Bundan sonra ne olacak

Bundan sonra ne olacak

Dün öğleden sonra baskılara dayanamayan Avusturya geri adım attı ve AB Müzakere Çerçeve Belgesi üzerinde anlaşarak gece geç saatlerde Ankara’ya gönderdi ve Ankara’da Çerçeve Belge’sini onaylayarak, yeni bir süreci başlattı.

Aslında dün başlayan bu yeni süreç, dünya üzerinde de yeni bir dönemin başlangıcı olacak.

Medeniyetler çatışmasına son verecek, kökten dincilerin terör girişimlerindeki haklılıklarını zayıflatacak ve dünya üzerinde yüz yıllardır süregelen Hıristiyan-Müslüman ayrılığına son verecek yepyeni bir dönemin kapıları açıldı.

Müzakere Çerçeve Belgesi hazırlanırken, diplomasi ve metni diplomatik bir dille yazmak hüneri de en son raddesine kadar zorlandı ve başarı ile de uygulandı.

Müzakere Çerçeve Belgesi’nde Avusturya’nın metne girmesi için büyük çaba gösterdiği “imtiyazlı ortaklık” ifadesi yok. Bu ifadenin olmaması  Türkiye’yi çok memnun etti. Buna karşın Türkiye’nin ortaklığının nasıl olabileceği 49.cu maddeye atfedildi. 49.cu madde de “İmtiyazlı Ortaklığı” bir seçenek olarak içeriyor. Bu ifadenin olması da Avusturya’yı çok memnun etti. Yani şimdi herkes memnun müzakere çerçeve belgesinin içeriğinden. Hem Türkiye memnun edildi hem de Avusturya. Her ikisinin de istediği oldu.

Metinde ayrıca Türk tarafını rahatlatacak bir düzeltme daha yapıldı.

Üçüncü tarafların uluslararası kuruluşlara katılımını düzenleyen ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin ima edildiği 5’inci maddeye yapılan ekle Türkiye’nin itirazları yumuşatıldı.

Türkiye, söz konusu maddede bulunan “AB üyelerinin uluslararası organizasyonlara katılımını engellememe” ifadesine itiraz etmişti. Türkiye’nin itirazlarını göz önünde bulunduran AB yetkilileri, bu maddeye ek olarak “bu madde tarafların uluslararası kuruluşlardaki karar süreçlerine halel getirmez” ifadesini koydu.

Yani Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin NATO’ya girmek istemesi durumunda VETO hakkını kullanabilecek. Zaten Yunanistan NATO üyesi. Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin NATO’ya üye olmak istemesi düşük bir olasılık ve üye olmasa da, istediklerini Yunanistan kanalı ile yapmak şansına sahip. Kaçırdığı tek olanak, iki NATO üyesi ülkenin, silahlı çatışma içine giremeyeceği maddesidir. Buna göre de eğer Kıbrıs’lı Rumlar NATO’ya girebilmiş olsalardı Kıbrıs adası içinde hiçbir zaman Türkiye ile sıcak bir çatışmaya girmemek garantisini elde etmiş olacaklardı ama Türkiye’nin AB ile müzakerelere başlaması ile bu olanağı gene elde etmiş oldular.

4.cü madde, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini, müzakereler sonuçlanmadan tanımasını ön görüyor. Bu madde, Kıbrıs’lı Rumları bayağı memnun etti. Buna karşın, Türkiye’de bu maddeden çok memnun çünkü tanıma için bir tarih kısıtlaması yok. Zaten Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyetini tanıyacağını Ek protokole ilave ettiği deklarasyon ile taahhüt etti. BM’de müzakereler bitip yeni adı ile “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” kurulduğu vakit, hem bu Kıbrıs devletini tanıyacağını hem de hava ve deniz limanlarını bu devletin bayrağını taşıyan gemi ve uçaklara açacağını açıkça belirtti. Bu maddeden de taraflar memnun.

Aslında Müzakere Çerçeve Belgesinin tüm içeriği, tarafları memnun edecek şekilde kaleme alınmış.

Peki bundan sonra ne olacak.

Belgenin ilk bölümünde, müzakerelerin kuralları, ikinci bölümde müzakerelerin özü, üçüncü bölümde ise müzakerelerin prosedürü var. Yani bu da demektir ki, Müzakereler hemen başlamayacak. Önce uyum ve uzlaşma programı yapılacak. Tüm başlıkların içerikleri ve alt başlıkları karşılaştırılacak ve görüşülmesi gereken yerler taranıp tespit edildikten sonra müzakereler başlayacak.

Ne zaman başlayacak bu müzakereler. Aralık sonunda veya Ocak başında. Şimdilik gözüken tarih bu.

Bir de artık AB içinde hiç kimsenin elinde VETO kartı olmadığı var ki bu en önemli nokta. 17 Aralık’ta hangi koşullar konmuş ise, 3 Ekimde yayınlanan Müzakere Çerçeve Belgesi içinde ne varsa o. Hiçbir üye artık aklına eseni müzakereler süreci içinde masaya koyamayacak…

4 Ekim 2005
Bundan sonra ne olacak için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB’nin eli sanıldığı kadar kuvvetli değil

AB’nin eli sanıldığı kadar kuvvetli değil

Dün akşam yaşananlar ve bu gün yaşanacak olanlar tam bir “Yapay Gerilim”. Sonuç belli, olacaklar belli ama birileri boşu boşuna kriz yaratıyor ve gerginliği tırmandırıyor.

Türkiye’nin söz konusu olduğu müzakerelerin veya görüşmelerin çoğunda ben bu taktiğin uygulandığını hatırlıyorum. Bu ne ilktir, ne de son olacaktır. 17 Aralık 2004 akşamı hatırlarsanız Başbakan Erdoğan uçağının motorlarının çalıştırılması talimatını vermişti, rest çekip geri dönmek için….

Avusturya AB içinde önemsiz ve güçsüz bir ülke. Zaten yıllarca Doğu Bloku ile Batı arasında tarafsızlığını korumaya çalıştı ve tarafsız bölge imajı yarattı. Bunu başardı da. Biliyorsunuz Avusturya 3.cü etapta AB’ye girdi. Yani AB 9 üyeli iken katılan yeni 6 üyenin içinde yer aldı ve AB 15 üyeli oldu.

Şimdi perde arkasında Avusturya’nın kolunu ABD büküyor. Büyük bir olasılıkla bu gün Avusturya’nın hırçınlığı son bulacak.  Türkiye’nin AB’ye rest çekmesi ve sırt dönmesi durumunda Avusturya, böylesi bir krizin sorumluluğunu tek başına üstlenemeyeceğini çok iyi biliyor. Saygınlığını yitirme sürecine girmiş olan AB, Avusturya’nın bu davranışı ile büyük bir darbe daha yiyecek. Hem Anayasası yok, hem de içinde durulmaz bir çalkantı var.

Dün akşam yemekten sonra masaya konan Müzakere Çerçeve Belgesi, üç bölümden oluşuyor. Belgenin ilk bölümünde, müzakerelerin kuralları, ikinci bölümde müzakerelerin özü, üçüncü bölümde ise müzakerelerin prosedürü yer alıyor.  Belgenin sonunda yer alan bölümde ise müzakerelerde ele alınacak konuları belirleyen 34+1 bölüm başlıkları yer alıyor.

Müzakere Çerçeve Belgesi’nin müzakerelerin kuralları bölümünde daha çok Türkiye’den beklentilere yer verilirken, müzakerelerin askıya alınması koşullarına da açıklık getiriliyor.  Belgenin müzakerelerin özü başlıklı ikinci bölümünde ise “AB müktesebatı”na ilişkin sorumluluklar yer alıyor.

AB’ye katılımın, birlik sisteminin ve birliğin müktesebatı olarak bilinen kurumsal çerçevenin getirdiği hak ve yükümlülüklerin kabulü anlamına geldiği vurgulanan bu bölümde, Türkiye’nin, bu müktesebatı katılım zamanındaki şekliyle uygulaması gerektiği ifade ediliyor.

Ayrıca, mevzuatın uyumlu hale getirilmesine ek olarak, katılımın aynı zamanda müktesebatın zamanında ve etkin şekilde uygulanması anlamına geldiği de vurgulanıyor.

Müzakere Çerçeve Belgesi’nin üçüncü bölümünde ise ”müzakere prosedürü” sırasında izlenecek yola yer veriliyor. AB Komisyonu’nun, müktesebatı Türk yetkililere anlatmak, Türkiye’nin belli alanlarda müzakerelerin başlatılabilmesi için ne derece hazırlıklı olduğunu değerlendireceği ifade edilen bu bölümde ise AB Komisyonu’nun müzakereler sırasında gündeme gelmesi en muhtemel olan sorunların emarelerini önceden elde etmek için, tarama olarak adlandırılan resmi bir süreç çerçevesinde müktesebatı inceleyeceği hatırlatılıyor.

Müzakereler başladığı vakit Lefkoşa’nın ve Atina’nın elinde artık VETO silahı olamayacak.  Üyelik müzakereleri sırasında Türkiye’ye herhangi bir yaptırım öngörülmüyor. Bu nedenle Rumların ve Yunanlıların Türkiye’ye uluslar arası hukuka uyması konusunda baskı yapma olanakları da artık yok. Yani kısaca ve özetle, hayali taleplerle Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile Yunanistan’ın, Türkiye’nin AB ile müzakerelerini kesmek veya müdahale etmek hakları ellerinden alındı.

Konuların görüşülmesi için üye ülkelerin 1/3 olumlu oyuna gereksinim var ve kararlar da oyçokluğuyla alınacak. Bu nedenle Rumların ve Yunanlıların elinde koz gibi gözüken VETO’ları da böylece toprağa gömülmüş oldu. Bu ikilinin veya AB’nin Don Kişot’u Avusturya’nın artık çıkarabilecekleri en büyük engel, müzakere başlıklarının kapatılmasını geciktirmekten öteye olamayacak.

Hayırlısı. Gün doğmadan neler doğacak bakalım….

3 Ekim 2005
AB’nin eli sanıldığı kadar kuvvetli değil için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Dün Kıbrıs’lı Rumların Cumhuriyet Bayramıydı

Dün Kıbrıs’lı Rumların Cumhuriyet Bayramıydı

16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildiğinde, biz babamın görevi nedeni ile Larnaka’daydık ve bende küçük bir çocuktum. Bu ilan edilen Cumhuriyetten de hiçbir şey anlamamıştım. Okula gittiğimiz günlere rast gelse, tatil olacağı için bir mana ifade edecek, bir şekilde beni sevindirecekti ama, zaten yaz tatilindeydik. Ne okul tatil oldu, ne de benim oyun ve deniz düzenim bozuldu. Bu nedenle o gün ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti benim için çok da önemli olmamıştı. Zaten ne olup bittiğini de anlamamıştım.

Dün Kıbrıs’lı Rumların Cumhuriyet bayramıydı. Gerçi hukuken ben de o Cumhuriyetin bir çocuğu ve vatandaşıyım ama, gel gör ki, bu bayram benim Cumhuriyet bayramım değildi.

Benim 2 tane Cumhuriyet bayramım var. Biri Türkiye Cumhuriyeti’ninki 29 Ekim’de, diğeri de 15 Kasım’da KKTC’nin ki.

Dün hiç işim gücüm yokmuş gibi oturdum ve kutlamaları seyrettim. Resmi geçit Lefkoşa’nın Rum kesiminde bir bölge olan Strovolo’daki Yosif Haciyosif Caddesi’nde saat 11.00’de  başladı.

Başladı başlamasına da ben hala niye bu Rumların “sözde” Cumhuriyet Bayramları 1 Ekim’de diye de bayağı merak ediyorum.

EOKA’nın (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston, Kıbrıs’lı [Rum] mücadelecilerin Milli Teşkilatı [veya Organizasyonu])  kuruluş tarihi 1 Nisan 1955. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı 16 Ağustos 1960.

1 Nisan ile 16 Ağustos’u toplayıp ikiye bölsem gene 1 Ekim etmez. Ben anlamadım gitti ya bu 1 Ekim nerden çıktı. Neyse…

Resmi geçidin selamını Tasos Papadopulos ve Yunanistan Milli Savunma Bakanı Spilios Spiliotopulos aldı. Biri Kıbrıs’lı Rum diğeri de Yunanistan’lı Rum.

Ve Tasos Papadopulos, yaptığı konuşmada hızını alamadı, çenesini tutamadı ve gaza gelerek söyledikleri sözler içinde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 45 yıllık yaşamı ve süreci, hiçbir tehlike karşısında durmadı. 1963’teki Kıbrıs Türk ayaklanması onu yaraladı, 1974’teki darbe ve Türk istilası sakatladı” dedi sonra bir başka yerde “Süregelen işgal nedeniyle adanın kuzeyindeki kontrolünü geçici olarak uygulayamasa bile, Uluslar arası hukuka tabi, adanın tamamı üzerinde egemenliği olan tek devlettir” deyiverdi. Arkasından bir başka yerde  de “Kıbrıs sorunu uluslar arası bir sorun olarak BM çerçevesinde olmaya devam ediyor ve çözmek için mücadeleye bu çerçevede devam etmemiz gerekir.  Ayrıca Avrupa Birliği’ni ve Kıbrıs’ın AB üyeliğinin sağladığı olanakları değerlendiriyoruz ” sözlerini söyledi.

Bu sözler çok masumane gözükse de, hiçte öyle değil.

1.ci bölümde büyük bir ustalıkla, mimarları arasında kendisinin de olduğu AKRİTAS planı uyarınca 1963 yılında Türklere yaptıkları saldırıları, hem kendi vatandaşlarına hem de dünyaya “Kıbrıs Türk İsyanı” diye sattılar ve şimdi de  mağdur olarak bunun arkasına saklanıyorlar.  Bizi de utanmadan “İsyancı” diye suçluyorlar. Pes vallahi.

2ci bölümde, sırtlarını AB’ye dayadıkları ve AB güvencesini arkalarında hissettikleri için artık adanın güney yarısı değil tümü üzerinde egemen olduklarını açıkça söylüyorlar. Gerçek şu ki, “söyleyene değil söyletene bakın” sözünü boşuna atalarımız söylememiş.

Son bölümde de, Birleşmiş Milletler’in, Kıbrıs sorununa artık bu sefer Avrupa Birliği’nin de müzakerelere daha aktif katılımıyla çözüm bulma sürecine gireceğini söylüyor.

Yani eğer bir yanlışlık olursa ve de BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs sorununa çözüm bulmaya karar verirse, Kıbrıs konusu BM’de tartışılırken veya oylanırken Türkiye oylarını 1’den itibaren saymaya başlarken ben oylarımı saymaya 25+1’den başlayacağım diyor Rumlar. Yalan da değil hani….

Bilin bakalım bu çantada keklik addedilen ama AB üyesi olmayan 1 oy kimin. İp ucu vereyim. Adı “R” ile başlıyor ve “a” ile bitiyor.

Ne AB ne de BM, bizim için pek de “Hayırlı” gözükmüyor…

2 Ekim 2005
Dün Kıbrıs’lı Rumların Cumhuriyet Bayramıydı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Rumların sevinci beni de keyiflendirdi

Rumların sevinci beni de keyiflendirdi

Avrupa Parlamentosu kararı açıklandıktan ve COREPER’in bir türlü 3 Ekim AB-Türkiye Müzakere Çerçevesi içeriğinde anlaşamayıp sürekli ertelenmesinden sonra dün Kıbrıs Rum tarafında çıkan gazetelerin tümünü okudum ve büyük bir keyif aldım.

Gerçekten de yazılanlardan büyük keyif duydum.

Dünkü Rum basınına göre Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili kararı nedeniyle Rum tarafında da, benim gibi, büyük bir “keyif hâkim”. Tabi benim keyfim Rumların keyfinden kaynaklanıyor ya o da başka.

Dünkü yazılı basına göre, en sağından en soluna, en yeşilinden en kırmızısına, en Hıristiyanından en halkçısında kadar bütün Rum siyasi partileri, Avrupa Parlamentosu’nun ilgili kararını Rum hükümetiyle aynı şekilde okumuş ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne ve Avrupa Birliği’ne karşı bütün yükümlülüklerini yerine getirmesi için Türkiye’ye baskı yapılmasını beklediklerini açıklamışlar. Hatta bazıları az bile bulmuş istenenleri.

