Kıbrıs’ta, Türklerin ve Rumların önde gelen politikacılarının veya yöneticilerinin talimatları ile bir takım kişiler veya bürokratlar, zaman zaman gizli görüşmeler yapıyorlar.
Bu görüşmelerden ne halkın ne de Meclisin haberi olmuyor. Bazen Hükümetteki Bakanların ve iktidardaki Milletvekillerinin bile haberleri olmuyor.
Bu konuda basında çıkan ilk olay, 3 Temmuz günü dönemin Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Raşit Pertev’in, “Türk tarafının, izolasyonların kaldırılması karşılığında Maraş teklifinin gerçek olduğunu, toplantıdaki AB Dönem Başkanı Lüksemburg’un AB İşlerinden Sorumlu Bakanı Nicolas Schmit’in de öneriye şahit olduğunu” söylemesi oldu.
Hatırlarsanız, o günlerde verilen beyanatlara ve gazetelerde çıkan yazılara göre, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Referandumun ardından, gizlice verilen talimatlar ile Türk ve Rum tarafında görüşmeci heyetler hazırlanmış. Sonra da belirlenen tarih ve yerde bu heyetler bir araya gelmişler ve Tüzükler dahil olmak üzere, Mağusa limanı gibi, Uluslar arası Lefkoşa havaalanı gibi birçok konuyu masaya yatırıp konuşmuşlar.
İddiaya göre bu ilk toplantıda Kıbrıs’lı Türkler Rumlara, “İzolasyonları kaldırın, limanları açın ve açtığınızı alenen dünyaya duyurun, bunlardan geri dönmeyeceğinizi deklere edin. Bununla beraber üzerimizden kültürel ve spor ambargolarını da kaldırın. Bunun karşılığında yarın gelin kapalı Maraş’ı alın” teklifini yapmışlar.
Ve ondan sonra da papara koptu.
Hatırlarsanız bu olaydan belli bir müddet sonra da T.C. Cumhurbaşkanı çok nazik bir dille KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat’ı Ankara’ya davet etti ve kapalı kapılar ardında, “Türkiye’nin haberi ve onayı olmadan böyle bir teklif yapamazsınız” demek gereğini duydu.
Şimdi ortalarda gene buna benzer iddialar dolaşıyor ve KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti CB’si Tasos Papadopulos’un “olurları ile” Kıbrıslı Türk ve Rum yetkililerin veya bürokratların, pek çok gizli görüşmeler yaptıkları iddia ediliyor.
İddiaya göre, Papadopulos’un ve Talat’ın temsilcileri, Kıbrıs içinde ve dışında, periyodik olarak toplanarak Kıbrıs sorununu görüşüyorlarmış ve bu güne kadar da pek çok görüşmeler yapmışlar.
Bu gizli görüşmelerin kökeninde ABD’nin ve önde gelen birkaç AB ülkesinin, Kıbrıs sorununda yeni bir hareketlilik başlaması için gizli diplomasiyi uygun bulmaları yatıyormuş.
Söylenenlere göre bu“Gizli diplomasi taktiği”, tarafların işini kolaylaştırıyormuş ve bu hareketleri, Kıbrıs sorununu yeniden ele alması için BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a da zemin hazırlamaktaymış. Falan filan…
Zaten Papadopulos, önceki gece yaptığı basın toplantısında, iki toplum temsilcileri arasında görüşmeler yapıldığını ve bu görüşmelerde güncel konuların ele alındığını açıklamıştı.
Bu iddialardan sonra “iki toplum temsilcileri arasında görüşmeler yapıldığı” açıklaması ile neyi kastettiği çok açık bir şekilde ortaya çıktı.
Papadopulos diyor ki. Ben Kıbrıs’lı Türkleri muhatap almam. Ben Kıbrıs’lı Türklerin Cumhurbaşkanı M. A. Talat’ı da muhatap almam ve onunla asla görüşmem. Benim muhatabım Erdoğan’dır.
Ama yabancılara Kıbrıs’lı Türklerle görüşüyormuş hissini vermek, buna karşın da halkıma bunu hissettirmemek için, bir takım alt düzey bürokratı Kıbrıs’lı Türklerle konuşmaları ve karşılıklı kahve içmeleri için görevlendiriyorum.
