Rumlar, İsviçreli Christopher Girod’un, Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi üçüncü üyeliğine atanmasına bir ay önce onay vermişlerdi. Türk tarafı da onayını verince İsviçreli Girod resmen atanmış ve Otonom Kayıplar Komitesi de tekrar kurulmuş oldu. BM Barış Gücü (UNFICYP) dün bu konudaki resmi açıklamayı da yaptı.
Bu gelişme ile Papadopulos, Talat ve Möller görüşmesinin ilk adımı atıldı ve bu görüşmede de Teknik Komitelerin en alt düzeyi olan “İnsani konular”ın içeriği saptanacak. Büyük bir olasılıkla bu görüşmenin ortamı, BM’nin Girdo’u tanıtmak için vereceği resepsiyon olacak.
Kıbrıs Rum Yönetimi yıllarca kayıpların ölü olduğunu kabullenmedi ve 15 Temmuz-20 Temmuz 1974 tarihleri arasındaki Rumların kendi içlerindeki iç savaş sırasında ölenlerle bunun ardından 1974 Barış harekatı sırasında ölenler arasında ayrım yapmak istemedi. Duygu sömürüsü yapmak için tümünü de Türklerin sırtına yıkmaya çalışıyor.
Bunun örneklerini geçmişte görmek mümkün. 30 Eylül 1995 tarihinde, Üçlü kayıplar komitesindeki Kızılhaç temsilcisinin ısrarları üzerine Rum tarafı fena sıkışır. Rum Başsavcı, İncelediği 487 kayıp dosyasından 220’sini zayıf olarak nitelendirir. Yine dosyada ismi geçenlerden 89’unun da ölü olduğunun kanıtlandığını da açıklar. Bu gerçekleri Rum Başsavcı bile saklayadı.
Rum tarafında yeniden kayıplar konusu ile ilgili dışa dönük propaganda çalışmaları başladı bile. Rumlar işin reklamını yapmak ve kayıplar konusundaki kendi yüz karalarını örtmek için taktikler saptamaya başladılar.
Maksat Türkleri suçlu iskemlesine oturtmak ve kendilerini acınılması gereken “mağdur” kişiler olarak lanse etmek.
Larnaka’da düzenlenen seminerde “Aleksandros Papahristoforu Vakfı” kayıplar konusunun dışta aydınlatılması ve ileriye götürülmesi için yeni savaşım verilmesi önerisini yaptı ve devletten parasal katkı istedi. Devlet vermezse, devlet kadar zengin Çikko manastırı versin dendi.
Seminerde ayrıca, “Türk arşivlerine girilmesi gerektiği, sadece mezarların açılmasıyla bir yere ulaşılamayacağı” önerildi.
Kimdi bu öneriyi yapan. AKEL’in genel Sekreteri ve Rum Meclisi Başkanı Dimitris Hristofyas. Sözleri içinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilgili arşivlerine ulaşılması gerektiğini de iddia etti Hristofyas.
Bence Hristofyas burada aynaya bakmadan konuştu. Buna halk dilinde tam olarak “tencere dibin kara seninki benden kara” deniyor.
Rumlar Birleşmiş Milletlere yaptıkları resmi başvuru ile kayıplar konusunu 1974 yılında başlattılar. Rumlara göre kayıplar konusu 1974 yılında başlarken bizlere göre de 1963 yılında başlamaktadır.
Kayıplar konusu bizim için 1963’te Rumların masum Türklere saldırıları ile başladı ve ilk etapta 500 Türk’ün kaybolmasıyla sonuçlandı. Bu tarihten başlamak üzere kaybolan 211 Türk’ün akıbeti hakkında hiçbir yerde resmi bilgi yok.
Belki EOKA arşivlerinde vardır. Hristofyas, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ilgili arşivlerine bakılsın derken, yollarda işine gitmekte olan masum ve silahsız Türkleri toplayarak yok eden EOKA’nın da arşivleri taranmalıdır demeliydi ama yiyemedi tabi.
Rumlar her şeyi propaganda için kullanmak sevdasındalar, ölüleri bile.
28 Şubat 2006 tarihinde 78 Kıbrıslı Türk tarafından, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ilgili makamlarına yapılan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasına göre seçme ve seçilme hakkı başvurusuna Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Andreas Christou’dan yanıt geldi.
Yanıt doğal olarak olumsuz.
Yanıtın içindeki “Toplumunuz……., devletin anayasal organlarından çekilip katılmaması, ammeyi ilgilendiren konuların yürütülmesinde yer almaması ve anayasal organlara ve işlere katılmaması devam ettikçe, ….” ve “Yukarıda belirtilen düzen, yani üyesi olduğunuz Türk toplumunun yokluğu, söz ettiğiniz anayasal düzenlemelerin işlemesini imkansız kılmaktadır.” cümleleri ibret vericidir.
Christou’ya göre bu görevlerden kendi istek ve arzuları ile Türkler çekilmiştir ve o gün bu gün ammeyi ilgilendiren konuların yürütülmesinde ve anayasal organlarda yer almayı reddetmişlerdir.
E vallahi, yalanın bu kadarına da pes doğrusu.
Aşağıda tam 41 yıl evvel, 23 Temmuz 1965 tarihinde Fileleftoros Gazetesinde çıkan haber içinde dönemin Meclis Başkanı Glafkos Klerides’in açıklaması bulunmaktadır.
TÜRK MİLLET VEKİLLERİ MECLİSE GİREMEZ
Klerides’in, Meclis Başkanı sıfatıyla Türk milletvekillerinin Meclis toplantılarına katılmalarına izin verilmeyeceğine ilişkin olarak söyledikleri:
“…Türk milletvekilleri Sn. Bernandes (BM. temsilcisi) vasıtası ile haber göndererek seçim yasası hakkındaki Meclis toplantılarına katılmak istediklerim bildirmişlerdir.
Bernandes’e verdiğim cevapta Türk milletvekillerinin Meclis’e gelmelerinin sadece kendi arzularına bağlı bir şey olmayacağım, bunun için bazı şartlar bulunduğunu söyledim.
Birinci esas şart şudur ;
Türk tarafı Meclis’ten geçen konuların, hükümet tarafından Rum bölgelerinde olduğu gibi, Türk bölgelerinde de tatbik edilmesini kabul etmelidir.
İkinci esas şart oy verme usulünün kaldırılmasıdır. Geri gelmek isteyen Türk milletvekilleri, Rum üyelerle müştereken oy vermeyi kabul etmelidirler.
Oylar bir bütün olarak sayılacak, Türk ve Rum milletvekilleri ayrı ayrı oy vermeyeceklerdir.
Ayrıca Türk milletvekillerinin hükümeti tanıdıklarını belirten bir beyanda bulunmaları gerektiğini ileri sürdüm, fakat Türkler bunları kabul etmeyeceklerim ileri sürdüler.
Böylece Meclise katılma sorunu halledilmedi. Türk milletvekilleri öne sürdüğüm şartlan kabul etmeden dahi Meclis toplantılarına katılma hakları olduğunu ileri sürdüler
Türk milletvekilleri ayrılırken yarın toplantıya geldikleri taktirde ne olacağım sordular.
Samimiyetle cevap verdim ki;
GELDİKLERİ TAKDİRDE TOPLANTIYA KATILMALARINA MÜSAADE EDİLMEYECEKTİR.
Türk tarafı Meclis çalışmalarına muntazaman katılma hususunu da ileri sürmüş, fakat bunun için anayasanın tamamıyla tatbik edilmesini şart koşmuştur. Fakat bu, ayrı oy çoğunluğu usulünün devam ettirilmesi demek olacaktır .
ONUN İÇİN ASLA KABUL EDİLEMEZ DEDİM. MECLİS’İN TÜRK ÜYELERİNİN HUKUKİ DAYANAĞI BULUNMADIĞINA İNANIYORUZ. TÜRK ÜYELERİNİN BURAYA İZİNSİZ GELEBİLECEKLERİNİ SANMIYORUM.”
Bu açıklama Kıbrıs’lı Türklerin niye Kıbrıs (Rum) Meclisinde yer alamayacaklarını gerçek nedenleri ile ortaya koymaktadır. Ya dönemin Cumhurbaşkanı (Etnarh) Makarios’un 13 maddelik Anayasa değişikliklerini Türkler kabul edeceklerdi ya da, Kıbrıs Cumhuriyeti meclisinden kovulacaklardı. Dönemin Kıbrıs’lı Türk Milletvekilleri 2.ci şıkkı tercih ettiler.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Andreas Christou, açıkçası hikaye okumaktadır.
Konuya UNDP’nin (United Nations Development Programme) ne olduğundan başlayayım. Türkçesi Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, başında da Kemal Derviş var. Türkiye’nin Ekonomisinin kalkınması için Türkiye’ye getirilip, Ekonomi Bakanı yapılan, enflasyonla ilk mücadeleyi başlatıp, gerekli yasaları çıkarttıran ve enflasyonda gözle görülen düşüşleri başlatan kişi. Sonu selamet oldu ve üç haneli enflasyon önce iki haneye, sonra da tek haneye düştü.
UNDP çok yönlü çalışmalar yapıyor. Mesela bunlardan en son yaptığı, Kongo’da demokratik seçimler yapılabilmesi için Kongo hükümetine hem bilgi, hem personel hem de parasal katkı koymak. Sonucunda bu seçimler tam demokratik olamasa da, bir sonraki yüzde yüz demokratik bir seçim olacak.
Rumlar Avrupa Birliği’nin “Gelecek İçin İşbirliği” programı aracılığıyla Avrupa ödeneklerini Kıbrıs’ta dağıtma görevini üstlenen UNDP (BM Kalkınma Programı) birimiyle yaptıkları işbirliğinin kaygı verici olduğunu düşünüyorlar ve bunu resmen yazılı olarak da dile getirdiler.
Rumlar “Gelecek İçin İşbirliği” Programının hayata geçirilmesi aşamalarında AB’nin UNDP ile kurduğu ilişki ve işbirliğinin, yan ürün olarak pek çok sorun doğurduğuna inanıyorlar.
Rumların bu şikayetlerinden sonra AB yetkilileri, yazışmaları aracılığıyla pek çok kez, 10 milyon Euro’nun üzerindeki bu “Kalkınma” ödeneklerini UNDP’nin dağıtma yönteminden duydukları hoşnutsuzluğu yazıya döktüler.
AB, UNDP’den defalarca, programın iki toplumlu niteliğini koruması, siyasi yöne özellikle özen göstermesi, ödeneklerin verilmesinde güvenilir prosedürler işletmesi ve yapılanlar hakkında çok detaylı bilgi vermesi talebinde bulundu Rumların baskısı sonucunda.
Rumların feci halde canlarını sıkan iki konu var.
UNDP’nin, ödenekleri Rum makamlarına ilgili bilgiyi vermeksizin dağıtmakta olduğunu iddia ediyorlar. AB’nin konuyu uzaktan (ta Brüksel’den) izlemekte olduğunu söyleyip bu konuda “By pass edilmekten” (kenarda bırakılmaktan) hiç hoşlanmadıklarını söylüyorlar. UNDP’nin işleyiş yönteminden özellikle rahatsızlık duyuyorlar ve Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla, ödeneklerin KKTC’ye aktarılması konusunda sürekli bilgi istiyorlar.
Rumlara göre sayıca çok daha fazla Rum istekte bulunmasına rağmen Türklere ayrıcalık yapılmış ve Kıbrıslı Rum’dan çok daha fazla sayıda Kıbrıslı Türk’e kredi verilmiş. Miş diyorum çünkü ben de bunun tam aksi görüş ve düşüncedeyim. UNDP Rumlara parasal yardım yaparken Türklere tavsiye ve yol göstericilik yapıyor ve para vermiyor.
Aslında gerçek şikayet konusu UNDP tarafından verilen bazı ödeneklerin, Rumlara göre, Kıbrıslı Türkler tarafından, verildikleri amaç için kullanılmış olmaması. (mış)
Kıbrıslı Türklere kredi verilmesindeki vazgeçilemez koşul, bu paraların 1974 öncesi Kıbrıs Rumlara ait taşınmaz malların ve mülklerin geliştirilmesinde kullanılamayacak olmasıdır. Yani diğer adı ile “Moratoryum”.
Aynen Mali yardımda olduğu gibi, Rumlar UNDP kredileri içine bile Moratoryum’u koydurmayı başarmışlar.
UNDP’nin Lefkoşa merkezi nerde biliyormusunuz. Fenaromeno Kilisesinin tam karşısındaki 2 katlı, Osmanlı döneminin son yıllarına veya İngiliz sömürge döneminin ilk yıllarına ait taş bir binada. Yani Lefkoşa’nın Rum tarafında.
İstanbul Conrad Otel’de düzenlenen İKÖPAB 4. Konferansı bende bu defa çok olumlu izlenimler bırakıp yeni yeni ümitler oluşturdu.
TBMM Başkanı ve İslam Konferansı Örgütü Parlamento Birliği (İKÖPAB) Dönem Başkanı Bülent Arınç ve Başbakan Erdoğan bu defa gerekli tüm ağırlıklarını koydular toplantıya.
KKTC’yi Cumhuriyet Meclisi Başkanı Fatma Ekenoğlu başkanlığında bir heyetin temsil etmesi ve İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Parlamentolar Birliği Genel Kurul toplantısına, KKTC’nin önce “Müslüman Kıbrıs Türk Toplumu” olarak davet edilmesi ve sonra konan tepki üzerine davetin “Kıbrıs Türk Devleti” olarak düzeltilmesi iyi ve umut verici bir gelişme.
Özellikle bu olaydan sonra Ekenoğlu’nun “İKÖ’de KKTC ‘Kıbrıs Türk Devleti’ olarak anıldığına göre, bundan sonra da bunun sürmesi yönünde tüm kurumlarımızla gerekli tüm girişimler, temaslar sürdürülecektir” demesi, KKTC parlamento heyetinin bu konudaki kararlılığını ortaya koymaktadır.
TBMM Başkanı ve İslam Konferansı Örgütü Parlamento Birliği (İKÖPAB) Dönem Başkanı Bülent Arınç genel kurulda yaptığı konuşmada ağırlığını daha çok Kıbrıs konusuna verdi.
Kıbrıs Türk tarafına 10 yıllardır uygulanan ambargoların, hiçbir yasal dayanağı olmadığını ve insanlık dışı uygulamalar olduğunu belirten Arınç, Genel Kurula İKÖ’nün, Kıbrıs Türkleri’ne yönelik izolasyonların kaldırılması ve Kıbrıs Türkleri ile ilişkilerin her alanda geliştirilmesi konusunda almış olduğu muhtelif kararları hatırlattı.
Bu mevcut kararlar doğrultusunda kardeş İslam ülkelerini, Kıbrıs Türkleri ile yakın ilişkiler tesis etmeye ve onlara her açıdan destek olmaya davet eden Arınç, Kıbrıs’ta BM parametreleri paralelinde kalıcı, adil ve kapsamlı çözüm yönündeki kararlılığımızı muhafaza etmekteyiz çağrısı yaptı.
Genel Kurulda söz alan TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’da hitabı içinde Kıbrıs sorununa ve KKTC’ye ağırlık vererek KKTC’ye uygulanan izolasyonlar kaldırılmadığı taktirde, kimse Türkiye’den olumlu bir yaklaşım talep edemez sözleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs politikasını açık ve net bir şekilde ortaya koydu.
Kıbrıs meselesinin hem Türkiye’nin hem de kendilerinin bir davası olduğunu ifade ederek, 24 Ekim MGK toplantısında uygun bulunan ve TC Bakanlar Kurulu tarafından 19 Mart 2006 tarihinde imzalanarak Yürürlüğe giren MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ’ni (Gizli Kırmızı Anayasa) benimseyerek konuşması, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki kararlı tavrını gözler önüne serdi. Bence bu konuşma bir çok yanlış anlamayı ve AKP hükümetinin Kıbrıs konusundaki politikalarında duyulan şüpheleri de yok etti.
Erdoğan, malların, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımına ilişkin kısıtlamaların ilgili tüm taraflarca eşzamanlı olarak kaldırılması yönünde hazırladıkları öneri paketini daha önce açıkladıklarını ve hem AB Konseyi’nin 26 Nisan 2004 tarihli kararında hem de BM Genel Sekreteri’nin 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda, Kıbrıslı Türklere yönelik izolasyonların kaldırılması çağrısında bulunulduğunu vurgulayarak, hala bu noktada atılmış bir adımın bulunmadığını bildirerek, Ekim sonu yayınlanacak olan AB süreci gelişme raporundan pek bir çekincesi olmadığını ortaya koydu.
İslam Konferansı Örgütü Parlamento Birliği’nin Türkiye’nin eylem planına güçlü bir destek vermesi, Kıbrıs sorununda ve AB-Türkiye Katılım Oraklık Müzakereleri sürecinde Türkiye’nin elini iyice kuvvetlendirecektir.
Gerek 29 Mart tarihli gerekse de 8 Nisan tarihli yazılarım, AB’den gelen kokuların, Almanya’nın desteği ile Fransızlar tarafından İmtiyazlı ortaklık kavramının pişirilmekte olduğu ve yakında da masaya konacağı yönündeydi.
Nitekim ABHaber’de çıkan Brüksel kaynaklı haberde Fransa’nın, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü teknik ağırlıktaki müzakerelere “siyasi kriterleri” ekleme ısrarının ardından, süreci tam üyelik yerine “özel statüye” kaydırma çabası olduğuna değinildi.
Almanya önce Fransa’yı öne itti, sonra da geri çekildi. Aslında Almanya’nın geri çekilmesine hiç gerek yoktu. Zaten bu fikrin annesi Şansölye (Federal Başbakan) Angelika Merkel.
Merkel, seçimlere girmeden çok önce bu fikri ortaya atmıştı ve Gerhard Schröder’e karşı seçimleri kazanmasına da katkı koymuştu bu fikri.
3 Ekim 2005 tarihindeki tarihi AB Konsey kararında ve AB-Türkiye Müzakere Ortaklık Protokolünde, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerin başladığını adeta yok sayan bir dille kaleme alınan şu cümleye yer verildi: “Almanya’nın Türkiye ile karşılıklı ilişkileri derinleştirmek ve ülkenin AB’ye bağlanmasına özel bir ilgisi vardır. 3 Ekim’de üyelik hedefiyle müzakerelerin başlatılması kararı, ucu açık bir süreçtir. Sürecin sonu otomatik değildir ve önceden garanti edilemez. Bu ekonomik, demografik ve kültür bakımdan büyük bir zorluk ortaya koymaktadır.”
Gerhard Scheöder görevini Merkel’e teslim etmeden çok kısa bir zaman evvel Başbakan Erdoğan’a “İmtiyazlı Ortaklık ısrarı biz Hükümette oldukça süremez ancak olumlu çaba da beklemeyin. Ne kötü ne iyi orta bir yol izlenecek. Almanya bundan sonra “nötr” bir tutum izler.” demişti.
Nitekim bu güne kadar Almanya pek ortalarda gözükmedi ve nötr bir tutum izliyor havasını verdi ama, perde arkasından da İmtiyazlı Ortaklık felsefesini iyice yaydı ve benimsetti.
Fransa tarafından “Siyasi Kriter” kisvesi altında müzakereler sırasında Ankara’ya dolaylı yoldan sunulmaya çalışılan “Özel Statü” veya “İmtiyazlı Ortaklık” konusunda Almanya’nın halen kesin görüşünü ortaya koymaması Fransızların canını bayağı sıkıyor.
Fransa ısrarcı olduğu, eğitim ve kültür gibi teknik ağırlıktaki müzakere başlıklarında da Kopenhag kriterlerinin denetlenmesi önerisine, halen Almanya’nın “evet” kararı bekleniyor. Almanya’nın destek vermemesi durumunda Avusturya’nın “Siyasi Kriter” krizini aşmak için sunacağı önerilere sıcak bakacak. Zaten başka çaresi de yok.
Bu gelişmeden olumsuz etkilenecek olan sadece Türkiye değil. Yunanistan ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti de bu işten çok memnun değil. Türkiye ile sürecin “Özel Statü” veya “İmtiyazlı Ortaklık” hedefine çevrilmesi durumunda kendi planlarının alt üst olacağı endişesiyle Fransa’nın Türkiye konusunda getirmeye çalıştığı formülden desteklerini çekebileceklerini ima ediyorlar.
İşin ucunda Ege ve Kıbrıs var. Yunanlılar ve Rumlar, İmtiyazlı ortaklık olasılığının Türkiye’yi iyice hırçın yapacağı ve bu nedenle de Ege’de veya Kıbrıs’ta hiçbir taviz koparamayacakları endişesi içindeler.
AB içinde, Türkiye’nin AB’ye tam katılımı yerine, imtiyazlı bir ilişki içinde olması fikrinin artan bir şekilde zemin kazanmasından dolayı da Atina ve Lefkoşa yukarıdaki nedenden dolayı çok rahatsız.
Türkiye AB ortaklığından vazgeçtiği takdirde de Yunanistan, İsrail gibi her açıdan güçlü bir devlet olmak zorunda kalacak aksi takdirde, Türkiye ekonomik bir güç olarak hem Yunanistan’ı hem de Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini çok kısa bir zamanda kendine göbeklerinden bağlayıp hap gibi yutacak.