Keyfim nereden kaynaklanıyor biliyormusunuz? Rumların gerçek yüzlerini, yıllardır maske arkasında saklayıp bize göstermediklerini yüzlerini nihayet net ve açıkça görmekten kaynaklanıyor.

Bakın aşağıda, en iyisinden en kötüsüne, Türk dostu diye geçinenler dahil, Türklerle kardeş kardeş, kucak kucağa beraber yaşayabiliriz diyenler da dahil olmak üzere tümünün neler dedikleri var.

Öncelikle, hem Türk dostu gözükenler hem de Papadopulos, zaferin kendilerine ait olduğu söylüyorlar ve neredeyse de kapışmak üzereler.

Rum muhalefet kanadı AP’nin ilgili kararının, Avrupa Halk Partisi’nde kendi yaptığı girişimler sayesinde çıkmış olmasından dolayı mutluluklarını dile getirirken, iktidarın ortanca ortağı ve Papadopulos’un başkanı olduğu DİKO, bu başarının Başkan Tasos Papadopulos’a ait olduğunu iddia ediyor.

DİKO ‘Avrupa Parlamentosu kararında; Türkiye’nin işgal ordularını çekmesine yönelik net perspektif, Türkiye’nin Gümrük Birliği Ek Protokolünü AB bütün yeni üyeleri için hayata geçirmesi konusunda sert talep ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından tanınması tartışmasız hale getiriliyor’ görüşünü dile getirdi ve kararı Kıbrıs için ‘yeni bir önemli bir silah’ diye niteledi.

Yıllar önce Türklerle kardeş olduğunu açıklayan ve her zaman vede her koşulda Türklerle kucak kucağa yaşayabileceklerini iddia eden Rum Meclisi Başkanı ve dünyanın tek kalmış komünist partisi olan AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, AP’nin aldığı kararın Türk Başbakan’ın kendini beğenmişliğinin aşılması ve kendi şartlarını AB’ye dayatamayacağı konusunda Türkiye’ye yönelik açık, net ve güçlü bir uyarı olduğunu söylüyor.

Siz bu sözlerden ne anladınız. İçlerinde bir dostluk işareti var mı? Bence yok. Hepsinin hedefi fırsatı bulmuşken Türkleri ezmek. Yüzyıllardır bu fırsat ellerine geçmedi ve şimdi tam zamanı.

Anlayamadığım bir konu var. Bizleri yüzyıllardır hep düşman diye görmüş, hep düşman diye tanımlamış ve hala daha içlerinde en iyisi de en kötüsü de Türkleri cezalandırmanın ve ezmenin peşinde olan bu insanlarla niçin biz ortaklık peşindeyiz.

Bize karşı olan duygularının izleri daha dün tümünün ağız birliği etmişcesine söyledikleri ve yukarıda size aktardığım sözlerinde açıkça yatmıyor mu?.

Hiçbir zaman anlaşamayacağımızı, ortak yaşamımızın olamayacağını ve bu birlikteliğin asla yürüyemeyeceğini hala daha göremiyorlar mı?

Ben görmeye başladım bile…

1 Ekim 2005
Rumların sevinci beni de keyiflendirdi için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB’nin Türkiye’nin önüne koymak istediği 700 yıllık hesap

AB’nin Türkiye’nin önüne koymak istediği 700 yıllık hesap

Türkiye-AB  müzakereleri ile ilgili Avrupa Parlamentosunda evvelki gün yapılan konuşmalar ve oylama, bende aynen yukarıdaki çağrışımı yaptı.

Bunda yanıldığımı da hiç sanmıyorum.

Avrupa açıkça Türkiye’nin önüne son 700 yılın hesabını koyayım ve intikamımı alayım düşüncesi içinde.

Önce Fransa’ya bakın. İktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) ve Fransa Demokrasi Birliği (UDF) vekilleri, Türkiye’nin AB üyeliğine bayrak açtı ve 42 UMP ve 1 UDF vekili, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a çağrıda bulunarak Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlanmasına karşı olduklarını belirtti. Vekiller, “Türkiye ile müzakerelerin açılması fikrinden çok büyük tereddüt ve hatta samimi nefret duyduklarını” ifade ettiler.

Yanlış okumadınız. “Samimi nefret” duymaktalar.

Aynı milletvekilleri “Halkların arzularına karşı yarının Avrupa’sı inşa edilemez. Bu demokrasiyi reddetmek demektir” diyerek akıllarındaki  gerçek düşünceyi de nihayet ortaya koydular..

Ermeni konusunun ne işi var AB-Türkiye görüşmelerinde veya AP kararı içinde.

Amaç belli. Amaç “Üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” . Avrupa Parlamentosu Türkiye ile üyelik müzakerelerine 3 Ekim’de başlamayı kabul etti ama öbür taraftan da oyladıkları karar tasarıları ile bunu buza yatırmak istediler.

Açıkça Müzakereleri “Dondurmak” istemiyorlar ama “Buza yatırıyorlar”.

Avrupa Parlamento’su sert bir tartışmanın ardından, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlamasına ilişkin bir karar onayladı ama yüz yıllardır Avrupalıların akıllarında olan net bir siyasi mesajı da vermek amacıyla Ankara Anlaşması Ek Protokolü’nü onaylamayı erteledi.

Protokolün oylanması, Parlamento’daki en büyük siyasi grup olan Hıristiyan Demokrat’ların inisiyatifi ile ertelendi. 10.cu yüzyılda Müslümanların elinde olan Kudüs’ü geri almak için Haçlı seferlerini başlatan Avrupalı Hıristiyanların torunları olan günümüz Hıristiyan Demokrat’ları AP içinde çoğunluk olduklarından, politik karar almak yerine “Din esaslı” karar almayı yeğlediler ve “Avrupa Medeniyeti” veya “Batı Medeniyeti” imajının içine ettiler.

Türkiye’ye karşı çıkanlar ırkçılıkla bağlantılı görüşler ortaya koyuyorlar ve Dini – kültürel ırkçılık yapıyorlar. Türkiye’nin üyeliğine sadece ve sadece bir “İslam Ülkesi” olmasından dolayı karşı çıkıyorlar.

Tabi Avrupalı Parlamenterler, yüzyılların birikimini ortaya koyarlarken, komşumuz Kıbrıs’lı Rum Milletvekilleri de hiç boş durmadılar.

“DİSİ AP Milletvekili Yannakis Kasulidis Avrupa Komisyonu’nu ve Avrupa Parlamentosu’nu; protokolün hayata geçirilmesi ve limanlarla havaalanlarının açılması konusunda, aynen dini azınlıklar konusunun göğüslenmesinde, Ceza Yasası’nın 305. maddesinde,  Ermeni soykırımı, kadınların mitinginin  bastırılması, Orhan Pamuk meselesi ve Türkiye’deki ifade özgürlüğü konularında yaptıkları gibi, pas geçmek istemekle suçladı.

AKEL AP Milletvekili Adamos Adamu Türkiye’yi; Protokolü hayata geçirmeye ve Kıbrıs’ı tanımaya çağırarak, toprağını askeri işgali altında bulundurduğu  ve tanımayı reddettiği bir ülkenin üye olduğu bir birliğe üye olmak istemesini paradoks olarak niteledi.

DİKO AP Milletvekili Marios Matsakis de Avrupa milletvekillerini; ret oyu vermeye ve 3 Ekim gününü Avrupa için kara bir gün haline getirmemeye çağırdı.

Tam “Lafa bak hizaya gel”. Eğer müzakereler başlarsa “3 Ekim kara gün” olacakmış.

Şansa bakın. Biz bunlarla zorla ortak bir devlet kurmaya mecbur ediliyoruz,  Türkiye’de bunları resmen tanımaya zorlanıyor…Ne olacak sonra. Biz bunlarla dostça ve kardeş kardeş mi yaşayacağız…. Şüphelerim var.

30 Eylül 2005
AB’nin Türkiye’nin önüne koymak istediği 700 yıllık hesap için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar