Diplomaside almadan verilmez

Diplomaside almadan verilmez

Diplomaside almadan verilmez

Uluslararası politikanın neredeyse binyıllık kuralıdır bu “Al-Ver” uygulaması.
Önemli bir konu hakkında uyuşmazlık içinde olan iki devlet söz konusu sorunlu konuyu çözmek için müzakereye başlamışsa, illaki sonuca ulaşmak için karşılıklı “Al-ver” süreci içine girmesi lazımdır. Al-ver olmazsa adilane ve sağlıklı bir sonuç alınamaz. Ki, dünya siyaset tarihi bu uygulamanın yüzlerce örneği ile doludur.

Gelelim esas konumuza; Neredeyse 1890’lı yıllardan beridir Türkiye sınırları içinde, özellikle de Anadolu’da Rahip Andrew Craig Brunson gibi misyonerlik ve buna casusluk da dahil olmak üzere, her tür sosyal faaliyette bulunan yüzlerce ABD’li din adamı ve din adamı kisvesi altında ajanların görev yaptığını bilmeyen yoktur. Milli İstihbarat Teşkilatında da bunlarla ilgili olarak, her birinin ayrı ayrı dosyasının bulunduğundan ve bu dosyalarda, ne yaptıkları, nereye gittikleri, kimlerle görüştükleri gibi bilgilerin yer aldığından eminim.
ABD-Türkiye ilişkisi
Zaten Brunson davasında da, yıllar öncesinden başlayarak, gün gün, saat saat Rahip Brunson’un nerede, ne gibi faaliyetlerde bulunduğu mahkemeye sunuldu. Belli ki kişisel bazda ve dijital olarak çok iyi takip edilmiş ve kontrol altında tutulmuş, her tür faaliyeti kayıt altına alınmış.

Türkiye bana göre, 20 yılı aşkın süredir Türkiye’de yaşayan Rahip Brunson’un kim olduğunu bilerek, yaptığı faaliyetlerin bilincinde olarak ülkesel menfaatleri doğrultusunda, zamanı gelince, bugüne değin ABD’ye yaptıramadıklarını yaptırmak amaçlı kullandı.

Rahip Brunson ilk kez, iki yıl evvel, 2016 yılında İzmir Göç İdaresi’nin yayınladığı yazıyla Türkiye’nin gündeminde yerini aldı. Brunson’un ve eşinin, misyonerlik yaptığı, yurt dışından kendilerine kaynak aktarıldığı ve milli güvenliği tehdit eden girişimlerde bulundukları iddia edildi. İlk başta sınır dışı edilmeleri istendi. Sonra haklarında dava açıldı ve 9 Aralık 2016 tarihinde de tutuklanarak hapse kondu. Mahkemeden ev hapsi kararı çıkana değin de hapiste yattı.

Mahkeme süreci içinde soruşturma verileri ciddi boyutlara ulaşınca ABD devreye girdi ve Rahibin iadesini talep etmeye başladı. Türkiye’nin ABD ile pazarlık yapmak için belirlediği kritik aşama ve hedef de buydu.

Konuyu biraz daha açacak olursak, Türkiye’nin Rusya ile bölgesel çıkarlar doğrultusundaki ilişkileri, S400 alım kararı, TANAP hattı, Türk akımı hattı, İran ile başlatılan siyasi işbirliği, ABD’nin İran’a uygulamaya koyduğu yaptırımlar, Rusya-İran ve Türkiye arasında yerel para ile ticaret yapılması kararı, ve en önemlisi de Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ile petrol rezervleri üzerindeki Türkiye’nin uluslararası deniz hukukuna uygun olarak hak iddia etmesi ve bu hakkı doğrultusunda savaşı bile göze alması, ABD’yi çaresiz bıraktı. 1945’den sonra ilk defa, Rusya ve Çin’in dışında bir ülkenin ABD’ye kafa tutmaya başlaması ve taleplerini yerine getirmek istememesi, ABD’yi Türkiye’ye karşı bir takım ekonomik ve askeri yaptırımlar almak yoluna soktu.

İlk etapta, Türkiye’nin başına 1982 yılında bela ettiği PKK ve onun vekil uzantısı YPG’yi, İsrail ile birlikte güçlendirerek Türkiye’nin Suriye’deki varlığını zora sokmak girişimlerini başlattı. Türkiye’nin, Pensilvanya’da ikamet eden Fethullah Gülen’in iadesi talebine olumlu yanıt vermedi. İkinci etapta Türkiye’nin de yapımında ortak olduğu F-35 savaş uçaklarının satışını askıya alabileceğini ima ederek bazı adımlar attı. Ve son olarak da Türk Lirası üzerinde spekülasyon yaptırımını başlattı.

Gerçekte bunların tümü Rahip Brunson’un tutuklanması ve iadesi ile ilgili konular değil. Brunson, ABD’nin ve Türkiye’nin aralarındaki birike birike dağ haline gelmiş olan sorunların çözümü için sadece bir bahane. Başkan Trump, Türkiye ile ABD arasında yaşanan sorunları tamamen ABD kamuoyunun bilgisi dışında tutarak, sadık birer Hıristiyan olan ABD’lilerin dikkatini Brunson’a çevirdi ve geri getirme sözünü verdi. Başkan Trump’ın burada üç hedefi var: ABD halkının kahramanı olmak, ABD’nin “en büyük devlet olduğu” imajını tekrardan hayata geçirmek ve en önemlisi de 6 Kasım’da yapılacak Kongre seçimlerinde Cumhuriyetçilerin çoğunluğu ele geçirmesi. Cumhuriyetçiler Senato’ya ilaveten Kongrede de üstünlüklerini devam ettirmek isterken, Demokratlar ise en az birinde üstünlüğü ele geçirerek 2020 başkanlık seçimleri için avantaj sağlamayı hedefliyorlar.

Görülen, Rahip Brunson takasından sonra, kısa bir süreç içinde Türkiye’nin kendisini toparlayarak ekonomik sıkıntılarından kurtulacağı, Suriye’de istediği bölgeleri kontrol altına alacağı, İran İslam Devrim Muhafızlarının (İİDM) İran Kürt bölgesinde Muharrem Harekatını başlatması sonucunda bölgede kurulması planlanmış olan sözde Kürt Devletinin kurulması ümitlerinin yok olacağı, Pensilvanya’da ikamet eden Fethullah Gülen konusunun kapanacağı, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de II. Deniz Hukukuna göre halen devam etmekte olan haklarının pekişip kabul edilir hale geleceği ve en önemlisi de Kıbrıs konusunun Türkiye’yi tatmin edecek bir sürece gireceğinin belirginlik kazanıyor olması.

Zaman bize, Rahip Brunson’un başrolünü oynadığını sandığımız “Al-Ver”in ne olduğunu gösterecek…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) , ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

19 Ekim 2018
Diplomaside almadan verilmez için yorumlar kapalı
Okunma 81
bosluk

Ata ATUN – Haftanın Dış Siyasi Olayları değerlendirmesi

Ata ATUN – Haftanın Dış Siyasi Olayları değerlendirmesi

17 Ekim Çarşamba günü DİYALOG TV’de, başarılı sunucu MERT ÖZDEŞ ile Haftanın önemli dış Siyasetinde yaşanan olayları tartıştık. Tekrarı 19 Ekim Cuma günü saat 20.00’de. İzlemenizi tavsiye ederim.
https://www.facebook.com/diyalogtv/videos/708471612855545/UzpfSTYxMTQyNzM4ODoxMDE1NjczMTE5ODIxNzM4OQ/

10.17.18-Odak Noktası-1

18 Ekim 2018
Ata ATUN – Haftanın Dış Siyasi Olayları değerlendirmesi için yorumlar kapalı
Okunma 67
bosluk

ABD nereye gidiyor

ABD nereye gidiyor

ABD nereye gidiyor

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un 3 Ekim 2018 tarihinde ABD’nin Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi kapsamında yer alan “isteğe bağlı protokol”den, diğer tabirle “Uyuşmazlık Çözümü Ek Protokolü”nden çekildiğini açıklaması ve alaycı bir taşlama tavrıyla, John Bolton’un konu hakkında “Amerika Birleşik Devletleri Diplomatik İlişkiler ile ilgili Viyana Sözleşmesine taraf olmaya devam ediyor ve diğer tüm tarafların sözleşmeye bağlı uluslararası yükümlülüklerine uymasını bekliyoruz” demesi son yetmiş yılın diplomasi teamüllerine aykırı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra da Amerikan Yönetiminin ABD’nin egemenliğini korumak için diğer tüm uluslararası anlaşmaları da gözden geçireceğini açıklaması, dış politikada ABD’nin farklı bir kavramı uygulamaya başladığına işaret ediyor.
Trump 1A
Başkan Trump’ın talimatı ile ABD Dışişleri Bakanlığı 6 Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ve ülkesinin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını açıklamıştı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra da ABD’nin İsrail’deki yeni büyükelçilik binası 14 Mayıs 2018’de yapılan resmi törenle Kudüs’te açılmıştı. Buna karşı diplomatik bir girişim veya da atak olarak da Filistin Devleti (Filistin Yönetimi) geçen ay içinde ABD’nin İsrail’deki Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımak kararını Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) taşımış ve 18 Nisan 1961’de yapılan Viyana Anlaşması’na aykırı olduğu gerekçesiyle şikayet ederek yasal başvuruda bulunmuştu. ABD’nin “isteğe bağlı protokol”den çekilmek istemesinin gerçek nedeni Filistin Yönetiminin UAD’ye başvurusu ve ABD’yi şikayet etmesi.

Söz konusu Viyana Sözleşmesi, devletler arasındaki diplomatik ilişkileri belirleyen ve diplomatlara dokunulmazlık sağlayan uluslararası bir antlaşma. Diplomatların, Büyük Elçilerin, Resmi Görüşmecilerin ve Padişah, Sultan, İmparator, Kral ve benzeri makamda bulunan yöneticilerin görevlendirdiği Habercilerin veya Görüşme Ekibinin dokunulmazlık kavramının geçmişi neredeyse bin yıl geriden başlamakta.

Amerika Birleşik Devletleri Donald Trump Başkan seçildikten sonra uluslararası ilişkilerinde birçok radikal karara imza attı. Başkan Trump’ın yönetimi ele almasından sonraki iki yıl içinde ABD, İran’la yapılan nükleer anlaşmadan, Küresel İklim Anlaşması’ndan, BM İnsan Hakları Konseyi’nden ve Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nden çekildi. Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı (NATO) üyelerini, ABD ile NATO arasına mesafe koymakla, desteğini azaltmakla tehdit etti. Son olarak da geçtiğimiz yetmiş yıl boyunca milyonlarca Filistinli mülteciye insani yardım sağlayan UNRWA’ya (Birleşmiş Milletler Yardım ve İş Kurumu) mali desteğini kaldırdı ve Filistinli mültecileri acımasızca cezalandırdı.

Amerika Birleşik Devletlerinin kurulmasından sonraki ilk 189 yıl içinde kırk adet uluslararası anlaşma ABD Kongresinde Temsilciler Meclisi ve Senatonun ayrı ayrı onayından sonra iptal edilmiş veya da ABD bunlardan çekilmişti. Sadece iki tane uluslararası anlaşma, üyelerinin üçte iki çoğunluğunu onayı ile sadece Senatoda alınan karar ile iptal edilmişti.

Trump döneminde kongrenin yetersizliği ve tarihsel hareketsizliği nedeniyle Yürütme Şubesi, alınan tek taraflı bir kararla uluslararası anlaşmaları feshetme girişimini kabul etti ve sadece Başkanın inisiyatifi ve onayı ile ABD söz konusu anlaşmalardan çekildi, bazı devletlere ABD’nin geleneksel siyasetine ve diplomasisine yakışmayan sözlerle tehditler savurdu ve UNRWA’ya yapılan mali yardımları durdurdu.

Başkan Trump’ın ABD’ye farklı bir uluslararası ilişkiler kavramı getirdiği kesin.
Zaman, Başkan Trump kökenli bu radikal uygulamalar sonucunda ABD’nin uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerinde zarar mı göreceğini yoksa kazanım mı sağlayacağını ortaya koyacak.

Ama görünen o ki, zarar göreceği ve süreç içinde küresel gücü ile güvenilirliğini kaybedeceği daha baskın çıkmakta…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) , ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

12 Ekim 2018
ABD nereye gidiyor için yorumlar kapalı
Okunma 90
bosluk

Uluslararası Adalet Mahkemesi’nden sürpriz karar … Prof. Dr. Ata ATUN

Uluslararası Adalet Mahkemesi’nden sürpriz karar … Prof. Dr. Ata ATUN

Uluslararası Adalet Mahkemesi’nden sürpriz karar

ABD, Başkan Obama döneminde, bir türlü diş geçiremediği ve Ortadoğu kara kıtası içinde çıkan petrolü, tümüyle kendi kontrolüne almak çalışmalarında en büyük engel olarak gördüğü İran’a, nükleer çalışmalarını bahane gösterip bilinçli bir şekilde ambargolar ve kısıtlamalar koymuştu.

Bu doğrultuda da Avusturya’nın başkenti Viyana’da 14 Temmuz 2015 tarihinde, P5+1 (ABD, Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya) ile İran arasında imzalanan ve 16 Ocak 2016’da yürürlüğe giren Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan nükleer anlaşma imzalanmıştı.

ABD Başkanı Trump’ın İran’ın Ortadoğu’daki askeri varlığından rahatsızlık duyması nedeni ile KOEP’den çekildiklerini ve İran’a yönelik yeni yaptırımların yürürlüğe sokulacağını duyurmasının ardından ABD Hazine Bakanlığından, İran’a yönelik ilk yaptırım paketinin 6 Ağustos’ta, ikinci yaptırım paketinin ise 4 Kasım’da devreye gireceği bildirilmişti.

Ağustos başında devreye giren ilk bölümde ABD, İran’ın altın veya dolar karşılığı petrol ile doğalgaz ihracatı, altın ve değerli metalleri alıp satması, kömür ve sanayi ekipmanı yazılımı ticareti yapmasına sınırlamalar getirdi ve bu uygulamanın sağlıklı çalışabilmesi için de bu doğrultuda yaptırımlar başlattı.

Kasım ayında uygulamaya koyacağı ikinci bölüm ise İran’dan petrol ve doğalgaz alan ülkeleri kapsayacak. İkinci aşamaya göre İran’dan petrol alan ülkeler, Kasım ayı başından itibaren ithalatlarına son verecek. Diğer bir tabirle “Hiçbir ülke İran’dan petrol ve doğalgaz almayacak. ABD’nin bu koşuluna uymayan ülkelere ABD, benzeri yaptırımları uygulayacak.

ABD’nin İran’a uygulamayı başlattığı yaptırımlar, ticari ambargo ve tehdit aynen bu şekilde.

Maksat İran’ın ekonomisinin ve sanayisinin gelişmesini önlemek, İran’ın nükleer çalışmalarını geliştirmesine olanak vermemek, İran ordusunun zayıflamasını sağlamak, İran hazinesinin boşalmasını ve çökmesini gerçekleştirmek ve en önemlisi de aç, yoksul ve ilaçsız kalan İran halkının İran devlet yönetimine karşı isyan etmesi için gerekli her ortamı yaratmak. İsyan sonrası da diğer ülkelerde yaptıkları gibi ABD taraftarı ve sevdalısı kişileri yani kendi kuklalarını İran devletinin başına getirerek, tamamen ABD yanlısı bir iktidar yaratmak.

Öte yandan, Ağustos ayının başında İran’a uygulanan Amerikan yaptırımlarının ilk partisi, gıda, ilaç ve ticari havacılığı içermesi, İran’ı harekete geçirdi ve İran, 1979 İslam Devrimi’nden önce, 1955’ten kalma bir BM belgesi olan “Dostluk Antlaşması”na (Treaty of Amity) dayanarak BM’nin merkezi Lahey’de olan Uluslararası Adalet Mahkemesi’ne (International Court of Justice – ICJ) davasını getirdi.

Uluslararası Adalet Mahkemesi (UAM) kararlarını 15 üyeli Jüri vasıtasıyla almakta ve bu mahkeme de ABD’nin etki ve kontrol alanı içinde değil.

UAM jürisinin verdiği karar Uluslararası adalet kavramında yeni bir kapı açacak, yeni bir içtihat oluşturacak nitelikte.

Jüri, ABD Yönetimi, İran’ın başvurusunun UAM’ni kendi amacı doğrultusunda kötüye kullandığı ve UAM’ın yargılama yetkisi olmadığı iddiasını oy birliği ile reddetti.

Jüri bu kararına ilaveten de ABD yaptırımlarının insani yaşam koşullarını etkilememesi, ilaç ve tıbbi malzeme alımları ile gıda ve tarımla ilgili ticari malların ithalatını ve sivil halka hizmet veren uçuşların güvenliği için gerekli olan her tür yedek parça, makine, malzeme teminine zarar vermemesi kararını aldı.

BM’ye bağlı bir kuruluş olan Uluslararası Adalet Mahkemesinin kararları bağlayıcı olmakla birlikte, uygulanması yönünde herhangi bir yaptırım gücü yok.

ABD’ye rakip güçlerdeki Rusya ve Çin, Ortadoğu’da at koştururken ve ABD’nin bölgedeki etkisini kırmak için her yolu denerken, ABD’nin İran’a karşı uygulamaya koyacağı bu yaptırımlarında başarılı olması pek olası gözükmüyor. Bu nedenle de ABD’nin saygınlığının ve korkutuculuğunun zarar göreceği, Dolar’ın ise 1947 yılından beri sürdürdüğü egemenliğinin son bulmak aşamasına gireceği öngörüsü daha ağır basıyor. İzleyip göreceğiz…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) , ataatun@csu.edu.tr (Akademik)ve hizmetlerin
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

5 Ekim 2018
Uluslararası Adalet Mahkemesi’nden sürpriz karar … Prof. Dr. Ata ATUN için yorumlar kapalı
Okunma 61
bosluk

Rumların garantörlük aldatmacası

Rumların garantörlük aldatmacası

Rumların garantörlük aldatmacası

Rum lider Anastasiadis’in “dünya üzerinde Kıbrıs’tan başka hiçbir yerde bağımsız bir devletin garantörleri yok” ile “21. Yüzyılda artık garantörlük yok” cümlesinin -derinlemesine araştırma yaptıkça- yalan ve Kıbrıslı Türkler ile BM’yi aldatmaya yönelik olduğu bir bir ortaya çıkıyor.
09.29-18-Rumların Garantiler aldatmacası
Anastasiadis’in tek bir hedefi var. Kıbrıs adasını önce Rum egemenliği altına sokmak sonra da Yunanistan ile birleştirmek olan Yunanlıların ve Rumların iki asırlık hayalleri “Megali İdea”yı, yani “Büyük Ülkü”yü gerçekleştirmek.

Bunun tek bir yolu var. O da önce;
a) Türkiye’nin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I, İttifak ve Garanti Antlaşması içeriğince uluslararası hukuka göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörlüğünün kaldırılması,
b) EK I, Madde 4’e göre adada bulunan “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri”nin adayı terke zorlanması,
c) İttifak Anlaşmasına göre Türk Silahlı Kuvvetlerine ait 650 Kişilik Türk Alayı’nın adadan ayrılması,
d) Türkiye ile Kıbrıs adası ile yasal bağının koparılması,
e) Kıbrıs adasının yönetiminin, Rumların nüfus yapısına dayalı olarak çoğunluk iddiası ile ele geçirilmesi ve Kıbrıslı Türklerinin “Kurucu ortak” statüsünden, 1960 Anayasasında yer “Ermeni, Maronit ve Latinler” benzeri azınlık statüsüne indirgenmesi,
f) Adadaki Türk egemenliğine, varlığına ve kurucu ortaklığına son verdikten sonra Temsilciler Meclisinde 1964 yılında mevcut Kıbrıs Cumhuriyetine el koymak amaçlı, sadece Rum Milletvekillerinin oyları ile kabul edilen “Doctrine of necessity”, yani “Gereklilik doktrini” benzeri bir uygulama ile sadece Rum milletvekillerinin oyları ile 17 Temmuz 1974 tarihinde darbecilerin Cumhurbaşkanı Nikos Sampson’un yaptığı gibi “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin ilan edilmesi,
g) Son aşama olarak da “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin Yunanistan ile birleştiğini ilan ederek asırlık özlem olan “Enosis”i gerçekleştirmek.

Bunun için Rum lider Anastasiadis, Rumların Cumhurbaşkanı olmasının verdiği siyasi forsu kullanarak, bizleri ve Kıbrıs konusunun çözümü ile ilgili tarafları, hedefinin ilk adımı olarak “Türkiye’nin Garantörlüğü”nün kaldırılması yönünde kandırmaya ve ikna etmeye çalışmakta. Ama her ağzını açtığında da biraz daha yalancılığı ve sahtekarlığı ortaya çıkıyor.

Mesela, “Dünya üzerinde başka ülkelerin garantörleri yok” diyordu ya, araştırmalarım sonucu Almanya’nın, Japonya’nın ve Suriye’nin garantörlerinin olduğunun gerçeğine ilaveten şimdi de Avusturya’nın da garantörleri olduğu çıktı ortaya.

1959 yılının Şubat ayında önce Zürih’te sonra da Londra’da yapılan Kıbrıs Konferansında, kurulacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörlerinin Türkiye, Yunanistan ve İngiltere olmasının mantığının Avusturya örneğinden alındığı gerçeğini tüm taraflar unutmuşa benziyor.

İlgili arkadaşlar, akademisyenler ve araştırmacılar Zürih Konferansı tutanaklarına göz atarlarsa, Zürih’te taraflarca Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına konması kabul edilen EK I. “Garanti ve İttifak Antlaşması”nın kökeninin Avusturya’nın kuruluş statüsü ve üzerinde mutabakata varılan garantörlük sistemi olduğunu göreceklerdir.
1955 yılında işgal güçleri Avusturya’dan çekilirken, Avusturya’nın tarafsız bir devlet olması ve garantörlerinin de ABD, Fransa, İngiltere ve SSCB olması kabul edilmiş yapılan uluslararası anlaşma ile. Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor maalesef.

O yüzden de Cumhurbaşkanımızın ve müzakere heyetimizin, garantörlük konusunda ortaya çıkan bu gerçekleri dikkate almaları gerekiyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) , ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1

28 Eylül 2018
Rumların garantörlük aldatmacası için yorumlar kapalı
Okunma 97
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar