İrini Operasyonu ile ilgili yazım bugünkü AYDINLIK GAZETESİ sayfa 2’de KIBRIS İLİM ÜNİVERSİTESİ akademisyeni sıfatım ile yayınlandı.
KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar, Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ata Atun’u kabul etti.
Yapılan görüşmede, Maraş’ın açılımı, sonrası ve geleceği konuları, Yüksek Öğrenimin sorunları ve nasıl daha da geliştirileceği ile Türkiye’den Libya’ya ticari malzeme götüren Türkiye Cumhuriyeti Bayraklı Rosaline A. gemisine Avrupa Birliği Deniz Kuvvetleri Akdeniz, İRİNİ Operasyonu çerçevesinde hukuk dışı yapılan müdahale konuları görüşüldü.
Kıbrıs İlim Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Ata Atun, KKTC Turizm Bakanlığı ve KKTC Rehberler Birliğinin organizasyonu ile KKTC’de görev yapan rehberleri bilgilendirdi. Kapalı Maraş’la ilgili tarihi, sosyal ve kültürel bilgileri rehberlerle paylaşan Atun, Maraş’ın bilinmeyen tarihine ışık tuttu.
Maraş bölgesinin tümümün “Abdullah Paşa Vakfı”, Lala Mustafa Paşa Vakfı” ve “Bilal Ağa Vakfı”na ait olduğunu belgelerle açıklayan Ata Atun, Doğu-Batı istikametinde uzanan Demokratia caddesi hakkında bilgi verdi.
Bilal Ağa Vakfı Mescidi’nin Kapalı Maraş bölgesinde yer alan tek İslam ibadet yeri olduğunu belirten Atun, minaresi bulunmayan mescit hakkında da katılımcıları bilgilendirdi.
Demokratia Caddesinin ardından Kennedy Caddesinde yapılan bilgilendirme yürüyüşünde, Prof. Dr. Ata Atun, 1972 yılında statik hesaplarını yaptığı ve inşaatında kontrol mühendisliği görevini ifa ettiği, günümüzde konuk evi olarak kullanılan, eski ismi ile “Abbey Gate” adlı 10 katlı bina hakkında ve hemen karşısında deniz kenarında yer alan Dr. Marangoz’a ait ev ile ilgi açıklama yaptı.
Kennedy Caddesinin giriş kısmına yakın Dr. Hacı Gago’nun evi ve Kıbrıslı Rumların son Etnarh’ı Başpiskopos Makarios’un dini ayin yönettiği, modern çağın çizgilerini taşıyan Ayios Triada Kilisesi ve Dr. Fazıl Küçük stadyumunun karşısında yer alan “Kaptan’ın Evi” hakkında da bilgi veren Atun, 1974 öncesinde kapalı Maraş’ta yaşadığı ilginç hatıralarını katılımcılarla paylaştı.
Dünyada hoş bir seda bırakıp giden babam Prof. Dr. Hakkı Atun
Rahmetlik Babam Prof. Dr. İbrahim Hakkı Atun bundan tam 11 sene evvel ebediyete göç etti. Kendisi gitti ama kurucusu olduğu Van 100. Yıl Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Elazığ Veteriner Enstitüsü, Pendik Veteriner Enstitüsü gibi bilim yuvaları, KKTC’nin Üniversiteler adası olmasının fikrini ortaya atması ve adadaki eğitim kıvılcımını çakması gibi eserleri bu dünyada kaldı. Belli ki uzun bir müddet daha kalmaya da devam edecek.
Herkesin babası kendine kıymetli ve özel ancak benim babam yokluk yıllarının Kıbrıs’ında, canını dişine takarak tek başına yollara düşmüş bir adam…
Karpaz’ın Ergazi (Ovgoroz) köyünde 1 Ocak 1916 sabahı, zorlu koşulların hüküm sürdüğü yıllarda doğmuş babam… Hayata tutunmayı başaramamış 12 kardeşten, hayatta kalabilenlerin 2’ncisi… Sonradan 3 kardeşi daha olmuş. Hepsi de erkek…Babası, Karpaz bölgesinin imamı ve hocası olan, rahmetlik dedem Mehmet Rifat Efendi. Annesi ise ev hanımı rahmetlik Ayşe nenem. Evleri dönemin yapı sistemine göre güzel inşa edilmiş, tavanı mertek üzerine tahta kaplama, onun üzerine de ince bir betonun döküldüğünü düşündüğüm büyükçe bir ev. Bahçesinde içinde bir kere yıkanma şansını elde ettiğim kocaman bir küp, ayrı bir binada samanlık ve ayrı bir kümes. Çocukluk yıllarımda kümesteki tavuklar ve horozlar benim arkadaşımdı. Çok iyi anlaşırdım onlarla. Küçükbaş hayvanların barındığı ağıl tam olarak neredeydi hiç hatırlamıyorum. Sayısını hatırlayamadığım kadar zeytin ve harup ağacı ile içinde arpa ve buğdayın yetiştiği, yanından derenin de geçtiği dönümlerce de tarla vardı. Kantara’dan akmaya başlayan dere, dedemin tarlasının yanından geçerdi. Yazın çalıdan siciler (eşek arısı) için ölümcül bir silah hazırlar, sici avına çıkardık dere kenarında. İngiliz Sömürge yönetimi sici başına 2 kuruş verirdi o dönemlerde. İki tane siciye bir tane Kit Kat çikolata alırdık rahmetlik Mustafa amcamın dükkanından. İyi paraydı bakır bir kuruşlar o dönemde.
Babam, Lefkoşa’daki İslam Lisesinde öğretim görüyordu. Anlattığına göre iyi bir öğrenciydi. Liseyi birincilikle bitirdiğini söylerdi hep bana. Kıbrıs Türk’ü olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yatılı bursunu kazanıp üniversite eğitimi için Kıbrıs’tan çıkıp Türkiye’ye gittiği yıl 1936. Yol ve ilk aylardaki geçim parasını karşılamak için, dedem ve nenem birkaç tane küçükbaş hayvan satarak cebine üç beş kuruş koymuşlar ve dualarla Larnaka’dan babamı yolcu etmişler. Uzun bir gemi yolculuğu, sonra da kara trenle Ankara’ya ulaşmaya başarmış babam bu çetin yolculuğun sonunda. Gemi, köy rammisi (otobüsü) gibi, her durağa uğradığından Türkiye’ye haftalar sonra varabilmiş.
Şansa bakın ki Ankara Üniversitesi’nde eğitime başlayan babam, Atatürk ile karşılaşma şansına sahip olmuş, hem de birkaç kez. Yatılı okul dışındaki yaşam giderlerini karşılayabilmek için çeşitli işler yapmış. İkinci Dünya savaşı çıkınca Türk Silahlı kuvvetlerinde teğmen olarak Edirne’de, Bursa’da ve Kırıkkale’de görev almış. Savaş bitince ABD’nin açtığı burs sınavlarını kazanarak ABD’ye gitmiş ve yüksek lisansını orada tamamlamış.
Kısa bir müddet sonra ünlü Squibb firması Laboratuvar şefi olan babam, “Amerika’da kal bizde çalış” önerisi ile yüksek bir maaşlı iş teklifinde bulunmuş. Babamın “yatılı okudum Türkiye Cumhuriyeti devletine borcum var” demesi üzerine “biz borcunu sonuna kadar öderiz, merak etme” yanıtını almışsa da “Ben ABD’de kalırsam benden sonra Türkiye’de üniversite tahsili yapmak isteyen Kıbrıslı Türklere beni bahane edip belki bir daha burs vermezler” düşüncesi ile bu teklifi nazikçe geri çevirmiş ve Türkiye’ye geri dönmüş. Bu dönüş başarı basamaklarının da kapısını açmış babama.
Türkiye’ye geri döndükten sonra, 1952 yılında sonradan adı “Elazığ Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü”nü (EVKAE) olarak değiştirilmiş olan “Elazığ Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü”nü sıfırdan kurmuş babam. EVKA Enstitüsü kurulduğu günden itibaren Doğu Anadolu’nun, daha doğrusu Ortadoğu’nun en önemli araştırma enstitüsü olmuş. Halen daha bu sıfatı gururla taşımakta.
O dönemde birkaç parça laboratuvar aletinin uluslararası patentini de almış babam. Bunlardan en ünlüsü “Atun pensi.” Doğu Anadolu’ya en önemli armağanlarından bir tanesi de Türkiye’ye özgü “Şap” hastalığının doğru teşhisi ve enstitüde gerekli aşılarının üretilmesi. O dönemde bir ilk olmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde aşı üretmek, özellikle de Şap (Antrax) aşısı.
Elazığ’dan sonra tayini “İstanbul, Pendik Veteriner Enstitüsüne” çıkınca bu sefer fırsat bu fırsat deyip “İstanbul Tıp Fakültesine” öğrenci olarak yazılmış ve tıp eğitimine başlamış. Hocası bile şaşkınlıktan dilini yutmuş, kemikleri, doğru ve eksiksiz tanımlamasından dolayı…
Bir sonraki aşamada, kariyerindeki başarısından ve araştırmacı olmasından dolayı Ankara’ya tayini çıkmış, Ziraat Bakanlığı şube müdürü olarak. Tanıdığı yok, hiç kimsesi yok, politikaya hiç bulaşmamış, hiçbir siyasiyi tanımıyor ama basamakları da çalışkanlığı ile ardı ardına tırmanıyor rahmetlik babam. Babamın tahsil ve başarılarını duyan İngiliz Sömürge Yönetimi davet gönderip, ısrarcı olunca 1950’li yıllarda Kıbrıs’la mesleki ilişkisi başlamış babamın. Kıbrıs’taki bir salgın hastalık nedeni ile adaya çağrılan babam önce Lefkoşa’daki Laboratuvarın başına getirilmiş, sonra da adanın tüm ilçelerinde görev yapmaya başlamış.
Kıbrıs’tan sonraki görev yeri Irak. Irak’taki General Kasım hükümeti Türkiye’den ve Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan salgın hastalık uzmanı isteyince babama Irak yolu gözükmüş ve babamın tayini Irak’a, Bağdat Üniversitesine çıkmış. Üniversite Laboratuvarının ve Patoloji bölümünün başkanı olmuş. Irak’ı kasıp kavuran bir hastalığın tam teşhisini koyması ve Fransa’daki Pastör Enstitüsü ile iş birliği içinde aşısını üretmesi kendisine tüm kapıları açmış Irak’ta. Ünlü bir kişi haline gelmiş.
Ankara’da Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın kurduğu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi babamın peşine düşmüş. Dünya Sağlık Teşkilatı tayinini Hindistan’a çıkarmasına rağmen Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın “ününüz sizden evvel buraya ulaştı. Yarın Patoloji bölümünün başkanı olarak görevinize başlıyorsunuz, odanız hazırlanmıştır” diyerek Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne davet etmesinden sonra Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde göreve başlamış babam.
20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Mutlu Barış Harekatında babam Kıbrıs’tadır. Tıp eğitimindeki bilgilerini kullanarak Mağusa hastanesinde yaralıların tedavisine gönüllü olarak koşar. Mutlu Barış Harekatı’nda arşiv niteliği taşıyacak birçok değerli fotoğraflar çeker ve Mağusa’da yaşanan olayları ölümsüzleştirir.
Mutlu Barış Harekatı sonrasında Ankara’ya dönüşünde Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin Ankara’daki Genel Sekreteri olarak 1975 yılının ilkbaharında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’le Kıbrıs’ta oluşturulan Türk bölgesinin geleceği ile ilgili görüşmeler başlatır. 1975 yılının Eylül ayında Başbakan Ecevit’e bir yazı göndererek KKTC’de kurulacak sanayinin üniversitelerden oluşacağını söyler ve KKTC’nin üniversiteler ülkesi olması için çalışmaların hemen başlatılmasını talep eder. Babamın ısrarlı girişimleri sonucunda önce Yüksek Teknoloji Enstitüsü, sonra da Doğu Akdeniz Üniversitesi kurulur ve babam Prof. Dr. Hakkı Atun, “Kıbrıs adasının üniversiteler adası olmasının fikir babası” olarak kayda geçer ve “üniversitelerin kurucu babası” olarak anılmaya başlanır.
Patoloji bölümündeki başarıları kendisine Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinin (kurucu) Dekanlığını getirir. Birkaç yıl sonra da dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kendisini “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi”ni kurmakla görevlendirir. Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kararından sonra Van Üniversitesini kurmak için yola çıkar ve Doğu Anadolu’nun en iyi üniversitesi olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni kurarak Kurucu Rektörü olur. Emekliliği sonrasında KKTC’ye dönen babam, birkaç yıl sonra1988 yılında Cemaat Meclisi’nin üst katında ilk açılış konuşmasını yaptığı “Yakın Doğu Üniversitesi”nin Rektörlüğüne atanır.
Başarıları yurt dışında da dikkat çeker ve babam Prof. Dr. Hakkı Atun 1988 yılının sonunda yayınlanan “Dünya Bilim Adamları” biyografisinde hakkı ile yerini alır…
Başarılarla dolu yaşamı 2009 yılının 13 Kasım’ında yatağında gece uyurken sessizce son bulur. Vefalı sevenlerinin katıldığı görkemli bir törenle Gazimağusa’da ebedi istirahatgahına defnedilir.
Allah’ın rahmeti üzerinden hiç eksik olmasın, mekanı Cennet’te nurlar içinde yatsın babam.
Prof. Dr. Ata Atun
Dekan, Kıbrıs ilim Üniversitesi
KKTC I. Ve III. Cumhurbaşkanları Politik Danışmanı
Türkiye’nin Rusya Federasyonu’ndan S-400 karadan havaya Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemini alması kendisini dünyanın jandarması olarak addeden, kısaca NATO olarak anılan Kuzey Atlantik Paktı’nın kurucusu ve yöneticisi ABD’yi belli ki çok rahatsız etti. Önce Türkiye’yi uyardı, ardından “Sakın alma, sana yaptırım uygularım, ekonomini batırırım, askeri gücünü de felç ederim” tehdidinde bulundu.
Türkiye Cumhuriyeti bu tehditleri dikkate almayınca, iş çarıkları giyerek fiilen yaptırımlar uygulamaya koymaya geldi.
ABD ikinci yaptırım adımını diplomatik kulvarda attı ve Türkiye’de ABD vatandaşları ile yabancılara yönelik terör saldırıları olabileceği duyurusu ile ABD Dışişleri Bakanlığı kendi vatandaşları uyardı, Ankara, İstanbul, Adana ve İzmir’deki ABD misyonlarının görevlerini geçici olarak askıya aldı.
Tüm bunların üzerine, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında, Ermenistan’ın 1992 yılındaki sözde savaş yeteneklerini ortaya koyamaması ve Azerbaycan ordusu karşısında ağır bir hezimete uğramasının gerçek nedenini Türkiye’nin kayıtsız, koşulsuz Azerbaycan’ın yanında yer almasına bağlayan ABD, Türkiye’ye yaptırım uygulamak için kendine bir bahane daha yaratma çabası içine girdi.
Girmesine girdi de, ABD ve İsrail’in Türkiye’nin güney sınırları boyunca terör koridorları oluşturma gayretleri ve İsrail’in kontrolü altında bir terör devleti kurma girişimleri Türkiye tarafından ne pahasına olursa olsun önlenince, işler çığırından çıktı.
Olayı iki adım geriden okumaya başlayalım;1947 yılında başlayan ABD-Türkiye ittifakı ve dostluğu, Marshall yardımı adı altında ekonomisinin ağır sanayiden budanmasına, IMF tarafından parasının ve Merkez Bankasının acımasızca denetim altına sokulmasına ve eğitim sisteminin yozlaştırılmasına rağmen 65 sene ABD’nin sıkı kontrolü altında devam etti. Bu ağır ABD hegemonyasına başkaldıran siyasiler 27 Mayıs 1960’da ve 12 Eylül 1980 tarihinde ABD tarafından organize edilen darbelerle politikadan uzaklaştırılmalarına rağmen, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilmeye çalışılan 3. askeri darbe başarısız oldu ve Türkiye, ABD’den kopmaya başladı.
S-400 krizi de ABD’nin bu başarısız askeri darbe girişiminden sonra ortaya çıktı.
***
1993-2003 yılları arasında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanlığı yapan Glafkos Klerides döneminde GKRY’nin Türkiye’ye karşı kullanmak amaçlı Rusya’dan satın aldığı S-300 füzelerini, Türkiye’nin tehdidi sonrasında Kıbrıs yerine Yunanistan’ın Girit adasına konuşlandırmasına ses çıkarmayan ABD’nin Türkiye’nin S-400 almasından çok rahatsız olmasının nedeni aslında başka.
ABD’nin NATO ülkelerinde sattığı savaş uçakları ile karadan havaya ve havadan havaya atılan füzelerin tümü, ABD ile İsrail savaş uçaklarını ve füzelerini dost olarak algılıyor ve onları “düşman uçağı veya füzeleri” olarak tanımlamıyor. Yani ABD veya İsrail uçakları/füzeleri bir savaş anında Türkiye’ye karşı kullanılırsa, Türkiye’nin bunları önleme ve düşürme olasılığı yok.
Ama Türkiye’nin elinde NATO üyesi olmayan Rusya Federasyonu’nun ürettiği ve ABD ile İsrail uçaklarını “Düşman” olarak tanımlayıp ölümcül darbeyi vurabilen S-400 füzelerinin olması, bir gün gerektiğinde Türkiye’ye savaş açma/saldırma niyetinde olabilecek ABD, İsrail veya NATO ülkelerinin orduları için tam bir baş belası.
Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı