Katılım Ortaklığı Belgesi, 3 Ekim’de tasarlandığı ve üzerinde mutabakata varıldığı gibi değil artık.
Birileri Türkiye’nin havaalanlarını ve limanlarını Rum gemi ve uçaklarının kullanımına açması için habire ortalığı karıştırıyor ve bunu Katılım Ortaklığı Belgesi içine koymak için de elden geleni yapıyor.
Bu birilerinin Rum kesimi olduğunu sanıyor insan ilk başta ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
Öncelikle işin başını Avrupa Halk Partisi çekiyor. Ben Avrupa Parlamentosu içinde en büyük çoğunluğa sahip Hristiyan Demokratların bu işi hiç bıkmadan usanmadan dürteceklerini sanırken, Avrupa Halk Partisi Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Rum bandıralı uçak ve gemilere açma işini kendine görev edindi.
Taktiğe göre konunun devamlı olarak, her fırsat ve koşulda değişik kişiler ve gruplar tarafından dile getirilmesi gerekiyor. Bunun arkasından önce Türkiye’ye iğnelemeler, manevi baskılar ve işittirmeler başlayacak sonra da işin ciddiyeti anlaşılsın diye bazı AB üyesi ülkeler tarafından “VETO” sözleri yüksek sesle mırıldanacak.
Operasyonun ilk adımı yürürlüğe kondu. Aynen söylediğim gibi uygulama başladı.
Siftahı Güney Kıbrıs’a ziyaret gerçekleştiren Avrupa Halk Partisi Başkanı Wilfried Martens yaptı. Dört gün evvel Güney Kıbrıs’a yaptığı ziyarette daha ayağının tozunu silkelemeden Türkiye’nin gümrük birliği protokolünü onaylanması ve uygulamaya koyması gerektiğini söyledi.
Arkasından evvelki gün Avrupa Halk Partisi Parlamento Grubu Başkanı Hans Gert Pettering’de benzeri sözler söyledi ve Türkiye’nin hoş olmayan ve zor bir durumdan kaçınmak için Kıbrıs Rum bandıralı gemilere limanlarını açmasının gerekeceğini iddia etti.
Pettering, Türkiye’nin gümrük birliği protokolünü imzaladığını ve gümrük birliğini tüm üye ülkelerle, hiçbir koşul öne süremeden genişletmesi gerektiğine inanıyor.
Zaten Avrupa Parlamentosu da ekprotokol TBMM’de onaylanmadan, ekprotokolü onaylamamak ve yürürlüğe koymamak kararı aldı. Türkiye’nin ekprotokolü, yayınladığı deklarasyonla birlikte onaylayıp onaylamayacağını açıkça görmek istiyorlar. TBMM’nin ekprotokolü deklarasyonla birlikte onaylayıp Rum gemi ve uçaklarına liman ve hava sahasını açmayı reddetmesi durumunda da bir dizi tedbirler almak ve yaptırımlar uygulamak niyetindeler.
Şimdi de AB Komisyonu, 9 Kasım’da ilerleme raporuyla birlikte yayımlayacağı Türkiye’nin müzakere sürecindeki yol haritası olan “Katılım Ortaklığı Belgesi”ne, Türk limanlarının Rum gemilerine açılmasını ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile olan ilişkilerini normalleştirmesi koşulunu koymak kararında.
Genelde Katılım ortaklığı belgesinde genellikle hem kısa vadeli hem de orta vadeli hedefler yer alır. Bu seferkinde sadece kısa vadeli hedefler olacak.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti yönetimi, komisyonun bir adım daha ileri giderek, limanların açılmasının belgede kısa vadeli hedefler arasında yer almasını istiyor. Buna ilaveten de belgeye, “Tanıma” ifadesini sokmakta da bayağı kararlılar. Bunun için sonuçları AB’den dışlanmaya kadar gidebilecek olan “VETO” haklarını bile kullanmak niyetindeler.
Kısa vade hedefleri içinde yer almasını istedikleri üç madde var.
1- Ek protokolün TBMM’den onaylanması,
2- Limanların öncelikle açılması,
3- Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması.
Avrupa komisyonu ilk iki öneriye yeşil ışık yakıyor. İş Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin kısa vadeli tanınmasına gelince, AB bunu, hem müzakere çerçeve belgesinde, hem de diğer Avrupa Birliği’nin yayınlamış olduğu deklarasyonlarda her zaman orta vadede -3, 4, 5 sene içerisinde göstermiş olmasından dolayı bu isteğe soğuk bakıyor.
Önümüzdeki 9 aylık dönemde, Ek protokolün TBMM’den onaylanması ve Limanların öncelikle açılması bir şekilde gerçekleşecek gibi.
İngiltere ve ABD, Rumların hoşuna gitmeyen işler yapmaya başladılar. Buna Rumların canı çok sıkkın.
Artık istedikleri gibi uluslar arası arenada at oynatamıyorlar. Daha evvel dedikleri dedik idi ama artık öyle değil.
KKTC’ye kimlik kazandırma atağı ABD ile başladı. ABD Dış İşleri bakanı Condoleeza Rice’ın, CB Talat’ı Amerika’ya daveti, dünya devletlerinin Kıbrıs konusuna ve KKTC’ye bakış açılarına yeni boyutlar getirdi.
ABD’nin KKTC Cumhurbaşkanını, “Toplum Lideri” olarak dahi olsa daveti, bir yerde diplomatik dil ile “De Facto Tanıma”ya yol açacak bir olay. Aslında “De Facto Tanımanın” ta kendisi.
Açık olarak KKTC’nin yükseltilmesi çabaları var ve hızla devam ediyor. Rice ve Straw, hem Annan Planının tekrar masaya konması hem de KKTC’nin bu günkü konumundan daha iyi bir seviyeye yükseltilmesi konusunda başı çekiyorlar.
ABD’nin ve İngiltere’nin, Ekim başında hemen hemen aynı anda yaptıkları hareketler, Annan planının bir müzakere prosedüründe yeniden gündeme getirileceğinin ve KKTC’nin yükseltilmesine yönelik çabaların durmaksızın devam edeceğinin ön habercileri.
İngiliz Dışişleri Bakanı Jacques Straw’ın 3 Ekim günü resmen Rumlara şantaj yapması ve Avam Kamarası’nda yaptığı son konuşma Rumların morallerini bozdu ve canlarını sıktı. Üstüne üstlük, Jack Straw’ın CB Talat’ı İngiltere’ye resmen daveti ise üstüne tuz biber ekti.
Şimdi de İngiltere Başbakan Vekili John Prescott’un Pazartesi günü Kıbrıs’a yapacağı ziyaret, gene KKTC lehine bir takım işaretler taşıyor.
Prescott’un ziyaret programı taslağında, Papadopulos’tan sadece “Sayın Papadopulus” diye bahsedilirken, Mehmet Ali Talat’tan Cumhurbaşkanı, Ferdi Sabit Soyer’den de “Başbakan” olarak bahsediliyor.
Tabi bu bildiğimiz bir taktik ve işin sonunda istenilen sonucu verecek. İngiltere program taslağına kasten koymadığı “Cumhurbaşkanı Papadopulos” hitabını son gün değiştirecek ve bu değişiklik konusunda verdiği bu tavize karşılık da Rumlardan, Mehmet Ali Talat’a Cumhurbaşkanı, Ferdi Sabit Soyer’ede “Başbakan” olarak hitap etmelerine itiraz etmemelerini isteyecek.
Oynanan oyunun tutmasının olasılığı biraz düşük ama gene de başarılı olunabilir.
Prescott’un adaya ziyareti Pazartesi günü başlıyor ve Çarşamba günü sona erecek. Ziyaret programının taslağında, Prescott’un Papadopulos ile Rum Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yapacağı görüşme ve yemek detayında Papadopulos’tan “Cumhurbaşkanı” olarak bahsedilmiyor.
Buna karşın ziyaret programını aynı taslağına göre Prescott, Cumhurbaşkanı Talat ve Başbakan Soyer ile KKTC’de bulunan İngiliz Büyükelçiliği binasında birlikte çay içecek.
Bana göre son gün bu programda aniden bir değişiklik yapılacak ve Prescott bu çayı KKTC Cumhurbaşkanlığı köşkünde içecek.
Ve dananın kuyruğu da orada kopacak.
Zaten 24 Nisan 2004 günü yapılan referandum ile testi kırılmıştı. Bu testiyi Rumlar her ne kadar elden geldiğince yapıştırmaya ve eski haline döndürmeye çalışsalar da artık testi hiçbir zaman “eskisi gibi olmayacak”.
Bunun arakasından Cumhurbaşkanı Talat’ın İngiltere ziyareti kesinleşecek ve Heatrow hava alanında İngiliz hükümeti CB Talat’ı resmen karşılayacak ve VIP muamelesi uygulayacak.
Ben bunları şimdiden kokluyorum…
Rum tarafındaki seçimler yaklaşıyor. Kala kala 7 ay kaldı. Zaman daraldıkça, atışlar ve sataşmalar da çoğalmaya başladı.
Evvelki gün Avrupa Halk Partisi Başkanı Wilfried Martens’in Rum tarafını yaptığı ziyaretteki basın toplantısında söylediklerine Rum siyasiler can kurtaran gibi yapıştılar.
Söylediklerine bir baksanız, zannedersiniz ki, AB’de ve BM’de her şey kendi istedikleri gibi gidiyor.
Martens basın toplantısında, Kıbrıs sorununun çözümünün BM kararları ve AB ilkelerine dayanması gerektiğini ve Avrupa Halk Partisi’nin, Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği ve Annan planının Rumlar tarafından reddedilmesiyle oluşan yeni koşulları göz önünde bulundurarak, gerek AB organlarını gerek üye ülkeleri Kıbrıs sorununda üstlenmeleri gereken rol karşısında cesaretlendirme niyetinde olduğunu ifade etti.
Annan planının Avrupa ilkelerinin etkilerini de içermesi gerektiğini vurgulayarak, BM’nin yeni bir inisiyatif üstlenmesinin gerekli olduğunu, ayrıca Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olması nedeniyle AB’ın bu konuda tarafsız kalmasının mümkün olmadığını söyledi sonra da İstanbul’a gitmek üzere adadan ayrıldı.
Bu sözler, kibarlık içeren, ziyaret ettiği ülkenin aleyhine olmayan ama leyhinde de olmayan sözler. Nereye çekseniz oraya gider.
Rum siyasiler, özellikle de hükümet kanadı bu sözleri bir zafer olarak niteliyor. Halka verdikleri mesajlar tamamen aldatıcı. 24 Nisan Referandumunda “HAYIR” demelerini herkesin unuttuğunu ve bunun kendilerine karşı olumsuz unsur olmaktan çıktığından bahsediyorlar.
Sonra da ABD Dış İşleri bakanı Condoleeza Rice’ın, CB Talat’ı Amerika’ya davetini ise “Türkleri De Facto Tanıma”ya yol açacağı için de protesto ediyorlar. İngiltere’nin neredeyse resimleşmeye başlayan davetini ise durdurabilmek için her yolu deniyorlar.
Olli Rehn Türkiye’yle ilgili ilerleme raporunu hazırladı. Metinde Kıbrıs’a ilişkin ifadeler çok sınırlı. Hatta neredeyse yok gibi. Bence AB üyesi olan Rumların güvendikleri dağlara bu raporla, bayağı kar yağdı.
Rum siyasilerin söylediklerinin tam tersine, AB üyesi ülkelerin büyük çoğunluğu, Kıbrıs sorununun çözümü ve geçen yıl boyunca Kıbrıslı Türk’lerin izolasyonlarına son verilmesine yönelik tüzüklerin (Mali Yardım ve Direkt Ticaret) yürürlüğe girmemesi konusunda Rumların takındıkları olumsuz tavırdan hiçte hoşnut değil.
Olli Rehn tarafından hazırlanan Türkiye’yle ilgili ilerleme raporunda, Rum siyasi partilerinin Kıbrıs sorununun çözümü prosedüründeki tavırlarına ilişkin yer alan yorumlar, raporun olduğu şekliyle kalıp Bizans entrikaları ile değişmemesi halinde, Rum yönetiminin başını iyice ağrıtacak.
Rumların düşündüklerinin tam tersine, 24 Mayıs 2004 Referandumunda açıkça “takke düştü ve kel göründü”. BM’nin ileri gelen ülkeleri, ABD, Kıbrıs’ta birkaç asırdır baş rol oynayan İngilizler ve AB üyesi ülkeler artık adada kimin ne olduğunu, kimin yalan söylediğini, barışı kimin engellediğini ve hangi toplumun neyin peşinde olduğunu, aradan geçen bu 19 ay gibi kısacık bir dönemde çok iyi gördü ve anladı.
Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve eskisi gibi olmayacak.
Ama seçimlere sadece 7 ay kaldı ve geleneksel “Türk düşmanlığı” dahil bakalım daha nelere şahit olup neler duyacağız. Seçimler bitince de, büyük bir pişkinlikle olur böyle şeyler siz aldırmayın deyip gene hem bizi hem de dünyayı aldatmaya başlayacaklar.
Karabağ, Azeri Türklerinin binlerce yıl önce yurt edindikleri bir bölgenin adıdır. Yüzölçümü 4.400 kilometrekaredir ve çok eski bir Türk Yurdu olan Azerbaycan toprakları içerisindedir.
1828 yılında İran ile Rusya arasında imzalanan Türkmençay Antlaşması ile Kuzey Azerbaycan ile birlikte Rusya’nın yönetimine geçti. Bu tarihte 200,000 civarında olan nüfusunun % 95’i Türk’tü. Rusya, işgal ettiği Azerbaycan’a ve özellikle Karabağ’a, dünyanın her tarafından getirttiği Ermeniler’i yerleştirdi.
Yani çok değil daha 150 yıl önce bu topraklarda bir tek Ermeni yoktu.
1923’de Stalin, Karabağ’ın yukarı kısımlarına yeni bir Ermeni kafilesini daha yerleştirdi ve Azerbaycan’dan kopartarak özerk bölge hâline getirdi. Ruslar ve Ermeniler bu tarihten itibaren sözkonusu bölgenin adini, “Dağlık Karabağ” veya “Yukarı Karabağ” şeklinde kullanmaya başladılar. Çünkü Karabağ’ın bütününde Azerîler, Dağlık Karabağ’da Ermeniler çoğunluktaydı.
Ermeniler 1988’de, Dağlık Karabağ’daki nüfus yoğunluğunu gerekçe göstererek Karabağ’ın kendilerine bağlanması için harekete geçtiler. Sovyet Cumhuriyetleri Birliği (SSCB)’nin 1991 sonunda dağılması ile Ermenilerin Karabağ ile ilgili hareketleri, sınır çatışmalarına dönüştü. Ermenistan-Azerbaycan sınır çatışmaları, iki ülke arasında ciddî bir savaş durumuna geldi.
Ermenistan, o dönemde Azerbaycan’da yaşanan siyasî iç karışıklıklardan ve ordusu-silâhı olmamasından yararlanarak önce Karabağ’ın tamamını, sonra da Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Azerbaycan topraklarını “Eski Rus” ordusunun desteği ile işgâl etti. Günümüzde, Azerbaycan topraklarının %20’sine yakın bölümü, Ermenistan’ın işgali altındadır. Bu topraklarda yaşayan 1,5 milyona yakın insan da evinden-köyünden kopartılmış, vatan toprağının bir başka bölümüne topyekûn sürgün edilmiş gibidir.
Dağlık Karabağ’da yaşanan kanlı savaştan geriye, yalnız kördüğüme benzeyen bir “egemenlik” sorunu değil, bugün hâlâ sorunlarına çare bulunamamış binlerce çaresiz mülteci kaldı.
13 yıl önce Ermeni katliamından kaçarak, Azerbaycan’a sığınan ve Azerbaycan’da 40 ayrı kampta tutulan bir milyona yakın Azeri mültecinin hali içler acısı. Bu kardeşlerimiz doğru düzgün yardım alamıyorlar ve maalesef çalışacakları iş de bulamıyorlar.
İşte yardım çığlığı bu kardeşlerimizden geliyor
Birleşmiş Milletler parasızlığı bahane göstererek, Ermeni katliamından kaçan ve Karabağ’da mülteci olarak yaşayan Azeriler’e gıda yardımını kesme kararı aldı. Yardımdan faydalananların yüzde 70’i kadın ve çocuk. Gıda yardımı kesintiye uğradığı takdirde, kısa zaman içinde çocukların arasında ölümler başlayacak.
Mülteci Azeriler, üç hafta sonra bırakın yeterli gıdayı ve yıkanacak suyu, kuru ekmeğe ve içecek suya bile hasret kalacak denli zor koşullar altında yaşıyorlar. Acil yardım sağlanamaması durumunda yerlerinden edilmiş Azeri kardeşlerimiz, mağara şartlarında ancak kendilerine yapılan yardımlarla hayatlarını idame ettirebiliyorlar ve soğuk kış şartları altındaki bu Ramazan ayında büyük bir felaket yaşayacaklar.
Ben bunları nereden mi biliyorum.
21 Aralık 1963’de adadaki tüm Türklere sistematik bir şekilde planlı saldırılar başlatan Rumlardan kaçan insanımızın, yıllardır içinde yaşadıkları evlerini, köylerini, dükkanlarını ve sıcak odalarını arkada bırakarak 1964 yılının soğuk kış şartlarında, Hamitköy ovalarında kurulan çadırlarda yaşamaya mecbur edilmelerinden hatırlıyorum.
O günler ile ilgili olarak unutamadığım hatıram da, Rumların, o çadırlarda sefalet içinde yaşayan ailelerin yeni doğmuş çocukları dahil olmak üzere tüm Türk çocuklarına “süt ambargosu” uygulamasıydı.
Saray önünde yapılan mitingde “Çocuklarımıza süt istiyoruz” paftaları vardı. Nasıl unuturum o günleri.
Şimdi de aynı sıkıntıları Azeri kardeşlerimiz yaşıyor.
Serdar Denktaş’ın Dış İşleri Bakanı olması ile bir takım şeyler değişmeye başladı. Özellikle Dış politikadaki hedefleri, Orta Asya’ya ve Afrika’ya yönelmesi, İslam Konseyi Örgütü ile sıkı iş birliği sonuç getirmeye başladı.
Azerbaycan’dan sonra KKTC’ye korkmadan çekinmeden gelen ülkelerin arasına Kırgızistan’da katıldı.
Dün Kırgızistan Parlamentosu milletvekilleri ile bazı bakanlıklardan bürokratların da bulunduğu 23 kişilik heyet KKTC’ye geldi. Heyette 15 milletvekili ile 3 Bakan yardımcısı da bulunuyor.
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş’ın davetlisi olarak gelen Kırgızistan heyeti, ziyaretle, KKTC’ye uygulanan izolasyonların kaldırılmasına yönelik olarak bir adım daha atılmasını amaçlıyor.
Kırgızistan Parlamento Heyeti Başkanı ve sözcüsü milletvekili Arslan Maliev’in, bu KKTC’ye üçüncü kez gelişi.
Arslan Maliev, Kıbrıs konusuna vakıf bir parlamenter. Birleşmiş Milletler’in ve Genel Sekreter Kofi Annan’ın girişimlerinin ne olduğunu, referandumu ve Rumların döndürdüğü dolapları biliyor.
Kırgızistan İslam Konferansı Örgütü’nde KKTC’ye kayıtsız şartsız arka çıkan ülkelerden bir tanesi.
Rumlar daha şimdiden Serdar Denktaş’ın kişisel girişimleri ile gerçekleşen ve daha da gerçekleşecek olan bu tür resmi ziyaretleri nasıl durduracakları hesabını yapmaya başladılar.
Vasiliu’nun bu güne kadar 3 dönem başkanı olduğu ve tüzük gereği başkanlığı devrettiği için partinin Fahri başkanlığına getirildiği EDİ’nin kurultayında yaptığı konuşmada söyledikleri çok önemli.
Yılların deneyimli politikacısı ve eski Cumhurbaşkanı Yorgo Vasiliu, Papadopulos’u uyararak, bu kafada giderse, adada çözüm yerine kesin çizgilerle ayrılığın geleceğini ve adadaki iki toplumun bir daha bir araya gelmek şansını yitireceğini söyledi. Rum Yönetimi’nin bekle-gör tutumunu eleştirdi ve yakın zamanda inisiyatif alınmaması durumunda sonucun taksim olacağı uyarısında bulundu.
Vasiliu, Papadopulos’un laf üretmesinin hiçbir işe yaramayacağını ve KKTC CB’si Mehmet Ali Talat’ın ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice tarafından Washington’a davetinin arkasından başka davetlerin de geleceğini söyleyerek Rumların 42 yıllık politikalarının temelden sarsılacağını söyledi.
Bunlar çok ciddi sözler ve uyarılar. Doğruluk payı da var.
Daha bu günden İngiltere Dış İşleri Bakanı Jack Straw, Ocak ayında kktc cumhurbaşkanı m.a. Talat’ı İngiltere’ye davet edeceğinin işaretlerini vermeye başladı.
Rumlar 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandumda %75 çoğunlukla verdikleri HAYIR kararının bedelini yavaş yavaş ödemeye başladılar ve bunun da farkına yeni yeni varıyorlar.
Her şey artık eskisi gibi değil.
Geçmişte yasal Kıbrıs Hükümeti maskesi altına bürünüp, her yerde sadece kendi politikalarını ve yalanlarını resmi dille söylüyorlardı ve kabul ettiriyorlardı. BM’de, bizi ambargolara ve izolasyonlara mahkum eden 541 ve 550 No.lu kararlar hep böyle tek taraflı söylemlerle kabul edildi.
Ama şimdi artık, testi kırıldı.
KKTC’nin haklılığının farkına varmış bir ABD ve AB var.
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a yaptığı davet ile ilgili Rum ve Yunanlı siyasilerin tepkileri bir kaç gündür durmaksızın devam ediyor.
Şimdi buna bir de, Kırgızistan’ın kalabalık çok üst düzey bir heyetle KKTC’yi ziyareti eklendi.
Çok merak ediyorum, Kırgızlara ne tür bir şantaj yapacak Rumlar, bu ziyarete tuta. Azerbaycan’ı direk uçuşlarından dolayı hemen ve derhal Avrupa Kafkas ülkeleri işbirliğinden dışlamak için ellerinden geleni yaptılar ve durdurmaya da muvaffak oldular.
Ama artık gelmekte olan bu güçlü akıntıya karşı durmaları mümkün olamayacak. Görünen o.