Karşı Deklarasyon ne kadar önemli

Karşı Deklarasyon ne kadar önemli

Üstünde koparılan fırtına kadar önemli değil. Açıklandıktan bir gün sonra ben deklarasyonu tekrar okudum. Sonra gene okudum. Sonra gene okudum.

Tam Kıbrıs tabiri ile “Hikayeden düdük” veya “Osuruktan tayyare”. (Böylesi bir kelime kullandığım için okuyucularımdan özür dilerim ama tam tanımı da maalesef öyle)

AB’nin karşı deklarasyonu açıkça “Tek yanlı ve siyasi karakter taşıyor.” Belki de Rumca yazılsaydı daha iyi olurdu. AB’nin üstüne kurulduğu temel prensiplerin tamamen dışında. Üstelik hiçbir “kıymeti harbiyesi” yani değeri veya önemi de yok.

Gerek Türkiye’nin deklarasyonu, gerekse de AB’nin karşı deklarasyonu, AB yüksek organının eşdeğerdeki kararlarıdır. Her ikisi de aynı siyasi ve hukuki değeri taşıyorlar ve bir birinden ayrılmaları olanaksız. Bunlar gerçekte Türkiye’nin yönünü ve stratejisini belirleyen kararlar manzumesidir.

Türkiye’nin deklarasyonunun hukuki değeri yoksa AB karşı deklarasyonunun da hukuki geçerliliği yok. Buna ilaveten bu “karşı deklarasyon” hiçbir şekilde Türkiye için somut olarak ek taahhütler yaratmıyor.

Öncelikle şunu vurgulamam gerekiyor ki, karşı deklarasyon metni kendi içinde zaten çelişkilerle dolu. Başı var, kıçı yok. Yaptırımı var, tarihi yok.

AB karşı deklarasyonundaki ifadeler, gerek ek protokolün uygulanması, gerekse “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti”nin tanınması konularında açıkça “muğlak” yani nereye çekersen oraya uzayacak şekilde.  AB karşı deklarasyonunda ve Türkiye’nin yol haritasında, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni ilgilendiren konularda,  uygulama süresi açık. Ne başı var ne kıçı.

İlk deklarasyona kıyasla son AB deklarasyonundaki ifadelerde iyileştirme yapılmasına karşılık, AB karşı deklarasyonu Ankara Anlaşması Ek Protokolünün Türkiye tarafından uygulanması için her hangi bir takvim veya zaman kısıtlaması da içermiyor.  Ne de bir yöntem ortaya koyuyor veya tarif ediyor. Aynı karşı protokolde yer alan şimdiki hali ile mevcut Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin tanınmasıyla ilgili ifade ise tamamen belirsiz, tam bir “Osuruktan tayyare”.

Koşulları bu durumda olan “Karşı Protokol” Ankara için hiçte bağlayıcı değil.

Rumlar Türkiye’nin tepkisini göğüslemekte güçsüz kaldılar. Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti AB’ın eşit bir üyesi olmasına rağmen Türkiye’ye hiçbir baskı yapamadı ve yaptıramadı. Artık biliyor ki, Türkiye’nin AB ile müzakereleri başladığı zaman AB taleplerinin uygulanması için tek başına hiç bir şey yapamayacak. Tek başına zurnanın son deliği olmaktan başka seçeneği yok.

Üstüne üstlük, AB kulislerinde yoğun bir şekilde, Rum Yönetimi’nin AB karşı deklarasyonunun içeriğinde bulunan “güya” Türkiye’ye baskı unsurlarına karşılık taviz vererek Kıbrıs sorunuyla ilgili belirli değinmelerin müzakere çerçevesine dahil edilmesi hakkından vazgeçtiği söylentileri dolaşmakta. Bu nedenle bu aralar Papadopulos’un başı muhalefet ile bayağı dertte.

Türkiye, bütünlüklü bir çözüm olmadan mevcut Kıbrıs (Rum) hükümetini  tanımayacağını açıkça ortaya koydu.

Bu da ne demektir.

