Ocak ayının 3.cü haftasında, İngiltere Dış İşleri Bakanı Jacques Straw’ın bölgeye bir ziyaret yapacağı kesinleşti. Bunu zaten birkaç gün evvelki yazımda detaylı olarak yazmıştım.
Rumların taktiği çok dahiyane. Gerçekten Rumların politik dehalarını kutlamak gerekir.
Bu ziyaret ile ilgili olarak tüm dikkatleri önce Straw’un Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmesine ve sonra da Kıbrıs konusunda bir girişim yapıp yapmayacağına çekiyorlar. Ortada hiç Jacques Straw’ın nereden gelip nereye gideceği ve nasıl gideceği konusu yok. Buna değinen de yok.
Rumların bütün istekleri Jacques Straw’ın Larnaka’dan kalkan bir uçakla direk Ankara’ya gitmesi veya en kötü ihtimal Larnaka’dan Atina’ya oradan da Ankara’ya gitmesi.
Bir kere Rumlar, Jacques Straw’ın Ercan’dan Ankara’ya gitmesini asla kabul edemezler ve kalp krizinden ölüp giderler. Bunun alternatifi Jacques Straw’ın adanın güneyindeki Gata Burnunu içine alan İngiliz Hükümran bölgesi olan “Ağrotur”daki (Akrotiri) uluslararası uçuş trafiğine açık Ağrotur İngiliz askeri havaalanından kalkan bir uçakla Ankara’ya gitmesi.
Açıklanacak olan programda İngiliz Dış İşleri Bakanının Ağrotur’dan kalkacak bir uçakla Ankara’ya gitmesi olasılığı çok fazla.
Halbuki Rumlar büyük bir ümitle, Türkiye’nin Rumlara uyguladığı ambargoyu kırabilecek ve Türklerinde politik nedenlerle asla karşı koyamayacakları bir girişim olarak İngiliz Dış İşleri Bakanı Straw’ı Larnaka’dan kalkacak bir uçağın direk bir uçuşla Ankara’ya götürmesini istiyorlardı. Bu şekilde belkide ambargoyu delebilecek bir kapı açabileceklerini düşünüyorlardı.
Ama ne İngiliz diplomatları ne de Jacques Straw bu oyuna gelmeyecekler ve en iyi çözüm olarak Ağrotur üssünü kullanarak Rumların ambargoyu delme hayallerinin içinde edecekler.
Eskiden bu tür ziyaretlerde, BM’nin 541 ve 550 no. kararlarına duyulan saygı nedeni ile görüşmeler, ya Ledra Palace’ta yapılırdı ya da ilgili ziyaretçinin diplomatik misyon binasında gerçekleştirilirdi.
Bir müddet evvel İngiliz Başbakan Yardımcısı adaya geldiğinde, Talat ile Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmek istemiş fakat Rumların kopardığı yaygara nedeni ile bu toplantı, başka bir mekanda ama KKTC toprakları içinde yapılmıştı.
Şimdi gelen sinyallerden anlıyorum ki, İngiliz Dış İşleri Bakanı Jacques Straw, Cumhurbaşkanı Talat ile ne pahasına olursa olsun KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşecek.
Rum Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovou dün, “Biz Rum Bakanlar Kurulu’nda, adaya resmi ziyaret yapacak olan yabancı devlet adamlarının Kıbrıs Türk toplumunun bazı liderleri ile yapacakları görüşmelere birtakım ön koşullar getirdik. Tüm yabancı ziyaretçiler buna uymak zorundadır. Bu kurallar Straw için de geçerlidir. Straw’ın bir ayrıcalığı yoktur ve buna uymak zorundadır” şeklinde sert bir açıklama yaptı ve bu tür ziyaretlerin BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarına da aykırı olduğunu iddia etti.
Hala daha tüm Kıbrıs’ı temsil ettikleri iddiasındalar ve Straw’ın CB Mehmet Ali Talat’la Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmeyeceğinin garantisini şimdiden almak istiyorlar.
Tabi Kıbrıs Cumhuriyetinin üç garantöründen birisi olan İngiliz hükümeti, 24 Nisan 2004 Referandumundaki Rum “Hayır”ından sonra Rum Bakanlar kurulunun bu kriterlerini ve isteklerini artık dikkate alır mı?, çok da emin değilim.
Benim tanıdığım, yüzyıllardır dünya politikasında ve siyasi yapılanmasında önemli rol oynamış olan Büyük Britanya İmparatorluğunun mirasçısı olan İngiliz hükümeti, kendi çıkarları ve ABD’nin Orta Doğu politikası uyarınca artık Rumların, adada yegane devlet olmadıklarını, adayı tümü ile temsil etmediklerini ve Kuzeyde yaşayan Türklerin de adanın yönetimi üzerinde hakları olduğunu vurgulamak amacı ile Rumların bu görüş ve isteklerini dikkate almayacaklar ve İngiliz Dış İşleri Bakanı Jacques Straw hem Cumhurbaşkanı Talat’ı makamında ziyaret edecek hem de Ankara’ya Ağrotur’dan kalkacak bir uçakla gidecek.
Rumlara kibarca ve diplomatik yolla “Bizi yeterince kandırdınız. Canınız cehenneme” diyecek.
Kıbrıslı bir Türk’ün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne mülkiyetle ilgili ilk müracaatı yapması mükemmel bir gelişme.
Aslında bu bir ilk değil. Bence Ahmet Necati Özkan davası ilk davadır ve belki de mülkiyet davası olmasının yanında Rumlara karşı “Soykırım” davalarının açılmasına en gerçekçi zemini teşkil edecek ve temel olacak.
Hatıralarınızı tazelemek amacı ile size Girne’deki “Bosphorus” oteli olayını hatırlatırsam hemen “evet doğrudur” diyeceksiniz.
1963 olaylarından evvel Girne bölgesinde, deniz kıyısında yer alan en nezih otellerden bir tanesi idi Bosphorus Otel (Türkçesi ile Boğaz otel) idi. Zaten o dönemde Girne’de, şehir içinde, şehir dışında, deniz kıyısında, dağ eteğinde toplam olarak 4 tane otel bulunmaktaydı. Bunlar Dome Otel, Bosphorus Otel, ve adını hatırlamadığım 2 otel daha.
Akritas planı uyarınca 21 Aralık 1963 tarihinde Rumların Türklere karşı başlattıkları silahlı saldırıdan sonra Türkler canlarını güvence altına almak için Türklerin yoğun oldukları bölgelere göç edince, doğal olarak sahibi Türk, çalışanları Türk olan Bosphorus otel personeli de, vızıldayan Rum mermilerinin altında güvenli Türk bölgelerine zor bela kapağı atabildiler.
O günden sonra Bosphorus otele bir daha ne sahibi ne de personeli girebildi. Bırakın içeri girmeyi, yanından bile geçemediler. Uzaktan resimlerini bile çekemediler sahibi oldukları güzelim otelin, tapusunun has be has sahibi oldukları Türk malı mülklerinin. Çünkü bu güzelim Bosphorus otel, Rum Milli Muhafız ordusunun (Ethniki Frura) Girne, merkezi kışlası yapılmıştı.
Ahmet Necati Özkan ne dava açabildi ne de tazminat isteyebildi 1974 yılına kadar. Hiçbir Rum mahkemesi böyle bir davayı görmeyi kabul bile etmedi. Ahmet’in suçu sadece ve sadece Türk olmaktı. Neyseki 1974 Barış harekatı oldu ve malını yıkık dökük, tahrib edilmiş dahi olsa geri alabildi.
Louizidou, Türk askeri bana mani oldu, sınırı geçemedim, evimi göremedim derken AİHM’de haklı bulundu da, suçu sadece Türk olmak olan Ahmet Necati Özkan niye haklı değil. 11 yıl güzelim oteline giremedi, gelirini alamadı, malına mal diyemedi. Niye diyemedi. RMMO malını işgal ettiği ve her hangi bir hak aramasına mani olduğu için bir türlü malını sahiplenemedi.
Peki bu kadar insan haklarına düşkün olan Rum Yönetimi, niye tazmin etmedi bu Kıbrıs’lı Türk kardeşimizi. Tabiî ki işlerine gelmediği için. Nedense Kıbrıs Rum tarafında yasalar hep Rumlar için geçerlidir. Mustafa Arif Mutluson Türk olduğu için, elinde tapusu olmasına ve üstüne üstlük güneyde yaşamasına rağmen maalesef malını bir türlü alamıyor ve evine giremiyor.
Ben zaten 1974’den önce bir Rum ile bir Türk’ün taraf olduğu bir trafik kazasında hiçbir zaman haklı çıkan tarafın Türk olduğunu görmemiştim. Nedense hep haklı taraf eninde sonunda Rumlar oluyordu.
Ahmet Necati Özkan, önce iç hukuku sonuna kadar denemek için Lefkoşa Rum Mahkemesinde davasını açtı ve sanırım ilk duruşma günüde 16 Ocak 2006, pazartesi günü. Zaten M. Arif Mutluson davası da yüksek Mahkemede 12 Ocakta görüşülecek ve büyük bir olasılıkla da Yüksek Mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onaylayacak. O vakit M. A. Mutluson tüm mülkünü geri alabilecek ve bu dava sonucuna dayandırılarak Ahmet Necati Özkan ve benzeri, 1963 olaylarında 103 Türk köyünden göçe zorlanmış binlerce Türk mağdur hakkını arayabilecek. En azından artık hukuk literatüründe örnek bir dava bulunduğundan, Kıbrıs’lı Türkler nasıl olsa kaybedeceğim hezeyanından sıyrılıp mallarının, mülklerinin ve Rumlar tarafından heba edilmiş yıllarının hesabını sorabilecekler.
BM’nin insanlık suçu kavramları arasında Rumların 1963-1974 yılları arasında Türklere uyguladıkları insanlık dışı davranışa ne deniyor biliyormusunuz? “Soykırım, Genocide”.
Atak zamanı geldi. 2006 yılı Rumlar için çok zor bir yıl olacak.
Dünkü yazımda “Kıbrıs konusu gelişmelere gebe” demiştim. İngiltere Dışişleri Bakanı Jacques Straw yazımı okuyunca fırsat bu fırsat deyip hemen Kıbrıs’a gelmeye karar vermiş.
İşin şaka tarafı bu.
Ama hareketlilik başladı bile.
Dün akşam İngiltere Dışişleri Bakanı Jacques Straw yaptığı açıklamada Ocak ayı sonlarında muhtemelen 25-26 ocak’ta, Kıbrıs’ı ziyaret etmek niyetinde olduğunu, ziyaret takviminin ise henüz tam olarak detaylandırılmadığını açıkladı.
Tabi Kıbrıs’lı Türklerin nefes almasına bile karşı olan Papadopulos yönetimi, Jack Straw’ın adaya gelince kuzeye de geçeceğini bildiklerinden, Straw’un Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la görüşmek üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne geçmek niyeti varsa buna karşı olduklarını hemen kendisine işittirdiler.
Bu defa resmi bir protesto yayınlamaya cesaret edemediler, açıkçası yiyemediler.
Londra açıkça Kıbrıs sorununda aktif rol almaya hazırlanıyor ve bunu Ocak ayının sonlarına doğru fiiliyata dökecek. Straw’un bu ziyareti, Başbakan Vekili John Prescott’un geçen Ekim ayında Lefkoşa’yı ziyaret etmiş olmasına rağmen, İngiltere’nin, Kıbrıs’ta yapılan 24 Nisan 2004 referandumundan sonra Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik gerçekleştireceği ilk esaslı müdahale ve bir yerde de girişim olacak.
Başbakan Gül’ün evvelki günkü beyanatı ile Straw’ın dün bölgeye 23 ve 24 Ocak’ta ziyaret yapacağının açıklanması, iyi niyetle yapılmış tesadüfi beyanlar değil. Bence bir programın parçası.
Ocak ayı sonunda Jack Straw’ın, dosyasında Kıbrıs sorunu ile Ankara’ya gitmesi de var. Hazır gelmişken bir de Kıbrıs’a uğrayayım. Bakalım Papadopulos ile Talat neler yapıyor demesi ise çokta inandırıcı değil.
Straw’ın Ankara ziyaretindeki gündemi ben hazırladığım için size madde madde Kıbrıs’la ilgili olanların neler olduğunu ve nelerin konuşulacağını sayabilirim.
1- Kıbrıs sorununun nasıl hareketlendirileceği
2- Türkiye-AB ilişkilerinin Kıbrıs’la ilgili kısmı
3- Gümrük Birliği’ni Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de kapsayacak şekilde genişleten Ek Protokolün tarafları üzmeden nasıl ve hangi yöntemle uygulamaya konabileceği. (Limanların açılması konusu)
Bir olasılıkla İngiltere Dışişleri Bakanlığı, BM Genel sekreteri Kofi Annan’ın 2006’ın ilk çeyreğinde bölgeye temsilci göndermeye karar vereceğini varsayarak, Türkiye’de dahil olmak üzere hem Kıbrıs Rum yönetimi hem de KKTC nezdinde BM temsilcisi için zemin yoklaması da yapabilir. Bence bunu yapacak ve ortamı bu ziyarete hazırlayacak veya Annan’a boşuna adam gönderme bunlar gününde değil diyecek.
Kıbrıs’lı Türklerin Mali Yardım Tüzüğü’nün Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nden tamamen ayrılmasını reddetmesinden sonra dondurulan Kıbrıslı Türklere yönelik tüzükler konusunu dış İşleri bakanı Straw, hem Başbakan Gül, hem de Cumhurbaşkanı Talat ile tartışacak. Bu kesin.
Türkiye’nin ve KKTC’nin Annan planına ilişkin bilinen tezlerinde ısrar etmeleri şimdilik siyasi bir avantaj görünümünde. Referandumda “Hayır” diyen Rumlar bu konular açıldığında ve bu tezler masaya konduğunda pek konuşamıyorlar ve gündemi değiştiremiyorlar.
Tabi bu kez gene Annan Planı aynen ve hiç değişmeden masaya konursa, Kıbrıs’lı Türkler 2004 referandumunda olduğu gibi %65.8 oy oranı ile “Evet” derler mi, gerçekten çok şüpheliyim.
Aralık ayında başlaması gereken Kıbrıs trafiği Ocak ayına sarktı.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilciliğine atanan Michael Moller dün görevine başladı.
Michael Moller aynı zamanda görevi gereği Kıbrıs’taki BM Barış Gücü Misyon şefliğini de yapacak. Mevkisi Kıbrıs’taki BM askerlerinin en yüksek rütbeli sivil komutanı veya bürokratı konumunda.
Danimarkalı bir diplomat olan Moller, Kıbrıs’taki görev süresi dolan ve evvelki gün ada’dan ayrılan Zbigniew Wlosowicz’in yerine geldi.
Buraya kadar olan gelişme biraz rutin. Herhangi bir olağandışılık yok.
Ama Başbakan Gül’ün Kıbrıs’la ilgili dünkü açıklaması ve içeriğindeki sözcükler yeni bir atağın, yeni bir Türk atağının habercisi niteliğinde.
Gül önümüzdeki günlerde, büyük bir olasılıkla Ocak ayı çıkmadan masaya bazı yeni yakası açılmadık öneriler koyacak.
Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümü yolunda Mayıs ayında ve Temmuz ayının sonunda iki kez yapıcı önerilerde bulunmuştu ve bütün kısıtlamaların karşılıklı kaldırılmasını masaya koymuştu.
Türkiye bu sefer, Kıbrıs (Rum) bayraklı gemileri ile uçaklarına ve Kıbrıs (Rum) limanlarından kalkan bayrak ayırımı olmaksızın tüm gemilere uyguladığı ambargoyu şartlı olarak kaldırmayı tekrar masaya koyacak. Bilindiği gibi Kıbrıs (Rum) hükümeti, BM üyesi tanınmış bir devlet olmak avantajını kullanarak 1974 Barış harekatından hemen sonra Eylül 1974 tarihinde, Mağusa limanını kapattığını ilan etmişti ve BM Genel Kurulunda kabul ettirdiği 541 ve 550 no.lu kararlara ilave olarak AB ile ilişkilerini kullanarak çıkarttırdığı ABET kararı ile de KKTC’ye sıkı bir ambargo uygulanmasını başlattırmıştı.
3 Ekim müzakere çerçeve belgesi içinde açıkça yer almayan ama kelimelerin arasında var olduğu hissedilen Türkiye’nin deniz limanlarını Rum bayraklı gemilere en geç 31 Mart’da açması koşulundan kurtulmak için Türkiyei ambargoların karşılıklı kaldırılması önerisini bu ay içinde tekrar yineleyecek. Ama gözüken şu ki, bu defa Papadopulos’un elinde “Hayır” diyebilecek güç hemen hemen yok gibi.
Türkiye açıkça, Kıbrıs’taki referandumdan sonra vaat edilenlerin ve beklentilerin hiçbirinin karşılanmadığını yüksek sesle söylüyor. Bu, Türkiye ne zaman masaya otursa, elini kuvvetlendiren bir koz.
Buna karşın, sınırların açılması, dolaşım serbestiyesi, AP’de KKTC’li parlamenterlerin olması, AİHM’nin KKTC iç hukukuna değinmesi, KKTC üniversitelerinin “Kuzey Kıbrıs” ülke adı ile Uluslar arası Üniversiteler Birliğine üye olması, “Diğer” ülke başlığı altında Avrupa Üniversiteler Birliğine üye olması ve denklik alması gibi benzeri olumlu gelişmeler, Kıbrıs’lı Türkler açısından bir takım yeni kazanımlar oldu.
Türkiye bu aşamada artık AB’ye biraz da yüklenmeyi ve haklarını istemeyi hedefliyor. 2006 yılı ve sonrası için pasif adaylıktan, aktif adaylığa geçmeyi strateji olarak benimsemiş gözüküyor.
Türkiye, Avrupa Birliğinin çözümsüzlüğün değil, çözümün bir parçası olmasını ve Kıbrıs konusunda verdikleri sözleri yerine getirmelerini istiyor.
Türkiye’nin 2006 yılında Kıbrıs’ta atak yapmayı seçmesini, müzakere çerçeve belgesinin içeriğine, Orta Doğu’da çok hızlı değişmiş olan konjöktüre, ABD’nin Irak’taki ağırlığını ve harcamalarını azaltarak gözünü İran’a çevirmesine bağlıyorum. Türkiye’nin stratejik desteğine olmazsa olmaz bir biçimde gereksinim duyan ABD, ilk etapta baskısını Kıbrıs (Rum) hükümeti üzerinde yoğunlaştıracak ve Papadopulos’u Türk önerilerini kabule zorlayacak.
Ambargoların karşılıklı kaldırılması ve Türk deniz ve hava limanlarının Rum bayraklı gemi ve uçaklara açılması konusu hiç bu kadar çözüme yaklaşmadı. 2006’nın ilk çeyreğinde Kıbrıs konusunda beklenmedik gelişmeler olacak ve Türkiye-AB müzakerelerinde gözle görünen sıkıntılar, Kıbrıs konusundaki gelişmeye paralele olarak kolayca aşılacak gibi gözüküyor.
KKTC’de askeri yasak bölgeyi ihlal etmek ve Türk askerine ait nöbet kulübesinden Türk bayrağını çalmak suçlamasıyla KKTC’ye giriş yapmak isterken tutuklanan AB Rum Milletvekili Marios Matsakis, bir taraftan show yaparken ve 28 Mayıs 2006 seçimlerinde milliyetçi Rumlardan oy almak peşinde koşarken aslında bize büyük bir iyilik yaptı.
Cumhurbaşkanı M. A. Talat’a yılbaşı çöreği vermek için sınıra gelen Matsakis tutuklanacağını bile bile ama dokunulmazlığına da güvenerek siyasi bir kumar oynadı.
Nasreddin Hoca’nın göle maya çalarsa “Ya tutarsa” düşüncesine benzer girişim yaptı.
İlk sürprizi askeri mahkeme yaptı. Ben askeri mahkemenin siyaseti ve siyasi koşulları dikkate alacağını hiç sanmıyordum ve kararını salt olarak sınır ihlali yönünde vereceğini düşünüyordum. Yargıç Kalkan’ın Kıbrıs’ın AB üyeliğini ve bu nedenle de KKTC topraklarının AB nazarındaki özel statüsünü dikkate alması ve Matsakis’in AP Milletvekili olarak edindiği dokunulmazlığının kuzeyi de kapsadığını vurgulayarak yargılamayı Matsakis’in AP milletvekilliği döneminin sonuna kadar ertelemesi olağan üstü ve çok dahice bir karardı.
Matsakis’in KKTC’deki mahkemelerin yasadışlılığına değinmekten kaçınarak savunmasında AB milletvekili olmasından ötürü dokunulmazlığının bulunduğu tezine yoğunlaşması ve askeri mahkemede yargılandığı sırada savcıya “saygıdeğer savcı” olarak hitap etmiş olması son derece önemli ve kayda değer bir gelişme.
Arkasından Bayrak çalmak suçu ile Lefkoşa Kaza Mahkemesine çıkarılması ve 5 Ocak’ta hazır olması koşulu ile 50,000 YTL kefalete şahsi imza atması koşulu ile serbest bırakılması ise bence tam bir siyasi zaferdir. Matsakis’in Lefkoşa Kaza Mahkemesinde Perşembe günü yapılacak mahkemeye gelmemesi durumunda kefalet ödeyeceğine dair imzaladığı belge, “KKTC’nin bir yerel mahkemesi’ni açıkça tanıdığını ve yeniden çıkmayı reddetmediği göstermektedir.
Louizidou davasını da, Aresti davasını da, Kakoulli davasını da, Orams davasını da ve benzeri tüm davaları da kökünden etkileyecek bir imzadır bu Matsakis’in attığı imza.
Türkleri muhatap dahi kabul etmek istemeyen Papadopulos ile Kıbrıs’ta bir sınır olduğunu, sınırın ötesinde bir varlık bulunduğunu ve sınırı geçerse başının derde gireceğini bilen AP milletvekili Matsakis’i kıyasladığımda, Matsakis’in bu girişiminin bize zararından çok faydası olacağını düşünüyorum.
Türkleri yok sayan Rum Yönetimi başkanının aksine Rum Meclis Başkanı Hristofyas’ın, Avrupa Parlamentosu Başkanı Joseph Borrell’den Matsakis’in serbest bırakılması için tüm nüfuzunu kullanmasını talep etmesi ise bizim lehimize bir diğer önemli gelişme.
Başlayalım gelişmeleri sıralamaya.
Matsakis, Perşembe günü gelmezse ve avukatını da göndermezse ne olabilir. Benim aklıma ilk gelen Lefkoşa Kaza Mahkemesinin, üstünde Matsakis’in imzası olan kefalet belgesine tuta kefaleti talep edeceği ve ödenmediği takdirde, Rumların bize karşı silah olarak kullanmak istediği “European Arrest Warrant”ı yani Avrupa Tutuklama Emrini devreye sokacağıdır. Elbet bir gün Matsakis’in Milletvekilliği bitecek ve dokunulmazlığı son bulacaktır. İşte o vakit AİHM’nin Kakoulli davasında “Kuzeyde bir varlık var. İç hukuklarında düzenleme yaparlarsa dikkate alırız” sözüne tuta, Lefkoşa Kaza Mahkemesinin bu kararı yasallık kazanacak ve imzaladığı kefalet belgesi Matsakis’in boynuna yapışacak. AB’nin kuruluş felsefesinde “Hukuk” temel taş ise Matsakisi’in bu karardan kurtulması olanaksız. Fare deliğine girse Lefkoşa Kaza Mahkemesinin bu kararı onu bulacak ve bu parayı ödeyecek. Bundan kurtulma şansı hiç yok.
Anayasanın değiştirilen 159.cu maddesinin, 1.ci fıkrasının b) bendine göre kurulacak tazmin komisyonunun, özellikle Myra Aresti davası ve benzeri davalardaki Maraş mülkleri konusunda alacağı kararlara karşı Lefkoşa Kaza Mahkemesinin ikizi olan Mağusa Kaza Mahkemesinin daha geçenlerde karara bağladığı 271/2000 sayılı Abdullah Paşa Vakfı ve 272/2000 sayılı Lâlâ Mustafa Paşa Vakfı davalarının sonuçları, yasal statüdeki bir mahkemenin kararı şeklinde kabul edilecek ve Rumların mülk davalarını temelinden sarsacak.
Niye mi?
AP’ın Kıbrıs bürosu başkanı Tasos Georgiu, konu ve dava ile ilgili olarak Avrupa Parlamentosu’na rapor gönderdi. Bu rapora göre Lefkoşa Kaza mahkemesi, Kakoulli Davasında atıfta bulunulan “Kuzeydeki varlığın” hukuksal karar alabilecek ve bir AP Milletvekilini yargılayabilecek yasal bir yargı makamı olarak kayda geçti.
Matsakis bence show yapayım derken, biz Kıbrıs Türklerine büyük bir iyilik etti.