Benim asıl hedefim, B.M.’yi ucu açık, tarih kısıtlamasız ve hakemsiz görüşmelere zorlamak. Sonra da masaya oturunca, yıllarca bu görüşmeleri incir ipi gibi sürdürmek ve bu süreç içinde de AB’yi arkama alıp, Kıbrıs’ın kuzeyini bir şekilde ele geçirmek. Rum hükümranlığını kuzeye yaymak ve adanın tümünü gene Rum hakimiyeti altına sokarak Türklere de sadece azınlık hakları vermek.
İşte gizli görüşmelerin asıl hedefi bu…
Bizde açıkça, Rumlarla görüşmeler yapıyoruz zannedip yemişiz bu zokayı….
Neredeyse bir haftadır gerek Rumların gerekse de Yunalıların VETO’ları konusunu yazıp duruyordum ve de bu VETO’ların aslında 3 Ekim’de değil, daha 17 Aralık’ta ellerinden uçup gittiğini söylüyordum.
Nihayet Papadopulos evvelki akşam yaptığı basın toplantısında benim bu bulgumu doğruladı.
Gerçekten de ellerinde düşünüldüğü gibi etkili bir VETO kartı yok. Daha doğrusu, önceleri iddia edildiği gibi veya gazetelerde yazıldığı şekli ile 35 müzakere başlığı olması nedeni ile hem açılışta hem de kapanışta kullanmak üzere 35 + 35 = 70 tane VETO kartı yok elinde. Yapabilecekleri veya yaratabilecekleri bir tek engel, müzakerelerin bitişini, sorunlar yaratıp biraz uzatmak veya geciktirmek. Başka bir güçleri yok.
Buna ilaveten, işin bir başka gerçeği de AB’nin elinde herhangi bir denetim mekanizması da yok. AB’nin, Türkiye’nin üyelik müzakerelerini askıya almak veya kesmek dışında, ki bunun için de ortakların oy çokluğu gerekiyor, yukarıda bahsettiğim denetleme mekanizması yok.
Bunun sonucu olarak da her hangi bir şekilde disiplin cezası vermesi veya disiplin önlemi alabilmesi de olanaksız. Olamayan bir şeyin cezası da olamaz.
Papadopulos’un elindeki tek önlem veya tek etkili koz, Türkiye’nin müzakere sürecinin daha fazla ilerlemesini ertelemek veya durdurmaktan öteye değil. Ya da müzakerelerin yeniden başlamasına bir takım kısıtlamalar getirmesidir ki, onşarın da Lahey Adalet Divanına götürülemeyecek kadar sağlam temellere dayanması gerekmektedir.
Rumların elinde kala kala bir tek AB içinde huzursuzluk çıkarmak kalıyor ki, bunun da sonuçlarını 3 Ekim günü hem kendisi gördü hem de biz gördük. Birileri çıktı ve “Kapa çeneni ve otur yerine” dedi ve orada film bitti, Rumların pili de bitti.
Şimdi Papadopulos, müzakerelerin başlaması ile Türkiye’nin Kıbrıs ve AB’a karşı taahhüt içinde olduğunu varsayıyor ve belki bu furyada bir şeyler koparırım beklentisi ile de ellerini ovuşturuyor.
Beklentileri büyük boyutlarda. Müzakerelerin başlaması ile;
inanıyor.
Peki buna karşın AB’nin elinde, Papadopulos’un oyun bozanlığına veya AB’yi sıkıntılı bir konuma düşürmesi durumunda her hangi bir cezalandırma sistemi veya disiplin önlemi almak hakkı var mı?
Evet var.
3 Ekim’de, Rumlar huysuzluk çıkarıp efelenmeye yeltenince İngiltere’nin kullandığı kozlar şimdi herkesin elinde var.
Neydi bu disiplin önlemleri;
1. Kıbrıs sorunu çözülmeyecek ve Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün daimi hale gelmesi koşulları oluşacak.
2. Türk askerlerinin Kıbrıs’tan çekilmesi hiçbir zaman söz konusu olmayacak.
3. Sözde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gelecekte tanınması için koşullar oluşacak.
4. Tüm bunlardan sonra da Rumlar kına yakacak.
Şimdi açık kalplilikle siz bana söyleyin, Türkiye-AB müzakereleri süreci içinde Türkiye’nin mi eli daha güçlü, yoksa geçmişte iki de bir de VETO kullanırım diye horozlanmış Rumların mı?
Kararı size bırakıyorum…
3 Ekim gecesi büyük bir politik çekişme ve satranç oyunundan sonra kabul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi’nin içeriğine göre, Kıbıs sorunu tamamen Türkiye’nin müzakere sürecinden ayrıldı ve Papadopulos’un tüm çabalarına rağmen AB zeminine giremedi.
Rumlar açısından Müzakere sürecinin başlaması ve Kıbıs sorunu ile ilişkili olmaması büyük bir dezavantaj oldu.
Rum Meclis Başkanı AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas’a göre Türkiye, her adımında Kıbrıs’ı karşısında bulacakmış. AB-Türkiye müzakere çerçevesinin kuralları, Kıbrıs’a her adımında Türkiye’nin karşısına çıkma olanağı veriyormuş ve bu nedenle de bu olanağı Ankara’nın Kıbrıs sorunundaki tavrını değiştirmesi yönünde değerlendirmek gerekiyormuş.
Ben bu iddiaya katılmıyorum
Müzakere Çerçevesi Kuralları, tam tersine Rumların ikide birde ve de her fırsatta kullanmayı arzuladıkları VETO silahını ellerinden almış, hayallerini de yıkmıştır.
Bence bu tren 17Aralık 2004 AB Konseyi kararı ve 3 Ekim Müzakere Çerçeve Belgesi ile ellerinden uçup gitmiştir.
Rumlar artık akşam yatıp akıllarına geleni, sabah kalkınca Türkiye’nin önüne koyup, ya bunu kabul edersin ya da VETO diyemiyeceklerdir. Böyle bir yetkileri kesinlikle yok.
Çok dramatik bir örnek olarak akşam yatıp sabah kalkınca “KKTC’de yarın herkes kadın erkek kısa pantolon giyecek. Bu olmazsa öbür gün Türkiye’yi VETO ederiz” gibi bir hakları yok.
Ellerindeki bir tek VETO hakkı, 17 Aralık belgesi neler içeriyorsa ancak o konularda ve de haklı gerekçelere dayanarak VETO haklarını kullanabilmek. O kadar. Daha ötesi yok.
Gelelim Müzakere Çerçevesi Belgesi içindeki 7.ci paragrafa.
7.ci paragrafta da treni kaçırdılar.
AB ile müzakere çerçeve belgesinde yer alan ve Türkiye’nin, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin diğer bazı uluslararası kuruluşlara üyeliğini veto etmesine ilişkin olan 7’nci paragraf konusunda Rumlar çok dramatik bir geri adım attılar ve NATO’ya üyelik baş vurusunda bulunmayacaklarına dair neredeyse bir de taahhüt verdiler.
Müzakere Çerçeve Belgesi’nin ilgili tüm uluslararası örgütleri kapsayan 7. paragrafının, bu uluslararası örgütler ya da birliğinin ya da AB üye ülkelerinin karar verme özerkliğine ve haklarına halel getirecek şekilde yorumlanması da olası değil.
Peki tüm bu politik çekişmelerde, neredeydi Rumların kahramanlıkları ve VETO’ları. Ben 3 Ekimde yer alan nefes kesici müzakere çerçeve belgesi sürecinde, Rumları meydanlarda kükrerken görmedim. Esameleri bile okunmadı. Tam tersine adeta kağıttan bir kaplana benziyorlardı.
Özellikle de, İngilizlerin Rumlara en hassas oldukları noktada şantaj yapmalarından sonra tamamen sus pus olup bir köşeye çekildiler.
Bence, süreç söylendiği kadar zorlu geçmeyecek ve gene söylendiği gibi de 10-15 yıl sürmeyecek. Aksine bu yeni jenerasyon ile, akıllı çalışkan, girişken, yaratıcı ve iş bitirici jenerasyon ile sadece 7-8 yıl süreceği inancındayım.
Bu göz yaşları, timsah göz yaşları mı? yoksa mutluluk gözyaşları mı? yoksa sahte göz yaşları mı? Bir türlü karar veremedim.
Rumlara göre veya daha doğrusu Papadopulos’a göre Kıbrıslı Türklerin ekonomik sıkıntıya sürükleyen izolasyonlar Kıbrıs Rum tarafından kaynaklanmıyormuş.
Bu işe aslında onlar da çok üzülüyormuş ve de Kıbrıslı Türklerin yaşam düzeylerinin iyileştirilmesine karşı değillermiş.
Kıbrıs Rum tarafı olarak Kıbrıs’ın birleşik olarak AB’ye girebilmesi için insanüstü bir çaba harcamışlar ama uygulanan ağır baskılar ve Kıbrıs Rum toplumunun endişelerinin göz ardı edilmesinden dolayı, üyelikten sadece bir hafta önce 24 Nisan 2004’te Kıbrıs halkının referandumuna sunulan dengesiz ve adaletsiz planı reddetmek zorunda kalmışlar.
Aslında Kıbrıslı Rumlar çözümü değil, söz konusu çözüm planını reddetmişler. Ada da en çok barışı onlar istiyormuş ama, Türklerin kurulacak yeni devlette azınlık olmaları ve yönetime katılmamaları kaydı ile barış istiyorlarmış.
Dün bunların hepsini bir çırpıda Papadopulos’un has adamı ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti sözcüsü veya diğer bir tabirle Papadopulos’un özel borazanı Kipros Hrisostomidis söyledi.
Limanlarımızı ve havaalanlarımızı kapalı ve yasa dışı olarak ilan eden zaten Rumlar değil Rodezya hükümetiydi. Rumlar açılmalarını çok istemişlerdi ama ne yapsınlar ki ellerinden bir şey gelmedi.
Azerbaycan Ercan havaalanına direkt uçuş yapmak istediğinde, Rumlar bu uçuşları desteklemişlerdi ama AB maalesef uçuşlara karşı Azerbaycan ile ilişkileri kesmek tehdidinde bulunduğundan, Rumların bütün iyi niyet çabalarına rağmen Azerbaycan direk uçuşları durdurmak zorunda kalmış. Na’psın Rumlar. Hep bizim iyiliğimizi istiyorlar ama başkaları bu işi bozuyor.
Bu nedenle de ambargolar bir türlü kalkmıyor. Bütün bunlar Rumların gözlerini yaşartmış.
Aslında Rumların gözlerindeki yaşların bir başka nedeni de, Lüksembourg’da gerçekleşen kulis faaliyetleri sırasında AB dönem başkanlığını yürüten İngiltere tarafından, müzakere çerçeve belgesinde yer alan Türkiye’nin Rum yönetimi karşısındaki “yükümlülüklerine” ilişkin değinmelerin, başkanlık tarafından yapılacak “aydınlatıcı açıklama ile güçsüzleştirilmesinin” Rum yönetimi tarafından kabul edilmesi için, Rum yönetimine büyük baskılarda bulunulmasından dolayı imiş. Ve Rumlar pes etmiş.
Hatta İngiltere bu konuda o kadar ileri gitmiş ki, Rumlara karşı Kıbrıs sorununu ve özellikle KKTC’nin tanınmasını ortaya koymuş ve Rum hükümetine “siyasi şantaj” yapmış.
Demiş ki; eğer su koyarsan,
1. Kıbrıs sorunu çözülmeyecek ve Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün daimi hale gelmesi koşulları oluşacak.
2. Türk askerlerinin Kıbrıs’tan çekilmesi hiçbir zaman söz konusu olmayacak.
3. Sözde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gelecekte tanınması için koşullar oluşacak.
4. Katılım müzakerelerine başlama konusunda Türkiye’nin olası reddinin “tarihi sorumluluğu” Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne yüklenecek ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti de bunun siyasi bedelini ödeyecek.
5. Sonra da Rumlar kına yakacak.
Bu şantajdan sonra özellikle Avusturya ile İngiltere arasında buzlar eriyince Rum yönetimine yönelik baskılar daha da artmış ve Türkiye’nin müzakere çerçeve belgesindeki 7.ci paragrafı reddettiği şeklideki bilgilerin gelmesinin ardından yalnız kalmaktan korkan Rum yönetimi, baskılara boyun eğerek İngiltere’nin “aydınlatıcı açıklama” yapmasını kabul etmiş.
İşte Rumlar buna çok üzülüyorlar ve göz yaşı döküyorlar.
Birde, ABD’li yetkililerin Türkiye’nin müzakerelere başlamasından dolayı duydukları “sevinci saklamamaları”, Rumları iyice perişan etmiş ve gözlerini sulandırmış.
Dedim ya ben anlamadım bu göz yaşlarını. Timsah göz yaşı mı?, sevinç göz yaşı mı? yoksa gerçek göz yaşı mı?
AB Konseyi Başkan Yardımcısı ve Ulaştırmadan Sorumlu Komiseri Sayın Jacquest Barrot, “Denizcilik Kıbrıs 2005” aldı seminere katılmak üzere Kıbrıs’ın güney tarafına geldiniz bu gün de bizim tarafa geliyorsunuz.
Hoş geldiniz.
Yaptığınız konuşmada Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) gemi ve uçaklarına uyguladığı “ambargoya” değindiniz. Türkiye’nin bugünkü görüşünde ısrar etmeye devam etmesi halinde Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin duracağını söylediniz. Oynana oyunda da “Türkiye’nin saygı duyması gereken kurallar bulunduğunu” ifade ederek, “tüm meslektaşları adına konuşma hakkı olmasa da bile kendi bölümünün, yani Ulaşım başlığının bu koşullar altında müzakerelere açılmayacağını” söylediniz.
Ben sadece bizim politikacıları popülist diye bilirdim. Avrupa’lı parlamenterlerin popülist olmadıklarını, insanlara duymak istedikleri yerine gerçekleri söylediklerine inanırdım ama siz bu inancımı yıktınız.
Ben beklerdim siz, Rumlara, bizlere uyguladıkları insanlık dışı ambargoya son vermelerini, AB Konseyi Başkan Yardımcısı ve Ulaştırmadan Sorumlu Komiser olarak yani AB içinde çok yetkili bir bürokrat olarak Mağusa ve Girne deniz limanları ile Ercan ve Geçitkale havaalanları üzerine koydukları ambargoları kaldırmaları gerektiğini söylemenizi bekliyordum.
1960 Zürih ve Londra Anlaşmaları ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini 1963 yılında, başarı ile uygulamaya koydukları AKRİTAS planı ile gaspettiklerini, üstüne üstlük Türkleri de “İsyancı azınlık” olarak dünyaya tanıttıklarını söylemenizi beklerdim.
Ama beni çok yanılttınız.
24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandum’da Kıbrıs Türkleri “EVET” demesine rağmen ve de siz AB’nin Konseyi Başkan Yardımcısı ve Ulaştırmadan Sorumlu Komiseri olmanıza rağmen niye hala daha bu Kıbrıs’ın kuzeyindeki veya adını anmaya korktuğunuz KKTC’deki deniz ve hava limanlarına acımasızca uyguladığınız ambargoları kaldırmadınız.
Rumlara yaptığınız popülist konuşmanın içeriği ile ilgili olarak Türkiye, Mayıs ayı içinde Rumlara seslendi ve “Siz Kıbrıs’lı Türklerin deniz ve hava limanlarına uyguladığınız ambargoları kaldırın ben de size uyguladığım ambargoları kaldırayım, siz KKTC’yi tanıyın, ben de sizi tanıyayım” içeriğinde son derece güzel, mantıklı, savunucusu olduğunuz insan haklarına saygılı ve çağdaş bir öneri yaptı.
Rumlara hikaye okuyacağınıza ve herkesin bildiklerini tekrarlayıp söyleyeceğinize niye oturduğunuz makamın size verdiği inisiyatifini ele almadınız ve Rumları Türkiye’nin çağrısına uymak konusunda uyarmadınız. Böyle bir çağrı yapsaydınız belki de adaya barışın daha erken gelmesine yol da açabilirdiniz.
Niye AB’nin Yunanistan ve Kıbrıs’lı Rumların dışındaki diğer 23 üyesine Türkiye’nin bu son derece insan haklarına saygılı ve çağdaş bir önerisini ciddi olarak iletmediniz.
Kolay olan Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) gemi ve uçaklarına uyguladığı ambargoyu eleştirmek ve Türkiye’nin bugünkü görüşünde ısrar etmeye devam etmesi halinde Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerinin duracağını söylemekti, siz de aynen bunu yaptınız.
Bence zoru seçmeliydiniz.
Zaten Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini AB’ye almakla büyük bir hata ettiniz.
Bari hatalarınıza hata katmaya devam etmeyin. Biraz da Rumlara baskı yapın…