Avrupa Birliğinin ilk 6 kurucusundan ikisi olan Fransa ve Hollanda’da yaşanan kriz çözümlenmedikçe, ne AB’nin genişleme şansı var ne de AB artık eski uyum ve çekiciliğinde olamayacak.
AB’nin kurulum fikrinin nasıl ve kim tarafından temelinin atıldığını hatırlamaya çalışın.
1945 yılının Mayıs ayında biten ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan II.ci dünya savaşından yeni çıkmış olan Avrupa daha yaralarını saramamış ve gördüğü olağanüstü büyük maddi, manevi ve insansı zararı giderememişken, 9 Mayıs 1950’de, zamanın Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, hükümeti adına yaptığı bir konuşmada ellerini, çok değil daha 5 yıl evvel ülkesini yerle bir eden Almanya’ya doğru uzatarak hem Avrupa’yı hem de dünyayı şaşırtan bir öneriyi ortaya atmıştı. Schuman, Avrupa uluslarının bir araya gelebilmesi için Fransa ve Almanya arasında çok uzun bir süreden beri var olan düşmanlığın ortadan kaldırılmasının şart olduğunu vurgulamış ve bunun da yolunun ekonomik birlikten geçtiğini belirterek, Avrupa’daki diğer ülkelerin de katılımına açık olacak, Fransız-Alman “kömür ve çelik” üretiminin ortak bir organizasyon altında gerçekleştirilmesini önermişti.
İşte AB’nin temellerini, o gün, bir Fransız olan Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman atmış ve bu teklife Almanya da sıcak bakınca, İtalya, ve BeNeLux (Belçika[B]-Hollanda[NL]-Lüksemburg [LUX]) ülkelerinin de katılımı ile AB’nin ilk nüvesi oluşturulmuştu.
Aradan 55 yıl geçtikten sonra bu altı kurucu ülkeden ikisi, AB Anayasasına “HAYIR” dedi.
Aslında kopan fırtına çok büyük. Şimdi artık ortada “BÜTÇE”de yok. Avrupa Birliği’nin iki kurucu üyesi Fransa ve Hollanda’nın anayasaya “hayır” demesi sonrası bütçe krizi ile karşı karşıya kalan birlik ülkeleri krizden çıkış yolları arıyor. Tüm bu krizler yetmezmiş gibi AB üyesi ülkeler arasında genişleme konusunda ise görüş ayrılıkları da giderek derinleşiyor.
Avusturya, Hırvatistan ile müzakerelerin “hemen ve derhal” başlatılmasını isterken, yanına Fransa, Hollanda, Danimarka’yı da alarak Türkiye konusunun birlik içinde yeniden değerlendirilmesini talep ediyor. Yani açıkça “Türkiye’ye AB’de yer yok, müzakereleri erteleyelim” demek istiyor.
Bu dörtlünün hem Hırvatistan için yaptıkları ayırımcı faaliyetlere, hem de Türkiye ile müzakerelerin ertelenmesi isteklerine İngiltere, İtalya ve İspanya şiddetle karşı çıkıyor.
AB içindeki dengeler çok kritik. Sanki Fransa hapşırdığı zaman bütün Avrupa nezle oluyor. Görünüşe göre Fransa’daki siyasi ve sosyal çalkantılar Avrupa’nın geri kalan kısmını ciddi bir şekilde etkileyecek. Fransa, içinde kaynayan bu krizi çözmedikçe, Avrupa’nın geliştirilmesi konusunda adım atılması çok zor olacak. Fransa’nın liderliğindeki Avrupa entegrasyonu artık sona ermiş gibi gözüküyor.
Türkçemizde bulunan “Nerede çokluk orada b..luk” deyimi, şimdi adeta AB için söylenmiş gibi. Bu hengamede Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin esamesi bile okunmuyor.
Bu koşullar ve gelişmelerden sonra, özellikle AB’nin Kıbrıs konusunda gösterdiği samimi olmayan acizliği, müzakerelerin başlatılması için Türkiye’nin önüne koydukları kabul edilemez şartlara, Ermenistan ve Fener Patrikhanesi ile ilgili dayatmaları dikkate aldığımda, artık Türkiye’nin AB’ye katılmak için çok da hevesli olmayacağını düşünüyorum.
Belki de ABD ile NAFTA benzeri bir anlaşma yapması, Türkiye için çok daha iyi ve hayırlı olacaktır.
Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Konsey toplantısı 16-17 Haziran tarihlerinde yapılacak.
Yapılmaya yapılacakta, perde arkasında, genişleme, anayasa ve Türkiye ile müzakereler konusunda sert çekişmeler ve restleşmeler var.
Konsey toplantısından sonra yayınlanacak olan sonuç bildirisinde yer alan genişleme paragrafları bildiriden çıkartıldı. Zirve sonuç bildirisinde genişleme bölümünde Türkiye, Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan ile ilgili paragraflar bulunuyordu.
Aşağıdaki “İlk taslak” sonuç bildirisinin Türkiye ile ilgili bölümünde, AB üyesi ülkeler görüş birliği sağlayamayınca değişikliğe gidildi.
İlk Taslak:
– Avrupa Konseyi 16-17 Aralık 2004’te Türkiye ile üyelik müzakerelerin 3 Ekim 2005’te başlayacağına dair aldığı kararı hatırlatır.
– Avrupa Konseyi ayrıca Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamadan önce 10 yeni ülkenin üyeliğini dikkate alan Ankara anlaşmasına ek protokolü imzalama yükümlülüğünü hatırlatır. Konsey Komisyon ve Türkiye’nin protokol metni üzerindeki mutabakatını memnuniyetle karşılar ve biran önce imzalanmasını bekler.
Zirve öncesi AB’nin geleceğine ilişkin yoğun tartışmalar yaşanıyor. Anayasa krizinin yanı sıra bütçe konusunda da sorunların yaşandığı AB’de zirve öncesi heyecanlı bir bekleyiş var.
AB Dönem Başkanlığı, Anayasa referandumları sonrasında ortaya çıkan bütçe krizine bir de genişleme konusunda sorunların eklenmemesi amacıyla genişleme ile ilgili paragrafları son anda sonuç bildirinden çıkarttı. Son dakikalarda bir değişiklik olmaması durumunda 16-17 Haziran Zirve sonuç bildirisinde genişleme ile ilgili paragraflar büyük bir olasılıkla olmayacak. Şu andaki son taslak metni tam olarak aşağıdaki gibi.
– AB Konseyi 16-17 Aralık 2004’te Türkiye’ye ilişkin alınan kararını hatırlatır. Konsey, AB Komisyonu’nu Müzakere Çerçeve Belgesi’ni sunmaya davet eder .
– Avrupa Konseyi ayrıca Türkiye’nin üyelik müzakerelerine başlamadan önce 10 yeni ülkenin üyeliğini dikkate alan Ankara anlaşmasına ek protokolü imzalama yükümlülüğünü hatırlatır. Konsey Komisyon ve Türkiye’nin protokol metni üzerindeki mutabakatını memnuniyetle karşılar ve biran önce imzalanmasını bekler. Protokolün imzalanması, onaylanması ve uygulanması Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti dahil olmak üzere tüm AB üyesi ülkelerle ilişkilerinin normalleşmesi için önemli aşamaları oluşturacaktır.
AB Zirvesi’nin yeni taslağı Kıbrıs protokolünde onay ve uygulama istiyor. Bu nedenle, 3 Ekim Türkiye-AB müzakerelerinin başlatılması şartı olan Gümrük birliğinin aralarında Güney Kıbrıs’ın da bulunduğu 10 ülkeyi kapsayacak şekilde genişletilmesini öngören ek protokolün bu hafta içinde Türkiye tarafından imzalanması gerekli.
Olası en mantıklı ve en uygun tarih, zirveden evvelki son gün olan 15 Haziran, Çarşamba günü.
Gelen bilgilere göre “İmza töreni” düşük düzeyde olacak ve 17 Aralık’tan beridir üzerinde fırtınalar koparılan “1963/4Ankara Anlaşması Gümrük Birliği Ek Protokolü”ne atılacak imzaları, Türkiye adına AB daimi temsilcisi olan T.C. Büyükelçisi, AB adına da dönem başkanı Lüksemburg Büyükelçisi koyacak.
Erdoğan’ın ABD ziyaretinin perde arkasında konuşulanları ve etkileri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Erdoğan ile Bush arasında yapılan görüşmede;
Arkasından Erdoğan, BM Genel Sekreteri’ne bir dizi öneri iletti. Bunlar arasında Kıbrıs’ta Türkler ve Rumlar arasında serbest dolaşımın sağlanması, KKTC liman ve havaalanları üzerindeki kısıtlamanın kaldırılması, AB ile KKTC arasında özel gümrük birliği anlaşmasına varılması ve Kıbrıs Türkleri üzerindeki sportif ve kültürel ambargonun kaldırılması gibi maddeler var.
Ama bu belgede siyasi açıdan en yüksek taktik değere sahip madde, Türkiye’nin Kıbrıs’taki taraflar arasında toplu görüşmelerden önce teknik görüşmelere karşı çıkması. Ankara, Rumlar tarafından yapılan bu önerinin işi sürüncemede bırakmayı amaçladığına inanıyor. ABD tarafının bu belgeyi çalışmaya değer bulduğu belirtiliyor.
Erdoğan, Annan’ın hazırladığı Kıbrıs raporunun BM Güvenlik Konseyi’den bir an önce geçmesini istiyor ve bunu “hiçbir rapor bu kadar bekletilmemiştir” şeklinde de yüksek sesle dile getirdi. Annan’ın hazırladığı 28 Mayıs 2004 tarihli raporda, KKTC’ye yönelik izolasyonun kaldırılması talebi ve KKTC’ye destek yer almakta. BM Konseyi’nin Annan’ın söz konusu raporu hakkında hala bir karar verememiş olması Konsey’in güvenilirliği üzerinde soru işareti yaratmaya başladı.
Kıbrıs raporunun BM Konseyi’nden geçmesi konusunu ABD Başkanı Bush’a da ileten Erdoğan, görüşmelere devam etmek niyetinde. Erdoğan, ABD heyetinin geçtiğimiz haftalarda KKTC’ye Ercan Havaalanı’nı kullanarak girmesinin, izolasyonların kalkması hususunda olumlu bir adım olduğu düşüncesinde. İşin ilginç yanı ABD heyetinin KKTC’ye Ercan Havaalanı’nı kullanarak girmesi bir takım yerlere olumlu mesajlar verdi ve bazı önemli mercileri de harekete geçirdi.
Önce, KKTC’yi ziyaret eden Amerikan Kongre heyetinin Başkanı Ed Whitfield, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ı harekete geçmeye çağırdı. Sonra da Bakana mektup yazıp, Kıbrıslı Türklerin izolasyonuna son verilmesini istedi. Whitfield mektubunda, “Sayın Bakan, Kuzey Kıbrıs’a uçuş seferlerinin ve ticari ilişkilerin başlatılmasının tam zamanıdır. Bu konuda sizin önderliğinize ihtiyacımız var” diye yazdı.
Mektubunda Kıbrıslı Türklerin her türlü olumlu adımı atmalarına karşın, izolasyonların kaldırılmadığına da dikkat çeken Whitfield, Bush yönetiminin Kıbrıs’a verdiği 30 milyon dolarlık yardım paketinin yeterli olmadığını vurguladı.
Bush’a giden bu mektubun bir kopyası da Pentagon’a gitti. Pentagon’daki Orta Doğu uzmanları mektubun içeriğini bayağı önemsediler ve söz konusu bu mektup bu güne kadar akıllarına hiç gelemeyen bir fikri de kafalarına soktu. Aniden beyinlerinde bir şimşek çaktı. Şimdi bu fikrin olabilirliği konusunda beyin fırtınası yapıyorlar.
Uzmanlara sempatik gelen fikir Irak’a gidecek Amerikan uçaklarının Ercan’da konaklaması ve ikmal alması.
Bu fikir gerçekleştirilebilirse bir taşla iki kuş vurulmuş olacak. Hem Ercan’a uygulanan izolasyonlar ve kısıtlamalar kalkacak, hem de Irak’a uçuşlar kademeli ve güvenli yapılacak.
Ercan konusunda inanılması zor bir ikinci gelişme de, bazı Rus turizm şirketlerinin de KKTC’ye doğrudan uçak seferleri başlatmak için Rusya Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulunması.
Ercan Hava alanına ilk defa bir ABD Kongre heyetinin gelmesi, uzun vadede, hava ulaşımı konusunda izolasyonları kıracakmış gibi gözüküyor.
Galiba bu defa Rumların politik gücü ve Bizans’tan kalma hünerleri, bu girişimleri engellemeye sanki yetemeyecek gibi…
Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un hafta içinde Rum tarafına özel olarak yaptığı ziyaret, perde arkasında kalmış bir takım gizli ilişkileri ve amaçları su yüzüne çıkardı.
Hatırlarsanız, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Referandumdan sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs müzakereleri ve Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması ile ilgili BM Güvenlik Konseyine sunduğu raporu Ruslar VETO etmişlerdi ve bu nedenle de bu rapor Genel Kurula hala daha sunulamadı.
Sunulsaydı ne olurdu. Belki de Kıbrıs’ta çözümü engelleyenin KKTC olduğunu içeren 441 ve 550 sayılı BM kararlarının tekrar gözden geçirilmesine ve kaldırılmasına kadar gidebilirdi iş.
Lavrov’un Rum tarafına yaptığı ziyaret ile ilgili yapılan açıklamalarda Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki mevcudiyetinin, Amerikalılar ve İngilizlerin hareketlerine karşı Rum yönetiminin elinde silah teşkil ettiği ve Moskova için ise bu gerekçenin, Kıbrıs sorununda rol sahibi olabilmesi için Güvenlik Konseyi’nde (Rum tarafına) verebileceği bir destek olduğu söylendi.
Kısa ve öz olarak söylenen, “Rusya’nın BM Güvenlik Konseyinde Rumların temsilcisi olduğu” ve bu görevi de Ortodoks dünyasının dayanışması olarak büyük bir mutluluk içinde yaptığıdır.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Tasos Papadopulos, Lavrov’u adeta bir kurtarıcı gibi karşıladı ve adaya gelişini de, ABD Milletvekillerinin KKTC’yi ziyaretinden sonra “Hızır gibi yetişme” olarak tanımladı.
Rum Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu, Moskova’nın her zaman olduğu gibi, BM Güvenlik Konseyinde, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin tezlerini desteklemeye devam etmesini ve Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olarak, Kıbrıs sorunundaki gelişmelerde ciddi bir rol oynamasını istediğini söyledi.
Yakovu’nun arkasından, Lefkoşa’daki merkez binalarının girişinde hala daha Lenin’in bronz bir heykelinin yer aldığı ve belki de dünyada artık yegane “Komünist Parti” olarak siyasi yaşamını sürdüren AKEL’in Genel Sekreteri ve Rum Meclis Başkanı olan Dimitris Hristofyas, yaptığı temaslar sonucunda Güvenlik Konseyi Daimi üyesi olarak Rusya Federasyonu’nun harekete müdahil olmaya hazır olduğunu ve BM Genel Sekreteri ile Kıbrıs sorunundaki icraatlarını BM Sekreteryası’yla birlikte tekellerine almak isteyen İngilizler ve Amerikalıların her zaman karşısında dimdik duracağını algıladığını söyledi. Anglo Amerikanların ve BM Genel Sekreteri’nin de, “esasen adanın siyasi sorununun yönetimini tekellerine almamaları gerektiğini” de üstüne basarak vurguladı.
Artık Kıbrıs Rum hükümeti, Moskova’dan BM Güvenlik Konseyindeki daimi üyeliğinden dolayı, açıkça, Kıbrıs sorununa daha da aktif şekilde müdahil olmasını ve Güvenlik Konseyinde, Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarında Rum ilkelerine karşı görüşlerin engellenmesinde, sırtını Rusya Federasyonu’na dayamak istiyor.
Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, bu ziyaretinde Rumlara, Rusya Federasyonu’nun Annan Raporunun Güvenlik Konseyi’nce benimsenmesini kabul etmeyeceğinin ve Annan’ın, KKTC’nin siyasi açıdan yükseltilmesini öneren Kıbrıs raporunun Güvenlik Konseyi tarafından benimsenmesine yönelik her türlü çabanın da karşısında duracağının teyidini verdi. Belli ki bu teyidi, peşinen Putin’den alarak adaya geldi. Bunu açıklamak zor değil.
Putin, güçlü Rusya olgusunu dünyaya tekrar kabul ettirmek istiyor. SSCB’nin yıkılışının ardından, uluslar arası siyasi sahnede Rusya’nın kısıtlanmasını sınırlandırmak ve mümkünse engellemek istiyor. Buna ilaveten Kıbrıs sorunuyla ilgilenmesi, kendisine; Moskova’nın söz sahibi olmak istediği Ortadoğu bölgesini ilgilendiren konulara da dinamik şekilde müdahil olma fırsatı veriyor. Bu nedenlerden dolayı Kıbrıs konusu, aynı zamanda Ortodoks dünyasının birer kopmaz parçaları olmaları nedeni ile de Ruslar için ele geçmez altın bir fırsat. Hem Rumlara istediklerini yaptıracaklar hem de Rumların istediklerini yapacaklar.
Rusya açıkça, Kıbrıs konusunda Rum tezlerini sonuna kadar savunmak ve Güvenlik Konseyi çerçevesinde arabuluculuk rolü de dahil olmak üzere Kıbrıs sorununda daha aktif rol almak istediğini bu resmi ziyaret ile ortaya koydu.
Filler itişirken karıncalar ezilirmiş… Bizim fil olmadığımız kesin….Galiba ikinci gruptanız…
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, 27 Şubat-4 Nisan 2004 tarihleri arasında yer alan Kıbrıs müzakereleri ve ardından yapılan 24 Nisan referandumu ile ilgili olarak, Kıbrıs’ta çözüm ve barışa Türklerin engel olmadığını tam aksine Rumların engel olduğunu içeren ve bu nedenle de diplomatlarca, “çok önemli” olarak addedilen Kıbrıs Raporunu Mayıs 2004 tarihinde BM Güvenlik Konseyine sunmuştu.
Kıbrıs konusundaki gerçekleri içerdiği için, ilk defa olarak Rumları adada barışa engel olmakla suçlayan ve töhmet altında bırakan söz konusu rapor, Rusya’nın “Veto”su nedeni ile halen havada duruyor ve tartışılmak için bir türlü masaların üstüne düşmedi. Rusya’nın bu konuda yaptığı açıklamalara göre de “Veto”nun süresi sınırsız ve Rumların aleyhine görüşler içerdiği için de asla görüşülmeyecek.
Tüm bu olumsuzluklara ve Güvenlik Konseyinde her zaman olduğu gibi taraf tutmalara rağmen, Genel Sekreter Annan, aynı Konseye, 6 Haziran 2005 tarihinde, UNFICYP’in görev süresinin uzatılmasına ilişkin yeni bir Kıbrıs raporu daha sundu ve bu rapor BM Güvenlik Konseyi belgesi olarak yayınlandı. Bu rapor önemli konulara değiniyor.
Yayınlanan raporun içeriğini kolay anlaşılabilmesi için maddelere dönüştürdüğüm vakit ortaya aşağıdaki özet tablo çıkmaktadır.
1- Kıbrıs’ta şu andaki politik durum, soruna çözüm bulmak amacıyla iyi niyet görevini yürütmek için tam mesai çalışacak bir temsilci atamaya uygun değildir.
2- Kıbrıs’taki BM Barış Gücü (UNFICYP) misyon şefi Zbigniew Wlosowicz, Kıbrıs konusunda, taraflarla üst düzey temasları yürütmek için atandığı özel temsilcilik görevine devam edecektir.
3- En üst düzey BM yetkilileri, taraflar arasında nabız yoklamak amaçlı temaslarını ileriki dönemde de sürdüreceklerdir.
4- Kıbrıs Türk Liderliği ve Türkiye, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla, “Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü” yani “Annan Planı” çerçevesinde görüşmelerin yeniden başlatılması çağrılarını yinelemektedirler.
5- Annan Planı ile ilgili yapılan referandumda, Kıbrıslı Türkler planı kabul etmişler, Kıbrıslı Rumlar ise planı reddetmişlerdir.
6- KKTC’de Nisan ayında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimi sonucu, M. A. Talat’ın tartışmasız lider olduğunu ve Kıbrıs Türkü’nün Kıbrıs konusunda barışçı taahhüdünü sürdürmekteki kararlılığını ortaya koymuştur.
7- Rumların AB üyesi olması her ne kadar Kıbrıs’a genel anlamda yarar sağlıyorsa da, mal-mülk konusunda yeni davaların ve uyuşmazlık cephelerinin açılmasına neden olmaktadır. Bu da adadaki barışı darbelemektedir.
8- Mal-mülk konusunda davaların artması, bireysel ilişkiler ve uzlaşma süreci açısından çok büyük tehdit yaratmakta ve barışı engellemektedir. Konu çok hassastır ve ancak adada kalıcı bir çözüm sonrası halledilebilir.
9- Referandum sonrası durağan bir dönem yaşanmakta ve iki taraf arasındaki ilişkilerin gelişmesi için belirtiler çok azdır.
10-Sınır bölgelerinde “küçük” denilebilecek bazı olaylar meydana gelmiş olmasına rağmen bu olayların sayısı geçtiğimiz yıllara oranla daha düşüktür.
11-BM Barış Gücü, yakın noktalardaki bazı pozisyonlarda değişiklik yapılması ve karşılıklı olarak buraların boşaltılması önerisi getirmiş olmasına rağmen öneri taraflarca reddedilmiştir.
12-Kıbrıs Türk tarafı, BM Barış Gücü’ne 2000 yılı Temmuz ayından bu yana uyguladığı kısıtlamaları kaldırmış ve bu uygulama BM Barış Gücü’nün ara bölgedeki çalışmalarını kolaylaştırmıştır.
13-Akyar’daki (Vrysulles) askeri statüko halen değişmemiştir ve BM, Maraş’taki statükonun devamından Türkiye Hükümeti’ni sorumlu tutmaktadır.
14-Kıbrıs’taki mayın temizleme çalışmalarının başlamasından bu yana 250 bin metrekare yer taranmış ve ara bölgedeki RMMO’ya ait mayın tarlalarından 400 anti-personel, 900 de anti-tank mayınının temizlenerek imha edilmiştir.
15-23 Nisan 2003 tarihinde sınır kapılarının açılmasından sonra, 20 Mayıs 2005’e kadar olan sürede Kuzey ve Güney arasında 7 milyon geçiş yapılmıştır.
16- Ara bölge üzerinden başlatılan ticaret, teknik ve siyasi konular yüzünden sınırlı kalmıştır.
17-AB komisyonunun Kuzey için öngördüğü 259 milyon Euro’luk yardım paketi, Kıbrıs Türk tarafınca Direk Ticaret Tüzüğüyle birlikte uygulamaya geçmesi halinde kabul edileceği nedeni ve Rumların da buna karşı çıkmasından dolayı henüz gerçekleşememiştir.
18-Rumlar, Güney’de bir Türk Okulu açılması için BM Barış Gücü’ne taahhütte bulunmuşlardır.
19-İki taraf arasındaki resmi temaslar, yüksek derecede güvensizlik nedeniyle gerçekleşememektedir.
20- Siyasi bir ilerleme kaydedilmediğinden Rumlar ve Türkler arasındaki güvensizliğin askeri açıdan bir tehdit algısına yol açabileceği nedeni ile BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) adadaki varlığını devam ettirmesinin, adada ateşkes ve kalıcı çözüm yönündeki çabaları cesaretlendirmesi bakımında gereklidir.
Annan’ın 24 Nisan referandumu ile ilgili olarak sunduğu ama Rusya’nın vetosu nedeni ile halen havada duran raporundan sonra sunduğu bu rapor, her ne kadar diğerine nazaran eksiklikler içeriyorsa da, gene de bizim lehimize bir rapordur. Bize, 441 ve 550 no.lu BM raporlarını tekrar gündeme getirme hakkı yaratabilir.