Müzakereler her şeye rağmen başlayacak ve büyük bir olasılıkla “Ulaşım” ile ilgili bölümün (Chapter) müzakere tarihi, Birleşmiş Milletler denetiminde yapılacak Kıbrıs görüşmeleri ile paralel gidecek ve B.M.’de Kıbrıs sorunu, tarafların kabul edeceği bir çözüme ulaştıktan sonra Türkiye yeni kurulacak iki toplumlu ve iki bölgeli “KIBRIS” devletini tanıyacak ve limanlarını açacak. Sonra da Türkiye, AB ile “Ulaşım” bölümünü müzakere edip uyumlaştıracak.

24 Eylül 2005
Karşı Deklarasyon ne kadar önemli için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB’de VETO kullanacak biri aranıyor

AB’de VETO kullanacak biri aranıyor

Yanlış okumadınız. AB içinde herkes atıp tutuyor ama, Fransa dahil hiç kimse tek başına VETO kullanmak niyetinde değil. İşin sonunda iç tribünlere oynayıp maç bittikten sonraki gün güneş ağarırken, Türkiye ile olan ekonomik ilişkiler gündemde yerini alacak.

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, yemedi içmedi ve AB üyesi ülkelere birer mektup gönderdi ve mektubunda Türkiye’nin Rum Yönetimi’ni tanımama politikasını değiştirmesi için AB üyelerinden oluşacak bir “Avrupa ülkeleri ittifakı” oluşturmak çağrısı yaptı. Tıpkı, Kasım 1095 tarihinde Papa II.ci Urban’ın Fransa’da bulunan Clermont şehrinde yapılan Konsey toplantısında Kudüs’ü ele geçirmiş Türklere karşı “Avrupa Birliği” çağrısı yaptığı gibi. Bu çağrıdan sonra Haçlı ordusu toplanmış ve 1.ci Haçlı Seferi başlamıştı.

Türkiye’nin yayınlamış olduğu deklarasyonla Rum Yönetimi’ni tanımadığını belirtmesine birçok ülkeden tepkiler gelmesine rağmen aralarında Rum Yönetimi’nin de bulunduğu hiçbir ülke açıkça Türkiye’ye karşı tek başına VETO uygulama kararı almak niyetinde değil. Bu nedenle Fransa AB içerisinde bir müttefik arıyor. İşin gerçeği gerek Fransa gerekse de diğer AB ülkelerinden hiçbiri Türkiye’ye karşı tek başlarına VETO uygulamanın sorumluluğunu yüklenmek istemiyor. Bu sorumluluk uzun vadede ülkesel çıkarları kökünden etkiyecek. Türkiye ile ilişkiler belki de onlarca yıl Türkiye tarafından buzdolabına konacak.

Türkiye 21.ci yüzyılda yükselen bir yıldız konumunda. Hiçbir babayiğit Avrupa ülkesi, Türkiye’yi karşısına almak istemiyor.

Fransa’nın aradığı müttefikin Kıbrıs Rum tarafı veya Yunanistan olması biraz uzak bir ihtimal.

Rum Yönetimi ile Yunanistan’ın VETO konusunda bir ikilem ile karşı karşıya oldukları kesin. Her iki ülke de, Türkiye’nin AB’ye katılmak arzusunun  Kıbrıs sorununda yeni tavizler doğurabileceğine ve Elen dünyasının çıkarlarına yeni koşullar yaratabileceğine inanıyor. Ancak her ikisi de Türkiye’nin son protokol imzası ile birlikte verdiği deklarasyonun ardından, Türkiye’ye veto uygulamak veya durumu olduğu şekliyle kabule etmek yönünde önemli bir ikilemle karşı karşıya kaldılar.

Kısa vadeli iç tribünlerinden elde edilecek sadece iktidardaki siyasi partiye yönelik politik kazanımlar veya uzun vadede Elen ırkı lehine elde edilecek kazanımlar. Daha bir türlü karar veremediler.

Fransa da öyle.

Türkiye büyük olasılıkla 3 Ekim’e kadar Kıbrıs’ı tanımayacak, üyelik müzakerelerinde durum, Türk tarafı için çetin bir yola girecek.

Eylül başında yapılacak AB Bakanlar Kurulu’nda Ankara’nın deklarasyonunun hukuki açıdan hükümsüz olduğuna karar verilirse ve de protokolün tam olarak uygulanması talep edilirse, Türkiye ile AB ipleri bir daha düğümlenemeyecek şekilde kopabilir.

Bu talep, Türkiye’de siyasi kargaşaya neden olabilir. AKP’yi Kıbrıs konusunda “Şahin”leştirebilir veya da iktidar olmak için kolları sıvamış fırsat kollayan “Şahin”leri yeniden yönetime getirebilir. Bu da Kıbrıs’ta birleşik bir devlet hayal olacağı ve Rumların kuzeyi artık sadece anılarında veya rüyalarında görebilecekleri demektir.

Türkiye’nin, Rum kesimini Kıbrıs konusu BM’de çözülmeden tanıması, hukuken başına çok belalar açacak. Tüm üst düzey siyasiler ve asker bu gerçeği biliyor.

Görünen o ki, 3 Ekim’e kadar konuşan çok olacak, tehdit eden çok olacak ama VETO olmayacak ve görüşmeler başlayacak..

9 Eylül 2005
AB’de VETO kullanacak biri aranıyor için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Türkiye’nin Restini AB görmek zorunda

Türkiye’nin Restini AB görmek zorunda

Erdoğan evvelki,gün ödül aldığı Ambrosetti Forumu’nda “Bizi AB’ye almazsanız, Kopenhag Kriterleri’nin adını Ankara Kriterleri olarak değiştirir, yolumuza devam ederiz” restini çekti.

Kopenhag kriterleri arasında Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini  tanıması yok, “İmtiyazlı Ortaklık” gibi bir tanımlama da yok. Geri kalan kriterlerin tümünü Türkiye yerine getirdi ve AB ile müzakerelere başlayabilmek için istenilen her şeyi tamamladı.

Bu gerçek çok net ve çok açık.

AB günden güne derin bir çıkmaza giriyor. Kökeninde sınır sorunu olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini bünyesine kabul etmeleri yatıyor. Artık bunu anlamaya başladılar. Kıbrıs’ta BM hakemliğinde aşılması gereken yılların birikimi bir sorun var iken ve bunun böyle olduğu AB Komisyonu tarafında da teyit edilmiş iken, Türkiye’den, “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” misali  Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanımalarını istemeleri ancak tuzak ve yüzsüzlük olarak tanımlanabilir.

Geçtiğimiz aralıktaki “Tanınma Konusu” zirvede çözüldü. Yunanlılar ve Kıbrıslı Rumlar o dönemde tanıma talebinden feragat ettiler ve Ankara’dan Gümrük Birliği’ni AB’nin 10 yeni üyesini de kapsayacak şekilde genişleten ‘Ankara Protokolü’nü imzalayacağı vaadini aldılar.

Bu vaadin arkasından tanınmanın kendiliğinden geleceğini düşünerek de seslerini çıkarmadılar. Şimdi bastırdıkları da o zaten.

Fransa ve Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğrudan ve devletler hukuku temel alınarak Türkiye tarafından tanınmasının söz konusu olamayacağını çok iyi biliyorlar. Daha işin başında Türkiye’den bunun haksızca ve hiçbir temele dayanmadan talep edilmesi, müzakereleri başlamadan başarısızlığa uğratır.

Ankara’da hiçbir iktidar, bu aşamada Rumlarının hâkim olduğu “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’”i tanıyamaz. Bu nedenle de Erdoğan dün, korkmadan ve zemini son derece güçlü bir şekilde  “Rest”ini ortaya koydu.

Niye Erdoğan Rest çekiyor.

Çünkü artık çok açık olarak ortaya çıktı ki, yaşanan sorun, AB’nin, üye bir ülkesini devletler hukukuna göre tanımayan Türkiye ile müzakereleri başlatması değil, Türkiye’yi arka kapıdan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanımaya zorlamak düşüncesi.

AB yolculuğunda başarısız olacağı düşünülen Türkiye,  beklentilere göre AB yolunda adımlar atarken, hatalar yapacaktı ve de telafisi zor tavizler verecekti. Ama bu ümitlerin tümü boş çıktı ve Türkiye beklentilerin aksine  sağlam adımlar atarak yolunda gidiyor.

Şimdi artık oyun yeniden başladı.

AB hukukçuları, Türklerin deklarasyonunda yasal bir sorun görmüyor. Buna karşın Yunanlılar ve Rumlar taviz peşinde.

Yunanistan,  Türkiye, Ege’deki taleplerinden vazgeçmez, Kıbrıs’tan askerlerini çekmez, askeri kuvvetlerinin düzenlenmesini ve yapısını değiştirmezse ve de “casus belli’”i iptal etmezse AB’ye giremez diyemiyor. Tren kaçtı. Bunları  ancak 17 Aralıkta söyleyebilirdi, kelime oyunları Türkiye’yi köşeye sıkıştıracağını sandı, ama şimdi köşeye sıkışan kendisi oldu. Bundan kurtulmaya çalışırken Kıbrıs’lı Rumlarla menfaat çatışması içinde düştü.

Rum Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu son açıklamasında “AB, Türkiye’nin tahrik edici deklarasyonunu ret etmeli ve bizim beklentilerimiz karşılanmalı, yoksa VETO edebiliriz” diyerek, Yunanlıların beklentilerinin içine etti.

Şimdi sorun Yunan-Rum blokunun içinde. Yunanistan’ın stratejisi Türkiye’yi AB zemininde tutmak ve pasifize etmek iken Rumların en büyük endişesi ve korkusu, Türkiye’nin resmen kendilerini tanımadan AB ile müzakereleri sürdürmesi.

Durum zor ve karışık.

Rumlar ve Yunanlılar kendi aralarında anlaşmak, AB’de içeride, zoraki tanıma taleplerini bastıran, Kıbrıs’ı sakinleştiren ve Türkiye’yi restleşmeye itemeyecek bir çözüm bulmak ve herkese kabul ettirmek zorunda.

4 Eylül 2005
Türkiye’nin Restini AB görmek zorunda için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB’de Kıbrıs hazımsızlığı

AB’de Kıbrıs hazımsızlığı

AB sınır sorunu olan ülkeleri bünyesine almama ilkesine rağmen, tarihi bir hata yaptı ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini, Birlik üyeliğine kabul etti.

Kıbrıs’ı çiğnedi çiğnedi ama lokmalar ağzında küçüleceğine büyüdüğü için bir türlü yutamadı. Şimdi bu hatasının hazımsızlığını çekiyor.

Tam tabirle “Aldı başına belayı”.

Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti hem şımarık hem de problemli. Ada olmasına rağmen tam bir “Apartman çocuğu”.

Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının dün İngiltere’nin Newport şehrinde yaptıkları Gayrı Resmi toplantı, Birliğin karar mekanizmasının ne denli ciddi bir sıkıntı içinde olduğunu gözler önüne serdi.

AB Dış İşleri Bakanları, Türkiye’nin kesin beyanı olan, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin, adanın kuzeyindeki Türk kesimini temsil ettiğini tanımadığını içeren deklarasyonuna nasıl yanıt verileceği konusunda bir türlü anlaşamadılar.

Artık deklarasyonda ne diyecekleri pek de önemli değil.  Mühim olan  3 Ekim’de Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlanmasını engelleyecek bir oybirliğini sağlayamadıkları önemli.

Kıbrıs midelerine oturdu ve bir türlü hazmedemiyorlar.

Türkiye’nin, 3 Ekim şartı olarak Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü 10 yeni üyeyi kapsayacak şekilde genişletirken, “Kıbrıs(Rum) Cumhuriyetini tanımama” beyanına karşı kendilerinin hazırladıkları “Karşı Deklarasyonun” ana hatları, Newport toplantısında aşağı yukarı belirlenmiş olsa da aralarındaki uzlaşmazlık,  deklarasyonun yayımını zoraki olarak 7 Eylül’e erteledi. Allah kerim 14 Eylül’e

Söz konusu taslağın şimdilik ana hatları şöyle:

1.     Bu deklarasyonun Türkiye’nin yükümlülükleri üzerinde yasal etkisi yoktur.

2.     AB, Türkiye’den protokolü tam olarak ayrımcılık yapmadan uygulamasını ve malların serbest dolaşımı ile ulaşım kısıtlamasının kaldırılmasını ümit eder.

3.     AB süreci 2006’da yakından izleyecektir.

4.     Türkiye, tüm AB üye ülkeleri ile hukuki ilişkilerini normalleştirmeli.

5.     Türkiye, BM’nin çabalarına destek verdiği için Kıbrıs sorununun çözümü için olanak sağlamıştır.

6.     AB bu deklarasyonla Türkiye’den taşıma alanı dahil malların serbest dolaşımı üzerindeki tüm engelleri kaldırmasını bekliyor.

Bu son madde tam çıngarın çıkacağı ve uzun süre sorun yaratacağı bir madde. Bunu AB başka anlıyor, Türkiye başka anlıyor.

Türkiye, malların serbest dolaşımı konusunda gemilerin limanlara yanaşmasını “hizmetler” kapsamında görüyor. AB ise bunu 17 Aralık koşullarının olmazsa olmazı olarak görüyor.

Bu nedenle 7 Eylül’de yayınlanması programlanan “Karşı Deklarasyon”da, “Türkiye’nin anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini tam yerine getirmediği sürece müzakere başlıkları açılamaz” ifadesi yer alabilir. Rumlar şimdi bunun için her kapıyı çalıp, Makyavel gibi her olanağı deniyorlar.

Buradaki ince ve hassas nokta,   Müzakere Çerçeve Belgesi’nde yer alan “Eşik” sistemi. Bu sisteme göre, Türkiye belli konularda AB’nin istediği “standartlar”a ulaşamazsa müzakere başlığı açılması ya da kapanması mümkün olmuyor.

Eğer Limanları açmak söz konusu standart kapsamında ise, müzakereler bir yere kadar gidip orada tıkanacak. Türkiye’ye “Ya limanlarını Kıbrıs Rum bayraklı taşıt araçlarına açarsın, ya da müzakereler duracak” denecek.  Artık bu olasılığın gerçekleşme payının çok yüksek olduğu gün gibi ortaya çıktı.

Türkiye’nin yapması gereken, Kıbrıs sorununun belki önümüzdeki 10-15 yıl içinde BM’de çözülebileceği olasılığına karşı “Ulaşım” başlıklı müzakere bölümünü en sona koymak olmalı. Belki böylece bu baskıyı şimdilik erteletip, atlatabilir.

3 Eylül 2005
AB’de Kıbrıs hazımsızlığı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB’de Türkiye sıkıntısı

AB’de Türkiye sıkıntısı

AB Dönem Başkanı olan İngiltere’nin, Türkiye’nin Rum Yönetimi’ni tanımadığına ilişkin deklarasyona karşı deklarasyon hazırlanması konusunda sunduğu yeni önerisi de kabul görmedi ve COREPER toplantısı 7 Eylül’e kaldı.

İngiltere’nin sunduğu öneri, ilk sunulan önerinin Rum istekleri doğrultusunda iyileştirilmişi olmasına rağmen bir karar alınamadı.  İngiltere’nin yeni önerisinde de ek protokolün uygulanmasıyla ilgili takvim konmazken Rum Yönetimi’nin Türkiye tarafından tanınması konusunda “de jure olarak ilişkilerinin normalleştirilmesi” ifadesi kullanıldı yani “İlişkilerin Resmi olarak normalleştirilmesi” kullanıldı ama gene Rumlar bunu beğenmedi.

Bu nedenle söz konusu ertelemenin sorumlusu ve kökeni Rumlar.

Rumlar, AB içinde ağırlığı olan ülkelerin desteğini alarak iki düzeyde hareket ediyor. Birincisi karşı deklarasyona, ek protokolün uygulanması konusunda net takvim konması için uğraşıyorlar. Bunun için 30 Mart 2006’da limanların açılmasını, 30 eylül 2006’da da hava alanlarının açılmasını istiyorlar.

İkincisi de Türkiye’nin “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti”ni tanıma gerekliliğiyle ilgili daha tatminkar bir ifade yerleştirilmesini istiyorlar. Nedir bu tatminkar ifade  İlişkilerin Resmi olarak normalleştirilmesi, yani resmen tanınma.

Tabi bu isteğe dün Pakistan Devlet Başkanı bir takoz koydu. Nerden nereye demeyin. Dün Pakistan resmen İsrail ile işbirliği yapacağını açıkladı ve Pakistan temsilcisi, İsrail yetkilileri ile el sıkışıp protokol imzaladı. Sonra da, Devlet  Başkanı Müşerref Pervez bir açıklama yaptı. Ticari ilişkilerin başlamasının, Pakistan’ın İsrail devletini tanıdığı manasına gelmediğini ve Pakistan’ın İsrail Devletini resmen tanımasının BM’de Filistin sorununun çözülmesi sonrasında olacağını vurguladı.

İşte bu sözler ve yaklaşım, Türkiye’nin elini son derece kuvvetlendirdi. Zaten kuvvetli idi ya, şimdi daha da kuvvetli oldu. Artık dünya politik arenasında, Türkiye’nin Ankara Anlaşması ek protokolüne ilave ettiği   deklarasyonun içeriğindeki Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini  BM’de Kıbrıs sorununun çözülmesi sonrasında tanıyacağı vurgulamasının bir benzeri daha var ve hukuken geçerli.

COREPER toplantısında nihai bir karar alınamaması ve toplantının 7 Eylül’e ertelenmesi, Türkiye’nin tavrını biraz da sertleştirdi.

Dün hem Başbakan Erdoğan hem de Dış İşleri bakanı Gül, birer açıklama-yorum yaptılar. Her ikisi de birbirine paralel ve çok net.

Başbakan Erdoğan Akdeniz Vakfı’nın Kurumlar Ödülü için düzenlediği törende yaptığı konuşmada küresel teröre karşı mücadelede Türkiye’nin AB üyeliğinin önemi konusunda mesajlar verdi. Mesaj bence çok açıkAB’nin isteyeceği hiçbirşey kalmadı”. Yani biz müzakerelerin başlaması için önümüze konan tüm koşulları yerine getirdik demeye getirdi.

Erdoğan artık Türkiye’nin vereceği hiçbir şeyin kalmadığını,  Kopenhag siyasi kriterleriyle ilgili ne yapılması gerekiyorsa hepsinin yapıldığını ve 17 Aralık’ta ne istenmiş ise onların da yerine getirildiğini açıkça vurguladı.

Türkiye’den müzakere süreci için artık daha fazla bir şey istenememesi gerektiğini, 3 Ekim’de müzakere sürecinin başlayacağını ve yolculuğun süresinin bu aşamada takdir edilemeyeceğini söyleyen Erdoğan Türkiye’nin 1996’daki Gümrük Birliği ile birlikte kurumlarını oluşturarak AB’ye hazır duruma geldiğini ve Türkiye’nin AB’ye katılan son 10 ülkeden bile daha hazır durumda olduğunu belirtti.

Bunun arkasından aynı saatlerde Dış İşleri bakanı Gül, AB deklarasyonunda kabul edilemez unsurların yer aldığını açıklayarak Türkiye’nin huzursuzluğunu ve endişelerini dile getirdi ve son sözünü de söyledi “Eğer AB, bize tam üyeliğin gerisinde bir şey önerir ya da yeni koşullar getirirse, bu kez bir daha dönmemek üzere çeker gideriz“.

Bunu daha evvel ima etmişti ama anlayan olmadı. Bu sözler bana artık bıçağın kemiğe dayandığını ve Rumların bitmeyen isteklerine gem vurulmaz ise, “Alın AB’nizi çalın başınıza” şeklinde hitap ediyor. En azından ben öyle anlıyorum.

2 Eylül 2005
AB’de Türkiye sıkıntısı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar