Doğu Akdeniz’de Dengeler Tekrardan Değişti

Doğu Akdeniz’de Dengeler Tekrardan Değişti

Libya’nın Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında 27 Kasım 2019 tarihinde imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması, Doğu Akdeniz’de, Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 2007 yılından beridir uygulamaya koymaya çalıştıkları bölgeye hakimiyet çabaları ve Sevilla Haritası senaryosuna büyük bir darbe vurmuş, AB ve Yunanistan ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nde büyük bir şok yaratmıştı.

Geçen hafta gerçekleşen KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, ABD’nin, AB’nin ve KR Yönetimi’nin tüm girişim ve çabalarına rağmen Sayın Ersin Tatar’ın kazanması Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yarattığı güç dağılımı değişikliğini daha belirgin hale getirdi ve bölgedeki siyasi dengeler tamamen Türkiye ve KKTC tarafında ağır basmaya başladı.

Doğu Akdeniz'de Değişen Dengeleri gösteren Anadolu Ajansı Haritası

Doğu Akdeniz’de Değişen Dengeleri gösteren Anadolu Ajansı Haritası


Doğu Akdeniz bölgesinde doksanlı yılların sonunda tespit edilen hidrokarbon yatakları Kıbrıs adasına yeni bir önem kazandırdı.

2004 yılında adanın yerlileri olan Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların önüne konan Annan Planının amacı gerçekte, adayı bölünmüşlükten kurtarmak görüntüsü altında Türkiye’nin Kıbrıs adası ve Doğu Akdeniz üzerindeki haklarını budamak ve Türkiye’yi bölgeden uzaklaştırmaktı.

Kıbrıslı Rumlar AB’nin ve ABD’nin bu senaryosunu bilmediklerinden, AB’ye girişlerini garantiledikten sonra, Annan Planı oylamasında AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Verhougen’e yalan beyanda bulunarak, ustalıklı bir Bizans entrikası ile “Hayır” oyu verip AB üyesi oldular. Akıllarındaki de “biz AB’yi arkamıza alır, Türkiye’yi adadan atarız” idi, ama bugüne değin bunu başaramadılar.

Doğu Akdeniz’den Türkiye’yi uzaklaştırmak için ustalıkla 2007 yılında sahneye konan Sevilla Haritası’da bir işe yaramadı ve son çare Kıbrıs adasını sözde birleştirerek, Münhasır Ekonomik Bölgesine uluslararası tanınırlık kazandırıp Türkiye’yi bölgeden uzaklaştırmak planını yürürlüğe koymak istediler.

Senaryo basit ve hukuki adımlardan oluşmuş, ustalıklı bir plan haline getirildi ve yürürlüğe kondu.
• KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde, AB yanlısı bir aday desteklenecek,
• Kıbrıs Müzakerelerini sürdüren liderlere baskı yapılıp, zoraki bir birleştirme planı kabul ettirilip imzalatılacak.
• Birleşik bir Kıbrıs Devleti kurulacak ve sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” yerine AB’ye üye devlet yapılacak..
• Birleşik Kıbrıs Devletinin Doğu Akdeniz’i olduğu gibi kapsayan Münhasır Ekonomik Bölgesi ilan edilip, alel acele BM tarafından tescil edilecek.
• Kabul edilen bu Münhasır Ekonomik Bölgenin bir kısmı direkt olarak Yunanistan’a ve Birleşik Kıbrıs Devleti’ne, tümü de endirekt olarak da AB’ye ait olacak.
• Türkiye’nin, yeni ilan edilen ve AB üyesi olan bu devletin Münhasır Ekonomik Bölgesi ile bağı, her tür ekonomik ve askeri müdahaleler ile kopartılacak, Türkiye bu bölgeye sokulmayacak.
• Yunanistan ve yeni Kıbrıs Devleti ekonomik olarak büyük bir zenginlik kaynağına sahip olacak.

İşte 18 Ekim Pazar günü KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimini Sayın Ersin Tatar’ın kazanması ile bölgede yer değiştiren güç dengesi ve bozulan batılı senaryo bu.

Doğu Akdeniz’e artık hakim olan Türkiye ve KKTC.
Doğu Akdeniz’de yer alan Mavi Vatan sınırları tartışmasız olarak uygulamaya kondu ve şer ittifakları arık buna mani olamayacaklar.

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

25 Ekim 2020
Doğu Akdeniz’de Dengeler Tekrardan Değişti için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

İzmir’in İşgalinin Perde Arkası … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

İzmir’in İşgalinin Perde Arkası … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Tarihi bilmeyen bir uluslararası ilişkiler uzmanının çok sağlıklı değerlendirmeler ve öngörüler yapamayacağı inancındayım. Geleceği görmek için geçmişi çok iyi bilmek gerekiyor.

Ben, tarih araştırmalarımda genellikle yazılı olan tarihi değil, açıklanmamış, yazılmamış, evraklar arasında kaybolmuş ve basının tozlu sayfaları arasına sıkışmış bilgileri okumayı tercih ediyorum.

Tarih kitaplarımızın yazdığı şekli ile Yunanların, 15 Mayıs 1919 tarihinde, dönemin büyük devletleri İngiltere ve Fransa’nın teşvikiyle, Türk yurdu İzmir’e ellerini kollarını sallayarak çıkması ve Ankara’ya Bizans Bayrağı çekmeyi hedeflemesi, başından beri bana pekte inandırıcı gelmiyordu. Yunanlıların Batı Anadolu’yu ele geçirmek istemelerinin daha gerçekçi bir nedeni olması gerektiğini ve büyük resimde bazı parçaların eksik olduğunu düşünüyordum her zaman.

Eşref Sencer Kuşçubaşı

Eşref Sencer Kuşçubaşı


Teşkilat-ı Mahsusa’nın (Milli İstihbarat Teşkilatı-MİT) kuruluşunda yer alan ve Birinci Dünya Savaşı döneminde başkanlığını yapan rahmetlik Eşref Sencer Kuşcubaşı’nın hatıralarında yer alan bir bölüm, bana Yunanların İzmir’i neden işgal ettikleri araştırmalarım ile ilgili aradığım bilgileri detaylı bir şekilde verdi.

Belli ki, tarihimiz ile ilgili bazı bilgiler, tarih yazarlarımız tarafından pek önemsenmediklerinden dolayı yazılı tarihimizde yer almamış.

Yunanlar, 1796 tarihinde haritası çizilen Megali İdea doğrultusunda Bizans İmparatorluğu’nu (Büyük Doğu Roma) kurma çalışmalarına başlamışlar ve 3 Kasım 1839 tarihinde -I. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra- Padişah’ın hoşgörüsünün ve fermanın verdiği olanaklarla sinsice ve kimselere hissettirmeden Ege bölgesine nüfus kaydırma yoluna gitmişler.

Birinci Dünya savaşının başladığı 1914 yılında bölgedeki Yunan nüfusu;
Ayvalık ve Körfezinde 120,000, Çanakkale şehir ve bölgesinde 90,000, İzmir’de 190,000, Urla yarımadası-Günay batı İzmir’den Çeşme’ye kadar 130,000, Aydın şehir ve bölgesinde 80,000, Akhisar, Manisa, Alaşehir, Uşak şehirleri ve bölgesinde 150,000 kişiye, toplamda yaklaşık 800 bin kişiye ulaşmış.

Taşıma göçmenlerle Midilli adası 150,000, Sakız adası 70,000 ve Sisam adası da 100,000 nüfusa çıkarılmış.

Bölgeyi kendi düşüncelerine göre vilayetlere ayırmışlar. Edremit’ten İzmir’e kadar Midilli adasına, Urla ve İzmir çevresi de Sakız adasına, Aydın, Söke, Kuşadası ve demiryolu üzerinde yer alan köyler ve kasabalar da Sisam adasındaki Kolorduya bağlanmış. Bu bölgelerde yaşayan askerlik çağına gelmiş olan Yunanlı gençler, bir şekilde bağlı oldukları Kolordulara gidip askerliklerini Yunan Ordusunda yapmaya başlamışlar.

Bölgedeki demiryolunda çalışan tüm personel Yunanlılardan oluşturulmuş, her istasyonun bitişiğinde de sahibi Yunanlı olan bakkal dükkanları açılmış. Taşıma ve ticaret tamamen bölgedeki Yunanlıların kontrolü altına girmiş.

Kral Konstantin’e Bizans Kartalı Sancağını Ankara Kalesine çekmek üzere veren İzmir Metropoliti Hristos Tomos’un Yunanistan ile birleşip “Büyük Yunan Krallığı”nın kurulması taraftarı olmasına karşın bölgenin en güçlü ikinci din adamı olan Efes Metropoliti, Bizans İmparatorluğu kurulması için çalışırken, güçlerini Yunanistan için birleştirmişler.

Yani Yunanların, 15 Mayıs 1919 tarihinde ellerini kollarını sallayarak İzmir’e çıkmalarının gerçek nedeni, Fransız ve İngilizlerin kışkırtmalarından ziyade son 80 yıldır bu işgale kendilerini hazırlamış olmalarıymış.

Yazılı olmayan bu tarihten yapacağımız çıkarım, Rumların tüm adımlarını Megali İdea doğrultusunda attıkları, bunu gerçekleştirmek için sabırla fırsat kolladıkları ve Türklerin zayıf anını bekleyerek harekete geçmeyi hedefledikleri. Ki; Rum Demokratik Seferberlik Partisi DİSİ eski milletvekili Hristos Rotsas’ın “15 Temmuz darbe girişimi esnasında KKTC’ye saldırıp Türk askerleri esir alabilirdik. Tarihi bir fırsatı heba ettik” sözleriyle Rum hükümetini eleştirmesi bunun en önemli göstergesi…

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

5 Ekim 2020
İzmir’in İşgalinin Perde Arkası … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Perde Arkasından Türkiye’ye Baskı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Perde Arkasından Türkiye’ye Baskı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Türkiye’nin son yıllardaki ekonomik, hafif/ağır sanayi, savunma sanayisi, kültürel, insani yardım, ulaşım ve üretim yatırımları ile yakaladığı bölgesel siyasi güçten açık açık korkmaya başlayan geçmişin sömürgeci ülkeleri, Türkiye’ye uyguladıkları direkt ambargoların faydasını görmeyince, endirekt ve vesayet ambargoları ile Türkiye’yi frenleme ve engelleme çabası içinde girdiler.

Uluslararası yasaların, kuralların ve uygulamaların yanından dolaşıp şeytanın bile aklına gelmeyecek metotlarla Türkiye’nin gelişmesinin önüne -akıllarınca- engeller çıkarmaya ve duvarlar örmeye çalışıyorlar.

Halk tabiri ile “atı alan Üsküdar’ı geçti”ği için boşuna çabalıyorlar.

Söz konusu emperyal ülkeler, geçmişte, sözünü dinlemediği için Türkiye’yi cezalandırmak ve terbiye etmek maksadı ile savunma sanayiinde, askeri araçlarının bakımında, yenilenmesinde ve kıymetli madenlerin işlenmesi teknolojisinde gerek duyduğu bilgi ve yedek parçayı vermemekle karşı karşıya bırakmışlardı. Şimdi de Doğu Akdeniz’de kendi hak ve menfaatlerini aradığı için aynı ambargoların bir benzerini uygulamaya koymaya çalışıyorlar.

Bu cezalandırıcıların başında üfürükten birer devlet olan ve üyesi oldukları Avrupa Birliği’nde sahtekar olarak tanınmalarına rağmen AB’ye sırtlarını dayamış olan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) bulunmakta.

Bu üfürükten ve sahtekar iki devlet, Türkiye’ye uygulayabilecekleri herhangi bir ambargo veya yaptırım güçleri olmadığından, düşünüp taşınıp, Türkiye’ye ait sondaj ve sismik gemilerinde çalışan AB vatandaşı personeli baskı, tehditle yıldırma formülünü buldular. (Bilindiği üzere Türkiye’nin Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin Paşa sismik araştırma gemileri, Fatih, Yavuz ve Kanuni adı altında da 3 adet sondaj gemisi bulunuyor. Envantere dördüncü sondaj gemisini eklemek için de devletin ilgili tüm birimleri canla başla çalışılmakta.)
İddiaları, kendilerinin tek taraflı ilan edip kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgelerinde faaliyet gösteren bir gemide, “kendilerinden izin almadan çalışılması.”
Bu nedenle gemi personelini ve onların ailelerini AB Mahkemelerinde dava etmekle tehdit ederek, gemiden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. AB ülkesi içindeki herhangi bir devletin herhangi bir mahkemesinin, KRY’nin ve Yunanistan’ın bu hukuk dışı iddiasını dikkate almaları-her ne kadar her konuda arka çıkıyorlarsa da- zayıf bir ihtimal.
Tüm bu olasılıkları hesaplayan Türkiye, bu tür saçma tehditleri sıfırlamak için, hemen kendisi bir dizi sofistike eğitimler organize ederek gerekli personeli yetiştirmeye başladı bile…
İkinci ve asıl olan engelleme daha sinsice: Fatih, Yavuz ve Kanuni sondaj gemisinin bakımı ve parça yenilenmesi için gereksinim duyulan bazı malzemeleri imal eden uluslararası firmaları, Türkiye’ye yedek parça satışı yaptıkları takdirde kendilerinden hiçbir malzeme alınmayacağı tehditi ile engelleme girişimi başlatmışlar ve engellemişler de…

Özellikle çok yüksek olan sondaj gemilerindeki sallantıyı ve salınmayı durduracak ve dengede tutacak sistemlerin alımının yapılacağı Japon firmasının söz konusu sistemi Türkiye’ye satmak istememesi, bu insanlık ve ahlak dışı engelleme girişimini ortaya çıkardı.

Buna karşılık Türkiye ne mi yaptı? Tabi ki kendi ihtiyacı olan tüm parçayı kendi üretme yoluna gitti. Savunma sanayimizi güçlendirme yönünde önemli bir motivasyon olan Batı, bu kez de yedek parça sanayimize çağ atlatıyor.
Zira bu hadsiz girişimlerden sonra Türkiye, araştırma ve sondaj platformlarının ileri teknoloji parçalan konusunda hemen millileştirilme çalışmalarını başlattı ve alternatif üreticilerden benzer ürünler alarak sondaj gemilerinin bakım, geliştirme ve güncelleme çalışmalarını tamamladı bile…

Sözün özü; “Kötü komşu ev sahibi yaparmış” atasözündeki kötü komşuya teşekkür etmek gerekecek sanki…

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

22 Eylül 2020
Perde Arkasından Türkiye’ye Baskı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Vatanın Bekaasını Tehdit Eden Karakterler

Vatanın Bekaasını Tehdit Eden Karakterler

Üyesi olduğum ASAM sitesinde, Cumartesi günü Enis Öksüz gönderili, KARAKTERLER..! başlıklı bir anı notu okudum. İçeriği beni inanılmaz etkiledi. Aklıma ülkemde (KKTC) yaşamlarını sürdüren, KKTC ve Anavatanımız Türkiye’yi kötülemek için her olayı fırsatı çevirmeyi başarı sayan bazı kişiler geldi hemen.

Anı yazısı 1917 yılında, Avrupa’nın önde gelen emperyal ülkeleri olan İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devletini parçalamak ve Orta Doğu’yu kendi aralarında paylaşmak için elden gelen düzenbazlığı yaptıkları, Orta Doğu’da yaratılacak yapay ülkelerin sınırlarını cetvelle çizen İngiliz MI6 ajanları olan Gertrude Bell ile Thomas E. Lawrence’in Orta Doğu’da cirit attıkları bir dönemde geçiyor.

Yazıda bulunmayan bazı dönemsel bilgileri kendim ekleyerek anlatayım;
İngiliz General Frederick Stanley Maude, 29 Eylül 1917 tarihinde Irak topraklarında yapılan Ramada Savaşından sonra saha keşfi yapmaktadır.

İngiliz General Stanley, Irak’ta, -sayısı oldukça fazla olan koyun sürüsünü merada otlatan- bir çobana rastlar ve çevirmen vasıtasıyla çobana bir teklif yapar. “Eğer sürüdeki köpeğini öldürürse, ona yüz sterlin vereceğim.”

Tabii ki, çoban için köpek çok kıymetlidir; sürüyü sevk ve idare eder, kurtlara karşı korur. Ama teklif edilen para da o gün için çok büyüktür. (Altın paritesine göre günümüz parası ile yaklaşık 100 bin Sterlin, 1 milyon TL etmektedir.)
Bunun üzerine çoban, köpeği yakalayıp, generalin önünde keser.

General bu sefer de çobana der ki: “Eğer köpeğinin derisini yüzersen, yüz sterlin daha veririm.” Çoban, köpeğinin derisini de yüzer.

General çobana “Köpeği parçalara bölersen, yüz sterlin daha veririm.” dediğinde çoban onu da yapar.

General parayı verip oradan ayrılırken çoban, General’in arkasından seslenir ve der ki: “Yüz sterlin daha verirsen, köpeği yerim..!”

General -gülümser ve “Asla!” der. “Ben sizin değer verdikleriniz hakkındaki karakterinizi öğrenmek istedim…” Devamla da “Para için, yoldaşını, yardımcını ve senin için çok kıymet ifade eden köpeğini kestin, yüzdün ve parçaladın. Eğer bir yüz sterlin daha verseydim onu yiyecektin de..! Benim ihtiyaç duyduğum ve öğrenmek istediğim de bu karakterindi” diyerek yanıtlar çobanı.

General bu deneyimden sonra yanındakilere dönerek der ki:
“Bu karakterde fazla insan olduğu müddetçe korkmayın..! Parayla satın alınan bu insanlarla bu ülkeyi istediğiniz gibi yönetebilirsiniz…”

Yeşil Vatan’ın (Anavatan kara toprakları) ve Mavi Vatan’ın ayrılmaz bir parçası olan ülkem KKTC’de, maalesef bu karakterde olan kişilerin sayısı düşünülenin de üstünde.
AB’nin ve Rumların 5. kol faaliyetlerinin etkisi altında kalarak, Rumlara yama olmayı, Rum idaresi altında Ermeni, Maronit ve Latin azınlıktan sonra 4. sınıf vatandaş olmayı, horlanarak, aşağılanarak, her tür özgürlükten yoksun yaşamayı, Türk olarak özgür ve egemen yaşamaya tercih eden, Türk olmaktan utanan kişiler hala daha neyin peşinde olduklarının, başlarına neler geleceğinin farkında değiller,
Gençlerimizin, çocuklarımızın akıllarını bulandırarak, Türk ve Türkiye düşmanı olarak yetişmeleri için elden geleni yapanlar elbet bir gün gerçeği görecekler lakin mesele, geç olmadan, kul, köle olmadan ve iş işten geçmeden görmelerinde…

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

20 Eylül 2020
Vatanın Bekaasını Tehdit Eden Karakterler için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı …  Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı
Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

Fransa masum bir ülke değil.
Sömürgecilik kağıt üstünde bitmiş görünse de, Fransa halen daha diplomatik oyunlarla ve göz boyamacılıkla Afrika’daki eski sömürgelerini demir yumrukla yönetmekte, yeraltı varlıklarını da soyup soğana çevirmekte.
İstediği zaman bu ülkelerde darbeler yaptırmakta ve yönetiminin başında olduğu ülkesini Fransa’ya bağlı olmaktan kurtarıp tam bağımsız hale getirmek için çabalayan Cumhurbaşkanlarını, Başbakanları bir gecede devirip, kendi devşirmelerini iş başına getirerek, sömürgesini kendi istediği gibi yönetmekte.

An itibarı ile Fransa’nın Afrika kıtasında, bizlerin tam bağımsız olduklarını sandığımız veya dünyaya bu şekilde yutturulmuş, kendi ulusal bayrakları ve ulusal marşları bulunan yaklaşık 20 “Şartlı Bağımsız” statüsünde sömürgesi bulunuyor.

Biraz geriye gidelim; II. Dünya Savaşından sonra yıkılan Fransa’yı ayağa kaldırmak için ABD’nin teklif ettiği ekonomik yardımın içinde dünya üzerindeki tüm sömürgelerine bağımsızlık vermesi koşulu da vardı. Fransa ABD’nin tüm koşullarını kabul etti. Hem ABD’den Marshall Yardımı adı altında milyonlarca Dolarlık nakdi ve ticari mal hibesi aldı, hem de sömürgelerine, dünyanın gözünü boyayarak “Şartlı Bağımsızlık” adı altında bağımsızlık verdi.

Güya bu devletçikler bağımsız olmuştu. Bayraklarını gururla dalgalandırarak, ulusal marşlarını çalarak görkemli bir şekilde özgürlük günlerini kutlamaya başladılar. Kendi yöneticilerini, devlet başkanlarını, başbakanlarını ve bakanlarını kendileri seçtiler ama ipler hep Fransa’nın elinde kaldı. Hiçbir zaman tam bağımsız olamadılar. Otur deyince oturdular, kalk deyince de kalktılar.

“Şartlı Bağımsızlık” koşullarına göre;
Bağımsız devletin resmi dili Fransızca oldu. Fransız düşünce ve kültürü 1947 yılı sonrasında resmen tüm ilk, orta, lise ve üniversitelerde öğrenim gören vatandaşlara “zorla” öğretildi ve aşılandı. Bir Fransız gibi düşünmeleri genlerine işlendi.

Eğitim müfredatı, dersler ve içerikleri Fransız Eğitim Bakanlığı tarafından tespit edildi ve aynen uygulanarak, öğrenciler Fransız Tarihi, Edebiyatı, siyaseti ve politik anlayışı ile yetiştirildi. Beyinleri, birer Fransız gibi davranmaları şekilde formatlandı.

Ekonomi ve Para Sistemi Fransa Merkez Bankası’na bağlandı. Fransız Sömürgeleri Frankı, (CFA) sirkülasyona kondu ve karşılığı da Fransa Merkez Bankası’nda teminat altına alındı. Fransa tarafından bağımsızlıkları verilen eski sömürgeler, günümüze kadar kendi paralarını halen daha basabilmiş değil, kendi merkez bankalarını da kurabilmiş değil.
Bu bağımsızlığa kavuşmuş devletlerin hiçbirinin kendi hukuk sistemi yok. Hepsi de Fransız Hukuk sistemini uygulamakta ve bu sisteme tabi. Fransız Parlamentosunun Hukuk sisteminde yaptığı herhangi bir değişiklik bu “Bağımsız Devletler” de de geçerli olmakta.
En önemli son bağımsızlık koşulu da “Yeraltı Kaynakları”nın tamamen Fransa hükümetinin yönetimi altında olması. Bu ülkelerin hiçbirinde yeraltı kaynaklarını, madenleri, petrolü, doğalgazı, altını, elması ve benzer diğer ticari emtiayı çıkaran yüzde 100 yerli bir şirket yok. Bu “bağımsız Devletler” her tür kamu ihalelerinde Fransız çıkarlarını korumak ve Fransız şirketlerine öncelik vermek zorundalar.

Görüldüğü üzere Fransa halen daha bu “Bağımsız Ülkeleri” sömürmekte ve sömürge anlayışı ile yönetmekte. Kim bu yönetim tarzına itiraz edip tam bağımsız olmak isterse, Fransız Derin Devleti tarafından organize edilen bir darbe ile alaşağı edilmekte ve yerine devşirme bir yönetici getirilmekte zira “Şartlı Bağımsız” eski sömürgelerinin “Tam Bağımsız” oldukları gün Fransa’nın batacağı ve iflas edeceği kesin. Zaten an itibarı ile Fransa’nın dış borcu, Gayrı Safi Milli Hasılasının iki katı.

Fransa’nın Türkiye’ye olan düşmanlığı ise Türkiye’nin Afrika’daki faaliyetleri ve bölgedeki etkin rolüyle ilgili. Türkiye’nin son dönemlerdeki aktif dış politikası, Akdeniz’de söz sahibi olması, Libya’yla yaptığı antlaşma, Afrika ülkelerindeki belirgin etkisi, THY’nin tüm Afrika ülkelerine uçuş yapması, aktarma merkezinin Paris’ten İstanbul’a kayması Fransız sömürge üst akıllarını çılgına döndürdü lakin yapacakları çok fazla bir şey yok.

Sömürü sistemine kendisini fazlaca kaptıran Fransa, Türkiye’yi de sömürgelerinden birisi sansa ve aba altından sopa gösterip, Doğu Akdeniz’den uzaklaştıracağını zannetse de gerçekleri görmesi fazla vakit almadı.
Tabi burada Türkiye’nin rolü sadece kendi deniz alanlarını korumakla sınırlı değil. Emperyalist ülkü ve ülkelere “orada dur!” diyebilen ülke olarak da tarihe geçecek Türkiye’nin omzuna “askeri ve politik kararlılığını sürdürmek” gibi bir sorumluluğu yüklenmiş durumda.

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç. Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

14 Eylül 2020
Fransa Türkiye’yi Afrika’daki Sömürgeleri ile Karıştırdı … Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar