TALAT ve HRISTOFYAS ANLAŞABİLECEK Mİ?

TALAT ve HRISTOFYAS ANLAŞABİLECEK Mİ?

Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın, BRT’de yayınlanan Mete Tümerkan’ın hazırlayıp sunduğu AKİS Programına katılarak gazetecilerin sorularını yanıtlarken söyledikleri, gerçekte Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili olarak aklındakileri net bir şekilde ortaya koyuyor.

 

Cumhurbaşkanı Talat, BM genel Sekreterinin adada çözüm havası koklarsa inisiyatif alabileceğini ve Kıbrıs Sorununun da kalıcı bir sonuca ulaşabileceğini düşünüyor. Kısaca “ya çözüm olur, ya da bölünmenin kalıcılaşması iyice sağlamlaşır” fikrine sahip.

Kendisini çözüm isteyen ve birleşmeden yana bir kişi olarak görüyor ve öyle tanımlıyor.

 

Cumhurbaşkanı Talat programda, Kıbrıs Türk tarafının Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin politikasının belli olduğunu, çözüme temel olarak Annan Planının kabul edildiğini, bütünlüklü müzakerelere başlamaya hazır olduğunu ve Kıbrıs Türk’ü üzerindeki izolasyonların da ancak bütünlüklü bir çözümün ardından tamamen kaldırılması gerektiğini söyleyerek temel prensiplerini ortaya koydu.

Bu düşüncesi aslında Türkiye hükümetine bir gönderme taşıyor. Türkiye’ye, sakın izolasyonlar kaldırılmadan limanlarını, Kıbrıs Rum bayraklı gemi ve uçaklara açma demek istiyor.

 

Cumhurbaşkanı Talat, en çok iki, iki buçuk aylık bir hazırlık dönemi sonrasında tam teşekküllü müzakerelerle sorunun 2008 yılı sonuna kadar hadi bilemediniz 2009’un ortalarına kadar, çözümünü istiyor. Belli ki tüm iyi niyetine ve barışçıl düşünce ve çabalarına karşın bu işin incir ipi gibi uzatılması, kendisini çok rahatsız ediyor.

 

8 Temmuz BM kökenli Gambari sürecine karşı değil ve bu sürecinin Annan Planı’nın alternatifi olmadığını da vurguluyor.

 

Bence en önemlisi de, Papadopulos ile 5 Eylül’de yaptığı toplantıda ortaya koyduğu önerilerinin halen geçerli olduğunu tekrarlaması.

Özetle CB Talat’ın Papadopulos’a yaptığı öneri, “Gel bu işi sürüncemede bırakmayalım. Hemen Komiteleri kuralım. Bir çalışma planı yapalım ve 2008 sonunda kadar bu işi sonuçlandıralım” idi.

CB Talat’ın bu yapıcı ve bitirici önerisini Papadopulos, adanın tümünü Rum egemenliğine alabilecek ortamın oluşmasını bekleyebilmek için reddetmiş ve içinde hiç bir zaman kısıtlaması olmayan Gambari sürecine de dört elle sarılmıştı.

 

Gelelim Hristofyas’a.

Ben çiçeği burnunda Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın, CB Talat gibi iyi niyetli ve iş bitirici düşüncede olabileceğini sanmıyorum. Belki bu günlerde öyle ama kısa bir zaman sonra değişeceği kesin. Hiçte kahin olmaya gerek yok.

 

Çiçeği burnunda Rum Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın dün Yunanistan’da yayınlanan Kathimerini ve To Vima isimli gazetelere yaptığı açıklamalar, aklındakilerini ve çözüm yolunda düşündüklerini açıkça ortaya koymaktadır.

Bu ilk resmi açıklamasında, “Halktan, taksimi engellemek için yetki aldık, işgale ve kolonizasyona son vermek için Kıbrıs halkıyla birlikte yürüyeceğiz demesi, 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Garantiler Antlaşması madde 4 uyarınca, uluslar arası hukuka ve antlaşmalara uygun olarak, Rumlar tarafından bozulan ve yok edilen 1960 statüsünü tekrar geri getirmek için adaya ayak bastığını kasten unutmuş olduğunu gösteriyor.

 

1996’da AKEL Genel kurulunda alınmış Enosis kararı ile 1967 yılında Rum Meclisinde kabul edilmiş Enosis kararlarını kaldırmaktan hiç bahsetmeyen, düzeni biz bozduk, 1960 anayasasını biz ihlale ettik ve 1 Ocak 1964 yılında da 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın geçersiz olduğunu biz ilan ettik diyemeyen Hristofyas, son derece pişkin bir şekilde işgalden bahsetmektedir.

Kendi yönetimleri altında olan Güney Kıbrıs’ta 1963 yılından beri Kolonizasyon yaptıklarını göz ardı eden, şu anda yaklaşık 230,000 tane “Rum Yerleşiği” bulunan Hristofyas, utanmadan Türkiye’den gelen kardeşlerimizin geri gitmesi konusunda ısrarlı olurken, sayıları neredeyse 70 bini bulan Gürcistan’dan gelmiş sözde Pontus’lu Rum yerleşiklerin ve sayıları 100 bini geçmiş Yunanistan’dan gelen yerleşiklerin geri gitmesinden hiç bahsetmemekte.

 

Dimitris Hristofyas, dünkü açıklamasında Kıbrıs sorununun çözümü çabalarında temel dayanağının Yunanistan olduğunu ve hedefinin de Kıbrıs Rum tarafının Yunanistan ile halen çok sıkı olan ilişkilerini daha da güçlendirmek olduğunu dile getirerek, son sözü kimlerle söyleyebileceğini açıkça ortaya koyuyor.

DIKO ve EDEK’in vesayeti altında olduğunu söylemeyen, Yunanistansız adım atmayacağını da kendisi dile getiren Hristofyas, kısa bir zaman içinde Papadopulos gibi Cumhurbaşkanı Talat’ı muhatap kabul etmemek havalarına gireceğinin işaretlerini de veriyor bu sözleri ile.

 

Ledra Caddesi’nin açılması konusunda çok iyi niyetli davranan Hristofyas, çok değil birkaç hafta içinde DIKO’nun ve EDEK’in baskısı ile değişecek ve Ledra kapısını açmamak için Papadopulos’un gerekçelerini dile getirmeye başlayacak. Aksi takdirde iş, vatan haini damgasını yemeye ve Türklere toprak kaptırmakla suçlanmaya kadar gidebilir.

 

Anlaşılan Cumhurbaşkanı M. A. Talat seçildiği gün olan 17 Nisan 2005 tarihinde Papadopulos’a uzattığı ve yaklaşık 3 yıldır havada kalan elini, Papadopulos’un Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu olan 17 Şubat’ta yarıştan elenmesi ile geri çekmiş, dinlendirmiş ve karbolit sabunla yıkayarak tekrar uzatmış.

Şimdi Hristofyas’ın samimi bir şekilde elini sıkmasını bekliyor.

 

28 Şubat 2007
TALAT ve HRISTOFYAS ANLAŞABİLECEK Mİ? için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Hrisostomos’un amacı kilise tamiratı değil

Hrisostomos’un amacı kilise tamiratı değil

Başpiskopos II.ci Hrisostomos, bir evvelki selefi III.cü Makarios gibi Bizans oyunları çevirmek için eteklerini uçurmaya başladı.

Gerçekte Hrisostomos Başpiskoposun ruhani ismi. Asıl adı ise “Herodotos Dimitriou”.

Adını aldığı Hrisostomos İzmirli ve adı “Kalafatis” olan bir Ortodoks papaz, işgal döneminin İzmir Metropoliti. 15 Mayıs 1919 da Yunanlılar İzmir’e çıktıklarında eteklerini uçura uçura limana koşan ve Yunan askerlerine hoş geldiniz diyerek onları kutsayan ve sonra da “Kilisemiz size istediğiniz kadar Türk kanı içmeniz iznini vermiştir” diyen din adamı.

Yunan ordusu İzmir’e ayak basıp işgal Komutanı Zafiriu’nun bildirisi halka dağıtılırken, arkasına topladığı levantenlerle komutanı karşılayıp büyük bir coşku ile “hoş geldiniz” diyen, sonra da elindeki haçı havaya kaldırarak, onu ve onunla birlikte bulunan tüm askerleri takdis eden, ve bir Rum kızının taşıdığı altın bir tepsinin içinden aldığı kutsal tuzu ve ekmeği komutana sunan papazdır.

Takdisten hemen sonra askerlere vaaz veren ve sözlerini “Asker evlatlarım, Elen çocukları, bugün ata topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor” diyerek bitiren ve Yunan askerlerini galeyana getiren Ortodoks kilisesi ruhbanıdır.

 

Bu tahrik ve kışkırtmalarla da yetinmeyip, işgalde yapılan katliamı bizzat idare ettiği, sağa–sola koşarak “Türkleri öldürün” diye bağırdığı Türk ve Fransız kayıtlarına geçmiştir. İzmir Metropoliti Hrisostomos, 9 Eylül 1922 günü Türk ordusunun İzmir’de yönetimi eline almasıyla, kaçmaya çalışırken Sakallı Nurettin Paşa tarafından yakalanmış ve İzmir halkı tarafından linç edilmiştir.

 

İşte Güney Kıbrıs’ın Başpiskoposu II.ci Hrisostomos, bu linç edilen, gerçek adı Kalafatis, ruhani adı da Hrisostomos olan Türk düşmanı papazın adının unutulmaması için Hrisostomos adını almış ve Ortodoks Ruhani hayatına katmıştır.

Kıbrıs Başpiskoposu, geçen hafta içinde Sen Sinod Meclisi’ni toplamış ve Kıbrıs’taki  metropolitliklerin ve bölge piskoposluklarının sayısının artırılması yönünde karar aldırmıştır.

Metropolitlikler dini idari bölgeler demektir. Aynen bir ülkenin idari amaçlarla vilayetlere veya Kıbrıs’ta olduğu gibi kazalara ayrılması gibi, Hıristiyanlıkta da yöreler Ruhani İdari Bölgelerine ayrılmaktadır.

Bu bölgelerin her birinin başında Metropoller veya Metropolitler bulunmaktadır. Metropolitler sorumlu oldukları bölgenin en yüksek ruhani amiridirler ve bölge ile ilgili son söz onlarındır.

Toplanan Sen Sinod Meclisi, söz konusu genişleme kararını almış ama yeni kilise bölgelerinin hangilerinin “Metropolitlik”, hangilerinin de “Bölge Piskoposluğu” olacağı konusunda ise nihai karara varamamıştır.

Tabi bu olayda en önemli olan konu yeni kilise bölgelerinin nereleri olduğudur. Karara göre bu bölgeler sırası ile “Konstantias, Mirianthusis, Tamassu, Trimithuntas, Arsinois ve Karpaz” olarak kabul edildi.

Adada üç yerde bulunan Arsinoi’den maksat Maraş değilse,  bu bölgelerden iki tanesi kuzey Kıbrıs’ta demektir. Konstantias ve Karpaz.

“Konstantias” Mağusa’daki Salamis şehrinin ilk adıdır.  Karpaz Kilise bölgesi ise Konstantias bölgesinin son bulduğu Yeni İskele (Trikomo) bölgesinden başlayıp, Zafer burnunda son bulan bölgenin tümü.

 

Başpiskopos II. Hrisostomos, KKTC Din İşleri Dairesi Yönlüer ile yaptığı görüşmeden birkaç saat evvel yaptığı açıklamada “Kuzeydeki kiliselerin bizim olduğunu ve halkımız işgal altındaki bölgelerimize gittiğinde, atalarının toprağında, büyük fedakarlıklarla inşa ettikleri kiliselerde ibadet edebilmeleri için hazırlık yapmamız konusunu gündeme getireceğim” diyerek, Sen Sinod Meclisinde alınan kararı uygulamaya koyacağını dile getirdi.

 

Bundan sonraki adımları, öncelikle Karpaz Burnunda yer alan Apostolos Andreas Manastırını tamir etmek sonra da, Karpaz Metropolitliğini ilan etmek arkasından da Apostolos Andreas Manastırının daimi ibadete açık olmasını talep etmek olacaktır.

Daimi ibadete açmak demek, Metropolitin, Diyakozun, Papazların, Keşişlerin ve Galoyeroların orada daimi ikamet etmesi demektir.

Artık ok yaydan çıkmıştır ve KKTC Yöneticilerinin buna “HAYIR” demek olanakları ve yetkileri kalmamıştır.

 

II.ci Hrisostomos, ortam hazır olunca bunu Dünya Kiliseler Birliğine bildirecek ve serbest ibadet talebi hemen ve derhal, AB koşulları içinde yerini alacaktır. Biz “Nayır N’olamaz” dedikçe Rumlar AB’nin her organında, parlamentosunda, konseyde, komisyonlarda, kulislerde ve aklınıza gelen her yerde bunu aleyhimize kullanacaklardır.

Kullanmazsa ben Rumları tanımamışım demektir.

26 Şubat 2007
Hrisostomos’un amacı kilise tamiratı değil için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Rumlar Türkçe’yi AB’ye nasıl sokmadılar

Rumlar Türkçe’yi AB’ye nasıl sokmadılar

Türkçe’nin Avrupa Birliğinde resmi dil olmaması için oynanmış olan oyun dahiyane ve uzun vadeler hesap edilerek yapılmış. Bu hesap içinde Helen dünyasının tüm çıkarları inceden inceye düşünülmüş ve strateji ona göre belirlenmiş.

 

Önce işe 1959’dan başlayalım.

11 Şubat 1959, Kıbrıs Anlaşmaları Bölüm II, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı, madde 2.  “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dilleri Rumca ve Türkçe olacaktır. Yasama ve idari belgeler ve dokümanlar iki resmi dilde yazılacak ve yayınlanarak ilan edilecektir.” demektedir. Bu madde aynen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasında da yer almıştır.

Yani, Kıbrıs Cumhuriyetinde Türkçe ve Rumca olmak üzere iki resmi dil vardır ve tüm yazışmalar ve görüşmeler bu iki dilde yapılacak denmektedir.

 

Wikipedia ansiklopedisine bakarsanız “Halk Yunancası ya da Yunanca söylenişiyle Demotiki, 1976’dan beri Yunanistan‘ın ve Kıbrıs Rum Yönetimi‘nin resmî dilidir.” yazmaktadır.

Yunanistan 1981 yılında AB üyesi olurken ana dilini Demotiki yani Yunanca olarak beyan etmiş.

 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye olurken, yukarıdaki 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasına aykırı olarak iki toplumdan oluştuğunu ve iki tane resmi dili olduğunu saklamış ve resmi dilini İngilizce olarak beyan etmiştir. Eğer Kıbrıs Rumları resmi dil beyanlarını Yunanca olarak yapmış olsalardı, adadaki iki toplumdan diğerinin de ana dilinin resmi diller arasına girmesi gerekiyordu ve 1 Mayıs 2004’den sonra Türkçe’de AB’nin resmi dili olacaktı.

İşte kurnazlık burada başlıyor. Türkçe’nin AB’nin resmi dili olmasını önlemek için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi dil beyanını, “Bizim ana dilimiz İngilizce’dir” şeklinde yaptı.

 

Yunanca’nın ana dil olduğunu inkar edip İngilizceyi ana dil olarak beyan etmekteki amaç neydi.

1-   Türkçe’nin AB’nin resmi dilleri arasında yer almasını önlemek,

2-   İş başvurularında Türklere ana dillerine ilaveten iki dil daha bilmeleri dezavantajını getirmek.

 

Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesinin engellenmesi, Kıbrıslı Türkler de dahil olmak üzere tüm Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Türklere AB kurumlarında iş bulmalarının yolunu tıkadı. Çünkü, AB kurumlarında göreve başlamak ve AB personeli olabilmek için ya ülkenizin resmi dilinden ya da AB dilleri arasından seçeceğiniz bir başka dilden sınava girilmesi zorunluluğu var.

 

Yunanistan, AB üyesi ve Yunanca da resmi AB dillerinden biri olduğu için, Kıbrıslı Rumlar, sınavlara ana dil olarak deklere ettikleri İngilizce yerine, kendi ana dilleri de olan ve Yunanistan tarafından ana dil olarak deklere edilmiş bulunan Yunanca’dan sınava girme şansı kazanırken, Türkler, ana dilleri olan Türkçe’nin resmi AB dillerinden biri olmaması nedeni ile Türkçe dışında bir başka dilden sınava girmek zorunda kalıyorlar.

Bu tabi, güya AB üyesi sayılan Kıbrıs’lı Türkler için çok büyük bir dezavantaj.

 

 

Bu yapılan yanlış uygulama ve ayırımcılık nedeni ile Kıbrıs’lı Rumlar bir işe başvuru yaptıkları zaman Kıbrıslı Rumların ana dili (main language) olarak deklere edilmiş olan İngilizceyi ve AB resmi dillerinden biri olan Yunanca’yı veya Almanca’yı veya Fransızca’yı veya bir başka resmi AB dilini bilmesi gerekiyor. Aslında Kıbrıs’lı Rumların ana dilleri Yunanca, bildikleri ikinci dil ise İngilizce.

 

Ama iş Kıbrıs’lı Türklere gelince, AB bir şeylerin farkına varmış ama tam olarak ne olduğunu anlamamış olmalı ki, özel bir koşul koymuş ve başvuruyu yapan Kıbrıs’lı Türk Yunanca bilmiyor ise yerine ana dil olarak başka bir resmi AB dilinin, örneğin Danimarkaca, Hollandaca, Portekizce’nin vb. kabul edileceği belirtiliyor.

Anlaşılan AB sonraları bir hata yaptığı hatayı anlamış ve Kıbrıs’lı Türklerin ana dili olan Türkçe’yi AB’nin resmi dili olarak kabul etmek yerine, böylesi garip bir kural koymuş.

Koymasına koymuş ama Kıbrıslı Türkler kabul edilemez bir ayırımcılığa uğratılarak, Kıbrıslı Rumlara göre daha ağır ve benzeri olmayan koşullar ile karşı karşıya bırakılmış.

Bu nedenle Kıbrıs’lı Türkler, ana dilleri olmayan bir dili ana dili düzeyinde bilmek ve seçmek zorundalar ve üstelik bir de üçüncü bir dili de bilmek zorunluluğunda.

 

İnsan hakları şampiyonu AB, anlaşılan Kıbrıs’a bir tarafında siyah bir cam, diğer tarafında da normal bir cam olan gözlüklerle bakıyor ve sadece Rum tarafını görüyor.

22 Şubat 2007
Rumlar Türkçe’yi AB’ye nasıl sokmadılar için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

KKTC’de AP Milletvekili seçimleri yapılmalı

KKTC’de AP Milletvekili seçimleri yapılmalı

Avrupa Parlamentosu (AP) Kıbrıslı Türklerle Yüksek Seviyede Temas Grubu’nun hazırladığı Kıbrıslı Türklere ilişkin rapor son şeklini alırken grup içinde fırtınalı tartışmalar oldu ve sonunda 1 Hayır’a karşılık 7 Evet oyu ile onaylanan rapor, AP Başkanlar Konferansı’na sunuldu. Rapor sunulduğu şekli ile Mart ayında görüşülecek.

 

Temas grubu Fransız sağcı parlamenter Françoise Grossetete (Koordinatör) başkanlığında Mechtild Rothe (Alman) (Koordinatör Yardımcısı), Karin Resetarits (Avusturya), Cem Özdemir (Almanya), Francis Wurtz (Fransız), Yorgos Karatzaferis (Yunanistan), Sean O Neachtain (İrlanda) ve Ryszard Czarnecki (Polonya)’dan oluşuyor.

Aslında grup üyesi bu milletvekillerini seçildikleri devlete göre değil, AP içinde temsil ettikleri siyasi gruba göre sınıflandırmak daha doğru olacaktı ama Yunanlı Milletvekili Yorgos Karacaferis’in bu grupta yer alması tamamen kasti ve bir misyon doğrultusunda.

Karacaferis’in bir tek misyonu var. AB ile Kıbrıs’lı Türklerin temas kurmasını önlemek ve Kıbrıs’lı Türklerle her hangi bir menfaat sağlanmasına mani olmak. Bu nedenle de her fırsatta Kıbrıs’lı Türkler aleyhine girişim yapmaktan geri kalmıyor.

Ağustos 2006’da Karacaferis Avrupa Komisyonu’na verdiği yazılı soru önergesinde, Kıbrıs halkının çoğunluğuna yani Rumlara, ırkçı davranıldığı öne sürerek adada toplam 750 000 kişinin yaşadığını ve bun­ların %82’sinin Rum, %9’unun Kıbrıslı Türk ve kalan %9’unun ise 1974 Türk barış harekatından sonra adaya yer­leşen Türklerden oluştuğunu iddia ederek, Avrupa Birliğinden Rumlara çoğunluk, Türklere de azınlık muamelesi yapılmasını talep etti. Tabi bu isteği taraftar bulmadı.

Arkasından baktı ki, ne grupta ne de Avrupa Parlamentosunda kendisini takan yok ve de herkes art niyetli olduğunun farkında, çareyi Kıbrıslı Türkler ile Yüksek Seviyede Temas Grubu’nun dağıtılmasını istemekte buldu. Bu nedenle de Temas Grubu’nun hazırladığı rapora karşı olduğunu belirterek grubun artık bir anlamı kalmadığını savundu ve raporda yer alan görüşlere de katılmadığını açıkladı.

 

Rapor son şeklini alırken, Karacaferis’in sokuşturmak istediği “Kıbrıslı Türklerin izolasyonunun Türk işgalinin bir sonucu olduğu” cümlesi diğer üyelerin, özelikle AP Avusturya milletvekili bayan Karen Resetarits’in ve Almanya milletvekili Cem Özdemir’in müdahalesi ile metinden çıkarıldı.

Buna karşın, bu iptalin diyeti olarak da, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) Karacaferis kanalı ile ilettiği isteği doğrultusunda Avrupa Birliği üyesi ülkelerinin polis teşkilatlarının KKTC polisi ile işbirliği yapması ve UNDP’nin Kıbrıs’lı Türklerin ekonomik açıdan kalkınması çalışmalarına hayat verilebilmesi için KKTC ile direk işbirliği yapması yönündeki öneriler rapordan çıkarıldı.

 

Raporun içeriğinde;

1-   Türkçe’nin AB’nin resmi dili olarak kabul edilmesi,

2-   Grubu’nun görev süresinin, parlamentonun görev süresinin bitimine veya Kıbrıs sorununun çözümüne kadar devam etmesi,

3-   AP Kıbrıslı Türklerle Yüksek Seviyede Temas Grubu’nun görev süresi boyunca Kıbrıslı Türklerden gelecek öneri ve mesajları almak amacıyla bir elektronik posta adresinin kurulması,

4-   Elektronik iletişimi organize edecek sekreterliğin çok sayıda (KKTC’li) personel istihdamı ile güçlendirilmesi,

5-   KKTC ile ilişkilerin özerkleştirilmesi

6-   Kıbrıs Türk toplumunun seçilmiş tem­silcileriyle daimi diyalog kurulması,

 

Önerileri yer alıyor.

Rapor, grup içinde yapılan oylama ile Avrupa Parlamentosu’nda yer alan 8 siyasi gruptan 7’sinin onayını almış durumda. Rapora Hayır diyen, peşin yargılı ve Cumhurbaşkanı Talat’ı ziyaret ettiği vakit de saçmalayan Yunan Milletvekili Yorgos Karacaferis.

Yorgo Karacaferis’in verdiği Hayır oyu nedeni ile doğal olarak temsil ettiği Demokrasi ve Bağımsızlık Grubu’da Hayır demiş oluyor ama gerçek pek de öyle değil.

Bu grubun üyesi Milletvekilleri, Karacaferis’in oyunun kendi görüşlerini temsil etmediği ve Karacaferis’in taraflı davrandığı düşüncesindeler.

 

Özellikle 6.cı madde ile Avrupa Parlamentosu, Kıbrıslı Türklerin iki milletvekiliyle temsil edilmesi konusunu ilk kez resmi ağızdan duymuş olacak.  Bir olasılıkla Kıbrıs’lı Türklerin AP’da iki temsilci ile yer alması önerisi ancak 2009 AP seçimlerinden sonra oluşacak yeni parlamentonun önüne gelecek.

Bu aşamada şimdilik Kıbrıs Türk toplumu ile kalıcı diyalog kurulması ve seçilmiş temsilciler ile diyaloga geçilmesi ifadeleri yeterli gibi gözüküyor.

 

AP Başkanlar Konferansı’nın Mart ayı gündemine girecek olan rapordaki iki temsilci ile gözlemci statüsünde temsiliyet talebi, büyük bir olasılıkla reddedilmeyecek ama görüşülmeden 2009 yılındaki yeni parlamentonun oluşumunda ele alınmak üzere masa üstünde bırakılacak.

 

KKTC hükümeti ivedilikle AP Parlamentosuna temsilci olarak göndermek amacı ile, iki adet Milletvekilinin seçiminin halkoyuna nasıl, ne zaman ve hangi koşullarda sunulacağına dair yeni bir yasa yapmanın hazırlığına başlamalıdır.

19 Şubat 2007
KKTC’de AP Milletvekili seçimleri yapılmalı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Timeo Danaos et donna ferentes

Timeo Danaos et donna ferentes

Bu cümleyi pek anlamadığınızı biliyorum. Belki de hiç duymadınız bile. Bu çok ünlü bir cümle. Yaşı da birkaç bin senelik.

Meriam Webster Dictionary ve  Readers Digest Dictionary kitaplarının “Foreign Proverbs” bölümlerine bakarsanız veya internette bu cümleyi yazıp arama yaparsanız, hem cümlenin kendisini hem de karşılığını çabucak bulursunuz.

Cümlenin Türkçeye tam çevirisi “Bana hediye verse bile Rumlardan korkarım”dır.

 

Birkaç bin sene evvel söylenmiş ve doğruluğundan dolayı bir çok değişik milletin diline de yerleşmiş bu söz, Helen ırkının yani günümüz Rumlarının ve Yunanlılarının genel karakterini çok iyi yansıtıyor.

 

Rumların dünya felsefeleri, yalan-dolan üzerine kurulu. Boşuna “Bizans entrikası” diye bir cümle asırlardır hem Türkçemizde hem de diğer batı dillerinin içinde yer etmemiş. Kesinlikle birden çok deneyime ve doğru bulguya dayalı çıkmıştır bu söz.

 

Rum Meclisi’nin davetlisi olarak dört günlük bir ziyaret için Güney Kıbrıs’ta bulunan Commonwealth (Ortak refah) Parlamenterler Birliği’nin (CPA) İngiltere Kolu milletvekilleri Andrew Dismore, Lord Anderson, Lord Jilcooney, Lord Morris, Peter Vingers, Pierra Hambra kendi yaptıkları araştırmalardan sonra Kıbrıs ile ilgili ve doğru olan gerçekleri Rum meslektaşlarına söyleyince toplantıda kıyametler koptu, düş kırıklıkları yaşandı.

 

Toplantıda İngiliz Milletvekillerinin, KKTC topraklarındaki malların büyük bir bölümünün Kıbrıslı Türkler ait olduğunu söylemesi, 15 Temmuz 1974’de Yunanistan’daki Albay Yorgo Papadopulos başkanlığındaki Cuntanın organize ettiği darbeden sonra Kıbrıs’ta 1960 Kuruluş Anlaşmasına aykırı olarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin kurulduğunu ve bu yeni ilan edilen devletin Cumhurbaşkanı Nikos Sampson’un da hemen Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak ettiğini açıkladığını, bu nedenle de Türkiye’nin 1960 Kuruluş Anlaşması EK: 1, bölüm B, Garanti Antlaşması, Madde 3’deki Garantörlük haklarını kullanarak adaya müdahale ettiğini ve bu nedenle de adada bulunduğunu söylemesi, Rumları şaşkına çevirdi ve bayağı üzdü.

 

CPA Milletvekili Lord Jilcooney, KKTC’deki inşaatların çoğunun, Kıbrıs Türk malları üzerine inşa edildiğini belirtmesi, Ozanköy’ü (Kazafana) örnek olarak göstermesi ve ayrıca, Kıbrıslı Türklerin, kendilerini “işgal altında yaşadıklarını” hissetmediklerini, bunun tam tersi olarak geçmişte yaşadıklarını unutmadıklarından Türk askerinin Kuzey’de bulunmasından memnun olduklarını söylemesi, Rumları bayağı düş kırıklığına uğrattı ve bozdu. Böylesine gerçekçi yanıtları, hediye misali yemeğe-içmeğe davet ettikleri bu insanlardan hiç beklemiyorlardı.

 

İngiliz Milletvekillerinin üstüne üstlük bir de Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonunun kaldırılmasını talep ettiklerini söylemeleri ve bu izolasyonların kaldırılması için de her tür girişimi yapacaklarını açıklamaları, Rumları iyice bozdu. Bunlar gerçekte hiç beklemedikleri ve duymak bile istemedikleri yanıtlardı.

 

Aslında İngiliz Parlamenterleri, beyinlerini yıkamak ve Kıbrıs sorununu çarpıtarak aktarmak için davet ettiklerinden bu şekilde bilinçli olmalarından pek hoşnut kalmadılar. Kendilerine Rum tezleri doğrultusunda Kıbrıs sorununda bugüne kadar ne olduğu konusunda tarihi bir hatırlatma yapılmasına rağmen İngilizlerin bildiklerini okumaya devam etmeleri, Rum milletvekillerini, İngiliz milletvekillerinin tüm bu konularda yanlış bilgilendirildiğini açıklamaya mecbur etti. Arkasından da aynen başlıktaki cümle gibi karşı saldırıya geçerek, yalana-dolana dayalı suçlamalarda bulunmaya başladılar.

 

İlk etapta İngiliz Milletvekillerini önyargılı olmakla suçladılar, arkasından da, KKTC topraklarında bu milletvekillerinin mülkleri olduklarını iddia ettiler. Sonra da bizim adımıza da konuşarak, Kıbrıslı Türklerin de Türk işgal kurbanı olduklarını  ileri sürdüler.

 

Aynen başlıktaki birkaç bin yıllık cümle gibi, İngilizlere hediye verirken bile kendilerini bir yılan gibi sokmak ve zehirleyerek yok etmek istediler.

Belli ki  binlerce yıl evvel söylenen ve Helen ırkının karakterini çok iyi tanımlayan “Timeo Danaos et donna ferentes” cümlesi boşuna söylenmemiş.

15 Şubat 2007
Timeo Danaos et donna ferentes için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar