Evvelki gün Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Lideri Papadopulos, “bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü” misali Reuters haber ajansına bir demeç verdi.
Tasos Papadopulos demecinde, Türkiye’nin 2006 yılı içinde, 17 Aralık Müzakere Çerçeve Belgesi ve 3 Ekim Ortaklık Müzakere Belgesi içeriğinde belirtildiği üzere limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs Rum bandıralı gemi ve uçaklara açmaması halinde, AB ile arasında bir kriz çıkacağını iddia ederek, ”Türkiye buna uymazsa bir kriz olacak. Bu, Avrupa’nın değil, Türkiye’nin kendi başına yarattığı bir kriz olacak ” cümlelerini kullandı.
Bu bir mesaj. Tabi anlayana. Eğer Papadopulos’u yeterince tanıyorsanız ne demek istediğini de çok iyi anlarsınız.
Arkasından AB’nin tüm üyelerinin, Türkiye’nin AB yoluna devam etmesini istediğini ve Türkiye ile müzakerelere devam edilmesini istemeyen bir ülke olduğunu sanmadığını söyleyerek, Türkiye’yi, AB içinde, her devlet gibi yükümlülüklerini tam olarak yerine getiren, bir Avrupa devleti olarak görmek istediğini belirtti.
Ve en son olarak da, yeni tur görüşmeler, bazı kesin şartlara uygun olmalıdır diyerek Türk tarafının şartları kabul etmesi halinde görüşmelere bir hafta içinde de başlanabileceğini ortaya attı.
Papadopulos’un görüşmelerin başlaması için ne gibi değişiklikler istediğini yazmama hiç gerek yok. Zaten onlar çok açık ve malum istekler. Önemli olanı yukarıda söyledikleri.
Papadopulos diyorki;
Türkiye aklını başına alsın. 31 Mart 2006 tarihi, Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs (Rum) bandıralı gemileri açması için koyduğumuz son tarihti. Yani biz, Kıbrıs’lı Rumların “Kırmızı Çizgisi”di. Türkiye bizi dikkate almadı. Açılan da hiç bir şey yok.
Türkiye AB yolunda devam etmek istiyorsa, deniz limanlarını ve hava alanlarını 2006 yılı içinde benim Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti bayraklı gemi ve uçaklarıma açmak zorundadır. Açmazsa, ben her fırsatta bunu dile getireceğim, AB’nin her düzeydeki komisyon veya kurullarının toplantısında konuyu açacağım ve Türkiye’yi limanları açmaya davet kararları çıkarttıracağım, Türkiye’yi her platforma protesto ettireceğim, Komisyon Başkanlarına, Konsey Başkanlarına, Parlamento Başkanlarına ve yandaşımız ülkelerin Başbakanlarına Türkiye’nin limanlarını bize açması çağrıları yaptıracağım.
Türkiye bunları da dikkate almazsa, ne pahasına olursa olsun VETO kullanıp, müzakereleri durduracağım. Zaten AB’nin artık üyesiyim ve AB’nin kasası da tam takır. Kaybedeceğim hiçbir şeyde olmayacak.
İşte yukarıda Papadopulos bunları söylüyor.
Sonra da diyor ki, Kıbrıs sorununun çözümü için görüşmeler başlayacaksa, benim koşullarımda başlayacak. Türkiye bu koşullarımı kabul ederse, ben hazırım ve bir hafta içinde de masaya otururum. Aksi takdirde bu iş böyle gidecek.
Papadopulos’un Reuters’e verdiği demeci, benim Papadopulos’un Rumcasından, anlayacağımız Türkçe’ye çevirim aynen yukarıdaki gibi. Yanlış çeviri yapmış olacağımı da pek sanmıyorum.
Aşağıda yazdığım 4, 5, 6 ve 10.cu maddeler 11 Şubat 1959 tarihli Zürih’te Türkiye ve Yunanistan Başbakanları tarafından imzalanan “Kıbrıs Cumhuriyeti Temel Yapısı” bölümünden alınmıştır.
Bir müddet evvel, aralarında bir tanede KKTC Meclisi üyesi Milletvekilin bulunduğu 72 tane Kıbrıs Türk vatandaşı, 28 Mayıs 2006 tarihinde, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasındaki haklarını talep ederek, Kıbrıs’ın güney kesiminde yapılacak Milletvekilliği seçimlerine katılmak başvurusu yapmışlardı.
Aşağıdaki maddelere bakıyorum da, bu arkadaşların Milletvekilliği adaylıkları, hangi mevcut kalmış “Temel Yapı” bölümünün hangi maddesine uyacak çok merak ediyorum.
4. Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı 5 yıllık bir süre için seçilecekler.
Bu mevkilerin, gaybubet, engel ve boşalması durumlarında, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısının yerini, Temsilciler Meclisinin aynı topluma mensup Başkanı ve Başkan Yardımcısı alacaktır.
Her iki mevkiden biri boşaldığında o mevkiin seçimi 45 günü geçmeyen bir süre içinde yapılacaktır……
5. Yürütme erki, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısında toplanacaktır. Bu maksatla, 7 Rum ve 3 Türk’ten oluşan bir Bakanlar Konseyi (Kurulu) oluşturulacaktır.
İmzalayacakları ortak bir belge ile Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı kendi toplumlarına mensup bakanları atayacaklardır……..
6. Yasama erki, genel seçim hakkına uygun olarak, 5 yıl için % 70 Rum ve % 30 Türk oranında Türk ve Rum Toplulukları tarafından ayrı ayrı seçilecek olan Temsilciler Meclisine verilecektir. Bu oran, istatistik değerlendirmeden ayrı olarak saptanmıştır…..
10. Her toplum, kendisi tarafından saptanacak sayıda temsilciden oluşan bir Cemaat Meclisine sahip olacaktır……
Madde 4. şimdilik geçersiz. Cumhurbaşkanı Yardımcısı yok ve yerine bakan Temsilciler Meclisi üyesi bir Türk de yok.
Madde 5. şimdilik geçersiz. 7 Rum ve 3 Türk’ten oluşan bir Bakanlar Konseyi (Kurulu) yok.
Madde 6. şimdilik geçersiz. 5 yıl için % 70 Rum ve % 30 Türk oranında Türk ve Rum Toplulukları tarafından ayrı ayrı seçilmiş Temsilciler Meclisi diye bir kurum yok. Önceleri 35 Rum-15 Türk oranında olan sonra da 56 Rum-24 Türk oranına yükseltilen Temsilciler Meclisinde sadece 56 Rum, 1 Maronit, 1 Ermeni ve 1 Latin Milletvekili var. Türkler yok.
Madde 10. şimdilik geçersiz. Ne Rum tarafında ne de Türk tarafında Cemaat Meclisi diye bir kurum yok. Her iki tarafta da sadece Temsilciler Meclisi var.
Bence mevcut olmayan ve varlığını yitirmiş bu “Kıbrıs Cumhuriyeti Temel Yapısı” bölümündeki maddelere tuta, hiçbir Kıbrıs’lı Türk’ün Milletvekilliği başvurusu kabul edilmeyecek.
Birleşmiş Milletlerin ünlü 4 Mart 1964 tarihli ve 186 (1964) numaralı kararına da bakıyorum, orada da böyle bir şey yok.
Bence boşuna kürek çekiliyor. BU başvurularla elde edilebilecek hiçbir hak olmayacak.
Mali Yardım Tüzüğündeki maddeler aslında kendi başlarına konuşuyor ve AB’nin Bürosunun KKTC’de açılamayacağını ima ediyor ama iyi niyetli bir çok insanımız bu Büroların Lefkoşa şehrinin Türk tarafında açılacağına inanıyor.
AB’ye güvenleri var ve AB’nin insan haklarını, dolayısı ile Kıbrıs’lı Türklerin haklarını koruyacağına inanıyorlar. 24 Nisan 2004 referandumda Kıbrıs’lı Türkler tarafından verilen %68 EVET oylarının bir şekilde ödüllendirileceğini zannediyorlar.
Ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
İşte bu yanılgıya en güzel örnek daha birkaç gün önce Avrupa Halk Partisi (EPP) tarafından kabul edilen 9 maddelik karar. Dokuz maddenin dokuzu da Rumları destekleyen ve Kıbrıs Türklerini de azınlık statüsüne düşüren maddeler.
Mali yardım Tüzüğünün uygulanması ile sorumlu AB Komisyonu’nun Kuzey Kıbrıs’ta açmayı planladığı AB bürosuna Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti “OXI” deyip itiraz edince bir anlaşma sağlanamadı.
Zaten akside olamazdı.
AB yemeden içmeden, adada sınır ve barış sorunu varken, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni üye devlet olarak içine kabul etmesi ile zaten kararların tek taraflı olarak Rum yanlısı çıkmasının kapısını sonuna kadar açtı.
İyi niyetli insanlarımız, Komisyonda kararlar oy çokluğu ile alınacak, Rumların esamisi bile okunmayacak diyor ama EPP kararı ortada. Esamisi okunmayacak olan Rumlar, kararı istedikleri gibi hem de dokuzda dokuz çıkardılar.
Mali Yardım Tüzüğü içeriğince Lefkoşa’da açılacak Büro konusunda, Komisyon ile Rum Hükümeti arasında yapılan görüşmelerde bir sonuç alınamayınca konunun AB Daimi Temsilciler Komitesi COREPER’de ele alınması kararlaştırıldı.
Rumların Komisyondaki iddiaları, Kuzey Kıbrıs’ta AB bürosu açmaya gereksinim olmadığı, büronun hali hazırda, Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Fenorameno Kilisesinin tam karşısındaki UNDP Binasında faaliyet gösterdiği ve adanın kuzeyi ile ilişkilerin Rum kesimindeki AB temsilciliği ile yürütebileceği şeklinde oldu.
Rumlar KKTC’de AB bürosunun açılmasına sıcak bakmıyor ve bu konuda AB Komisyonu’nun takındığı tavırdan da hiç memnun değiller. Söz konusu bu büronun kuzeyde açılmaması için de elden geleni yapmaya da hazırlar. Bu nedenle Komisyon büronun bir an önce açılmasını isterken Rumlar ise geri adım atmıyor. Ellerindeki tüm kozları da kullanmak düşüncesindeler.
Mali Yardım ile ilgili AB Bürosunun, Rumların tüm itirazlarına rağmen KKTC’de açılması kararı alınırsa, Rumlar bu defa Mali yardım Tüzüğünün uygulanmasını önlemek için ne tür engel çıkarılabilir çalışmasına da başladılar.
Rumların kuzey Kıbrıs’ta açılacak büro konusunda itirazları göstermelik olarak AB içinde tepkiye karşılandı ama AB Komisyonu ile Rumlar arasında yapılan teknik düzeydeki müzakerelerde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti yetkilileri bir türlü ikna edilemedi.
Soru bu aşamada AB içinde siyasi düzeyde görüşülecek ve sonuçlandırılmaya çalışılacak ama bence sonuç şimdiden belli. Fransa, Danimarka, Almanya ve örtülü olarak Avusturya destekli Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin tüm girişim ve engellemelerinden sonra Mali Yardım ile ilgili AB Bürosu Lefkoşa’nın Rum kesiminde açılacak ve göstermelik bir büroda KKTC’de göreve başlayacak.
Tabi bu varsayımlar hep, KKTC’deki Koalisyon Hükümetinin dağılması pahasına Mali Yardım Tüzüğünü kabul etmiş olması olasılığı üzerine kurulu. Aynen Nasreddin Hoca’nın yoldan geçecek koyunlardan çalılara takılacak tüylerden yün eğireceği varsayımı gibi.
Bir taraftan, 24 Ekim MGK toplantısında uygun bulunan ve TC Bakanlar Kurulu tarafından 19 Mart 2006 tarihinde imzalanarak Yürürlüğe giren MİLLİ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ’ne (Gizli Kırmızı Anayasa) bakıyorum, diğer taraftan da Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) Roma’da yaptığı toplantıda Kıbrıs sorunu ile ilgili olan ve Türkiye’ye asker çekme çağrısında bulunulduğu karara bakıyorum.
Bu kararlar taban tabana zıt. Şimdi sırayla alınan kararların Kıbrıs’la ilgili bölümlerine bakalım.
AKP Hükümeti onaylı Milli Güvenlik Siyaset Belgesindeki Kıbrıs ile ilgili bölümü;
Avrupa Halk Partisi’nin 17. toplantısında, Kıbrıs’lı Türklerle barış içinde yaşamak iddiasında olan DİSİ Başkanı Nikos Anastasiadis’in önerisi ve bir dizi temaslarından sonra çıkan kararın Kıbrıs ile ilgili bölümü;
EPP’nin Kıbrıs konusunda aldığı karar tam anlamıyla yanlış ve uluslararası arenada kabul görecek kalitede değil. Gerçeklerden de çok uzak. Tam manası ile hayal üzerine kurulu.
Avrupa’lıların Kıbrıs konusuna bizim gözlüğümüzden bakmadıkları da kesin. İspatı yulardaki maddelerde açıkça görülüyor.
Rumlar da arkalarına Avrupa’lıları alarak Kıbrıs sorununa çözüm bulmak gayretlerinin hiçbir sonuç veremeyeceğini bir türlü anlayamıyorlar. İki toplum arasındaki bağların bu tür girişimlerle kopma noktasına geldiğini hiç göremiyorlar.
EPP kararları içinde Kıbrıs sorununu çözmek için BM’ye çağrı yapılıyor ama AB’de içinde olsun isteniyor. Türkiye askerini çeksin, limanlarını Rum hava ve deniz taşıtlarına açsın, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini de tanısın deniyor ama, bunlar istenirken çok değil daha 10 gün evvel açıklanan AKP Hükümeti onaylı Milli Güvenlik Siyaset Belgesindeki Kıbrıs ile ilgili bölüm, hiç dikkate alınmıyor.
Bence havada kalacak ve gerçekleri içermeyen bu tür kararlarla boşuna uğraşılıyor ve adadaki iki toplumun arası bir daha kapanmamak üzere açılıyor.
Zaten Kıbrıs’lı Türkler arasında Rumlarla ortak devlet isteyenlerin sayısı hızla aşağılara inerek yüzde yirmilerin altına düştü, bu türlü girişim ve tek yanlı kararlarla sıfıra kadar da inecek. Sonrası sen sağ, ben selamet, adada iki ayrı devlet.
Paris görüşmesi sonrasında yer alan gelişmelerin arkasından, iki toplumun liderlerini karşılıklı görüştürme çabaları devam ederken Kıbrıs Rumlarının başı Papadopulos’un ne zaman su koyacağını merakla bekliyordum ki, daha aradan 72 saat bile geçmeden güneyden taraf oyun bozanlık sinyaller gelmeye başladı.
İşin başında ısrarla Kıbrıs sorunun esasına ilişkin konuların da teknik Komitelerde görüşülmesini isteyen ve Kıbrıs sorununun esasına ilişkin konuların da ele alınmaması durumunda prosedürüne iştirak etmeyeceğini söyleyen Rum tarafı şimdi fikir değiştirdi ve ipe un sermek için düğmeye bastı.
Tasos Papdaopulos’un BM Genel Sekreteri Kofi Annan’la Paris’te gerçekleştirdiği görüşmeden sonra yaptığı yanıltıcı açıklamada, her iki toplumdan vatandaşların gündelik hayatlarını etkileyen konuların ve Kıbrıs sorununun esasına ilişkin konuların görüşülmesine karar verildiği söylemişti. Bizim Cumhurbaşkanımız orada olmadan biz Kıbrıs’lı Türkleri bağlayan böylesi bir kararı nasıl alabilmişlerdi anlamamıştım ama sonradan bunun bir nevi dezenformasyon olduğu çıktı ortaya.
CB Mehmet Ali Talat, evvelki gün Otonom Kayıp Şahısları Araştırma Komitesi’nin üçüncü üyesinin atanması vesilesiyle verilecek davette Başkan Papadopulos’la yapacakları görüşmede yalnız gündelik konuları değil esasa ilişkin konuları da ele almaya hazır olduğunu söyleyince, Rum hükümeti esasa ilişkin konuların görüşülebilmesi için iyi bir ön hazırlık yapılması gerektiği iddiası ile geriye adım atmak için bu yanıtın arkasına saklanarak oyun bozanlığını başlattı.
Aslında bu gelişme onların arayıp da bulamadıkları bir ortam ve gizli hedefleri de Papadopulos’un Talat ile görüşmesine bir bahane ile mani olmak. Onlara göre zaten CB Talat, Papadopulos’un muhatabı değil. Olsa olsa Elefteria meydanındaki muhtar Yorgo’nun muhatabı olabilir sadece.
Bu oyun bozanlığı pekiştirmek için de dün Lillikas bir de açıklama yaptı ve Kıbrıslı Türk lider Mehmet Ali Talat’ın (asla Cumhurbaşkanı M. A. Talat demiyorlar) geç de olsa Başkan Papadopulos’la görüşme yapmayı kabul etmesinden memnun olduklarını ancak CB Talat’ın ağzından çıkan sözlerden bu görüşmeyi küçümseme eğiliminde olduğunu ve görüşme öncesinde iyi bir ortam yaratılmasına katkı koymak yerine olumsuz bir ortam yaratacak yorumlarda bulunduğundan dolayı da üzüntü içinde bulunduklarını belirtti.
Birkaç gün sonra da CB Talat’ın gözünün üstünde kaşı var, bu bizi çok rencide etti biz bu görüşmelerden vazgeçtik derlerse de hiç şaşmayın. Bu taktiği geçmiş yıllarda çok uyguladılar ve gene de yapabilirler.
Gelinen bu aşamada, Papadopulos’un hiçte istemediği bu görüşmeden kaçması biraz da zor gözüküyor.
Birleşmiş Milletler Yönetimi ve ABD yetkilileri Cumhurbaşkanı M. A. Talat ve Rum Yönetimi Başkanı Tasos Papadopulos’un kayıplar konusunda yapmaları beklenen bu görüşmeyi, 24 Nisan 2004 Referandum şokundan sonra olumlu bir adım olarak görüyorlar.
BM, ABD ve garantör taraf olan İngilizler, teknik komitelerin 28 Mayıs’daki milletvekilliği seçimleri öncesinde oluşturulmasını ve seçimler sonrasında prosedürün uygulanması ile Kıbrıs sorununda bir hareketliliğin başlamasını istiyorlar. Bu aşamada, Tasos Papadopulos’un tüm direnmesine rağmen M. A. Talat ile zoraki yapacağı bu görüşmeden beklentileri ve ümitleri var. Bu görüşmenin şimdilik “Kayıplar Konusu” ile sınırlı kalacak olmasına rağmen, toplum liderleri arasındaki isteksizliği ve megalomaniyi kırabileceğine ve çözüm sürecinde yeni kapıları açabileceğine inanıyorlar.