AB Konsey’nin 3 Ekim’de Türkiye ile müzakerelere başlamak için koyduğu koşul hepimizin bildiği ve artık ezberlediği gibi, Türkiye’nin 1963 tarihli Ankara Anlaşması Ek protokolu’nun genişletilmesi ve AB’nin yeni 10 üyesini de kapsaması için AB Komisyonu ile müzakereler yapması ve 3 Ekim’den evvel de AB Dönem Başkanlığı ile yeni ek protokolu imzalaması idi.
Arkasından fırtınalı tartışmalardan sonra ve de hatta uzlaşılamayan isteklerden sonra 3 Ekim 2005 yerine 4 Ekim sabahı imzalanan ve tarihi gene de 3 Ekim olarak atılan AB Müzakere Çerçeve Belgesinin 4.cü maddesi, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini, müzakereler sonuçlanmadan tanımasını ve 2006 yılı içinde de Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti bayraklı uçak ve gemilere uyguladığı ambargonun kaldırılmasını ön görüyor.
Türkiye’nin en geç, Haziran 2006’ya kadar deniz limanlarını Kıbrıs (Rum) Bayraklı gemilere açması koşulunu yerine getirmesi gerekiyor.
Aslında Türkiye’nin, Kıbrıs Rum bayraklı gemilere uyguladığı, deniz limanlarını kapatma uygulamasını kaldırma tarihi, Müzakere Çerçeve Belgesine göre 31 Mart ama, 2006 yılı ilk yarı gelişme raporunun son gün tarihi de 1 Haziran 2006 olduğundan, bu tarihe kadar limanları açıp açmamak konusunda Türkiye’nin zamanı uzatması da olası.
Nasıl olsa her hangi bir yaptırımı olamayacak o güne kadar. Ama ondan sonrası kıyamet.
Türkiye, Kıbrıs Rum hükümetinin KKTC limanlarına uyguladığı ambargo ile kendisinin Kıbrıs Rum bandıralı gemilere uyguladığı ambargoyu bir kefeye koydu ve konu ile ilgili olarak da 29 Mayıs’ta, söz konusu ambargoları karşılıklı kaldırmak teklifi yaptı.
Teklif, aslında AB’nin 24 Nisan 2004 tarihindeki Referandum’dan sonra 28 Nisan’da AB Komisyonunun aldığı ve Kıbrıs Rum Yönetiminin kabul edilmemesi için her tür düzenbazlığı yaptığı, KKTC’ye Mali Yardım Tüzüğü ve Doğrudan Ticaret Tüzüğü ile direk ilgili.
Mali Yardım Tüzüğü “Oy Birliği”, direk Ticaret Tüzüğü ise “Oy çokluğu” istediğinden Rumlar, oybirliğinde kullanacakları oyu şantaj aracı yaparak, Direk Tüzüğü’nün Mali Yardım Tüzüğünden ayrılması ve uygulamaya konmaması koşulu ile Mali yardım Tüzüğünü onaylayacaklarını açıkladılar.
Bu uyuşmazlık ve yerine getirilmesi olanaksız istek yüzünden Tüzükler maalesef onaylanamadı.
Aslında Direk Ticaret Tüzüğü’nün onaylanması veya işlerlik kazanması ile Rumların Kıbrıs Türk limanlarına koydukları ambargoyu kaldırması tamamen aynı konu ve sonuçları da aynı.
Burada Türkiye’nin yapmak istediği ve önerdiği, Kıbrıs (Rum) bandıralı gemilere koyduğu ambargoyu kaldırmak, buna karşın Rumların da, KKTC’ye koyduğu ambargoyu kaldırması. Böylece hem Müzakere Çerçeve Belgesi koşulu yerine gelmiş olacak hem de AB’nin kendisinin almış olduğu Direk Ticaret Tüzüğü de işlerlik kazanmış olacak.
İngiltere Dış İşleri bakanı Straw’ın KKTC’ye ve Ankara’ya ziyaretinin kökeninde bu ambargoların karşılıklı kaldırılması ve bunun neticesi olarak da neredeyse iki yıldır verdiği sözü tutamayan AB’nin saygınlık kazanması yatıyor.
Ankara’nın bu teklifini çok olumlu ve mantıklı bulan ABD, İngiltere’nin AB içindeki girişimlerine destek olarak BM içinde bir hareketlilik başlattı. Bunun sonucu olarak, Türkiye Kıbrıs konusunu AB’den bağımsız olarak BM’ye de aktarma kararı aldı ve dün BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a, BM nezdindeki Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Baki İlkin kanalı ile Türk deniz limanlarının, Kıbrıs Rum bayraklı gemilere açılmasını sağlayacak mantıklı ve kabul edilebilir bir teklif sundu.
OXİ (Hayır) demeye iyice alışmış olan Kıbrıs Rum Yönetimi, Türk limanlarının Kıbrıs Rum bayraklı gemilere açılmasını çantada keklik gördüğünden hemen ve derhal bu teklif resmen açıklandığı gün “OXİ” diyecek ve Türkiye’nin teklifini anında reddedecektir.
İşte çıngar ondan sonra çıkacak ve yılların ambargoları ters dönecek.. Zaten Kıbrıs Rum Yönetimi, İngiliz Dış İşleri Bakanı Straw, Cumhurbaşkanı Talat ile makamında görüşecek diye İngiltere’ye horozlandı ve politik rest çekti.
Bu OXİ’lerinden sonra bunların bedelini iyice ödeyecek.
AB içinde Kıbrıs’a yönelik İngiltere güdümlü olumlu bir çalışma var. Bu güne kadar yapılmış yanlışları düzeltmeye hedefli, Kıbrıs’lı Türklerin siyasi seviyelerini yükseltmek ve 24 Nisan 2004 referandumundan evvel verilen sözleri yerine getirmek amaçlı.
Tabi her etkinin bir tepkisi olduğu gibi, İngiltere’nin olumlu ve adil girişimlerine karşın da perde arkasında olumsuz ve yıkıcı faaliyetler var. Bu girişimleri pasifize etmek için elden gelen arda konmuyor. Şeytanın bile aklına gelmeyecek tezgahlar kuruluyor ve dümenler çevriliyor kapalı kapılar ardında.
İlk girişim Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesinde oldu.
Komite Başkanı Elmar Brok, 18 Ocak’ta hazırladığı AB’nin genişleme raporunu açıkladı. AB içindeki ülkelerde bulunan tüm “Halk parti”lerinin milletvekillerinden oluşan en büyük Parlamento grubu yaptığı ortak toplantıda, rapor konusunda ortak bir tavır alınması ve ortak hareket edilmesi kararını aldı.
Bizimle, yani KKTC ve Türkiye ile ilgili, ne var bu raporun içeriğinde?
Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi, 26 Ocak 2006, Perşembe günü bu raporu ele alarak ve tartışacak.
Ben size şimdi bu komitede neler olacağını ve çıkacak kararın ne olacağını şimdiden söyleyeyim. Komitesi üyesi, Kıbrıslı Rum parlamenter Ioannis Kasulidis’in ve Yunanistan’lı gomması (çok iyi dostu) Georgios Karatzaferis’in teke teke markaj çalışmaları sonucunda raporun, yukarıdaki ilk üç maddesi aynen kabul edilecek ve 4.cü madde de, kabul edilmiş gözükecek ama bu maddenin işlevlik kazanmasına mani olacak şekilde içine, yerine getirilmesi olanaksız bir koşul konacak.
Sonuçta Mali Yardım ve Serbest Ticaret konuları çıkmaza girdiğinde “Biz elden gelen iyi niyeti gösterdik ve çok çabaladık ama olmadı” bahanesinin arkasına sığınılacak.
İkinci girişim ise “Avrupa Parlamentosu Kıbrıs Türkleriyle Üst Düzey Temas Grubu”nun kurulması şeklinde oldu.
Grup çalışmalarına başlamadan evvel, Liberaller ve Demokratlar Grubu Lideri Graham Watson, yeni kurulan “Temas Grubu”na seslenerek, AB’ın verdiği söze uyması gerektiğini, Kıbrıs Türklerinin izolasyonunun kaldırılması ve iki AB tüzüğünün (Mali ve Doğrudan Ticaret) geçirilmesi için elinden geleni yapması çağrısında bulundu.
Aynı şekilde Yeşiller Eşbaşkanı Daniel Cohn Bendit de, “Temas Grubu”na Annan planıyla ilgili referandum sonuçlarını hatırlattı ve Rum Yönetimi’nin Ada’nın kuzey kesimiyle ilişkilerin geliştirilmesinde koyduğu engellere işaret ederek, meslektaşı Graham gibi Kıbrıs Türklerinin izolasyonunun kaldırılması ve iki AB tüzüğünün (Mali ve Doğrudan Ticaret) geçirilmesi için grubun elden geleni yapmasını istedi.
İstemeye istedi ama şimdi birde bu grubun üyelerine bakalım. Bu üyeler bu istekleri yerine getirecek kimseler mi, yoksa bu isteklerin yerine getirilmemesi için elden geleni yapacak kişilermi?. Bence ikinci olasılık daha çok akla yakın.
Eğer ben bu grubun içinde, Kıbrıs’lı Rum Ioannis Kasulidis, Yunanlı Georgios Karatzaferis, Alman Mechtild Rothe, Avrupa Birleşik Solu Başkanı Francis Wurtz, İrlandalı Sean O’Neachtain ve Polonyalı Ryszard Czarnecki varsa ve de Koordinatör Halk Partisi Milletvekili Françoise Grossetete ise, bu grup, Kıbrıs Türkleri ile üst düzey teması için değil, tam tersine Kıbrıs’lı Türkler ile en alt düzey temas nasıl yapılır onun için faaliyet gösterecek demektir.
Grup, çalışma programını açıklarken “Kıbrıs Türk toplumu” ifadesini kullanmaktan kaçınarak “Adanın kuzeyindeki Kıbrıslı toplum” ifadesini kullanmayı tercih etti ve grup üyeleri “Kuzey tarafıyla” siyasi temaslar da bulunmak istediğinde de görüşmeler “tarafsız bölgelerde” yapılacakmış.
Tam Kıbrıs tabiri ile “Koştursunlar”. Gelmesinler daha iyi…
Ben yazımı sadece İngiltere Dış İşleri Bakanı Straw okuyor zannediyordum, meğer adadaşım Papadopulos’da okuyormuş.
Hayret her ikisi de ben ne yazdımsa aynen onu yaptılar.
Yani olacak gibi değil.
Papadopulos’a, Straw adaya gelince, KKTC Cumhurbaşkanını nasıl olsa makamında ziyaret edecek, sen sakın Straw Talat’la makamında görüştü diye onu kabul etmem, konuşmam deme, gel o günlerde ya hasta ol Atina’ya falan git, ya da acele yurt dışından bir resmi davet al ve kaybol buralardan demiştik. Hatta istersen ne yapar eder, Türkiye Başbakanı Erdoğan’dan sana bir randevu bile ayarlarız diye de yazmıştık.
Benim arabuluculuğuma gerek kalmadan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, acele bir davet yapıp, aynı günler içine rast gelecek şekilde Papadopulos’u Moskova’ya çağırdı ve çıkmaz bu şekilde çözüldü.
Aslında Papadopulos’un ve Kıbrıs Rum Yönetiminin olaya yaklaşımı ve dünyaya vermek istedikleri mesaj çok açık ve çok nettir.
Papadopulos’un ısrarlı tutumu ve Straw’ın KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat ile makamında görüşmesini önlemek için gösterdiği bitmek bilmeyen çabaların politik çevirisi (tercümesi) bence aynen aşağıdaki gibidir.
Bu çeviriden de anlaşılacağı gibi, Rum Yönetimi başkanı Papadopulos ve avanesi, her zaman değişmez bir biçimde hakimiyetçi bir anlayışa sahiptirler ve olumsuz davranışlarının kökeninde de bu hakimiyetçi duygu yatmaktadır. Bu nedenle de Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki politikalarını da esnemeden sürdürmek eğilimindedirler.
Tabi esnemeyen bir nesne de belli bir noktaya kadar dimdik kalabildikten sonra aniden kırılmaktadır. Neredeyse bir asırdır hafızalardan silinmeyen Titanic faciasının kökeninde, direnci normalden daha yüksek olacak şekilde üretilen saçların, sertlik yüzünden esneyemeden kırılması yatmaktadır.
Politikada da değişen bir şey yoktur. Rum Yönetimi de, Straw’ın adayı ziyareti gibi, Avrupa Parlamentosu Kıbrıs Türkleriyle Üst Düzey Temas Grubunun, Kıbrıs Türklerinin izolasyonunun kaldırılması ve iki AB tüzüğünün (Mali ve Doğrudan Ticaret) geçirilmesi için elinden geleni yapma çağrısında bulunması gibi, UNDP’nin KKTC’nin kalkınması için bir fon yaratması gibi baskılar altında esneklik göstermezse, gelişmelerin bir yerde artık Kıbrıs’lı Rumların aleyhine döneceği kesindir.
İşin ilginç yanı, Jacques Straw’un KKTC’ye gelerek Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda görüşmesine, Yunanistan hükümetinin yaklaşımının Rumlarınki kadar sert ve tepkisel olmaması ve tam aksine yumuşak ve anlayış dolu olmasıdır.
Yunan hükümeti sözcü vekili Evangelos Andonaros’ın, konu ile ilgili olarak “Kıbrıs (Rum) hükümetinin BM kararlarına dayanan hassasiyetlerini tamamen anlıyoruz. İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na göre ziyaretin hedefi İngiltere-Kıbrıs ilişkilerinin ileri götürülmesidir. Bu hedeflerin başarılması için gerekenlerin yapılacağını diliyoruz.” demesi, Straw’ın Talat’ı makamında ziyaret etmesi konusunu hiç abartmadıklarını ve eskiden, ne olursa olsun kayıtsız şartsız gösterdikleri tepkiden de artık vazgeçtiklerini göstermektedir.
Anlaşılan Kıbrıs Rum Yönetiminin esneme ve gerçekleri kabullenme zamanı çok yakınlarda.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Papadopulos’u çoğu zaman eleştiririm. Kıbrıs’lı Türklere azınlık gözü ile baktığı ve üniter bir devlet içinde Türkleri “Osmosis” yöntemi ile eritmeyi hedeflediği için.
Bu sefer kararını takdir etmem gerekiyor.
Elimizdeki santraların bakım istemesinden ziyade, 10 yıl hiç durmadan çalışmaları nedeni ile “Ahristo” olmalarından dolayı gene müthiş bir enerji darboğazına girdik. Dün gece hem soğuktu hem de karanlık. Ve de bu kötü geceyi kışın en amansız zamanında yaşadık.
İşin ciddiyetini kavrayan Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş yanına Elektrik Kurumunun bağlı olduğu Tarım ve Orman Bakanı Hüseyin Öztoprak’ı da alarak güneye geçti ve Papadopulos’un başkanı olduğu DIKO’nun başkan vekili Nikos Kleanthus ve diğer tanıdık yetkililerle ile bir seri görüşmeler yaparak Rum Hükümetini ve AIK’i (Kıbrıs Elektrik Kurumu) devreye sokmaya başardı.
Konuya yapıcı yaklaşan Papadopulos, kuzeye enerji verilmesi emriyle AİK’e talebi incelemesi için yeşil ışık yaktı.
Durumun incelenmesi için AİK’te derhal olağanüstü toplantı gerçekleştirildi. Toplantının bir bölümüne Kıbrıslı Türk teknisyenler de katıldı ve AİK uzmanlarıyla, kuzeydeki santraların süratli ve güvenli bağlantı yöntemlerini ortaklaşa incelediler. Vasiliko Elektrik Santrali Müdürü’nün de katıldığı bu toplantıda Athalassa-SOPAZ ve Orunda istasyonlarından 80 megavat elektrik enerjisi verilmesi uygun görülerek kararlaştırıldı.
Yapılan ortak çalışmalardan sonra, Serdar Denktaş, şalteri indirerek elektrik akımının kuzeye akmasını sağlayan kişi oldu.
Burada benim en çok dikkatimi çeken, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Papadopulos’un kuzeydeki Türklerin elektrik isteklerine derhal olumlu yanıt vermesi ve “Bizi üçüncü ülke olarak değil, vatandaşları olarak görmelerini istiyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir bölümüne yardım ediyoruz mantığıyla Türklere yardım edeceğiz” sözleri oldu.
Burada iki gönderme var.
Bu cümlede saklı olan iki dilek, iki düşünce var.
Birincisi, Türkler bizi, üçüncü ülke insanı olarak görmesin vurgulaması.
İkincisi de, halen Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin kuzeyi de kapsadığını ve hala daha Türkleri, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin bir parçası olarak gördüğüdür.
Aslında bu düşünceleri çok geç kalınmış bir aşama olarak değerlendiriyorum. Dış İşleri Bakanı Yakovu, yaptıkları işi için her ne kadar “Elektrik enerjisi verilmesinde siyasi bir taraf yoktur” demişse de, gene de çok iyi niyetle yaklaşılmış bir konudur bu.
Ben bu işbirliğini yıllardır bekliyorum gerçekte.
Özellikle “Elmas Güzelyurtlu” konusunda bir işbirliği yapılabilmiş olsaydı, belki de katiller şimdi ellerini kollarını sallayarak dolaşamazlardı.
Ne kadar acıdır ki, adı “Elmas Güzelyurtlu vakası” olan bu çoklu öldürme olayının güneydeki emareleri, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti polisinde, kuzeydeki emareleri de KKTC polisinde kalmış ve bir araya getirilememiştir. Rumların olaya siyasi boyut vermelerinden dolayı da ne dava açılabilmiş ne de tutuklanmış olan zanlıklar yargılanabilmiştir. Şimdi hepsi serbest. Ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar.
Gönül isterdi ki bu olayda, hemen yeşil hatta geçici ortak bir mahkeme kurulsun veya BM tarafsız bir mahkeme kursun ve her iki tarafın polisleri, ya kendileri şahsen ya da BM’nin ilgili memurlarına emareleri verip, mahkemeye şahadet sunsunlar.
Biri Türk diğeri Rum, iki yargıcın davayı inceleyip karara bağlaması bence iki toplum arasındaki işbirliğini arttıracak ve güveni sağlayacak bir adım olurdu.
Hala daha geç kalınmış değildir.
Lütfen kurun bu ortak mahkemeyi ve davayı ortaklaşa ele alın.
Evvelki günkü yazımı okuyan İngiltere Dış İşleri Bakanı Jacques Straw benim önerdiğim planı çok uygun buldu ve “Vallahi”nin de İngilizcesini bulup yerli yerinde kullandıktan sonra “Kıbrıs’a gidiyorum” diyerek personeline gerekli hazırlıkları yapmaları talimatını verdi.
Talimatı alan İngiltere Dışişleri Bakanlığı personeli gerekli tüm hazırlıkları yaptıktan sonra, sözcüleri kanalı ile Dışişleri Bakanları Jacques Straw’un Kıbrıs ziyaretinin aynen programlandığı gibi gerçekleşeceğini ve Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la da KKTC Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda görüşme yapmasının resmi gezi programında yer aldığını açıkladı.
Buna karşın Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Papadopulos, hala daha yüksekten uçmaya devam ediyor ve Straw’ın Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı Saray’ında görüşmesi halinde kendisini kabul etmeyeceğini resmi dille söylüyor.
Aslında söylemiyor da, işittiriyor. Hani bir laf vardır, “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” türünden konuşuyor.
Gerçeklerin farkında ama sanki ne olup bittiğinin ve niçin böyle yapıldığının farkında değilmiş havasında. Şimdi bütün yaptığı kartondan horoz gibi ötmek ve horozlanmak.
Güneye resmi bir ziyaret yapacak olan İngiliz Dış İşleri Bakanı Straw’ı, Papadopulos’un kabul etmemesi demek, hayatı boyunca bir daha İngiltere Başbakanı ile resmi görüşmeler yapamayacak demektir. Buna ilaveten İngiltere’den yiyeceği politik kazıklar da cabası olacak ve İngiltere Başbakanı ile görüşememek uygulaması yanında bu kazıklar da kendisine bu uygulamanın “hediyesi” olarak takdim edilecektir.
Papadopulos’un bu çıkmazdan saygınlığını yitirmeden çıkabilmesinin bir tek kurtuluş yolu var. Straw’ın KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı Sarayında görüşmesini sineye çekmek ve bu ziyaret döneminde ve de özellikle politik sürtüşme içine girdiği İngiliz Dış İşleri Bakanı Jacques Straw daha adaya gelmeden evvel ya hasta olup yurt dışına tedavi için çıkması veya çok acele yurt dışı bir resmi ziyaret düzenleyip dışarı gitmesi gerekmektedir.
Ben aslında Rum Yönetimi Başkanı Papadopulos’a bir iyilik yapabilirim ve istesin, hemen ve derhal bu ziyaret dönemi içinde Türkiye Başbakanı Sn. R. T. Erdoğan’dan kendisine acil bir davet koparayım. (Yalandan kim öldü!!)
Tabi şimdi Rumların sırtında İngiliz Dış İşleri Bakanı Jacques Straw’ın gezisine ilaveten bir de Birleşmiş Milletler’in Kalkınma Programı’nın (UNDP) KKTC için bir kalkınma fonu tahsis etme kararı var.
İkisi de aynı anda ortaya çıktı.
Üstüne üstlük bir de Avrupa Parlamentosu’nun kurduğu ve Kıbrıslı Türklerin içinde bulunduğu izolasyonlara son verilmesini hedefleyen bir “Kıbrıs Türk Toplumuyla Üst Düzeyli Temas Grubu” var.
Ölürmüsün öldürürmüsün. Rumlar ne güzel Kıbrıs’lı Türkleri dünyadan izole etmiş ve pres altında canlarını çıkarıyorken, şimdi başlarına bir de bu grup çıktı. Rumlar artık üç cephede savaş vermek zorundalar. İngiliz cephesi, BM cephesi ve AB cephesi.
AB cephesinde işler pek parlak değil. Bu grubun başı olan Halk Partili Fransız Avrupa Milletvekili Françoise Grossetete resmi olarak yaptığı açıklamada “Temas Grubu”nun faaliyet planının temel politika istikametinin “Kıbrıslı Türklere Mali Yardım ve Doğrudan Ticaret Tüzüklerinin yeniden gündeme getirilmesi ve onaylanması” olduğunu söyledi. Üstelik bir de “Kıbrıs’lı Türklere yaptığımız vaatlerimiz boş değildir’ diyerek Rumların bütün ümitlerini suya düşürdü.
BM cephesinde ise, BM Genel Sekreteri’nin yeni Kıbrıs Özel Temsilcisi ve UNFICYP Başkanı Michael Moller, dün Rum Dış İşleri Yakovu ile yaptığı görüşmede, Birleşmiş Milletler’in Kalkınma Programı’nın (UNDP) KKTC için bir kalkınma fonu tahsis etme kararını yalanlamadı. Sadece ve sadece BM Kalkınma Programı’ndan (UNDP) Rum Yönetimi’yle istişare etmeden Kıbrıslı Türklere özel fon tahsis edilmesi konusunda özür diler göründü. Moller’in bu tavrı çok doğal. Gerçekte karar alınmış ve uygulamaya da konmuş durumdadır.
Artık Rumların 24 Nisan 2004 Referandumundan sonra Kıbrıs konusu ile ilgili olarak dünyanın yaklaşımında ve genel Kıbrıs konjonktüründe çok değişikler olduğunu görmesi ve kabul etmesi gerekmektedir.
Kıbrıs’ta gidişat, Rum egemenliğinde üniter bir devlete doğru değil, Kıbrıs Türk ve Rum devletlerinden oluşacak bir Konfederasyon’a doğrudur. Belli ki dünyadaki Kıbrıs sorunun ile ilgili ülkeler de aynı düşüncedeler ve onun için uğraşıyorlar.