İngiltere, Rumların başını ağrıtıyor

İngiltere, Rumların başını ağrıtıyor

Rum Dişişleri Bakanı Yorgos Yakovu, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw’un ziyareti konusunda açıkça papatya falından medet bekliyor.

Gelecek, gelmeyecek, gelecek, gelmeyecek, gel….

Bütün istediği Cumhurbaşkanı Talat ile görüşme yapacağı yer konusunda ortaya çıkan soruna çözüm bulunamaması durumunda, Straw’un ziyaretini ertelemesi.

Benim tanıdığım İngiliz Dış İşleri bu ziyareti ertelemeyecek ve her şeyi göze alıp Bakanları Jacques Straw’ı adaya gönderecek.

Bence ne olursa olsun, Rumlarla ne kadar politik kriz yaratırlarsa yaratsın, Straw adaya gelecek ve İngiliz Dış İşleri Bakanlığı tarafından belirlenmiş bir program çerçevesinde her iki tarafa ziyaretlerini yapacak ve buradan da Ankara’ya gidecek.

Bu programı biraz Rumları gücendirecek ama Rumlar ABD’nin ve AB içindeki bazı ileri gelen ülkelerin baskısı ile seslerini çıkaramayacaklar.

Kuzeye yapılan ziyaret Türkleri sevindirecek ve bir adım öne itecek düzeyde olacak. Bunun arkası da kesinlikle gelecek.

ABD, kuzeydeki Türklerin statüsünde yükseltme ve ekonomisinde de iyileştirme yapmak kararını aldı ve uyguluyor.

Rumlar ellerindeki, Türklere uyguladıkları ambargo iplerini kaçırmak üzereler. İplerin bir kısmını ABD, Rumların elinden almak çabasında. Geri kalanını da, Kıbrıs’tan Ankara’ya gidecek olan Straw, Ankara’dan bu ipleri kesecek makası çantasına koyarak ayrılacak ve Brüksel’de bu ipleri kesecek.

Kısasa Kısas” tanımı benzeri Türkiye’nin teklifi olan “Limanlara liman” önerisi, ambargoların iplerini koparacak. ABD, İngiltere ve AB içindeki İngiltere’nin baryaları (sıkı dostları) bu konuda bu sefer çok kararlılar.

Eğer ABD ve İngiltere bu girişimlerinde bunu gene başaramazlarsa, ellerindeki son koz olan KKTC ile direk temasa geçmeyi, uygun bir ortamda uygulamaya koyacaklar. Zaten Rumların taşkınlık yapmalarına da ellerindeki bu koz mani olmaktadır. Ne vakit Rumlar ayağa kalksalar, “Otur yerine, Beğenmezsen KKTC ile direk temasa geçeriz” baskısı ile Rumun sesini soluğunu kesiyorlar.

Kıbrıs Rum hükümeti, Straw’ın Kıbrıs ziyareti konusunda iyice geri adım attı. İstenirse 24 saatte gezi programını tertip edebiliriz, Talat’ı Cumhurbaşkanlığında ziyaret etmenin doğuracağı kötü sonuçlara katlanmaktansa, ziyaretin iptal edilmesini tercih ederiz demeye başladılar.

Zaten bu sözlerin kendisi ziyaretin istense de istenmese de yapılacağını ortaya koymaktadır.

Bence, İngiltere hükümeti resmi bir dille, KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığında yapılacak Talat-Straw görüşmesinin, hiçbir şekilde İngiltere hükümetinin KKTC’yi tanıdığı anlamına gelmeyeceğini adaya gelmeden önce açıklayacak. Sonra da adanın güneyine ayak basarak önce Yakovu ile sonra da Papadopulos ile görüşmeler yapacak, arkasından da kuzeye geçerek, KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC cumhurbaşkanlığında görüşecek ve sonra da RAF’a ait bir helikopterle Ağrotur’a geçip oradan da Ankara’ya İngiliz hükümetine ait bir uçakla gidecek.

Bu tam bir Kıbrıs’lı Türk senaryosu ve temennisi. Ümit ederim bu ziyaret gerçekleşir ve düşündüğüm şekilde olur.

Böylesi bir ziyaretin KKTC’nin varlığına ve Kıbrıs sorunun kısa vadede hakça  çözülmesine büyük bir katkısı olacağı kesindir.

Kim bilir belki Bay Straw bu gezi planımı okur ve “Vallahi çok güzel.. Hemen uygulayalım” der. Tabi İngilizcede “Vallahi” kelimesi olmadığından onun yerine ne der onu bilemem.

18 Ocak 2006
İngiltere, Rumların başını ağrıtıyor için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

BM’nin KKTC Kalkınma Kredisine Rum itirazı

BM’nin KKTC Kalkınma Kredisine Rum itirazı

Bu güne kadar KKTC’ye kalkınabilmesi için tüm olanakları sağlayan ve elinden gelen her katkıyı yapan Türkiye Cumhuriyeti oldu. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da Ana vatana minnettarız.

En azından Kalkınmayı programlayan ve yöneten bir kurumun, KKTC Kalkınma Bankası’nın Yönetim Kurulu Başkanı olmam nedeni ile bu konuyu en iyi bilenlerden ve en çok takdir eden kişilerden birisiyim.

BM’nin KKTC’ye Kalkınma fonu ayırması Rumların çok tepkisini çekti ama gerçekte de çok geç kalınmış bir karardı bu.

BM acımasız bir şekilde, KKTC’nin hayat borusunu kesen 541 ve 550 numaralı kararları alırken zil takıp oynayan Rumların, aynı BM’nin Kalkınma Programı’nın (UNDP) KKTC için bir kalkınma fonu tahsis etme kararını duyunca tepki göstermesi ve protesto etmesi çok doğal.

Kıbrıs’lı Türkleri kendi azınlık tabaları olarak gören ve hiçbir  hakka sahip olmasını istemeyen Rumların, dünyadaki diğer ülkelerin kendileri ile birlikte daha da artan bir şekilde ekonomik ambargoyu sürdürmelerini beklerken aniden UNDP’nin Kalkınma Programı içinde KKTC için fon kurmasını kabullenmelerini beklemek çok safdillik olur.

UNDP Paris sözcüsünün geçen gün, KKTC’yi kalkındırmak için kurulan fonun amacının, “Kıbrıs Türklerinin ekonomik açıdan kalkındırılması, Kıbrıs Rumlarının ekonomisiyle kendilerini ayıran uçurumun ortadan kalkmasına yardımcı olması ve Kıbrıs sorununa bulunacak bir çözümde üzerlerine düşecek bedeli karşılayabilmeleri” olduğunu söyleyerek bu konudaki kararlılıklarını bir kere daha ortaya koydu.

Zaten kararlılık demek de çok yanlış olur. Konu Genel Sekreterlik düzeyinde ele alınmış ve ilgili komisyonların KKTC’ye gönderdiği araştırma (fact finding) ekibinin hazırladıkları raporlar doğrultusunda da Fon kurulmasına karar verilmiştir.

Ben artık, Rumlar ne kadar itiraz ederlerse etsinler bu kararın değişeceğini pek sanmıyorum.

24 Nisan 2004 Referandumunda “Hayır” diyen Rumlara karşı duyulan tepkiler bazen diplomatik yolla bazen de bu tür uygulamalarla ortaya konmaktadır.

BM Kalkınma Programının (UNDP), Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasındaki ekonomik dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla kurduğu bu fon Avrupa Birliği ile ortaklaşa alınan bir karar ile tam bir uyum içinde ve bir ortaklık şeklinde oluşturuldu. Bu Kalkınma Fonu, AB kurumlarının da katkılarıyla oluşturulacak ve Kıbrıslı Türklere doğrudan ve belirlenmiş konularda teknik destek verecek. Bunun için BM’ye üye ülkeler ve özel kurum ve kuruluşlara da mali yardım çağrısı yaptılar.

Tabi geçmiş tarihimizi çok iyi bildiğim için Rumların böyle bir fona itiraz etmeleri bana çok garip geliyor. Yıllarca bize ait paraları bize tek bir kuruş dahi vermeden tepe tepe kullandıktan sonra nasıl olur da hala daha itiraz ederler bir türlü anlamıyorum.

1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra, yeni ve genç bir devlet olan ve sömürge idaresinden, kendi kendini yönetmeye ve yeterli olmaya geçiş yapmış bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti, kalkınmak amacı ile baş vurduğu Birleşmiş Milletler’den ve Dünya (Kalkınma) bankasından aldığı kredileri, Kıbrıs anayasası uyarınca yüzde yetmişini Rum yatırımcıya ve yüzde otuzunu da Türk yatırımcıya vermesi gerekirken bu kurala bilerek ve isteyerek uymamış ve 1974 yılına kadar tüm bu kredileri sadece ve sadece Rum yatırımcılara vermiştir.

Hele özellikle uygulamaya koydukları Akritas Planı uyarınca 1963 yılında Kıbrıs’lı Türkleri gettolara tıkıştırdıktan ve korkunç bir ambargo altına soktuktan sonra Kıbrıs Cumhuriyetine verilen bu kredilerin Türklere ait olan yüzde otuzluk dilimini, Rum yatırımcılara yüzde sıfır faizle, yanlış duymadınız rakam ile yazılımı %0 şeklinde olan faiz ile 20 yıl vadeli olarak vermiş ve Maraş’ın bir anda oteller ve turizm şehri olmasını sağlamıştır. Bize ait ve bize verilmesi gereken paralardı bunlar.

O dönemde yanlarında İnşaat Mühendisi olarak çalıştığım şirketlerin Rum sahipleri bu ayrıcalığı böbürlene böbürlene anlatmakta ve Türklerin hakkını yemekten çok büyük ve tarif edilmez bir zevk almaktaydılar. Adeta bunu milli bir görev addediyorlardı.

Aradan sadece ve sadece 31 yıl geçti ve şimdi 1961 yılında planlanan ve 1963 yılında yürürlüğe konan AKRİTAS planının mimarı olan Tasos Papadopulos Rum Yönetiminin Cumhurbaşkanı ve BM’nin bir kuruluşu olan UNDP’nin bu girişimini kışkırtıcı buluyor ve Kıbrıs adasının tek ve yegane ağası olmaları hasebi ile böyle bir karar için kendilerinden izin alınması gerektiğini söylüyor.

Peki, bizim yakın tarihimizde 14 yıl boyunca bize ait kredileri kendi yatırımcılarına tepe tepe kullandıran bu aynı insanlara ve bu mentaliteye biz artık nasıl güvenelim. Lütfen biri çıksın ve bana söylesin.

17 Ocak 2006
BM’nin KKTC Kalkınma Kredisine Rum itirazı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB’de Türkiye atağı

AB’de Türkiye atağı

3 Ekim müzakere belgesi içinde yer alan Türk hava ve deniz limanlarının Rum bandıralı uçak ve gemilere açılması ile 27 Nisan 2004 tarihli Mali Yardım ve Direk Ticaret Tüzükleri konusu, Başbakan Gül’ün  Mayıs 2005 tarihli, liman kısıtlamalarını karşılıklı kaldıralım  önerisi altında birleştirilmeye çalışılıyor.

Ankara bu konuda AB içinde dayanılmaz ve karşı konulamaz ataklar başlattı. Ticaret, Ordu, Ekonomi, sanayi, hammaddeler, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, genç nüfus ve elde ne varsa masa altından koz olarak kullanıyor.

Şu anda AB içinde, Kıbrıs Rum Yönetiminin pek bir saygınlığı ve de pek bir ağırlığı yok. Zaten konumları da zurnanın “zırt” deliği. AB’li diplomatlar kendi aralarında konuşurken AB’ye üye ülke sayısını 24.5 olarak tanımlıyorlar. İlk duyduğumda jetonum galiba köşeliydi ve pek de anlamamıştım ne demek istediklerini. Söylediklerini başımı sallayarak anlamışım gibi geçiştirmiştim.

İkinci defa bu tanımı duyunca, utanmayı bir kenara bırakıp ne demek istediklerini sormuştum. Yanıtları çok ilginçti ve doğru bir teşhise dayanıyordu. Diyorlar ki, biz 1 Mayıs 2004 tarihinde, geri kalan 9 aday üye ile birlikte Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini de AB’ye üye olarak kabul ettik. O gün Kıbrıs adasının tümü AB sınırları içine dahil oldu. Ama AB’ye üye olarak kabul edilen kısım sadece güneyde egemenliği olan Kıbrıs Rumlarıydı. Yani adanın arazi olarak tümü AB içinde, ama siyasi olarak şimdilik ancak yarısı temsil ediliyor. Bu nedenle sayımızı hep 24.5 olarak kabul ediyoruz ve öyle söylüyoruz dediler.

Bence çok mantıklı ve çok doğru. AB’nin şimdilik 24.5 üyesi var. Buçuğun bir tanesi biz Kıbrıs’lı Türkler, diğeri de Kıbrıs’lı Rumlar. Ta ki biz de girene ve AB müktesebatı tümüyle kuzeyde geçerli olana kadar sayı 24.5 olarak kalacak. Biz de günün birinde girersek(?), o vakit buçuklu sayı tam sayı olacak, yani 25.

Türkiye bunun farkında ve şimdi bu buçuğu koz olarak kullanmak çabasında.

AB’nin Kıbrıslı Türklere yönelik Mali Yardım ve Direkt Ticaret Tüzükleri Şubat 2006’da Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’nde görüşmeye açılacak.

Türkiye taktik olarak, İngiltere ve ABD’nin, Kıbrıs’lı Türklerin statülerinin yükseltilmesi ve ekonomilerinin iyileştirilmesi stratejilerini benimseyerek Avrupa Parlamentosu’nda, yoğun bir çalışmaya ve perde gerisi kulis faaliyetlerine başladı. Şimdilik alınan destek çok iyi.

Çalışmaların ama temasını, protokole göre Türk hava ve deniz limanlarını Rum bandıralı uçak ve gemilere açılması, buna karşın Mali yardım Tüzüğü ile direk Ticarete Tüzüğünün bir birinden ayrılmadan AB Parlamentosu tarafından onaylanması ve hayata geçirilmesi oluşturuyor.

Aslında buradaki ana amaç, Direk Ticaret Tüzüğünün onaylanması ile yıllardır Kıbrıs’lı Türklere uygulanan insaf dışı ve insanlık dışı ambargoların kaldırılmasıdır.

Gül’ün önerisinde olduğu gibi Rum bandıralı uçak ve gemilere Türk hava ve deniz limanlarını açmanın karşılığında Rumların Kıbrıs’lı Türklere uyguladıkları ambargoların kaldırılması ile Avrupa Parlamentosunda Direk Ticaret Tüzüğünün onaylanması arasında pek bir fark yok ve her iki işlemde teknik olarak aynı sonucu vermektedir.

Türkiye bu konuda, arkasına ABD’yi ve AB içinde İngiltere’nin başını çektiği grubu  alarak kesin tavrını ortaya koymuş ve Şubat ayında toplanacak Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’nde, Kıbrıslı Türklerin izolasyonunun kaldırılmasıyla ilgili tüzüklerin onaylanmaması durumunda protokolü uygulamayacağını ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gemi ve uçaklarına koyduğu yasaklamaları kaldırmayacağını kesin ve resmi bir dille bildirmiştir.

Türkiye’nin elindeki bir diğer kozda, TBMM’nin protokolle birlikte, “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” tanımadığını belirten deklarasyonu da onaylamamak seçeneğidir.  Bunu da AB’ye ima eden Türkiye, bu yeni stratejisi ile kısaca Kıbrıs halkı arasında “Koptuğu yerde kalsın” tavrı içine girmiştir.

AB’den gelen bilgiler, Türkiye’nin bu konuda çok ciddi olduğunun anlaşıldığı ve  Türkiye’nin protokolü uygulaması karşılığı söz konusu Mali Yardım ve Direk Ticaret Tüzüklerinin ayrılmadan beraberce uygulanması talebinin makul bulunarak, uzlaşı sağlanması için girişimler yapılmasının benimsendiğidir.

Bence, Türkiye’nin bu talebi ve ısrarları sonucunda, eninde sonunda AB’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini bir kenara iterek Türkiye ile karşılıklı bir uzlaşıya varacağının ve liman ambargolarının karşılıklı olarak 2006 yılı içinde bir şekil ve yöntemle kaldırılacağının sinyalleri şimdiden verilmeye başlandı.

Ben bunun kokusunu inceden inceye almaya başladım.

16 Ocak 2006
AB’de Türkiye atağı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Kıbrıs’ta “Altın Kesit” arayışı

Kıbrıs’ta “Altın Kesit” arayışı

Zaman en iyi ilaçtır sözü boşuna söylenmedi.

Yıllardır dünyayı kandırmayı başarmış olan Rumlar, ellerindeki sihirli değneği aniden 24 Nisan 2003 Referandumunda kaybettiler. Referandumda “Hayır” derken her şeyin eskisi gibi gideceğini, arkalarında ebediyen tüm Avrupa devletlerini kayıtsız koşulsuz bulacaklarını sanarlarken aniden her şey tepe taklak olmaya başladı.

En güvendikleri Belçika’nın Dış İşleri Bakanı bile Kıbrıs’a yaptığı ziyarette aniden “Bir Belçika Dış İşleri Bakanına, Kıbrıs’lı Rumlar ne yapmaması gerektiğini söyleyemez” deyip, Arabasına atladığı gibi soluğu KKTC’de aldı ve davranışı ile Rumların bu tavırlarını protesto etti.

Kıbrıs’ta son bir haftadır, İngiltere – Kıbrıs Rum diplomatik krizi sürüyor ve kriz de gittikçe yukarılara tırmanıyor. İngiltere Dış İşleri Bakanı Jacques Straw, Kıbrıs’a yapacağım resmi ziyaret programı içinde KKTC’ye geçmek ve KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığında görüşmek var derken, Rumlar “Nayır Nolamaz” çığlıkları atıyor ve politik restleşmeyi dahi göze alarak Straw’ı durdurmaya çalışıyorlar.

Straw bu isteğinde hala daha herhangi bir taviz vermiş değil. Tam tersine diplomat arkadaşlarımızdan gelen bilgilere göre Rumlar kendisini sıkıştıracağına, Straw, Rumlara şantaj yapıyor ve “sıkmayın canımı, atlarım uçağıma inerim Ercan’a” deyip Rumları frenliyor.

Güneyden son gelen haberlere göre Rumlar çarnaçar, Straw’ın Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmesini kabul etmişe benziyorlar.

Tabi durup dururken bir şey almadan taviz vermek olmayacağına göre de, şimdiki ısrarları Talat’ın Cumhurbaşkanlığı makamında görüşme yapılırken bayrak gibi KKTC’yi tanımlayacak sembollerin olmamasını ve İngiltere’nin KKTC’yi tanımadığının açıklanmasını istiyorlar.

İngiltere’den KKTC’yi tanımadığına dair açıklama istemek bana çok garip geliyor aslında. Bir de olaya ters taraftan bakın. Kıbrıs’ın kuzeyinde bir KKTC devleti var ve İngiltere’nin Dış İşleri Bakanı bu devletin Cumhurbaşkanı ile görüşüyor ama böyle bir devletin olmadığını söylemesi de kendisinden isteniyor. Yani Straw kuzeye geçince ruh çağırıp hayaletlerle mi görüşecek yoksa var olmayan bir boyuta mı geçecek.

Aslında İngilizler artık tavırlarını açıkça ortaya koymaya başladılar.

Öncelikle Türkiye-AB ve Rum Kesimi arasında, ikinci olarak da Kıbrıs Rum ve Türk kesimleri arasında tüm tarafları memnun edecek bir Altın Kesit (Ortak Uzlaşı düzeyi) arıyorlar.

Anlaşılan bu arayışa ABD ve AB içindeki bazı üyeler de destek veriyor.

Kıbrıs’lı Türklere siyasi eşitlik ve ekonomik özgürlük kazandırılmadan Kıbrıs sorunun çözülemeyeceğini anlamış olan bu ekibin başını çeken İngiltere, kollarını iyice sıvandı ve bu işe soyundu.

Öncelikle tercihlerinin KKTC’nin siyasi ve ekonomik açıdan güçlendirilmesi olduğunu vurgulamaya başladılar.

Arkasından Cumhurbaşkanı Talat’ı makamında ziyaret ederek ona saygınlık ve kabul kazandırabilmek için Rumlarla çatışmayı göze aldılar. Bunun devamı da hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı  Talat’ın Londra’ya resmen davet edilmesi olacak. Görüşme Downing Sokak 10 numarada dahi olabilir.

Ve son olarak da, Türkiye’nin Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü hayata geçirme yükümlülüğünü, Kıbrıslı Türklere yönelik ambargoların eş zamanlı olarak kaldırılmasına bağlamak istediklerini açıkça dile getirmeye başladılar.

İngiliz Dışişleri Bakanı Jacques Straw, Ankara’nın, KKTC hava ve deniz limanlarının giriş-çıkış noktası olarak tanınması halinde, limanlarını ve hava alanlarını Rum uçak ve gemilerine açacağı şeklindeki Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün önerisini desteklediğini resmen,  Avam Kamarası’nda Kıbrıs sorununun görüşüldüğü sırada dile getirdi. Bu aslında İngiltere’nin resmi görüşü demektir.

Tüzükler konusundaki gelişme ise çok daha ilginç. İngiltere, Dönem Başkanlığını Avusturya’ya devretmeden önce yaptığı bir çalışma ile, Kıbrıs’lı Rumların olumsuz davranışları nedeni ile Türklere ilk dilimi ödenemeyen Mali Yardım Tüzüğündeki 2005 yılına tahsis edilmiş 120 milyon Avro’yu 2006 yılına aktardı. Yani Mali Yardımın toplamı hala 259 milyon Avro ve Türklere ödenmek üzere paşa paşa sırasını ve gününü bekliyor.

15 Ocak 2006
Kıbrıs’ta “Altın Kesit” arayışı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Rumların soykırım uygulaması

Rumların soykırım uygulaması

Genelde yazılarımda bazen 1974 öncesinde yaşadığımız kötü günlerden bahsederim. Rumların Türkleri insandan saymadığı ve gettolara sıkıştırdığı ve insanca yaşam için hiçbir hak tanımadığı o kötü günlerden.

Birleşmiş Milletler “Soykırım”ı, sadece toplu katliam olarak tanımlamamaktadır. Eğer bir çoğunluk bir başka ırktan azınlığa, insanca yaşam hakkı tanımıyorsa ve onları her koşulda eziyorsa buna da “Soykırım” tanımı içinde yer vermektedir.

Rumların Akritas Planı uyarınca 1964 yılından 1970 yılına kadar Türklere uyguladıkları serbestçe dolaşım kısıtlamasına ilaveten yiyecek, yakacak ve her tür insanca yaşam malzemesi ambargosu da bir “Soykırım”dır ve BM’nin soykırım tanımı içine girmektedir.

Zamanı gelince, ki sanırım bu çok yakındır, bu konu ile ilgili sağlam zemine dayalı davalar AİHM’de açılacak ve BM’ye resmen soykırım şikayetleri de yapılacaktır.

Hatırlarsanız zaman zaman 1974 öncesi Rum mahkemelerinin kararlarından da bahsederim ve hiçbir zaman bir Rum ile bir Türk’ün yaptığı trafik kazasında, Türk sürücünün Rum Mahkemelerinde dava sonunda haklı bulunduğuna rastlamadığımı söylerim.

Gerçektende bu hep yıllar boyu hep böyle olmuştur ve davanın sonunda, hiçbir zaman Türk olan taraf haklı bulunmamıştır. Türk sürücünün haklılığı ortaya çıkacağı artık üç aşağı beş yukarı belli olunca, ya şahadet veren polis başka bir göreve atanır, ya savcı fikir değiştirir ya da aniden ortaya yalancı Rum şahitler çıkar ve davanın seyri değişir. Ceza alanda hep Türk olur.

Alışmış kudurmuştan beterdir derler ya, işte aynı oyun şimdi gene Rum mahkemelerinde oynanmaktadır.

Limasol’un Yalova (Piskopu) köyündeki, tapulu koçanlı evini talep eden Kıbrıslı Türk Arif Mustafa Mutluson, mahkemede haklı bulunacağına ve 31 yıldır anacak uzaktan baktığı malı kendisine kayıtsız şartsız  iade edileceğine,  davası 13 Şubat 2006’ya ertelendi.

Arif Mustafa Mutluson yana yana malını istemekte, Rum Mahkemesi evimi ve malımı bana vermezse AİHM’ye gideceğim biye bar bar bağırmakta, davalar açmakta buna karşın Başsavcı Petros Kliridis, Arif Mustafa’nın hiçbir zaman Yalova’daki taşınmaz mülkünü talep etmediğini iddia ederek erteleme talep etmekte hiçbir sakınca görmemektedir.

Mustafa’nın sesini neredeyse ta dünyanın öbür ucundaki Japon Başbakan Kouzomi duymuş ve Ankara’yı ziyaretinde Erdoğan’a “N’oldu bizim Arif’in durumu” diye sormadığı kalmış, adamlar Rum Mahkemesinde hak arayan Türk’e hakkını vermemek için binbir dereden su getiriyorlar.

Evvelki gün Yüksek Mahkemede başlaması beklenen duruşmada söz alan Rum Başsavcı Petros Kliridis’in mahkemenin Arif Mustafa Mutluson’a mülkünün iade edilmesi kararını hatalı olarak bulduğunu söyleyerek, duruşmanın 13 Şubat’a ertelenmesinin talep etti. Gerekçesi de kabahatinden daha büyük. Konuyu takip eden ve kendisinden yardım isteyen savcıdan ilgili dosyayı üç gün önce almış ve dosyayı incelemek için zamana gereksinimi varmış.

Aslında niyeti 1974 öncesi olduğu gibi ipe nasıl un sereriz diye düşünmek ve bu baş belası durumdan bir çıkış yolu bulmak. Aksi takdirde binlerce Türk bu davayı emsal alıp güneydeki mallarını talep edecekler.

Haklıdırlar da.

Eğer Rumlar 1976 Klerides-Denktaş anlaşmasını yok sayıp AİHM’ye gitmişlerse, Türklerinde artık malları konusunda her yolu denemeye hakları vardır demektir.

Ve işin gülünç ve ironik tarafı, Baş Savcı ilgili dosyaya kısa bir göz geçirdikten sonra  “Mustafa Arif’in hiçbir zaman Piskopu’daki mülkünün kendisine geri verilmesini talep etmediğini, başvurusundan kendi mülkünün kendine iade edilmesini talep ettiği anlamının çıkmadığını, mülkünün kendisine iade edilmeyeceği yanıtının yanlış olduğunu ve bunun (yanıtı) İçişleri Bakanlığı değil Kaza İdare Mahkemesi’nin bir memurunun verdiğini, ne var ki Arif Mustafa’nın da mülkünü değil herhangi bir konut talep ettiğini” iddia ederek “Mustafa Arif, Yalova’daki mülkünü yanlışlıkla talep etti” demesidir.

Bu adamlarda gerçekten hiç utanma ve sıkılma yok. Mustafa Arif’e malını vermemek için onlarca yıl denedikleri her yolu tekrar deniyorlar ve deneyecekler de. Ama işlin ucundaki AİHM’nin bunu yutacağını sanmıyorum.

24 Nisan 2003 tarihinde sınır kapılarının açılması çok iyi oldu hem de pek çooook. Sanırım artık Kıbrıs’lı Türklerin tümü Rumların gerçek yüzünü görmüştür ve bir daha asla ve kata kardeş kardeş, kucak kucağa Rumlarla yaşamayı akıllarının ucundan bile geçirmezler. Son iki buçuk yılda köprülerin altından bırakın çok suların aktığını, seller, Tsunamiler geçti.

14 Ocak 2006
Rumların soykırım uygulaması için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar