2017 yılında Crans Montana’da sürdürülen görüşmelerde, Rumların Federasyon hedefli görüşmeleri “Uniter Rum Devleti”ne dönüştürme çabaları ağır basınca Kıbrıs Müzakereleri çökmüştü.
2020 yılının sonbaharında KKTC Cumhurbaşkanı seçilen Ersin Tatar’ın, “Eşit egemenlik temelinde iki devletli çözüm” teklifini masaya koyması ve Türkiye’nin de bu konuda ısrarcı olması, müzakerelerin seyrini ve içeriğini değiştirdi.
Müzakereler federasyon temalı görüşmelerden uzaklaşmaya başladı. Rumlar bir anda kendilerini müzakereleri çıkmaza sokan taraf konumunda buldular.
ABD ve AB’in uzun vadeli planı olan;
“Kıbrıs adasında federal bir devletin kurulması,
bu devletin BM tarafından bağımsız bir devlet olarak tanınması,
Kıbrıslı Türklerin ortak değil, azınlık haklarına sahip vatandaşlar olması,
Türk askerinin adadan çıkarılması,
Türkiye’nin Kıbrıs ile bağının koparılması, ve
Doğu Akdeniz’de, AB’nin üyesi olan yeni devletin Münhasır Ekonomik Bölgesinin (MEB) diğer bir AB üyesi devlet olan Yunanistan’ın MEB’i ile ile birleştirilerek Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den dışlanması,
tehlikeye girince, ABD ve AB Rum tarafına, ‘Güven Yaratıcı Önlemler’ (GYÖ) önermesi ve müzakerelerin tekrardan başlatılması” talimatını verdi.
Talimatı alan Anastasiadis, ilk adımda, “Maraş’ın Rumlara iadesini, Ercan Havaalanı ile Mağusa Limanı’nın BM gözetiminde uluslararası seferlere açılması” teklifini yaptı. Buna ilaveten de “Arkası gelecek” açıklamasında bulundu. Aklınca Kıbrıslı Türkleri ve Türkiye’yi kandırmaya çalıştı.
Anastasiadis’in yaptığı teklif gerçekte, Mağusa Limanı ile Ercan Havaalanı’nın sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin onayı ve izni ile önce BM’nin, sonra da AB’nin denetimi ve kontrolü altına verilmesidir. Burada yatan tuzak, Mağusa Limanı ile Ercan Havaalanı’nın sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetiminde olduğu ve ancak sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin izni ile açılabileceğinin kabul edilmesidir.
Ercan Havaalanı BM kontrolünde uluslararası uçuşlara açılınca yürürlüğe sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin FIR hattı girecek, tüm uçuşlar Larnaka Havaalanındaki Kontrol Kulesi tarafından organize edilecek, adanın tüm hava sahası da sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolü altına girecek.
Mağusa Limanı’nın BM denetiminde uluslararası seferlere açılması da, denizlerimizde de sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kontrolünü ve hakimiyetini getirecek. 2009 yılında AB Komisyonunun yaptığı açıklamaya göre Mağusa Limanı uluslararası trafiğe kapatılmış değil ve açık. Dolayısıyla BM’nin denetimi altına verilmesine de gerek yok.
GYÖ kapsamı altında Ercan Havaalanı ile Mağusa Limanı’nın BM denetiminde uluslararası trafiğe açılması, siyaseten Kıbrıs adası üzerinde sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin adanın tek meşru devleti olduğunun teyidi olacak, adanın tek egemenlik ve yönetim hakkının da sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nde olduğunun kabul edildiği sonucunu getirecek.
Gazimağusa’nın surlarından başlayıp Larnaka’ya kadar uzanan ve atalarımızın Vakıf malı olan toprakların içinde yer alan Maraş’ın iadesi ise söz konusu bile değil. Gazimağusa Mahkemesinin 2000 ve 2005 yılında aldığı kararlar bunu teyit etmekte…
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
TV NET’de 5 Ocak Çarşamba, saat 18.30’da, Merve Gündem hanımın sunduğu DÜNYADA GÜNDEM programına katılarak Yunanistan’ın Saldırganlığı ve ABD’ye başvurusu ile ilgili bilgi verdim.
İzleme adresi: https://youtu.be/IrL-ChOsHjI
Aramızda belli bir kesim, KKTC’nin lağvedilerek 4 Mart 1964 günü BM’de, ABD, Rusya ve AET’nin desteği ile Rumların gaspettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’ne katılmak için her türlü çalışmayı yapıyor. Hedefleri sözümona “Euro maaş almak, özgürlüğümüzü ve egemenliğimizi önce Rumlara sonra da AB’nin kontrolü altına vermek, AB içinde azınlık olarak, sözde mutlu bir şekilde yaşamak.”
Bu hedeflerini halkımıza kabul ettirmek için de kurdukları dernekler vasıtası ile AB’den, faaliyetlerine katkı kisvesi altında paralar alıyorlar ve Rumlarla birleşilirse neleri kazanacağımızı allayıp pullayarak vatandaşlarımızın önüne koyuyorlar. Okullarımızda bazı öğretmenler minicik çocuklarımıza, milli mücadelemizi ve uğradığımız soykırımı anlatacaklarına, Rumlarla birleşirsek bir şeyler kazanacağımız hayalini anlatıyorlar ama asla özgürlüğümüzü ve egemenliğimizi kaybedeceğimizi, Rumların yönetimi altında aynen Batı Trakya’da olduğu gibi her haktan yoksun “azınlık” statüsünde yaşayacağımızı söylemiyorlar.
Kendi kişisel yaşanmışlıklarım ve deneyimlerim bana Birleşik Kıbrıs’ta nelerin yaşanacağının ip uçlarını vermekte. Olması mümkün değil ama şayet olursa Rumların, neredeyse 2 asırdır dile getirdikleri “çoğunluk biziz, adayı yönetmek bizim hakkımızdır” görüşlerinin, acı bir şekilde hayata geçeceği kesin.
Anlatacaklarım, benim yaşadıklarım. Yorum sizin;
1970’li yılların başında Mağusa Limanındaki serbest bölgede, tahminen 20 kadar Gümrüksüz Mal satışı mağazası “Duty Free” vardı. Bunların tamamına yakını Rumlara aitti. Tek bir dükkanı Türk işletiyordu. Tüm mağazalarda fiyat aynıydı zira toptan fiyatı 20 Şilin, perakende fiyatı 22 Şilin olan bir karton sigarayı, kâr marjı çok düşük olduğu için hiçbir mağazanın daha düşük fiyata satması mümkün değildi.
Türk mağaza sahibi birden Türk gemilerin bile kendisine hiç gelmediğini fark etti. Şaşırdı. Biraz araştırınca Çikko Manastırı’nın, Rum mağaza sahiplerine aradaki farkı ödeyerek perakende fiyatını 20 Şiline düşürmeleri talimatını verdiğini öğrendi. Müşteri kaybı nedeni ile Türk soydaşımızın dükkanı battıktan ve meydan kendilerine kaldıktan sonra da sigara fiyatları 24 Şilin olmuş, Çikko manastırının sübvansiye ettiği 2 Şilinler manastıra geri ödenmişti. Türk’e ait bu mağazayı batırmak ve iflas ettirmek için bizzat Rum Ortodoks Kilisesinin merkezi olan Çikkos Manastırı’nın müdahale etmesi, Rumların Türklere ekonomik hayatta da ne denli gaddarca davrandıklarının göstergesiydi.
***
Barış Harekatı öncesi Mağusa’da İnşaat mühendisi olarak çalışırken, Maraş’taki Ordu Evi’nin karşısındaki, günümüzde yurt olarak kullanılan 10 katlı binanın statik hesaplarını yapmış, inşaat süresince de kontrol mühendisliğini yürütmüştüm. İnşaatı üstlenmiş olan müteahhit Meşşios usta ve işçi sıkıntısı çektiğinde benden yardım isterdi. Ben de Mağusa’da yaşayan Türklerden usta ve işçileri işe aldırıp, iş gücü sıkıntısının azaltılmasına yardımcı olurdum. Zaman içinde inşaatta çalışan Türklerin sayısı belirgin şekilde artmış, işler de hız kazanmaya başlamıştı. Bir sabah inşaata, EOKA’nın Mağusa bölgesi sorumlusu geldi ve müteahhit Meşşios’a bütün Türkleri işten atması talimatını verdi. O gün tüm Türkler işten atıldı, bana da inşaatı kontrole gerek olmadığını ve inşaata gelmemem söylendi. Kovulmuştum…
***
Yaşadıklarım bitmiyor ki…
1972 senesinde Mağusa (Rum) Belediyesi bayındırlık işlerinde görev yapmak üzere bir inşaat mühendisi veya Mimar münhali açınca, ben bütün koşullara uygun vasıfları taşıdığım için başvurumu yaptım. Kıbrıs Cumhuriyeti Mühendis ve Mimarlar Odasına kayıtlıydım, imza hakkım vardı, İngilizce ve Rumca biliyordum ve Mağusa’da ikamet ediyordum. Benden başka aranılan vasıflara uygun bir tek kişi daha vardı: Ünlü Lordos ailesinin oğlu Mimar Constantinos Lordos.
Kıbrıs’ın en zengin ailelerinden birisinin oğlu olan Constantinos Lordos’un böylesi bir işe ihtiyacı olmadığı için, başvuru da yapmamıştı.
Münhalin kapanış gününden sonraki ilk iş gününde, işe alındığımdan emin olarak yapacağım işin detayını ve koşulları Belediye Başkanı ile görüşmek için Belediye binasına gittim. Yaklaşık 4 buçuk saat (Türk olduğum için) kapıda bekletildikten sonra Başkan Bambos beni kabul etti. Ben aklımdaki soruları sorduktan sonra Belediye Başkanı ayağa kalktı, iki elini yana açarak bana doğru geldi ve “Griye (bay) Atun, sen tam aradığım adamsın. Tüm koşullara da uyuyorsun. Seninle çalışmak bizim için büyük bir mutluluk olacaktır. Bak, Glafkos Klerides ile Rauf R. Denktaş, Kıbrıs konusunu müzakere ediyorlar. Müzakereler anlaşmayla bitsin, hemen ertesi gün gel ve işine başla” diyerek beni kapının önüne koydu. Aradan tam 50 yıl geçti. Müzakereler halen daha devam etmekte. Eğer Rum olsaydım, aynı gün işe alınacaktım. Ama ahtım var, müzakerelerin anlaşmayla bittiği gün hayatta isem Bambos’un mezarına gidip “Bana söz verdiğin işime başlamak için ben geldin Griye Bambos” diyeceğim.
İşte “Birleşik Kıbrıs”ta bizi bekleyen gelecek, bu olayların benzerlerini yaşamak, her koşul ve yerde azınlık konumunda olmak…
Bu yazım, Rumlarla ve AB ile Kıbrıs’ın birleşmesi hayalinin gerçekleşmesi için işbirliği yapan kişi, kuruluş ve Sivil Toplum Örgütlerine ithaf olsun…
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
1950 yılının 15 Ocak Pazar ve 22 Ocak Pazar günlerinde, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesinin sadece Kıbrıslı Rumların katılabileceği şekilde organize ettiği Plebisit (Latince plebiscitum – Anayasayı değiştirme gücü olmayan ama halkın düşüncesini yansıtan halk oylaması), Kıbrıs adasının yakın tarihinde yer alan önemli bir olay.
Bu Plebisit, Kıbrıs adasında asırladır varlıklarını sürdürmekte olan iki farklı etnik kimliğe sahip halktan birinin tek yanlı olarak adanın Yunanistan’a bağlanması isteğini (İlhak- Enosis) büyük bir oy oranı ile ortaya koydu.
Asıl adı Michael Hristodulu Mouskos olan III. Makarios’un 18 Eylül 1950 tarihinde, mükemmel bir entrika ile en güçlü rakibini tasfiye edip Başpiskopos seçilmesi ve Rum Ortodoks Kilisesinin başına geçmesi de Kıbrıs adasının yakın tarihinde yer alan önemli olayların ikincisi. Makarios, Başpiskopos seçilmesine ilaveten Kıbrıs Rum toplumunun fiili ulusal lideri olan Ethnarh’lık görevini üstlenerek, Kıbrıslı Rumların siyasi hayatını ve stratejileri belirleyen liderlik makamını da uhdesine aldı. Zaten Kıbrıs adasında 1950-1974 yılları arasında Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıslı Rumlar arasında yaşanan etnik sorunlar, silahlı çatışmalar, göçler ve soykırım, Makarios’un Başpiskopos seçilmesi ile başladı.
Makarios’un hedefi, önce İngilizleri daha sonra da Türk ulusunun bir uzantısı olan Kıbrıs Türklerini adadan atmak ve Enosisi gerçekleştirmek olduğundan, Başpiskoposluk yemini ederken dini yeminine ilaveten bir de milli yemin etti ve yeminini de “Hayatımı Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanmasına adıyorum” sözleri ile tamamladı.
1951 yılında adaya İngiliz Sömürge Yönetimine başkaldırı araştırması için gelen Grivas ile başlayan EOKA’nın kuruluş çalışmaları 1954 yılında Atina’da yapılan toplantı ile resmiyet kazandı ve gerçekleşti. 1 Nisan 1955 gününde de EOKA saldırılarına başladı. Hedef; Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması (Enosis) idi. Önce İngilizlere saldırmaya başlayan EOKA, sonra hedefine Kıbrıslı Türkleri de koydu.
“Kurucu Ortak”ları Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ilan edildiği 16 Ağustos 1960 günü Kıbrıs’ın yakın tarihindeki önemli günlerden biriydi zira Türkler ve Rumlar ada üzerinde eşitlik temelli ortak bir devlete imza atmışlardı. Ancak Kıbrıs Rum halkı tarafından Cumhurbaşkanı seçilen Makarios, daha ilk günden “Türkiye’yi yok sayarak” Kıbrıs Türklerini Kıbrıs Cumhuriyeti’nden soyutlayarak, haklarını vermeyerek, yıldırıp göçe zorlayarak bir an evvel adayı Yunanistan’a bağlamak için kolları sıvadı ve işe koyuldu.
Niyet, Kıbrıs’ı Girit formülüyle Helenleştirmekti. Girit’te, Osmanlı devletine rağmen Yunanlıların Avrupalı Devletleri arkalarına alıp 130 bin Türk’ün büyük bir kısmını katlederek, geri kalanları da göçe zorlayarak adayı Türklerden temizlemelerini örnek alarak Kıbrıs’ta da aynı yöntemi uygulamaya koyma kararını aldı. Bu amaçla 1962 yılının Mart ayında Yunanistan’dan gönderilen subayların strateji ve lojistik planlamaları ile Akritas Planı hazırlandı ve ivedilikle saldırı hazırlıkları başlatıldı.
Etnarh ve Başpiskopos Makarios, önce Rusların tam desteğini sağlamak için “Bağlantısızlar Bloku” içindeki siyasi çalışmalarını hızlandırdı. 22 Kasım 1963 günü ABD Başkanı John F. Kennedy’in Dallas, Teksas’ta suikaste uğraması Makarios için bulunmaz bir fırsat oldu. ABD Başkanlık makamının, yardımcısı Lyndon B. Johnson tarafından doldurulması ve Başkanlık seçimlerinin gündeme gelmesi, ABD’nin bu dönemde Kıbrıs’ta yaşanacaklarla pek ilgilenemeyeceği inancını yarattı Makarios’ta. Buna ilaveten Kıbrıslı Türklere yapılacak saldırı için en uygun tarihin, Hristiyanlar için çok kutsal bir gün olan Noel haftası içinde yapılmasının, Hristiyan dünyasından itiraz görmeyeceğini de hesaplayan Makarios, saldırıların Noel’de başlatılması talimatını Yorgacis’e iletti.
Saldırılar, Yorgacis’e bağlı sivil paramiliter güçler arkalarına Rum polislerini de alarak 21 Aralık 1963 Cumartesi sabahı erken saatlerde Girne’den Lefkoşa’daki evlerine dönmekte olan iki arabadaki altı erkek ve dört kadından oluşan Kıbrıslı Türklere saldırıları ile başladı ve tüm ada sathına yayıldı. 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı ile bu saldırılar fiilen son buldu, Kıbrıslı Türkler uzun süre mücadelesini verdikleri özgürlüklerine kavuştular.
21 Aralık 1963, Kıbrıs’ın yakın tarihinde çok önemli bir gün. Bu tarihin önemi, Makarios’un, 1997 yılında ölmeden önce yakın dostları ile yaptığı söyleşilerde “En büyük hatam Türkiye’yi yok saymam ve Kıbrıslı Türklere karşı silahlı saldırılara izin vermem oldu” sözlerini defalarca dile getirmesinden anlaşılıyor.
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Bugün yapılacak olan AB Dışişleri Bakanları Toplantısında ele alınacak konulardan bir tanesi de Türkiye’ye, kapalı Maraş’ın bölge bölge açılması ve Doğu Akdeniz’deki sismik ve sondaj faaliyetleri nedeni ile yaptırım uygulanması.
Yarın da AB Dış İlişkiler Konseyi aynı gündemle toplanacak.
Yunanlılar ve Rumlar, son 4 yıldır Türkiye’ye AB tarafından yaptırım uygulanması için adeta canlarını dişlerine takarak elden geleni yaptılar, her çabayı gösterdiler, yasal veya yasadışı her yöntemi denediler.
Yunanlıların ve Rumların amaçları, AB’yi arkalarına alarak, 1 Mayıs 2004 tarihli “10. Protokol” içeriğine uygun olarak Kıbrıs adasının kuzeyini de AB toprakları içine katmak, Türkiye’yi Kıbrıs adasından atmak, Kıbrıs Türklerini aynen Batı Trakya’da yaşayan kardeşlerimiz gibi azınlık konumuna düşürmek ve Ege ile Doğu Akdeniz’de, Türkiye’nin Mavi Vatan haritasını yok saydırarak, bu denizlerin tek hakimi olmak.
Yunanlılarda ve Rumlarda düzenbazlık diz boyu. AB’den sahte ve var olmayan projelerle para tırtıklamaktan, geçerliliği olmayan haritalar yayınlatarak Ege ve Doğu Akdeniz’in tümüne sahip olmaya kadar, her boy ve içerikte faaliyet mevcut.
İspanya’nın Sevilla Üniversitesinde görev yapan Akademisyen Prof. Dr. Juan ve Vivero’ya kendi istekleri doğrultusunda, Uluslararası Deniz Hukuku Konferansları kararlarına aykırı olarak 2002 yılında çizdirdikleri “sözde Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetiminin ortak Münhasır Ekonomik Bölgesi”ni gösteren haritayı, 2007 yılında çaktırmadan Avrupa Birliği teknik komitelerinde ve alt komisyonlarında kullanmaya başladılar, 2012 yılında da sanki AB’nin resmi haritasıymış gibi piyasaya sürüp Ege ve Doğu Akdeniz’de hak talebinde bulundular.
“Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış” atasözümüze uygun olarak da evvelki sene AB ve ABD, söz konusu “Sevilla Haritası”nın resmi bir belge olmadığını açıklaması ile Yunanlıların ve Rumların bu iddiaları çöp oldu.
Şimdi de, iktidarı süresince Yunanlıların ve Rumların ayak oyunlarına gelmeyen Almanya Şansölyesi (Başbakanı) Angela Merkel’in görevini bırakmasını fırsat bilerek, arkalarına AB’yi alıp Türkiye’ye yaptırım uygulatmak ve uygulamadan sonra da yaptırımları hafifletmek için ara bulucu olmak taktiği ile “Türkiye’den ne koparırsam kardır” stratejilerini uygulamaya koydular.
Onlar öyle düşünedursun; Bana göre yeni Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, çalışkan, çözüm odaklı ve zeki bir kişi olarak ün yapmış 23 yıllık bir siyasetçi. Yunanlıların ve Rumların ayak oyunlarına gelecek kadar çaylak ve duygularını Almanya’nın çıkarlarına değişecek bir kişi değil.
Bugünkü toplantı, AB’nin Yunanlıların ve Rumların, Türkiye’yi suçlayan tüm iddiaları, girişimleri ve ayak oyunları sonrasında önümüzdeki haftalarda yapılacak AB Liderleri toplantısında Türkiye ile ilgili ne gibi bir kararın alınacağının rehberi olacak.
Yunanlılar ve Rumlar, kapalı Maraş’ın etap etap açılması ile ilgili gerçek ve tüzel kişilere yasaklar konmasını, aleyhlerinde yasal işlem başlatılmasını, Türkiye’ye mali yardımın kesilmesini, AB’nin verdiği kredilerin azaltılmasını, Avrupa Yatırım Bankası kanalı ile Türkiye’deki finansal kurumların faaliyetlerine ilişkin kısıtlamaların getirilmesini istiyor istemesine de, bu hile ve desisesiyle meşhur millet için Avrupa Türkiye’yi karşısına almak ister mi? Tüm mesele bu.
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı