Avrupa Parlamentosuna aldatmaca aday
Kıbrıs Rum tarafından, sol bir parti olan AKEL’in, softa şaşırtması yaparak Rum kesiminde ikamet eden bir Türk’ü Avrupa Parlamentosuna (AP) aday göstermesi, tek kelime ile aldatmaca ve göz boyama. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yıllardır uluslararası hukuka aykırı olarak Avrupa Parlamentosunda Kıbrıslı Türklere ayrılmış iki sandalyeyi zorla işgal ve istila etmiş durumda. Bu duruma itiraz ettiğimiz vakit de pişkin pişkin “Anlaşma olsun, sandalyeleri size iade edeceğiz” diyerek, haksız işgal ve istilalarına güya geçerli bir kılıf uydurmaktalar.
Bu dönem belli ki, eleştirilerden kurtulmak için taktik değiştirmişler ve Güney Kıbrıs’ta yani Rum kesimindeki bir üniversitede öğretim üyeliği yapan ve Rum kesiminde ikamet eden bir Kıbrıslı Türk’ü aday gösterme kararını almışlar. Rum kesiminde yüzde 31-33 arası bir tabana sahip olan yaklaşık 93 yıllık Solcu parti AKEL, bu görevi üstlenerek bu kişiyi aday göstermiş. Basında çıkan yazılarında ve röportajlarında “Ben ne Türküm Ne de Rum, Kıbrıslıyım” (Yenidüzen, 09.10.16) diyen bu kişiye, içlerindeki ezeli Türk düşmanlığını yenebilen AKEL taraftarı Rumlar oylarını verirlerse, Avrupa Parlamentosu Kıbrıs Milletvekili seçileceği kesin.
Burada şöyle bir soru sorulabilir; Söz konusu kişi Avrupa Parlamentosuna Rumların oyları ile seçildiğinde Kıbrıslı Türkleri temsil yetkisine sahip olur mu? Veya Kıbrıs Türklerini temsil eder mi? Yanıtı açık ve net. Asla Kıbrıs Türklerini temsil etmez. Daha doğrusu mevcut yasalara göre edemez. Edebilmesi için “sadece Kıbrıslı Türkleri kapsayan ayrı yapılan bir seçimle” Avrupa Parlamentosuna seçilmesi gerekmektedir.
Avrupa Parlamentosu seçimleri “Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti” yasalarına göre değil, Avrupa Birliği Müktesebatına göre yapılmaktadır. Üye ülkelerde de Avrupa Birliği Müktesebatı hiyerarşik olarak üye ülkenin yasaları ve Anayasası üzerindedir ve amirdir. Üye ülkenin hiçbir yasası ve Anayasası Avrupa Birliği Müktesebatına aykırı olamaz, aykırı maddeler ve icraat içeremez.
Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine üye olurken imzaladığı “Onuncu Protokol”ün (Protocol 10) 6. Paragrafı, adanın kuzeyinde yer alan bölgenin (KKTC topraklarını kastetmektedir) AB Müktesebatı dışında olduğunu ve “AB yasalarının bu bölgede nasıl uygulanacağının belirlenmeye muhtaç olduğunu” açık bir dille vurgulamaktadır.
Hemen bir sonraki madde “AB müktesebatının uygulanması Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümetinin etkin kontrolü dışında bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait bölgelerde askıya alınacaktır.” derken, 4. madde de “Bir çözüm durumunda, Konsey, Kıbrıs’ın AB’ye giriş koşullarının Kıbrıslı Türk Toplumu için uyarlanmasına Komisyondan gelecek bir öneri üzerine oybirliği ile karar alacaktır.” der.
Birde bizlerin pek bilmediği bir belge daha var. Adı “Core Document.” Buna “Temel Belge” veya “Esas Senet” de denilebilir. Aslında siyaset biliminde kullanılan Fransızca bir terimden (Document Essentiel) alınmış bir tanımlama. Bu belgeye “Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Avrupa Birliği’ne bildirdiği Anayasa’sı da denilebilir.
Bu “Esas Senet”in başlığında “Core document on Cyprus drawn up in accordance with General Assembly resolution 45/85 and the Consolidated guidelines for the initial part of the reports of States parties (document HRI/991/1)” cümlesi yer almaktadır. Tarihi de Haziran 2012 (June 2012).
Benim İngilizce bilgime göre Türkçeye en yakın çevirisi “45/85 sayılı Genel Kurul kararına göre hazırlanan Kıbrıs ile ilgili Esas Senet ve Taraf Devletlerin raporlarının ilk kısmı için birleştirilmiş Kılavuz (belge HRI / 991/1)” manasında.
Bu Esas Senet’in 2007 ve 2012 versiyonları var.
2007 versiyonunun sayfa 11., Bölüm B.’de yer alan Madde 67, 2012 versiyonunda, sayfa 9, Bölüm B’de, Madde 77 olarak yer almış.
Bu “Esas Senet”in Sayfa 6’da başlayan “II. GENERAL POLITICAL STRUCTURE” ana başlığının sayfa 9’daki “B. Constitutional Structure” Bölümünde yer alan “Madde 77” aynen, kelimesi kelimesine “77. A unicameral House of Representatives is provided for by the Constitution as the legislative body of the Republic composed of 80 representatives, 56 elected by the Greek Community and 24 by the Turkish Community for a fıve year term with a Greek Cypriot President and a Turkish Cypriot Vice President elected separately.” şeklinde yazılmış.
77. maddenin -benim İngilizce bilgime göre- Türkçeye en yakın çevirisi “Anayasa tarafından Cumhuriyetin yasama organı olarak öngörülen tek meclisli Temsilciler Meclisi, beş yıllık bir dönem için, 56 tanesi Kıbrıs Rum toplumu, 24 tanesi Kıbrıs Türk toplumu tarafından seçilen 80 Temsilci (Milletvekili) ile Kıbrıslı Rum Başkandan ve Kıbrıslı Türk Başkan yardımcısından oluşmaktadır.” şeklindedir.
Makarios’un 1964 Haziranında “Gereklilik Doktrini” adı altındaki yasanın arkasına sığınarak Kıbrıslı Türklere ortaklık hakkı veren 13 maddeyi iptal ettiği Anayasa ve Rum Temsilciler Meclisinin, tek taraflı olarak ve Kıbrıslı Türk Milletvekillerinin katılımı ve olumlu oyları olmadan yeniden düzenlediği yasaların hiç biri, Avrupa Müktesebatı karşısında geçerli değil.
Özetle, Kıbrıslı Türklerin siyasi ve diğer hakları, Rum temsilciler Meclisince düzenlenemez. Anayasada yer alan ve Kıbrıslı Türklerin kendileri için düzenlenmiş bir seçimde sadece Kıbrıslı Türklerin kullandığı oylar ile seçilmemiş herhangi bir kişi, Kıbrıslı Türkleri Avrupa Parlamentosu”nda temsil edemez.
Bu gerçekler ışığında, kim ne derse desin, Rum siyasiler neyi savunursa savunsun, söz konusu aday seçilmesi durumunda sadece ve sadece Kıbrıs Rum Toplumunu temsil eder.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Aydın Hanım
Dr. Yurdagül ATUN
“Anı yazmak, ölümün elinden bir şey kurtarmaktır” der Andre Gide…
Bana göre röportajlar da öyle.
Hele hele bu kişiler tarihin önemli dönemlerine tanıklık etmişlerse her ölümde biraz daha eksildiğimizi, toplumsal hafızayı aktaracak neferlerin bizi terk etmesiyle işimizin daha da zorlaşacağını düşünüyorum zira geçmişi anlatan olmayınca, geleceğimizi kendi görüş ve istekleri doğrultusunda dizayn etmek isteyenlerin işinin kolaylaştığı düşüncesindeyim.
İşte bu yüzden tarihe tanıklık etmişlerin her kaybında içimi ölüm acısının yanısıra bir başka hüzün kaplıyor.
Gide’nin hesap, ben de röportajlarla geçmişe dair anıları kurtarıyorum naçizane…
***
Yılan adası dediysem öyle koca bir ada gelmezsin gözünüzün evine. Karaoğlanoğlu semtinin denize yılan gibi uzanan kısmında yan yana iki ev.
Hani öyle kimilerinin anlattığı gibi hanları hamamları yoktu Denktaş çiftinin. Hiçbir zaman da zengin bir aile olmadılar.
Ne ganimetleri vardı, ne de devlet imkanlarını kendi aileleri için kullandılar. Benim bildiğim rahmetli Denktaş’larda devlet memuru olan da yoktu. Oğulları Raif ve Serdar Denktaş seçilmişler olarak Parlamentoya girdiler o kadar. KKTC’deTorunlardan tek bir kız devlet memuru oldu.
Diğerleri devlet memuru olup çantayla maaş almak yerine serbest iş yaptı, büyük sıkıntılar çekti. Ki şayet Denktaş ailesi ganimet yiyen ve devlet imkanlarını şahsi işlerinde kullanan bir aile olsaydı bugün rahmetli Raif Denktaş’ın oğlu Can Denktaş hayatta olacaktı.
Neyse gelelim röportaja; Çok şey anlattı o gün Aydın hanım.
Rauf beyle tanışmalarından, çocuklarının vefatına kadar…
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmadan ötürü, Makarios hükümeti tarafından Ada’dan uzaklaştırılma cezası verilen Denktaş’ın, 1964-1968 yıllarını Ankara’da sürgünde geçirdiği yılları şöyle anlatmıştı Aydın hanım; “Çok zor bir sürgün hayatı yaşadık. Çünkü paramız gelmiyordu. Çocukların okul ihtiyaçları vardı. Komşularımız yardım ediyordu. Uçaklar çalışmadığı için annemden babamdan da haber alamazdım. Yani yalnız bir hayatımız vardı. Kötü günlerdi. Raif’in başına okulda ‘Niye Kıbrıs’ı terk ettiniz’ diye karla dolu taş atarak başını yardılar. Camdan bakarken çocuğu Nene Hatun yokuşunu çıkarken kanlar içinde gördüm. Yapılanlar Raif’in çok zoruna gitmişti. ‘Kıbrıs’a dönelim’ diye tutturdu fakat Papaz müsaade etmiyordu ki dönelim… Bir gün Rauf gizli yoldan adaya dönme kararı aldı. Raif de babasıyla gitmek için ağladı, sızladı ama Rauf, ‘anneni ve kardeşlerini sana emanet ediyorum’ diyerek avuttu kendisini. Nitekim Raif ikna oldu. Rauf da adaya çıkar çıkmaz yakalandı. 13 gün tutuklu kaldı.”
Bir özgürlük savaşçısı olan eşi Rauf Denktaş’la ilgili bir başka sırrı da şu sözlerle açıklamıştı; “1974 Mutlu Barış Harekatı yapıldığı zaman torun Rauf iki aylıktı. Rauf (Denktaş) silahında bir mermi saklamış. Eğer esir düşseymiş, silahtaki o mermiyle torun Rauf’u vuracakmış Rumların eline düşmesin diye…”
Oğulları Raif’in genç yaşta ölümüyle bütün hayatlarının altüst olduğunu ifade eden Aydın hanım, Tüm emelim babası gibi bir evlat yetiştirmekti, Allah bizden çok severmiş, yanına aldı” derken, oğulları Münir’in 7 yaşında bademcik ameliyatında hayatını kaybetmesini şu sözlerle anlatmıştı:
“Oğlum Münir’in bademcikleri çok şişerdi ama Rauf bademcik ameliyatından çok korktuğu için doktorların ısrarına rağmen Münir’i ameliyat ettirmek istemedi. Biz de babası Türkiye’ye gittiğinde ameliyat ettirelim dedik. Rauf bey Türkiye’deyken kararlaştırdık. Ameliyatı Doktor Burhan Nalbantoğlu yaptı. Çocuk ameliyatta aniden hayatını kaybetti. Rahmetli Hazım Remzi Ankara’ya gidince Rauf bizlerden haber alsın diye kendisini karşılamak istemiş. Hazım Remzi Rauf’a ‘başın sağ olsun’ deyince Rauf, annem hasta olduğu için o öldü sanmış, ‘annem mi öldü’ diye sormuş. ‘Yok oğlunu kaybettik’ demiş Remzi. Döndükten sonra Rauf ne bir şey sordu, ne söyledi. Yalnız benimle uzun bir süre konuşmadı. Yavaş yavaş acımızı bastırmaya başladık ama yine de bana kırgın olduğunu hissediyordum. Bir şeyler söylemek istiyor, söyleyemiyor, kızamıyordu. Daha sonraları, ‘ben sana söylemedim mi zor bir ameliyat diye… Niye yaptırdın’ demişti. Çok iyi bir eşti. O acıya rağmen bana bir şey söylememişti.”
Acı anılarının yanında gülümsetenler de olmuştu röportajımızda. “Çok kıskançtım” diyen Aydın hanım, bir tiyatro oyununda eşini sahnedeki hanım oyuncudan kıskandığını söylemişti gülerek; “Bir gün beni Ankara’da bir tiyatroya götürmüştü. Orada ‘sahnedeki oyuncuya niye öyle bakıyorsun’ diye kıskançlık yapıp yarı buçuk (oyun bitmeden) eve getirmiştim. Bunu hiç unutamam. Ben kıskanırdım ama o bu hep hallerime güler, ‘boşuna sinir oluyorsun” derdi. Büyük bir lider, tabi ki sevenleri çoktu. Sarılıp öpen çok olurdu.”
Oysa kendisi öyle güzel, öyle kıskanılasıydı ki…
Nurlar içinde uyu Aydın hanım. Eminim orada daha mutlu olacaksın…
Dr. Yurdagül ATUN, KKTC
Rum Ekonomisi krizin eşiğinde
Avrupa Birliği ve ABD, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Malta’nın kara para aklamasından çok şikayetçi. O yüzden de denetçi üstüne denetçi gönderiyorlar bu iki küçük ada ülkesine.
ABD’nin “Kara Para Aklama ile Mücadele Bölümü” (KPAMB) geçen yılın Mayıs ayında Güney Kıbrıs ve Malta’yı ziyaret ederek, hem bu iki devletçiğin Maliye Bakanlıklarını, hem de ülkede faaliyet gösteren bankaları, en mahrem evraklarına kadar kontrol etti gözlerinin yaşına bakmadan.
Sonuç berbat. Hatta berbattan öte, tam bir felaket.
Her iki devletçiğin en önemli gelir kaynağının, kara para aklamaktan kazanılan komisyonlar olduğu çıktı ortaya.
ABD’nin Kara Para Aklama ile Mücadele bölümü, yakın geçmişte Latviya kökenli ABLV Group bankasını, “Rus kara parasını akladığı ve kasasında yetersiz miktarda Amerikan Doları bulundurduğu” gerekçesi ile kapatılmasını talep etti. Bu gelişmeden sonra ABLV bankası iflas talebinde bulundu ve an itibarı ile de iflas etmiş durumda.
Bugün, KPAMB’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yetkililerine verdiği ültimatom çok sert. Rum yetkililere gönderilen ültimatom açıkça “Ya Bankalarınızı temizlersiniz, ya da banka kapatma sırası size gelecek” şeklinde.
Aynı huzursuzluk AB Avrupa Merkez Bankasında da mevcut ve onlar da denetimlerini can yakacak düzeye çıkardılar. AB’nin lokomotifi Almanya, Kıbrıs Rum Bankalarında derinlemesine kara para araştırması yapılması talebinde. Almanya ısrarla GKRY’de faaliyet gösteren bankalardan mali şeffaflık istiyor. Almanya endirekt olarak Kıbrıslı Rumlara “Siz artık kafanıza göre iş yapamazsınız, biz sizi her adımınızda denetleyeceğiz artık” demek istiyor.
AB Avrupa Merkez Bankası yetkilileri geçtiğimiz yaz sonuna doğru Malta’da yaptıkları son denetlemede özellikle Pilatus Bankasını hedef aldılar. Söz konusu banka ile ilgili yaptığı araştırma nedeni ile yolda yürürken soğukkanlılıkla öldürülen Daphne Caruana Galizia’nın suçlamalarından yola çıkan Avrupa Merkez Bankası yetkilileri, Pilatus bankası lisansını iptal ettiler. Dört yıl önce açılan Pilatus Bank, İranlı başkan ve sahibi Ali Sadr Haşeminejad’ın ABD’de para aklama ve dolandırıcılık suçlamasıyla suçlanmasından birkaç ay sonra resmen kapatılmış oldu. ABD kara para aklama işini bu aralar çok sıkı tutuyor ve Kara Para Aklama ile Mücadele bölümü, dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, kara para akladığına dair şüphe duyduğu bir bankayı denetleyebiliyor ve faaliyetine de son verdirebiliyor.
Bilindiği üzere, Avrupa Birliği, geçen yıl boyunca kara para aklama skandallarıyla sarsıldı. Bu nedenle de AB Avrupa Merkez Bankası ve ABD KPAMB birlikte çalışmaya başladılar. AB üyesi tüm ülkelerdeki bankaları da bir bir denetliyorlar.
Danimarka’daki Danske Bank’ın Estonya şubesinde ortaya çıkan kara para aklama işlemleri, tarihin en büyük ve kusursuz denecek mükemmellikte kara para aklama olayları arasında yer alıyor.
AB üyesi tüm ülkelere ayrı ayrı tedbir almaları konusunda ültimatom verilmiş durumda. Özellikle de ekonomileri berbat ve sefil durumda olan GKRY ve Malta tam bir gözaltı durumunda.
Avrupa Komisyonu’nun 23 Ocak’ta yayınladığı Güney Kıbrıs ve Malta’nın yatırımcılara sattığı “Altın Pasaport” ile ilgili rapor, bu ikilinin yatırımcılara sattığı AB Pasaportu nedeni ile söz konusu yatırımcıların AB’nin geri kalan üye ülkelerinde de kara para işlemini yapabilecekleri olasılığını ve risklerini içermekte.
Güney Kıbrıs’ın ekonomisinin büyük oranda kara para aklamaya dayalı olması nedeni ile gerek ABD’nin gerekse de AB’nin uygulayacağı denetim ve kısıtlamalar nedeni ile ekonomisinin zarar göreceği kesin. Özellikle “Altın pasaport” satışları azalırken, kara para aklama meraklısı veya o amaçla GKRY’i seçen yatırımcıların da adadan uzaklaşacağı kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen,
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Ege adalarındaki soydaşlarımız asimile ediliyor
Kıymetli bir akademisyen arkadaşımın, Rodos, İstanköy (Kos) ve On İki Ada’larda yaşayan soydaşlarımız ile ilgili yazdığı kitapları bana göndermesinden sonra konu ile ilgili bulabildiğim tüm kitapları okumaya başladım ve Yunanistan’ın uyguladığı korkunç denilebilecek düzeydeki soydaşlarımızı asimile etmek çabalarından haberim oldu, derinlemesine bilgi edindim.
Araştırmalarıma göre Yunanistan, hiçbir uluslararası kurala uymamakta, Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını takmamakta ve ülke sınırları içinde yaşayan azınlıkları, özellikle de Türk soyluları asimile etmek için elden gelen yasal veya yasal olmayan herşeyi yapmakta.
Konuyu özetleyeyim; Yunanistan’daki Türklerin varlığı yalnızca Batı Trakya’yla sınırlı değil. Şu anda Oniki Adalarda yaşayan, özellikle Rodos ve İstanköy’de yaşayan 6.000 kişilik bir Türk nüfusu var.
Ege adalarında yaşayan kardeşlerimizin durumu gerçekten tam bir fecaat. Türklüklerini kaybetmelerine çok az bir zaman kalmış. Söz konusu adalardaki atalarımız Osmanlıların bıraktığı tarih ise silinmek üzere.
Batı Trakya’da yaşayan soydaşlarımız, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Anlaşması içeriğince “Kabul edilmiş Azınlık” sınıfında olmasına rağmen Yunanistan devletinin hukuk tanımamazlığından dolayı halen daha “asimilasyon yöntemi ile yok edilmek” tehdidi altında yaşamaktalar.
Ege adalarında yaşayan kardeşlerimiz ise maalesef Lozan Anlaşması kapsamında olmadıkları için, Batı Trakya’da yaşamlarını sürdüren kardeşlerimiz, uygulanan asimilasyon çabalarının yüz misli daha fazla uygulama, tehdit ve baskı altındalar.
Daha işin başında Yunan Hükümetleri, son 95 yıldır Yunanistan sınırları içinde Türklerin yaşadığını kabul etmiyorlar. Dönemin Başbakanı Konstantinos Mitsotakis, 1990 yılında Washington’a yaptığı bir ziyaret esnasında, Yunan asıllı Amerikalı bir gazeteci ile yaptığı röportajda, Lozan Anlaşmasına göre “Türk Azınlık” olarak tanımlanan soydaşlarımızı, “Yunanistan’da Türk yok. Batı Trakya’da sadece Müslim Rumlar vardır” sözleriyle tanımladığını hatırlatalım.
Yunanistan’da yaşayan Türklerin etnik ve kültürel kimliğini yok etmeyi amaçlayan Yunanistan Hükümetlerinin uyguladığı asimilasyon politikası, Türklere ait ahlaki değerlere karşı kültürel soykırım veya kültürel temizlik uygulamalarını -en geniş şekli ile- içermekte. Yunanistan makamları, Batı Trakya’daki ve Ege adalarındaki Türk etnik azınlığın Osmanlı dönemine ait mimari eserlerinin restorasyonunu bilinçli olarak yasaklamakta ve sudan bahanelerle engellemekte.
Rodos, İstanköy ve On İki Adalar’da yaşayan Türkler, Yunanistan’ın insanlık dışı asimilasyon uygulamalarından dolayı vatandaşlık, Türkçe öğrenme hakkı, dinin serbest bırakılması, nefret ve baskı atmosferi, vakıfların durumu ve aynı zamanda kültürel mirasın korunması gibi çeşitli sorunlarla boğuşuyor.
Kültürel asimilasyon, Rodos ve İstanköy Türklerinin yaşadığı sorunların başında geliyor. Türklerin kimliklerini unutması ve kültürel asimilasyonunu sağlamak için Yunanistan hükümetleri bilinçli bir şekilde çeşitli uygulamaları hayata geçiriyor. Bunlardan en önemlileri ise kültür ve eğitim politikaları üzerinde yaşanıyor.
Rodos ve İstanköy’de iki dilli Türkçe eğitim veren okullar, 1972 yılında Albaylar Cuntasının aldığı insan haklarına aykırı bir kararla kapatıldı. Türk okullarının kapatılması, söz konusu ada topluluğunda yaşayan kardeşlerimizi büyük sıkıntıya sokmuş oldu.
Günümüzde Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türk ailelerin çocukları, zorla Yunan devlet okullarına gitmeye mecbur bırakılmış durumda. Her ne kadar bu devlet okullarında Türk çocukları Hristiyan dini ile ilgili derslerden muaf tutulsalar da, kendi dini eğitim haklarını kullanmalarına ve İslam dinini öğrenmelerine izin verilmiyor.
İşin garibi; Yunan hükümetlerinin Rodos ve İstanköy Türklerinin Türk kimliklerini son 95 yıldır tanımamaları ve kendilerini “Müslim Rumlar” olarak tanımlamalarına rağmen Rodos ve İstanköy’de yaşamlarını sürdüren Türklerin İslam dinini öğrenmeleri yasaklamaları.
Bir taraftan soydaşlarımıza “Siz, Türk değil, Müslümanlığı seçmiş Rumlarsınız” denilirken, diğer taraftan da AB’nin ve doğal insan haklarının tüm geçerli olan kurallarına aykırı olarak soydaşlarımızın “İslam dinini öğrenmelerine” izin verilmiyor.
KKTC’de yaşayan Grekofillere, hayallerindeki Rum idaresi altında yaşamak istek ve çabalarında başlarına nelerin geleceğinin en güzel örneklerinden bir tanesidir Rodos ve İstanköy’de yaşayan soydaşlarımızın çektikleri. Neyse ki Kıbrıs Türklerinin çoğu başına geleceklerin bilincinde olduğu için sahip olduğu –egemen- devletine ve Anavatanı Türkiye’ye sıkı sıkı sarılmış durumda.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen,
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
Geçmişte, imparatorluk, padişahlık, hanlık, krallık ve benzeri gibi kelimelerle tanımlanmış her devlet, doğmuş, büyümüş ve zamanı gelince de tarihten silinmiş.
Ekonomik katakullelerle dünyanın süper gücü olma şansına erişen Amerika Birleşik Devletleri de (ABD) bu makus sona yaklaşmış gibi…
ABD, 1944 yılında, İkinci Dünya savaşının bitmesine çok az kala oluşturulan Bretton Woods Anlaşması ile küresel piyasaya girdi. Önceleri karşılığının altın olduğu garantisi ile dünya piyasasına kabul ettirdiği Dolarının altına bağımlılığını ve garantisini, 1968 yılında Fransa ve Almanya’nın ellerindeki Dolara karşı altın talebi ile kopardı ve iptal edince gerileme başladı. ABD’nin yükselişi sadece 42 yıl sürdü ve 1968 yılında da gerileme dönemine girdi.
ABD, Rezerv Bankasına bastırdığı karşılıksız Dolarlarla askerini sınırları dışına gönderdi, birçok ülkede üsler kurdu, savaşlara girdi, teknolojisini geliştirdi, memurlarını ödedi, kendi ile uyum sağlamayan liderleri devirmek için suikastlar tertip etti, ihtilaller yaptı, darbeler düzenledi. Bunların tüm masraflarını da karşılıksız aldığı petrolü üreten ve kullanan ülkelere ödetti.
Son 75 yıldır küresel güç rolünü üstlenmiş olan ABD’nin bu “küresel iktidarı” çok kısa sürdü. Ki, Dünya tarihine baktığımız vakit hiçbir küresel boyuttaki imparatorluğun, krallığın veya padişahlığın 75 yıl gibi, bir insanın ortalama ömrü kadar olduğu görülmemekte. Artık uzatmaları oynayan ABD’nin çöküşü ve yok oluşu en fazla yarım asır daha sürecek gibi. Zaten günümüzde ABD’yi parçalamak, mevcut 50 Eyaleti 5’e düşürmek ve geri kalanları da kendi başlarına küçük Cumhuriyetler halinde kendi kaderleri ile başbaşa bırakmak düşüncesi var. Bu düşünce büyük bir olasılıkla da, IMF’nin aldığı son kararla uygulamaya konmuş, ABD’yi parçalama sürecinin düğmesine basılmış da olabilir.
Uluslararası Para Fonu’nun (IMF – International Monetary Fund) Çin para birimi Yuan’ı döviz sepeti içine kabul etmesi ve ABD Doları ile aynı seviyeye getirmesi, ABD Dolarının küresel etkisini ve dünyanın yegane rezerv para birimi olmak ayrıcalığını da elinden alacak. Daha doğrusu küresel gücünü bayağı sarsacak bir gelişme zira IMF’nin Yuan’la ilgili bu kararı, tarihte ilk defa IMF’nin döviz sepetindeki para birimini artırması ve Çin para biriminin şimdi ABD dolarına uyarlanabilir bir küresel alternatif olacağı anlamına geliyor.
(IMF, dünyadaki en gizli ve güçlü organizasyonlardan biri. 185’ten fazla ülkenin mali sağlığını izleyen bir kuruluş olup, küresel para kuralları koyuyor ve iflas eden devletlere (güya) “kurtarma” yardımı sağlıyor. Bunun “kurtarmak” olarak tanımlanan operasyonu gerçekte söz konusu ülkeleri soyup soğana çevirmek, yeraltı ve yer üstü zenginliklerine el koymak ve batmakta olan bu ülkeyi gözle görülmeyecek şekilde politik, ekonomik ve askeri olarak yandaş ülkelerin yönetimi ve denetimi altına sokmak.)
Günümüzde yaygın olan kanı ve düşünce, IMF’nin ABD dolarını destekleyecek herhangi bir hamle yapmasının Amerikan yatırımları için kötü sonuçlar doğurabileceğidir. Bu nedenle de Yuan’ın Dolar’a bir alternatif haline gelmesi ile oyunun kurallarının da değişeceği kesin. Çin’in an itibarı ile elindeki döviz rezervi 3.12 Trilyon Dolar.
Uluslararası Para Fonu (IMF) 2018 sonu verilerine göre, küresel kamu borcu 2018 sonunda 71 trilyon 325,4 milyar dolar olup bunun neredeyse üç buçukta biri 22.1 Trilyon borç ile ABD’ye ait. Bilindiği üzere, ABD’de, Kongrede yaşanan anlaşmazlıktan dolayı Federal Hükümet kapatıldı ve harcamalar durdu.
ABD, birçok ülke üzerindeki yaptırım ve etki kabiliyetini kaybetmiş durumda. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak gibi petrolünü sınırsız olarak yönettiği ülkeler hariç yanında pek bir ülke yok. Günümüze değin kayıtsız şartsız yanında yer Avrupa Birliği bile kendi ekonomik sorunları ve içindeki huzursuzluk nedeni ile artık eskisi gibi her konuda ABD’nin yanında durmuyor.
Orta Doğu’da ise ABD, sadece karizmasını çizdirmemek ve kendine yakışır bir şekilde çekilmek düşüncesinde. Zaten başka bir seçeneği de yok…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen,
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı