Akritas Planı nasıl bir plandı

Akritas Planı nasıl bir plandı

Sanki tarih tekrarlanıyormuş gibi bir his var içimde.

Bu nedenle bu gün, 21 Nisan 1966 yılında PATRİS gazetesinde yayınlanan AKRİTAS PLANI’nı size sunmak istiyorum. Lütfen okuyun ve aradan 39 yıl geçmesine rağmen hala geçerli olup olmadığına siz karar verin.

AKRİDAS PLANI

ENOSİS’i gerçekleştirebilmek için, tek yolu Türk halkına karşı silâhlı mücadele gören Rum cephesi, su yü­zündeki organları yetersiz buluyor ve bunun için bir yer­altı teşkilatı kuruyordu.

Makarios tarafından kurulan Rum Yeraltı Teşkilâtı­nın sorumluları 7 Şubat 1967 tarihli “PATRİS” gazetesin­de açıklanmıştı.

Bu açıklamaya göre Rum halkını silâhlayanlar şunlardır:

Başkan (görünen)             : İç İşleri Bakanı Polikarpos Yorgacis,

Başkan Vekili                   : Çalışma Bakanı Thassos Papatopullos.

Kurmay                             : Milletvekili Nikos Koççis.

Kurmay Daireleri Müdürü        : Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Kliridis.

Lefkoşa bölgesi kadrosu:

Başkan                              : Nikos Yuannu (Yüksek rütbeli polis komutanıdır).

Yardımcı                           : Petros Kondopirgu.

Yedekler Komutanı          : Kıbrıs Ordusu Yüzbaşısı: Thasos Marku.

Lefkoşa Şehir Komutanı   : Spiros Nikolau.

Lefkoşa Kazası Komutanı        : A. Angelidis.

ÇIKIŞ NOKTASI

Cumhuriyetin “VETO” hakkı ile elimizde olduğunu kabul etmişken Rum cephesi, dinamiti yerli yerine yerleş­tirmek peşinde idi. “AKRİDAS” ismi ile tanımlanan siyasi ve askeri harekât plânı 21 Nisan 1966 tarihli PATRİS ga­zetesinde yayınlanmıştır.

BAŞPİSKOPOS MAKARİOS TARAFINDAN HAZIRLANAN GİZLİ PLANIN TAM METNİ

PLANIN GAYESİ: CUMHURİYETİ ORTADAN KALDIRMAK VE TÜRK TOPLUMUNU KÖLE DURUMUNA SOKMAK

ÇOK GİZLİ                                                                                                           KARARGAH

Başpiskopos Makarios’un verdiği son demeçler Millî davanın yakın bir gelecekte alacağı yönü gösterdi. Geç­mişte de belirttiğimiz gibi millî davalar bir günde halledi­lemez. Millî davaların çeşitli gelişim merhalelerinin tamam­lanması için belli zaman tahditleri koymak da mümkün değildir. Davamız şimdiye kadar yer almış olan gelişme­lerin, bir süre içinde belirmiş şartların ve alınmış tedbir­lerin ışığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıştaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün bu işlem gerçekten güçtür ve bir çok safhadan geçilmesi şarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan çok ve çeşitli nedenler vardır. Herkesin, alınan tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teşkil ettiğini bilmesi kâfidir. Ayrıca, şimdi düşünülen bu tedbir­lerin, “ilk adım”ı ve “self-determinasyon” hakkımızın kayıt­sız şartsız ve tam olarak tatbiki olan değişmez gayemizin “yalnız bir safhasını” teşkil ettiğini de bilmesi kifayet eder.

Esas gaye değişmeyip ayni kaldığına göre, incelen­mesi gereken husus bu gayenin gerçekleştirilmesi için izle­necek yol ve usuldür. Bunlar da, zaruri olarak, iç ve dış (uluslararası) taktikler diye ikiye ayrılmalıdır, çünkü, da­vamızın, içte ve dıştaki takdimi ve yönetilmesi ayrıdır.

A.   DIŞTA KULLANILACAK METOD

EOKA mücadelesinin son safhasında Kıbrıs davası dün­ya kamu oyuna ve diplomatik çevrelere “Kıbrıs halkının self-determinasyon hakkına kavuşması” şeklinde sunulmuş­tu. Fakat hatırlanacağı gibi bu arada “Türk azınlığı sorunu”, bilinen şartlar altında ortaya atılmış ve toplumlararası çar­pışmalardan sonra iki toplumun birleşik bir idare altında beraber yaşayamayacağı fikrini kabul ettirmek için büyük çaba harcanmıştı. Sonunda problem birçok uluslararası çevrelerin zannınca, Londra ve Zürih anlaşmaları ile hal­ledilmiş ve bu anlaşmalar mücadele eden taraflar arasın­daki görüşmeler sonunda varılan çözüm olarak gösteril­mişti.

a)      Bu sebeple ilk hedefimiz, uluslararası alanda, Kıbrıs probleminin çözümlenmediği ve yeniden göz­den geçirilmesi gerektiği kanısını yaratmak ve yaymak olmuştur.

b)      Aşağıda belirtilen kanıların yaratılması ilk gaye olarak kabul edilmiştir:

i)    Bulunmuş olan hal çaresi tatminkâr ve adil de­ğildir.

ii)   Varılan anlaşma çatışmış olan tarafların ira­desi sonucu elde edilmemiştir.

iii) Anlaşmaların tadili arzusu Rumların imzalarını inkar etme niyetinden değil onların var olması için elzem oluşundan doğmaktadır.

iv) İki toplumun bir arada yaşaması mümkündür, ve

v)   Yabancıların güvenmesi ve dayanması gereken kuvvetli unsur Türkler değil Rum ekseriyetidir.

c)   Yukarıdaki gayeleri gerçekleştirmek çok güç ise de tatminkâr sonuçlar alınmıştır. Birçok diplomatik temsilciler, anlaşmaların tatminkâr ve adil olmadığına, gerçek görüşmeler sonucu değil de gözdağı ve baskı ile imzalandığına ve birçok tehditler so­nunda empoze edildiğine inandılar. Anlaşmalar so­nucu varılan hal çaresinin halkın tasvibine sunul­mamış olması elimizde önemli bir kozdu. Liderliği­miz de, aklıselimle hareket ederek bir referandum­dan kaçındı. (Aksi halde 1959’daki atmosfer içinde halk, anlaşmaları mutlaka tasvip ederdi). Genel olarak dışarıya Kıbrıs’ın şimdiye kadar Rumlar ta­rafından idare edildiğini, Türklerin ise sadece olum­suz, köstekleyici bir fren rolü oynadığını gösterdik.

d)   Birinci safha faaliyetlerimizi ve gayelerimizi böy­lece tamamladıktan sonra ikinci safhayı uluslar­arası bir seviyede gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu ikinci safhadaki gayemiz aşağıdaki hususları be­lirtmek ve kabul ettirmektir:

i)    Rumların gayesi Türkleri ezmek değil idari mekanizmanın adalete aykırı ve makul olma­yan kısımlarını ortadan kaldırmaktır.

ii)   Bunların hemen ortadan kaldırılması gerekir, çünkü “yarın” çok geç olabilir.

iii) (yayınlanmamıştır)

iv) Bu gözden geçirme sorunu Kıbrıslıların bir iç sorunudur ve bunun için, kimseye, dıştan her­hangi bir müdahale -güç kullanılsın veya kullanılmasın- hakkını vermez; ve

v)   öngörülen değişiklikler makuldür, adildir ve azınlığın makul addedilen haklarını da korur.

e)   Genel olarak denilebilir ki bugünün uluslararası düşünüşü her türlü baskının  -bilhassa azınlıklara yapılan baskının- karşısındadır. Şimdiye kadar Türkler dünya kamu oyunu Adanın Yunanistan’a il­hak edilmesinin kendilerini köle durumuna sokacağına inandırmakta başarı gösterdiler. Bu şartlar altında mücadelemizi “Enosis” değil de “self determinasyon” temeline dayanarak dünya kamu oyunu etkileyebiliriz.

Self Determinasyon hakkımızı tamamen ve en­gellenmeden kullanabilmemiz için de anlaşmalardan (Garanti ve İttifak anlaşması v.s.) ve anayasa­nın hak iradesinin kayıtsız bir şekilde ifadesini en­gelleyen ve dış müdahale tehlikesi arz eden bazı hükümlerinden kurtulmamız gerekiyor. Bu sebeple ilk hedefimiz, Kıbrıslı Rumlarca kabul edilmemiş diye belirtilmesinde karar kıldığımız Garanti An­laşmasının elimine edilmesidir.

Garanti anlaşması ortadan kalktıktan sonra önümüzde, bizi bir plebisitle[1] kendi geleceğimizi seçmekten alıkoyabilecek hiçbir hukuki ve manevi engel kalmayacaktır.

Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere plânımızın başarısını temin etmek için kademeli bir “çaba ve geliş­me” yolu seçilmesi gerekiyor. Bu çabalar ve gelişmeler gerçekleşmezse gelecekteki davranışlarımız kanun bakı­mından haksız, politik yönden ise başarısı imkânsız bir hale gelir. Ayrıca Kıbrıs’ı ve (Rum) halkını büyük teh­likelerle karşı karşıya bırakmış oluruz.

İzlenecek hareket hattı şöyledir:

(a) Anayasanın olumsuz maddelerini tadil etmek ve bunun sorunda “Garanti ve İttifak anlaşmalarını”  de facto olarak ortadan kaldırmak.

Bu adım kaçınılmazdır; çünkü herhangi bir anlaşmanın olumsuz yönlerini tadil etmek ihtiyacı genellikle bütün dünyaca kabul edilmiştir ve makul addedilmektedir.

(Bu­rada bir pasaj yayınlanmamıştır).

Buna karşılık böyle bir tadil çabasını önlemek gayesini güden herhangi bir dış mü­dahale haksız ve gereksiz sayılmaktadır.

(b)  Bunu gerçekleştirir gerçekleştirmez, Garanti Anlaşması (müdahale hakkı) kanunen ve esas olarak tatbik edilemez.

(c)  Garanti ve ittifak anlaşmalarının self determinasyon hakkını kısıtlayıcı hükümleri böylece ortadan kaldırıldıktan sonra Kıbrıs (Rum) halkı kendi iradesini serbestçe ifade edip uygulayabilecektir.

(d) O zaman, devlet kuvvetlerinin (Polis gücü) ve buna ek olarak dost ülke  askerlerinin, dıştan veya içten gelen herhangi bir müdahaleye karşı koyması   mümkün olacaktır, çünkü o zaman tamamen bağımsız bir durumda olacağız.

Görülüyor ki harekâtın (a) maddesinden (b) maddesine kadar olan kısımlarının belirttiğimiz sıraya göre tatbik edilmesi şarttır.

Bunun sonucu olarak da beliren gerçek şudur: Eğer ulular arası alanda başarı şansı umuyorsak mücadelemizin herhangi bir safhasını bir önceki safha tamamlanmadan açıklamamak zorundayız.  Örneğin, yukarıda belirttiğimiz dört safhanın gerekli sırayı teşkil ettiği kabul edilirse, bu sıranın (d) maddesi önceden açıklandığı zaman (a) maddesindeki tadilattan söz etmek anlamsız ve faydasız olur, çünkü anayasamın olumsuz hükümlerini tadil etmek yollarını ararken böyle bir revizyonun Devlet ve Anlaşmaların fonksiyonu için gerekli olduğu bahanesini öne sürmekle gülünç bir duruma düşmüş oluruz.

Yukarıda belirtilenler, hedef ve gayelerimiz ve uluslararası alanda izlenecek usul ile ilgili noktalardır.

B. İÇ CEPHE

İç alandaki hareketlerimiz yapacakları tepkiye, dışta bu hareketlerin yorumlanmasına ve yapacaklarımızın milli davamız üzerindeki etkisine göre düzenlenecektir.

1.   Aşılmaz diye tanımlayabileceğimiz tek tehlike askeri güç kullanılarak yapılacak bir dış müdahale ihtimalidir. Kısmen veya tüm olarak kendi gücümüzde karşılayabileceğimiz bu tehlike, yaratması muhtemel maddi zarardan ziyade politik alanda yapacağı olumsuz etki yönünden önemlidir. Eğer dış müdahale planımızın “c” safhası uygulanmadan önce yapılırsa böyle bir müdahale tamamen haklı görünmese de hukuki yönden geçerli sayılabilir ki bu da uluslararası alanda ve Birleşmiş Milletlerde aleyhimize olur. Son zamanlarda yer almış olan buna benzer olayların tarihi gösteriyor ki hiç bir müdahale olayında -müdahale hukuk dayanağından tüm olarak yoksun olsa bile- mütecaviz, saldırıya uğrayandan önemli tavizler koparmadan ne Birleşmiş Milletler ne de diğer kuvvetler tarafından sökülüp atılamamıştır. İsrail’in 1956’daki Süveyş saldırısında harekatın Birleşmiş Milletler tarafından takbihine ve Sovyetler Birliğinin duruma müdahale tehdidine rağmen, saldırıyı yapan İsrail, geri çekilmesine karşılık Kızıl Denizdeki Eliat limanını elde etmesini bilmiştir. Kıbrıs için böyle bir durumda çok daha büyük tehlikeler vardır.

İyi çalışır ve yukarıda (a) safhasında belirtilen teşebbüsümüzü başarılı kılarsak göreceğiz ki hem mücadeleyi haksız gösterecek hem de bütün dünyanın desteğini kazanmış olacağız, çünkü Garanti anlaşmasına göre, garantör devletler (İngiltere, Yunanistan ve Türkiye) arasında müzakereler yer almadan müdahale yapılamaz, Asıl uluslararası desteğe işte bu devrede (müdahale öncesi temas devresi) ihtiyacımız olacaktır. Böyle bir desteği de ancak Anayasada yapılmasını teklif ettiğimiz değişiklikler haklı ve akla yakın görüldüğü zaman kazanabiliriz. Bu sebeple öne süreceğimiz değişiklikleri kararlaştırırken çok dikkatli olmamız gerekir.

Bu durumda, ilk adım, müdahale tehlikesini ortadan kaldırmak için anayasayı tadil etme teklifi yapmaktır

İzlenecek taktik: (yayınlanmamıştır).

2.   Aşikardır ki müdahalenin haklı gösterilmesi için anayasadaki basit bir revizyon teklifinden daha ciddi sebep, daha yakın bir tehlike olması gerekir. Bu sebepler şunlar olabilir:

(a)  “a” ve “c” hareketi yerine getirilmeden ENOSİS’in ilânı.

(b)  “Türklerin katliamı” diye aksettirilebilecek ciddi toplumlararası huzursuzluk ve çarpışma.

İlk sebep, birinci safha için hazırlanan plân gereğince kendiliğinden ortadan kalkmıştır; böylece, geriye “toplum­lararası çatışma” tehlikesi kalmış oluyor. Tahrik edilmeksizin Türklere karşı bir katliama girişmek veya hücum etmek niyetimiz yoktur. Bu sebepten …… (Bu kısım Rum yayın organlarında gizli tutulmuş yayınlanmamıştır) …. Türkler şiddetli reaksiyon göstererek olaylar ve çatışmalar yaratabilirler, veya çarpışmalar yaratarak Rumların kendilerine hücum ettiği ve bu yüzden can ve mal emniyetleri için müdahalenin kaçınılmaz olduğu intibaını yaratmağa çalışabilirler.

İzlenecek taktik: Anayasayı tadil etme çabalarımız gizli olmayacak. Daima barışçı görüşmelere hazır görüneceğiz ve hareketlerimiz hiç bir zaman tahrik edici veya sert şekil almayacak. Patlaması muhtemel her olay, başlangıçta kanun çerçevesinde ve kanunî kuvvetler -Devletin polis gücü- tarafından, belli bir plana göre, karşılanacaktır. Bütün hareketlerimiz hukuki bir çerçeve içinde yapılacaktır.

3.      (Bu madde gizli tutulmuş yayınlanmamıştır.)

4.   Türklerin, Anayasayı tadil için girişeceğimiz ciddi hareketlere tepki göstermeyeceğini düşünmek ve genel planımızın yukarıda anlatılan birinci safhasını gerçekleştirme çabalarımıza karşı olaylar ve çatışmalar yaratmayacaklarına inanmak safdillik olur. Bu sebeple Teşkilatımızın varlığı ve kuvvetlenmesi zaruridir. Çünkü;

(a)  Türklerin içten gelen bir direnmesine karşı bizim karşı hücumumuz ani olmazsa Rumlar arasında, -özellikle kasabalarda- panik yaratılması tehli­kesi vardır. O zaman geniş ve çok önemli bölge­leri Türklere kaptırmak tehlikesi de doğacaktır. Halbuki Türklere “hücum gücümüzü” ani olarak ve etkili bir şekilde gösterebilirsek kendilerine gelecekler ve hareketleri önemsiz, tecrid edilmiş olaylara inhisar edecektir.

(b)  Türklerin planlı veya plansız herhangi bir hücumu karşısında -bu hücum, bir gösteri olsun veya olmasın- hemen harekete geçmek ve şiddet kullanarak böyle bir hücumu en kısa bir zamanda bastırmak zorundayız. Çünkü durumu bir iki gün içinde tam olarak kontrol edebilirsek dış müdahale mümkün olmayacağı gibi haklı da görülmeyecektir.

(c)  Herhangi bir Türk teşebbüsünün kuvvet kullanarak kati olarak bastırılması bizim sonradan girişeceğimiz ve Anayasada yeni tadilata matuf hareketlerimizi  kolaylaştıracak ve ayni zamanda tatbikatta bir Türk reaksiyonunu önleyecektir.
Çünkü Türkler, gösterecekleri herhangi bir reaksiyonun toplumları için ciddi sonuçlar doğurabileceğini kavramış olacaklardır.

(d) Çatışmaların yayılıp büyümesi halinde plandaki (a) ve (d) safhalarını uygulamağa ve ENOSİS’i derhal ilan etmeğe hazır olmalıyız. Çünkü o zaman
man diplomatik faaliyete ihtiyaç kalmamış olacaktır.

4.     Bütün bu safhaların tatbikinde büyük rol oynayacak bir faktörü unutmamak lazım. Üyelerimizi ve halkı aydınlatmak ve planlarımızı bilmeyenler veya bilmesine imkan olmayanlarla “tutucu” çevrelerin propagandalarına karşı koymak. Belirttiğimiz gibi mücadelemizin an azdan dört safhadan geçmesi şarttır. Ayrıca bu süre içinde planlarımızı ve niyetlerimizi, zamansız olarak açıklamamak zorunluluğundayız.

Görüleceği gibi bu konuda her şeyi gizli tutabilmek milli görevden de üstün bir görevdir. “Gizlilik” başarımız ve bekamız için hayati bir önem taşır.

Bunun böyle olması “tutucu” zümreyi ve sorumluluk duygusundan yoksun demagogları, tahrik edici konuşmalar yapmaktan, sözde milli beyannameler dağıtmaktan alıkoymayacaktır. Planlarımızın geçiş safhaları onlara bir çok fırsatlar verecek niteliktedir. Liderlerimizin esas gayesinin “millî hedef” olmadığını ve yalnız anayasayı tadil “etme peşinde koştuğumuzu söyleyecekler, ithamlar yağdıracaklardır. Anayasayı, kararlaştırdığımız gibi aralıklı merhalelerle ve hüküm süren şartlar çerçevesinde tadil etme gerekliliği işimizi daha da güçleştiriyor. Bütün bunlar bizi sorumsuz demagojiye, sokak politikasına ve millicilik yarışına itmemelidir. İcraatımız bizi, inkâr edilemeyecek bir şekilde haklı gösterecektir. Her halükarda, hepimizin iyi bildiği nedenler yüzünden, bu Plânın gelecek seçimlerden çok önce tatbik edilmesi ve başarı ile sonuçlanması gerektiğine göre,  önümüzdeki kısa devre içinde göstereceğimiz itidal ve soğukkanlılıkla temayüz etmeliyiz.  Buna paralel olarak vatansever kuvvetlerimizin birliğini ve disiplinini korumak ve bununla da kifayet etmeyip bu birliği takviye etmek zorunluluğundayız. Bu konuda başarı sağlamak için üyelerimizi iyice aydınlatmalıyız ki onlar da halkı aydınlatabilsinler.

Her şeyden önce “tutucuların” gerçek kimliklerini açıklamalıyız. Bunlar küçük, sorumsuz demagoglar ve fırsatçılardır. Son yılların tarihi bunu açıkça ortaya koymuştur. Bunlar, liderliğimize kuduz köpekler gibi saldıran, fakat geçerli, pratik ve akla yakın herhangi bir çözüm yolu göstermekten aciz, başarı yoksunu, menfi ruhu genci insanlardır.
Hareketlerimizde başarı sağlayabilmemiz için, son dakikaya kadar kuvvetli ve istikrarlı bir hükümete ihtiyacımız vardır. Bu böyle bilinmelidir. Bu tutucular güruhu, nutuk çekmekten başka bir şey yapmaktan aciz gürültücü parolacılardır. Daima, ciddi ve kesin bir hareket gerektiği zaman, fedakarlık gerektiği zaman, ortada güçsüz zavallılar olarak kalmışlardır ve kalacaklardır. Bunun en tipik örneği şimdiki tutumlarıdır: En iyi hareketin Birleşmiş Milletler’e başvurmak olduğunu teklif ediyorlar. Bu yüzden bunların tecrit edilmeleri ve daima uzakta tutulmaları şarttır.

Planımızı üyelerimize YALNIZ SÖZLÜ olarak anlatmalıyız. Toplantılar teşkilatın Alt-Karargahlarında (bölge karargahlarında) yapılmalı ve üyelerimizin halkımızı aydınlatabilmeleri için, bölge karargah lideri ile üyeleri, planımız ve niyetlerimiz konusunda iyice aydınlatılmalıdır. HERHANGİ BİR YAZILI İZAHAT YAPILMAMALIDIR. YUKARIDAKİLERLE İLGİLİ HER HANGİ BİR DOKUMANIN KAYBI VEYA DIŞARIYA SIZDIRILMASI VATANA İHANET SUÇU SAYILIR. Bu dokümanın açıklanması, ihbarı veya muhalefet tarafından yayınlanması kadar zararlı ve mücadelemize bu kadar ağır bir darbe indirecek başka bir hareket düşünülemez.

Üyelerimizin sözlü aydınlatılması dışındaki bütün çalışmalarımız, bilhassa basındaki yayınlarımız çok ılımlı olmalı ve planımız hiçbir şekilde ifşa edilmemelidir. Yalnız sorumlu üyeler halka hitap edebilir, nutuk söyleyebilir beyanat verebilir. Onlar da planımıza temas ederken kendi şahsi sorumluluklarına ek olarak alt-karargah başkanlarının sorumluluğu ile hareket ederler. Yazılı plandan söz etmek gerekirse, bu, alt-karargah başkanlarının izni ile yapılır. Başkanlar yapılacak konuşmayı veya verilecek demeci iyice kontrol ederler. Hemen şunu de bildirelim: Böyle bir konuşma veya demecin HİÇ BİR ŞEKİLDE BASINDA VEYA BAŞKA YAYINLARDA YER ALMASINA İZİN VERİLMEMELİDİR.

İzlenecek taktik: Üyelerimizi ve halkı SÖZLÜ OLARAK aydınlatmak için büyük çabalar harcanmalıdır. Kendimizi “ılımlı” gösterebilmek için hiç bir çaba esirgenmemelidir. Hiç bir yazıda, veya basında, veya herhangi bir dokümanda planımızdan bahsedilmemelidir, böyle bir konuya temas edilmemelidir. Sorumlu üyelerimiz halkı aydınlatmaya devam edecekler, moral yükseltmek, halkın mücadele ruhunu takviye etmek için gerekli çalışmayı -basın veya diğer kanallarla planlarımızı ifşa etmeden- en iyi şekilde yapacaklardır.

NOT: Bu doküman, alındığı günden itibaren on gün içinde, alt-karargah başkanının sorumluluğu altında ve bütün kurmay üyelerinin huzurunda yakılmak suretiyle yok edilecektir. Bu dokümanı kısmen veya tüm olarak kopya etmek şiddetle yasaktır. Alt-
karargahın kurmay üyeleri, başkanlarının sorumluluğu altında planı alıp inceleyebilirler. Lakin bölge başkanı dahil hiç bir üye bu dokümanı alt-karargah binasından çıkaramaz.

Başkan
AKRİDAS


[1] Plebisit : Halk Oylaması

4 Haziran 2005
Akritas Planı nasıl bir plandı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AKEL Genel Sekreteri Hristofyas uçtu

AKEL Genel Sekreteri Hristofyas uçtu

Rum Meclis Başkanı olan AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, evvelki gün Birleşik Avrupa Solu Başkanı Fr. Wurtzs ile düzenlediği ortak basın toplantısında “Türkiye, Annan planında,  hak ettiğinden çok daha fazlasını aldığı ve hakkından fazla olanını iade etmesi gerektiği yönünde karar almalıdır” diyerek, boyundan ve kilosundan büyük laflar edip, halk deyimi ile adeta “uçtu”.

Hristofyas’a göre AKEL, iyi niyetli görüşmeler aracılığıyla gerçekten bağımsız, yeniden birleşmiş, yabancı askerler ve ana vatanların boğucu kucaklaması olmayan federal bir Kıbrıs’ı gündeme getirecek gerekli değişikliklerin yapılacağı yaratıcı bir diyaloğun yeniden başlaması ön şartlarının hazırlanmasına hazırmış ve bu yönde çalışmalar yapmaktaymış.

AKEL’in, Türkiye’nin fazla haklar aldığını iddia ettiği Annan Planına alternatif olarak hazırladığı insancıl, Türklerin haklarını sonuna kadar koruyan ve Kıbrıs’ta barışa yönelik çalışmalara ve yeni plan için önerileri aşağıda.

1- Tüm yabancı askerler Kıbrıs’tan tamamen çıksın, 650 kişilik Türk Alay’ı da kalmasın.

2- Garantörlük sistemi ve Türkiye’nin garantörlüğü kaldırılsın.

3- Garantör güçlerin (Türkiye’nin) tek yanlı müdahale hakkı kaldırılsın.

4-  AB garantör olsun ve garantör güç kavramı değiştirilsin.

5- Annan planında kurulması öngörülen “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin   yönetim yapısı değiştirilsin ve yönetim siyasal eşitlik temelinde değil,  sayısal denge temeline oluşturulsun.

6- Rumların tümü Kuzey Kıbrıs’taki mülklerine geri dönsün.

7- Rumlara doğrudan devredilecek toprakların iade süreci kısaltılsın ve  topral iadesi hemen başlasın.

8- Adada kalacak KKTC vatandaşı olmuş Türkiyelilerin sayısı azaltılsın.

9-  Yeni devlet kurulduktan sonra Türkiye’den adaya gelecek Türklerin adaya nasıl girecekleri konusunda düzenleme yapılsın.

10-Yeni kurulacak devletin idare yapısı işler hale getirilsin.

11-Yeni kurulacak devlette kararlar çoğunluk ilkesine göre alınsın.

12- Doğrudan devredilecek topraklardan Türk askeri hemen ve derhal çekilsin.

13-BM Güvenlik Konseyi, kabul edilecek muhtemel bir planı Türkiye’nin fiili olarak uygulayacağı yönünde Rumlara garanti veren bir karar alsın.

14-Kıbrıs’ın kıta sahanlığı, uluslararası anlaşmalar temelinde kesin olarak belirlensin.

15-Ekonomi üniter olsun.

16-Para politikası üniter olsun ve Merkez Bankası Rum çoğunluk tarafından idare edilsin.

17-Türkler yukarıdaki şartları içeren plan kabul edildikten sonra planın üstüne birer bardak soğuk su içsinler.

17.ci maddeyi ben ilave ettim. Yeni plandaki bu değişikliklere de bayağı yakışıyor yani.

Hristofyas, 1974’de Yunan Cuntasının planladığı ve fiiliyata geçirdiği darbeyi ve arkasından gelen Barış Harekatını uluslar arası hukuku ihlal şeklinde tanımlıyor. 1963’de anayasayı değiştirmek için kasten çıkardıkları silahlı çatışmaları ve dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yöneticisi olan “EOKA Hükümetinin” silah zoru ile göçe zorladığı 103 Türk köyünü, 1970 yılına kadar yürürlükte kalan ve Türklere acımasızca uyguladıkları “Türklere satılması yasaklanmış Stratejik Malzemeler” emirnamesini de hep unutuyor.

1964 yılında Rumların Kıbrıs Cumhuriyetini silah zoru ile gasp etmesi konusunda da dili bir türlü “Rumlar, 1964 yılında hak ettiklerinden çok daha fazlasına silah zoru ile el koydular,  artık Rumların, hak ettiklerinden fazlasını Türklere iade etmeleri gerektiği yönünde uygulama başlatılmalıdır” diyemiyor bir türlü.

Ben de bu sütunlardan AKEL Genel Sekreteri ve Rum Meclisi Başkanı Sayın Demetris Hristofiyas’a sesleniyorum.

Sayın Hristofiyas; Kıbrıs’ta iki toplumun ayrılması ve toplumlara arası çatışmalar, sizin zannettiğiniz gibi 1974’de değil 1963 yılında başladı. Rumlar 1964 yılında Kıbrıs Cumhuriyetini silah zoru ile gasp ettiler. Artık silah zoru ile gasp ettikleri Türklerin haklarını iade etmenin zamanı geldi. Türkiye’ye Annan planında hak ettiğinden çok daha fazlasını aldığını ve hakkından fazla olanını iade etmesi gerektiğini söylerken, Türklerin deyimi ile önce iğneyi kendinize, sonra da çuvaldızı başkasına batırmak yöntemini uygulayarak, önce siz bize, 41 yıl önce gasp ettiğiniz  haklarımızı iade edin, sonra Türkiye bu jestinizin altında kalmayarak aldığı fazla hakları size iade eder.

3 Haziran 2005
AKEL Genel Sekreteri Hristofyas uçtu için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Kıbrıs’taki ortam ve KKTC halkı değişmeye başladı

Kıbrıs’taki ortam ve KKTC halkı değişmeye başladı

Bana göre, bu son gelişmelerden sonra hem Kıbrıs konusu kabuk değiştirmeye başladı hem de Kıbrıs’lı Türklerin Kıbrıs konusuna bakış açıları değişmeye başladı.

Kiminle konuşsam, 1.ci Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş yıllardır söylediklerinde haklıymış diyor bana.  Kiminle derken, hiçbir siyasi ayırım yapmaksızın herkesle demek istiyorum. CTP’lisi de, UBP’lisi de, diğer partili olanlar da üç aşağı beş yukarı aynı tanımı yapıyorlar.

Papadopulos’un 24 Nisan Referandumundan sonra söyledikleri, Türklere karşı tavırları, BM’ye sunduğu ve Annan Planında yapmak istediği değişiklikler, mülkiyet davaları, Kıbrıs’lı Türkler üzerindeki izolasyonları ve baskıları arttırmak için denediği yöntemler ve girişimler artık insanımızda, Rumların Kıbrıs’ta barışın sağlanması konusundaki samimiyetlerine karşı şüphe duymasına yol açmaya başladı.

Özellikle New York’a gönderdiği temsilcisi Tasos Çionis’in Prendergats’a sunduğu ve Annan Planında Rumların yapılmasını istedikleri değişikliklerin arasında “Türklerle Rumların arasında siyasi eşitlik olmaması ve yeni kurulacak Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin Rum çoğunluk tarafından yönetilmesi” maddesi, bence Rumlara duyulan sempatiyi sarsan ve bardağı taşıran son damla oldu.

Konuştuğum kişiler aşağıdaki 3 temel haktan asla vazgeçmeyiz diyorlar,

1-     Self determinasyon hakkımız. (Kendi geleceğimizi sadece kendimizin belirlemesi hakkı)

2-     Egemenlik hakkımız.

3-     Siyasi eşitlik hakkımız.

Referandumdan sonra geçen bir yıl, Rum adadaşlarımızın Kıbrıs konusunda neler düşündüklerini açıkça ortaya koydu. Sayın Başbakan Ferdi S. Soyer’in dediği gibi bizleri “zenci” sınıfında gördükleri ve işçilik yaptırmaktan öteye başka hiç bir görevi bizlere layık görmedikleri, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetini bizlerle ortak olarak yönetmeyi istemedikleri, şöyle veya böyle, bir şekilde AB’nin kendilerine sağladığı gücün arkasına saklanarak tüm kuzey Kıbrıs’a sahip olmak ve bizlere nefes almak hakkı bile tanımadan tüm adayı, bir “Helen Cumhuriyeti” gibi yönetmek istedikleri ortaya çıktı.

Çok değil daha bir buçuk yıl evvel, Rumlarla ortak olmayı, iç içe, kucak kucağa yaşamayı düşleyen insanlarımız, ellerine matsa geçirip tüm duvarları yıkmak isteyenlerimiz, bu gün büyük bir düş kırıklığı yaşamaktadırlar.

Bu kısacık zaman dilimi içinde Rumlar bir karabasan gibi hayatlarına girmiş ve AB’nin arkasına saklanarak her yönde insanlarımızı üzerinde baskı uygulamaya başlamıştır.  Güneyden veya kuzeyden göçmen gelip, oturdukları evin kendilerine mi yoksa eski Rum sahibine mi ait olduğunun şüphesine düşen, geleceğine endişeyle bakan, ne olacak bizim halimiz diyen insanımız, kapıların açıldığı günlerde gördükleri Rum plakalı araçlara ellerini sallayan kalbi sevgi dolu insanımız, bir müddet sonra bu baskılardan bunalıp Rum plakalı arabaları taşlayacak hale gelecek, hükümetimize “kapatın bu kapıları, biz Rumları artık topraklarımızda istemiyoruz” demeye başlayacaktır.

Gözüken köy kılavuz istemez. Ben bunları duymaya ve hissetmeye başladım…

2 Haziran 2005
Kıbrıs’taki ortam ve KKTC halkı değişmeye başladı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Tutuklanan Alman çift ve tutuklanmayacak ABD Kongre üyeleri

Tutuklanan Alman çift ve tutuklanmayacak ABD Kongre üyeleri

Rumlar 1974 Barış Harekatı bittikten bir müddet sonra, 1975 yılı başlarında  Mağusa ve Girne limanlarını Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin kapalı limanları olarak ilan etmişlerdi. Arkasından da bu limanlara uğrayan gemiler ve bu gemilerin kaptanları hakkında yasal işlem yapılacağını açıklamışlardı.

Aradan geçen 30 yıl içinde, bir çok kere Mağusa limanına uğrayan ve aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen bir gün Larnaka veya Limasol limanlarına uğrayan gemilerin kaptanlarını tutuklayıp hapse koymuşlardı.

Evvelki gün özel yatlarıyla Doğu Akdeniz turuna çıkmış olan 66 yaşındaki Robert Nagele ve 65 yaşındaki Gunhild Wolff adlı iki Alman uyruklu AB vatandaşı, geçen hafta Perşembe günü Girne ve Mağusa limanlarına uğradıkları için, KKTC’den ayrıldıktan sonra demir attıkları Limasol limanında  tutuklandılar ve haklarında dava açıldı. Dün de K£2,000 kefaletle serbest bırakıldılar ve bu gün de haklarında karar verilmek üzere mahkemeye çıkacaklar.

Geçen sene Mayıs ayında Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Avrupa Birliğinin yayınladığı ve Kıbrıs’taki Yeşil hat boyunca ticari eşyanın ve AB vatandaşlarının dolaşımını düzenleyen “Yeşil Hat Tüzüğü”nü uygulamaya koymayı kabul etti. Bu tüzüğe göre, Avrupa Birliği vatandaşları, Kıbrıs’a nereden girdiklerine bakılmaksızın, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin kontrolü altında olmayan geçiş noktalarından Yeşil Hattı geçebileceklerini de öngörmektedir.

Geçen sene Lefkoşa Kaza Mahkemesi, Ercan havaalanından uçağa binerek İstanbul’a giden bir Rum hakkında dava açan Kıbrıs (Rum) hükümetine, düşünce tarzlarının yanlış olduğunu belirterek AB vatandaşlarının serbest dolaşım hakkının kısıtlanamayacağı kararını almış  ve Kıbrıs hükümetinin bu yasakçı kararını çöpe attırmıştı. Bu karardan sonra tüm AB vatandaşları ve Kıbrıs’lı Rumlar,  Kıbrıs (Rum) hükümetince onaylanmamış giriş noktalarından yani Ercan havaalanı ile Mağusa ve Girne limanlarından rahatça ve sorunsuz olarak adaya giriş ve çıkış yapmanın tadını çıkarmaya başladılar.

Tüm bunlara karşılık hala daha Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, 1975 yılında yasa dışı ilan ettiği Ercan, Mağusa ve Girne limanlarından giriş yapanlara para cezası ile cezalandırmak inadını sürdürmektedir. Bunun en canlı örneği, daha çok değil, geçen ay Mağusa limanına giriş yaptığı için 5.2 milyon Avro ceza kesilen Aegean Sun (Ege Güneşi) adlı kargo gemisi hala belleklerde yerini korumaktadır.

Burada bana garip gelen ve AB’nin halen uygulamada olan Yeşil Hat Tüzüğüne aykırı olduğunu düşündüğüm nokta şu. Eğer bu AB vatandaşı iki Alman turist, Ercan, Mağusa veya Girne limanlarından gerek yayan gerekse de otomobilleri ile giriş yapıp, güneye geçmiş olsalardı, kendilerine her hangi bir şey söylenmeyecekti, dava okunamayacaktı ve tutuklanmayacaklardı.

Fakat şimdi, içinde yaşadıkları ve Doğu Akdeniz’i gezdikleri küçük bir yatla, önce Girne ve Mağusa limanı uğrayıp sonra da Limasol limanına gittikleri için, Yeşil Hat Tüzüğüne ve AB sınırları içinde AB vatandaşlarının serbestçe dolaşım haklarına aykırı olarak tutuklandılar ve haklarında dava açıldı.

Bu gün çıkarılacakları Kaza mahkemesinde iyi bir avukat tarafından savunulurlarsa, aynen geçen sene Ercan’dan çıkış yaptığı için mahkemeye verilen Kıbrıs’lı Rum hakkında çıkan beklenmedik karar gibi sürpriz bir karar çıkabilir ve her hangi bir ceza almayabilirler.

Ben bu konuda, Papadopulos’un referandumdan beridir süregelen olumsuz tavırları nedeni ile Avrupa Birliğinin müdahil olabileceğini, Alman elçiliğinin de Yeşil Hat Tüzüğünü öne sürerek vatandaşlarının hakkını korumak için girişimlerde bulunabileceğini düşünüyorum.

Olası cezasız bir sonuç, ABD Kongre üyelerinin Ercan Havaalanı’ndan KKTC’ye gelerek yıllardır süren ambargoların zayıflatılması ve Kıbrıs’lı Türklerin izolasyondan kurtulmasına kapı açabileceği gibi, Kıbrıs konusunda yeni bir dönüm noktası oluşturabilir.

ABD Kongre üyelerinin bu ziyareti KKTC’ye uygulanan haksız ambargoların kaldırılması için çok önemli ve sembolik bir adım. ABD hükümeti tarafından onaylanan bu ziyarete ilaveten Rum Hükümeti sözcüsü Hrisostomidis’in, Kongre üyelerinin talep etmesi halinde Güney Kıbrıs’a geçmelerine izin verileceği açıklaması ise, Kıbrıs (Rum) hükümetince onaylanmamış giriş noktalarından yani Ercan havaalanı ile Mağusa ve Girne limanlarından adaya giriş veya çıkış yapan kişilere artık ceza verilemeyeceği konusunda eşsiz bir emsal teşkil edecektir.

Kıbrıs’ta hızla değişen bir şeyler, yıkılan tabular var artık…

1 Haziran 2005
Tutuklanan Alman çift ve tutuklanmayacak ABD Kongre üyeleri için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Kıbrıs Perşembe günü Ankara zirvesinde

Kıbrıs Perşembe günü Ankara zirvesinde

Kıbrıs konusu, 2 Haziran Perşembe günü Ankara’da masaya yatırılıyor.  Bu zirvenin asıl amacı Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7-11 Haziran tarihleri arasında gerçekleşecek olan ABD gezisi öncesinde yapılması ve Kıbrıs konusunda ortak bir strateji belirlenecek olması.

Zirveye, T.C. tarafından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül KKTC tarafından da Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Başbakan Ferdi Sabit Soyer ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş katılacaklar.

Çankaya Köşkü’nde gerçekleşecek zirve, iki ülkenin Cumhurbaşkanları başkanlığında yapılacak.

Bu Kıbrıs zirvesi çok önemli. TC Başbakanı Erdoğan, Ankara’da son şekli verilecek yeni Kıbrıs Planı’nı ve Kıbrıs zirvesinden çıkacak ortak kararı, 8 Haziran’da Beyaz Saray’da ABD Başkanı George Bush’la, 9 Haziran’da da BM Genel Sekreteri Kofi Annan’la New York’ta gerçekleştireceği görüşmelerde ortaya koyacak.

Erdoğan’ın yapacağı bu ABD ziyaretinin programı da çok yüklü ve temasları da çok geniş bir yelpazeyi kaplıyor.

  • Türk-Amerikan Konseyi (ATC) Kongresi’nde bir konuşma yapacak.
  • Bazı Senato ve Temsilciler Meclisi üyeleri ve çeşitli düşünce kuruluşlarından temsilcileri ile bir araya gelecek.
  • Temsilciler Meclisi Türkiye Dostluk Grubu üyeleri ile görüşecek.
  • ABD’deki Türk toplumu ile bir araya gelecek.
  • Basın-yayın kuruluşları temsilcileriyle temaslarda bulunacak.

BU toplantıda, Kıbrıs konusunun yanında iki ülke ilişkileri de ayrıntılı biçimde ele alınacak. Ankara ziyareti, KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçiminin 17 Nisan’da yapılmasının ardından Başbakan Ferdi Sabit Soyer başkanlığında kurulan CTP/DP Koalisyon Hükümeti’nin TC Hükümeti ile ilk kez en üst düzeyde bir araya gelmesi açısından da büyük önem taşıyor.

Gül bu gün, Kıbrıs konusunun seyrini değiştirecek çok önemli bir çağrı ve öneri yaptı. Gül, önerisinde “Kıbrıs’ta her iki tarafa uygulanan kısıtlamaları, tüm ilgili taraflarca aynı anda kaldıralım” çağrısı yapıyor.

Anlaşılan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün bu gün yaptığı tarihi öneri de, Perşembe günü başlayacak ve Cuma günü de devam edecek bu zirveye damgasını vuracak.

Bence bu tarihi öneri, Rumları iyice köşeye sıkıştıracak. Türkiye 2002 kasımından beri adada kalıcı bir barış için hazır ve devamlı olarak Rumlara barış önerileri yapıyor ve dostluk eli uzatıyor.

Gül, Erdoğanla birlikte yapacakları Amerika ziyaretinde Sayın Kofi Annan’a bu olguyu tekrar hatırlatacak ve yaptığı öneri ile Kıbrıs konusunda yeni bir kapı açacak.

Bu öneride, Türkiye’nin Rumlara uyguladığı ambargoya karşılık, Rumların Kıbrıs Türklerine uyguladıkları ambargoların tümden kaldırılması var.

Erdoğan ve Gül, özellikle ekonomik ve insani konulardaki mevcut kısıtlamaların her iki taraf için ve herkes tarafından bütünüyle kaldırılmasının, Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüme ve siyasal uzlaşıya giden yolda önemli bir aşama oluşturacağına inanıyor.

Türkiye’nin bu yeni önerisinin içinde aşağıdaki ana başlıklar var.

  • KKTC’ne ve Kuzey ile Güney arasında karşılıklı olarak kişi, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının sağlanması,
  • Doğrudan uçuşlar dahil, hava ve deniz limanlarına uygulanmakta olan tüm kısıtlamaların kaldırılması,
  • Üçüncü ülke uyruklarına uygulanan kısıtlamaların tümüyle kaldırılması,
  • Kuzey Kıbrıs’ın da özel bir düzenlemeyle bir ekonomik birim olarak doğrudan AB Gümrük Birliği’ne dahil edilmesi ve bunun tüm getirilerinden yararlanması,
  • Kıbrıs Türklerinin sportif, kültürel ve benzeri uluslararası etkinliklere katılmasının önündeki engellerin kaldırılması,

Bu öneriler Rumların iyice köşeye sıkışmasını sağlayacak gibi gözüküyor.

31 Mayıs 2005
Kıbrıs Perşembe günü Ankara zirvesinde için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar