneten Kıbrıs Türk Vakıflar İdaresinin taraf olarak kabul edilmesi, Rumları ve Yunanlıları fena halde bozguna ve düş kırıklığına uğratmış durumda.
Köşeye sıkışan ve isteklerini kabul ettiremeyeceklerini anlayan Yunan-Rum ikilisi harekete geçerek, birileri aracılığıyla hem Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki bakış açısına, hem de KKTC yönetiminin iki devletli çözüm iradesine zarar vermek adına tahrikkar gündemler oluşturmaya çalışıyor. Bunun için de en iyi kullanacakları kişiler, Türk olan her şeye muhalif olan Türkçe konuşup Rumca düşünen zatlar.
Görünen o ki bundan sonra bu tür saldırıları ve benzerlerini sıklıkla, sosyal, siyasi ve uluslararası ilişkilerimizde yaşayacağız ancak TMT başta olmak üzere değerlerimize dil uzatanlara Kıbrıs Türk halkının gereken cevabı vereceğine kimsenin kuşkusu olmasın..
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Avrupa Komisyonu Yapısal Reform Destek Bölümü Genel Müdürü Mario Nava yerel ve taraflı bir gazetemize yaptığı açıklamada “”İki devletli çözüm, BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla uyumlu olmadığı için Avrupa Birliği tarafından kabul edilebilir değil. Bu çözüm, BM çerçevesinde yapılan ve üzerinde anlaşmaya vardan onlarca yıllık çalışmayla tezat teşkil eder. Birleşmiş Milletler göstergelerine göre iki Kıbrıs toplumu eşittir ve öngörülen iki toplumlu, iki bölgeli federasyon siyasi eşitlik ilkesine dayanmaktadır?” açıklamasını yapmış. Daha doğrusu “Buyurmuş.”
Ben doğdum doğalı Kıbrıs siyasetinin içindeyim, hiçte Mario Nova’nın kafadan attığı gibi “siyasi eşitlik” görmedim.
Avrupa Komisyonu Yapısal Reform Destek Bölümü Genel Müdürü olan Mario Nava herhalde Kıbrıs konusu içine zembille inmiş olmalı ki, yıllardır Avrupa Birliği’nin Kıbrıslı Türklere siyasi eşitlik temelinde hiçbir zaman yaklaşmadığını görememiş. Avrupa Birliği’nin her zaman ve koşulda Kıbrıslı Rumları adanın temsilcisi, Kıbrıslı Türkleri de Rumların tanıttığı gibi, adadaki azınlık olarak gördüğünü ve uygulamalarını da Rum tavsiyesine göre yaptığını bugüne değin hiç fark etmemiş maalesef.
Dolayısıyla Genel Müdür Mario Nava’nın açıklaması, tamamen taraflı, gerçeklerden uzak ve yok hükmündedir.
Müdür Nava hamaset yapacağına, koltuğunu garantilemek için abilerinin sözlerini tekrarlayacağına açık ve net olarak, Avrupa Birliği’nin hangi konularda adadaki iki toplumun eşit olduğu gerçeğini ortaya koyarak, siyasi eşitliğe dayalı uygulama yaptığını mertçe, somut örnekler vererek açıklamalıdır.
Avrupa Birliği hellim konusunda bile, Kıbrıslı Türklerin eşitliğini göz ardı ettiğini, Kıbrıslı Türklerin ürettikleri hellimin tescilini, güzel bir ayak oyunu ile Rum tarafının onayı ve denetimine tabi tuttuğunu siyasetle ilgili herkes bilmektedir.
Avrupa Birliği, hellim konusunda Rum Tarım Bakanlığı’nı iki toplumun eşit olduğu ilkesinin dışına çıkarak “yetkili makam” olarak görmesi, Kıbrıslı Türklerin imal ettiği hellimin AB iç pazarına ihracatında Müdür Nava’nın var olduğunu iddia ettiği siyasi eşitlik ilkesinin dışında bir uygulamadır.
Kıbrıs adasında, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklere karşı 21 Aralık 1963 günü başlattıkları silahlı saldırılar, katliamlar ve soykırımdan başlamak üzere günümüze değin, aradan geçen 59 yılda ben, Avrupa Birliğinin, Kıbrıslı Türklere “Kıbrıs adasındaki siyaseten eşit iki toplumdan bir tanesi” şeklinde ve düzeyinde hiçbir yaklaşım ve siyasi tavır görmedim.
Nava’nın açıklamasının aksine Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs Rum tarafını Kıbrıs Adasının sözde “tek devleti ve temsilcisi” olarak görmesi, Kıbrıs Türk halkına ise sadece bir “toplum” muamelesi yapması, Kıbrıs meselesinin özü ve bugüne değin de sonuçsuz kalmasının en büyük nedenlerinden biri olduğunun en bariz göstergesidir.
Kıbrıslı Rumlar 1 Mayıs 2004 günü Avrupa Birliği’ne yasadışı olarak kabul edilirken, Annan Planı döneminde AB’nin Kıbrıslı Türklere verdiği sözleri tutmaması ve bunun üstüne ilave olarak da Kıbrıslı Türklere sormadan, onayını da almaya gerek görmeden “Adanın tümünün AB’nin toprağı” olduğunu 10. Protokole yazması, Avrupa’nın sömürgeci anlayışına uygun bir durum ve yüz karasıdır…
Dünyadaki en büyük katliamları gerçekleştirmiş, milyonlarca insanı sömürge yönetimi ile ezmiş Avrupa Birliği’ne söylenecek tek söz vardır: Bize gqölge etme başka ihsan istemez!
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
TRT, “Kıbrıs Zafere Doğru” dizisi ile Türk halkına mükemmel bir hizmet verdi. Yıllardır Rumlar tarafından başarılı bir şekilde dünya gündeminden uzak tutulan ve bizlere dahi unutturulmaya çalışılan Kıbrıs’ta, Rumların Kıbrıslı Türklere uyguladıkları soykırımı, katliamları ve şiddeti gözler önüne sermiş, hatırlatmış, haklılığımızı ortaya koymuştur.
Bu dizi de önemli olan TRT’nin ortaya çıkardığı, gözler önüne serdiği Kıbrıs gerçeği ve uğradığımız saldırlar ve katliamlardır. Tarihimiz açısından çok önemli olan bu büyük eserin içinde bazı kişilerce var olduğu iddia edilen hatalar, dizinin taşıdığı önem içinde yok hükmündedir ve hiç bir ciddi değeri yoktur.
1963-1974 arasında bu olayları birebir yaşamış, Mücahitliğini 1970-73 yılları arasında Gazimağusa’da yapmış ve Barış Harekatına Mücahit olarak katılmış bir Kıbrıs Türkü olarak TRT’ye ve bu eserde emeği geçen herkese teşekkür eder, hepsini gönülden kutlarım.
AB’nin, Yunanlıların ve Rumların KKTC’yi yok etmek ve yıkmak için yıllardır, aramızda satın aldıkları kişilerle birlikte verdikleri çabayı yerle bir eden bu muhteşem eseri, lekelemek ve kötülemek için çalışanlar bilmelidirler ki, bilerek veya bilmeyerek Kıbrıs davasına büyük zarar vermektedirler..
İyi ki varsın TRT’miz, iyi ki varsın anavatanımız Türkiye’miz.
İzleme adresi: https://www.youtube.com/watch?v=ILGxzOlYitU