Benim için hayati önemdeki bir Akademik çalışma için zorunlu olarak sizlerden 14 gün ayrı kaldım. Bu çalışmamın sonucunu sizlere gelecek hafta içinde açıklayacağım. Zorunlu ayrılık için hepinizden özür diliyorum.
Türkiye’nin durdurulamaz atağı
3 Ekim yaklaştıkça, AB-Türkiye müzakerelerinin başlaması koşulu olan “Gümrük Birliğinin genişletilmesini ön gören protokol”da önem kazanmaya başladı.
Birçok kişi bu koşulu bir nevi çıbanbaşı olarak görüyor. Ama bana göre hiçte çıbanbaşı olabilecek önemde bir konu değil.
2002 yılının Türkiye’sine bakıyorum. Ekonomisine, enflasyonuna, ihracatına, gayrı safi milli hâsılasına ve komşuları ile olan ilişkilerine bakıyorum. Birde 2005 yılındaki Türkiye’ye bakıyorum ve yukarda belirttiğim konuları 2005 yılı itibarı ile değerlendirip 2002 yılı ile kıyaslıyorum.
2000’li yıllardaki Rusya’nın Kıbrıs ile ilgili inatsal tutumunu hatırlamaya çalışıyorum. Yıllardır süre gelen Rumların adada barış isteyen, Türklerin de barış istemeyen taraf olduğu konusundaki kafalarda adeta betonlaşmış kanıya bakıyorum.
2000’li yılların başında THY ve KTHY’den başka alanlarımıza inmeyen uçakları hatırlayıp Azebaycan’dan direk uçuşla geleceği müjdelenen uçağı bekliyorum.
Bence Türkiye’de 2002 yılında işbaşına gelen AKP hükümeti birçok tabuları yıktı ve Dış İşleri Bakanlığındaki deneyimli büyükelçiler ve diplomatlarla el ele vererek dış politikada müthiş bir atak başlattı.
2005 yılında Türkiye’nin tüm komşuları ile arası iyi ve sıcak dostluklar oluşturulmuş. Ekonomisi yükseliş trendinde, ihracatı 2002 yılı değerlerini ikiye katlamış, enflasyon tek haneli olmuş ve GSMH’sı nüfus artışına rağmen yukarı doğru giden bir grafik çizmiş.
Adada barış istemeyen tarafın Rumlar olduğu ortaya çıkmış. ABD, BM ve AB biz Türkleri sıkıştıracağına Rumlar üzerinde baskı kurmaya başlamış. Papadopulos her gün devirdiği çamlarla batı dünyasında neredeyse istenmeyen adam (persona non grata) konumuna girmek üzere.
Türkiye’nin son 3 yıldaki dış politikasındaki bütün bu gelişmeleri tekrar hatırladıktan sonra “Gümrük Birliğinin genişletilmesini ön gören protokol” konusuna geri dönelim.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İngiltere Başbakanı Tony Blair ile bir görüşme yapmak ve gümrük birliğinin genişletilmesini öngören protokolün Türkiye tarafından imzalanması konusunda Türk tarafının düşüncelerini aktarmak için perşembe günü Londra’ya gidiyor.
Karşılıklı oturup, İngilizlerin ünlü sütlü çayını içip geyik muhabbeti yapmayacaklar doğal olarak. İngiliz Başbakanı Tony Blair’in AB Dönem Başkanı olması nedeni ile bu görüşme çok önemli ve Türkiye tarafından protokolün imzalanması konusundaki en can alıcı noktayı oluşturacak. İşin ilginç yanı Blair, bu hafta başında, yani Erdoğan ile görüşmeden bir gün evvel Rum lider Tasos Papadopulos ile de görüşecek.
Derin kulaktan gelen bilgilere göre Blair bu görüşmede, Papadopulos’u protokol konusunda “tatmin etmeye” çalışacak ve aynı zamanda buna paralel olarak da kendisini Türkiye’nin müzakere çerçevesine itirazda bulunmaması konusunda ikna etmeye uğraşacakmış.
Mış diyorum. Bence hiçte mış değil. ABD’nin, BM’nin ve AB’nin neredeyse kara listesinin başında yer alana Papadopulos’a İngiltere bu görüşmede açıkça aba altından sopa gösterecek. Artık Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin eskisi kadar kredisi yok.
Hep beraber göreceğiz, Türkiye 1963/64 Ankara Anlaşması Ek Gümrük Birliği Protokoluna “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınmadığına” ilişkin tek taraflı açıklamasını ve yazılı çekincesini koyacak ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’de gıkını çıkaramadan 3 Ekimde müzakereler başlayacak
Kuzey Kıbrıs’ta yapılaşma, Şehircilik Dairesinin yıllar süren ısrarlı kısıtlaması ile bu güne dek hep yatay gelişti.
Bize ne kadar enerji zenginiyiz, ne kadar varlıklıyız ve ne kadar toprak fazlamız var ki yıllardır hep yatay yapılaşmaya zorlandık.
Bana göre bu yatay yapılaşma felsefesi ile toplumumuz yıllarca, parasal olarak, topraksal olarak ve ekonomik olarak cezalandırıldı.
İki ayrı yapılaşma tarzının artılarını ve eksilerini beraber yazılı düşünelim.
Birisi yatay yapılaşma diğeri dikey yapılaşma.
Yatay yapılaşma : KKTC’de yıllar önce başlatılan ve bu güne kadar sürdürülen şimdiki yapılaşma tarzı. Elli tane ev yapılacaksa, devletin veya toplumun sırtına sırası ile aşağıdaki masraflar yüklenmektedir.
1- 50 adet arsa
2- 1100 m. (3500 ft.) yol
3- 1100 m. Ana Su dağıtım borusu ve 50 su çıkışı.
4- 1100 m. Yer altı kablosu veya direkli elektrik dağıtım sistemi.
5- 22 adet elektrik direği ve 50 eve elektrik girişi
6- 1 adet küçük trafo
7- 1100 m. Pis su toplama sistemi
8- 50 adet ev temeli
9- Ve benzeri diğer küçük giderler.
10- Tarımdan koparılmış 50 arsa
Dikey yapılaşma : Küçük adalarda ve toprak sıkıntısı çekilen yerlerde uygulanan sistem. Örnek: New York, Singapur, Kuala Lumpur vb şehirler. Elli tane konut yapılacaksa, devletin veya toplumun sırtına sırası ile aşağıdaki masraflar yüklenmektedir
1- 10 adet arsa
2- 65 m. (210 ft) yol
3- 65 m. Ana Su dağıtım borusu ve 1 su çıkışı.
4- 30 m. Yer altı kablosu veya direkli elektrik dağıtım sistemi.
5- 2 adet elektrik direği ve 1 adet elektrik girişi
6- 1 adet küçük trafo
7- 65 m. Pis su toplama sistemi
8- 6 adet ev temeli
9- Ve benzeri diğer küçük giderler
10- Tarıma ayrılmış 40 arsa
Basit ve kaba bir kıyaslama örneği yukarıda aynen gördüğünüz gibi.
Şimdi siz bana söyleyin KKTC koşulları göz önüne alındığında, yatay yapılaşmamı daha mantıklı ve ekonomik yoksa dikey yapılaşma mı.
Aklınıza 30 yıldır kapalı olan ve temelleri 1965’li yıllarda atılan Maraş’ı getirin. Mağusa’daki Palm Beach otelden Maraş’a doğru bir bakın ve yukarıdaki kıyaslamaları bir daha aklınızdan geçirerek, KKTC’de yatay yapılaşma mı her yönden bize uygundur yoksa dikey yapılaşma mı uygundur.
Siz kararınızı verin. Sonra benimle hem fikirseniz, gelin hep beraber KKTC’de yapılaşmayı atık dikeye çevirelim… Biz yatay yapılaşacak kadar ne toprak zenginiyiz ne de boşa harcayacak paramız var. Dikey yapılaşma ile tasarruf edeceğimiz parayla toplum olarak yeni oteller, bilgisayar yazılım firmaları veya sanayi tesisleri kurabiliriz.
Briza, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yeni müsteşar yardımcısı ve çok değil daha 6 gün evvel, KKTC için Tayvan modelinin uygun olacağını yaptığı yarı resmi açıklama ile üstü kapaklı işittiren kişi.
ABD hükümeti, KKTC’ye uygulanan izolasyonunun kaldırılmasına karşılık Türkiye’nin liman ve havaalanlarının Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ait gemi ve uçaklara açması önerisini desteklediğini geçen hafta, ABD’nin Kıbrıs işlerinden de sorumlu olan yeni Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mathiew Briza’nın ağzından taraflara işittirmişti.
Mathiew Briza, Yunanistan’ın Tirajı haftada 32,000 olan “Kosmos Tu Ependiti” (Girişimcinin Dünyası) adlı gazetesine yaptığı açıklamada, “Gül’ün, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a uyguladığı ambargoların kalkması anlamına da gelecek olan, adanın tümüne yönelik izolasyonların kaldırılması önerisinin, tüm taraflar için ekonomik yararlar getirecek ilginç bir dinamiğin başlamasına sebep olacağını” söyleyerek konuya ciddiyet kazandı.
Mathews Braiza’nın Ağustos ayının ilk yarısında bölgeye gelecek olmasıyla ABD’nin Kıbrıs konusunda bazı hareketler başlatacağı kesin.
Bayan Laura Kennedy adaya gelip, perde arkasında Papadopulos’un kolunu kıvırınca, BM Genel sekreteri Annan’a önerilerini yazılı iletmek konusunda ısrarla OXI diyen Papadopulos hemen, Annan ile görüşmek ve önerilerini aktarmak için BM’ye temsilci göndermişti.
AB’ye tam üye olmanın rahatlığını yaşayan ve sırtını AB’ye dayamanın güvenini duyan Papadopulos, adanın tümünü ele geçirmek, Türkleri ikinci sınıf vatandaş yapmak, elimizden egemenliğimizi almak ve Türkiye’nin garantisini yok etmek için her yolu deniyor ve her tür girişimi yapıyor.
Bugünkü olgularla, oluşturulmuş bir güven yaratıcı önlemler paketi çerçevesinde küçük adımlar dahi yok.
Bu nedenle emin olun gelecek ay da Bayan Kennedy’nin yaptığı gibi aynı şey olacak ve Briza, gene Papadopulos’a aba altından sopayı gösterecek ve Kıbrıs konusunda bir adım daha atılacak.
Genel Sekreter’in raporundan da anlaşıldığına göre Kıbrıs konusu şu anda bir çıkmazda bulunuyor. İki taraf arasındaki uçurumun büyük. Annan planının Rumlar tarafından reddedilmesi ile 30 yıl önce başlanılan noktaya tekrar geri dönüldü.
Görünen o ki, işin sonunda Rumlar Annan planından daha kötü bir plan ile karşı karşıya kalacaklar ve 2004 Nisanında Planı reddettikleri için pişmanlık duyacaklar. Kuş ellerinden bir kere kaçtı. Plan kabul edilseydi, bir tek mermi atmadan ve beş kuruş harcamadan tüm Kıbrıs’ın yöneticileri olacaklardı. Bizlerde onların kulları olacaktık.
Artık gidişat çok farklı. Annan Planının Rumlar tarafından reddedilmesi ile Federasyon düşüncesi önemini kaybetti ve gündemde Konfederasyon var.
Briza’da aynı şeyi düşünüyor ve zemin hazırlamak için geliyor. Hayırlısı…
Türkiye, 1974’ten beri yaklaşık 3 milyar dolar yardım yaptığı KKTC’ye bu yıl da kesenin ağzını açtı. Ankara bu yıl Kuzey Kıbrıs’a 900 milyon YTL (900 trilyon lira) yardım yapacak.
Türkiye’nin Lefkoşa Büyükelçiliği, ilk kez 2005’te Türkiye’nin KKTC’ye yaptığı ve yapacağı yardımların raporunu yayımladı. Büyükelçi Aydan Karahan’ın hazırlattığı raporda, Türkiye’nin yaptığı yardımlar açıklamalarıyla birlikte verildi. Raporda, yardımın gideceği karayolları, eğitim, reel sektörü geliştirme, tarım, sağlık, havaalanları, limanlar, kamu hizmetleri projeleri içinde 600 yeni proje var.
AKP hükümeti, pakette 12 cami inşası için de ödenek çıkardı. ‘Din Hizmetlerinin Geliştirilmesi ve Katkı Projesi’nin faturası ise 3.5 milyon YTL (3.5 trilyon lira).
ABD hükümeti, KKTC’ye uygulanan izolasyonunun kaldırılmasına karşılık Türkiye’nin liman ve havaalanlarının Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ait gemi ve uçaklara açması önerisini desteklediğini dün ABD’nin Kıbrıs işlerinden de sorumlu olan yeni Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mathiew Briza’nın ağzından [resmen ?] açıkladı.
Mathiew Briza, Yunanistan’ın Tirajı haftada 32,000 olan “Kosmos Tu Ependiti” (Girişimcinin Dünyası) adlı gazetesine yaptığı açıklamada, “Gül’ün, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a uyguladığı ambargoların kalkması anlamına da gelecek olan, adanın tümüne yönelik izolasyonların kaldırılması önerisinin, tüm taraflar için ekonomik yararlar getirecek ilginç bir dinamiğin başlamasına sebep olacağını” açıkça dile getirdi.
Çiçeği burnunda ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mathiew Briza, ağustos ayı içerisinde Kıbrıs’a gelecek ve tarafları ayırım yapmadan ziyaret edecek. Aklında ve cebinde olan plan, “KKTC’yi ekonomik bakımdan güçlendirmek”. ABD’nin bu düşüncesinin “Kıbrıs Rum tarafının cezalandırılması olarak algılanmaması gerektiğini” de yaptığı açıklamada özellikle dile getirdi.
Şimdi ortada yeni bir olasılık daha var. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Washington’u ziyaret etmesi, ABD yetkililerince yüksek sesle telaffuz ediliyor ve Briza’ya göre bu ziyaretin olasılığı bayağı yüksek ve “ihtimal dahilinde”. Tabi hangi düzeyde olacağı şimdilik meçhul. En azından düzeyi belli olmasa bile resmi bir davet yapılacağı ve bu ziyaretin de resmi bir ziyaret olacağı kesin.
Dış politika gurularının yaptığı yoruma göre Briza’nın bu açıklamalarının iki amacı bulunmakta.
İlk ve temel amaç “Kıbrıs’lı Türklerin ekonomik ve siyasi anlamda güçlendirilmesi yönündeki Türk talebinin desteklenmesi”
İkinci amaç ise, “Türkiye’nin gümrük birliği protokolünü uygulamaya koymasının kolaylaştırılması”.
Peki bunun arkasından ne gelecek. İlk kez Dış İşleri Bakanı Serdar Denktaş tarafından ortaya atılan “Kıbrıs için Tayvan Modeli” fikri hayat bulacak. Bu model Kıbrıs’ta çözüme gidilememesi durumunda, KKTC için en geçerli gelecek.
Şimdilik Kıbrıs’ta birinci hedef, Kıbrıs Rumlarıyla ortak bir oluşum yaratmak. Ancak Kıbrıs Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos, Kıbrıs Türklerini muhatap kabul etmek istemiyor ve bu sorun sanki, Türkiye ile Rumlar arasında bir sorunmuş gibi izlenim yaratmak istiyor.
Daha dün yaptığı girişimle Kıbrıs’ta ekonomik entegrasyonun tamamlandığını söyleyen Papadopulos bu kafada gittiği müddetçe ve uluslararası camia da onu çözüme zorlamadığı müddetçe Kıbrıs’ta bir çözüm bulunması mümkün değil. Zaten artık adada yaşayan iki toplum hızla ayrılığa gidiyor. Papadopulos da bu ayrılığı elinden geldiğince körüklüyor.
BM Genel Sekreteri iki tarafta da çözüm niyeti olmadığı müddetçe yeni bir inisiyatif başlatmayacağını söylüyor. Bu bir anlamda Kıbrıs Türklerinin cezalandırılmasına devam kararıdır. Ama artık bu böyle olmayacak.
Kıbrıs Türkleri belirsizlik altında yaşamaya mahkum edilemeyecek ve KKTC Türkiye ile birlikte kendi yolunu çizecektir.