2.ci Dünya savaşının bitişinin 60.cı yıldönümü kutlamaları için Moskova’ya giden Papadopulos, fırsattan istifade aynı törene giden Başbakan Erdoğan ile nihayet ayaküstü olsun bir görüşme yapabildi.
Aslında bu görüşme, plansız programsız ve çağrısız olmasına rağmen Kıbrıs konusunda yeni bir aşamaya kapı açabilecek nitelikte.
Moskova’da gerçekleşen bu görüşmeye Kofi Annan’da katıldı ve bu görüşmede bir şekilde ağızlardan çıkan ve geri dönülemez sözler resmiyet kazandı.
Daha birkaç gün evvel Kıbrıs’ı ziyaret eden ve ABD Dış İşleri Bakanlığında 3.cü önemli kişi olan Bayan Laura Kennedy’den tavsiye adı altında aldığı ihtarlarla, bu güne kadar BM zemininde görüşmelerin başlamaması için “ipe un sermiş” olan Papadopulos fikir değiştirerek hem Annan’a, söz konusu geçen seneki Referandumda red oyu verdikleri 5.ci Annan Planı ile ilgili çekincelerini sözlü olarak bildirebileceğini belirtmiş hem de BM’ye Annan ile sıkı ilişkiler içinde olmaları için iki tane çok güvendiği adamını göndermek kararı almıştır.
Benim tüm hayretlerime rağmen bütün bu gelişmeler sadece bu son 5 gün içinde oldu.
Moskova’daki 2. dünya savaşının sona ermesinin 60. yıldönümü törenlerinden hemen sonra Ankara’ya dönen Erdoğan, sıcağı sıcağına Esenboğa Havaalanı’nda Moskova’daki bu beklenmedik üçlü görüşme ile ilgili bir açıklama yaptı.
Erdoğan söylediği sözlerle, BM şemsiyesi altında başlaması olası olan yeni bir sürece dikkat çekti. Papadopulos’un bu işe ters bakmadığını ve daha önceki beyanları ile olumsuz tavırlarının aksine yeni bir sürecin işletilmesine olumlu yaklaştığını söyledi.
Bu sözler, Moskova’da Kıbrıs konusunda çok önemli bir adımın atıldığını ve bu görüşme sonrasında Kıbrıs sorununun çözümü için BM şemsiyesi altında yeni bir sürecin başlayabileceği yönünde sinyaller veriyor.
Papadopulos’u az çok bilen benim, bu gelişmeler ile ilgili değerlendirmem aynen böyle.
Annan ise ada’daki referandum ve ardından yaşanan sürecin geride kaldığını, bu nedenle de yeni bir sürecin başlayabileceğini söyleyerek, girişim başlatmaya hazır olduğunu ima etti. Aniden huysuzluğundan vaz geçen ve ısrarla Kıbrıs konusunu, BM’nin siyasi zemininden çıkarıp AB’nin Hukuk zeminine çekmeye çalışan Papadopulos, Annan’a, Bayan Kennedy’in tavsiyelerinden sonra Referandumda red oyu verdikleri 5.ci Annan Planı ile ilgili olarak çekincelerini ve değiştirmek istedikleri yerleri sözlü olarak ileteceğini belirtince “ipler koptu” ve bu güne kadar emin olmadan Kıbrıs konusunda bir tek adım atmam diyen Annan, yeni bir süreçten bahsetmeye başladı.
Haziran’ın ilk iki haftası içinde ABD’ye gerçekleştireceği ziyaret sırasında Annan ile bir araya gelecek olan Erdoğan, Kıbrıs konusunda yeni başlayacak olan sürecin detaylarının bu görüşmede ele alacak.
Söylentilere göre veya Kıbrıs ağzı ile “Derin Kulakdan alınan habere göre” Annan’ın yeni bir girişim üstlenmesi halinde, Erdoğan’ın Rumların “güvenlik” talebini kabul ederek, Kıbrıs’taki Türk askerlerinin tümünün adadan ayrılmasını müzakere masasına getirmesine bile olası. Ve hatta Washigton kaynaklı resmi olmayan haberlere göre, ABD’deki siyasi gözlemciler, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir sürpriz daha yaparak, Annan Planı’nda Kıbrıslı Rumlar’ı tatmin eden değişiklikler önerebileceğini belirtmekte.
Bence bunlar büyük olasılıkla Erdoğan’a “yaparsan iyi olur” türünde telkinler ama telkinden de öteye olabilir.
Perdeler çok kalın ve arkasında neler olduğu pek de belli olmuyor. Gene de hade hayırlısı…
Hatırlarsanız, Yunanistan’ın eski Cumhurbaşkanı Kostis Stefanopulos’un görev süresi Mart ayında sona ermişti ve Şubat ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Karolos Papoulias’da 12 Mart’da görevi eski Cumhurbaşkanından devralmıştı.
Yaklaşık 55 gündür Atina’daki Cumhurbaşkanlığı sarayında oturan ve yeni görevine ısınan Papulyas (Papoulias) ilk resmi ziyaretini Rusya’ya yaptı ve dün Putin ile görüşmek ve madalya almak üzere Moskova’ya gitti.
Aslında ziyaret nedeni politik değil ama politik. II.ci Dünya savaşının sona ermesinin ve Almanya’nın yenilgisinin 60.cı yıl kutlama törenlerine katılmak için gidiyor. Rus Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, II.ci Dünya savaşında Yunanistan’ı işgal eden Alman kuvvetlerine karşı Yunanlıların kurduğu direniş kuvvetleri içindeki kahramanca mücadelesinden dolayı kendisine, “Şeref Madalyası” verecek.
Yunanlılar için Moskova niye bu kadar önemli veya tam tersi Ruslar için Yunanlılar niye bu kadar önemli. Bunun çeşitli nedenleri var. Bu gün size bunlardan sadece iki tanesini yazacağım.
Birincisi; Dünya üzerinde yaklaşık 300 milyon Ortodoks var ve bunlar Yunanistan, Kıbrıs Rumları, Ruslar, Sırplar ve Amerika’da yaşayan Ortodoks cemaatı. Tam 16 asırdır asla kopmayacak şekilde birbirlerine bağlıdırlar.
İkincisi; Ortodoksların Papası konumunda olan ve Vatikan’ın muadili konumundaki İstanbul’daki Fener Patrikanesi’nin başında bulunan Patrik Bartholemeos’a bağlı olan sadece ve sadece 5 tane Patrikhane var. Moskova, New York, Atina, İskenderiye ve Antakya Patrikhaneleri. Dünya üzerinde zaten başka da Patrikhane yok. Bulgaristan ve Sırbistan’da sadece Başpiskoposluk makamı bulunmaktadır.
Bizans İmparatoru Azize Helena’nın kocası Comnennus, Havari Barnabas’ın kutsal bedenini bulup, mezarı üstüne Kutsal Havari (Apostolos) Barnabas Manastırını yaptıkları için Kıbrıs’lı Rumlara Başpiskoposluk unvanı ve ayrıcalıklar vermesi ve Rus’ların özellikle de Rus kadınlarının 1.ci sırada taptıkları Azizelerinin, Salamis’li (Kıbrıs’taki) Azize Katerina olması nedeni ile özellikle Ruslar ve Yunanlılar arasında büyük bir sevgi bağı vardır.
Lütfen hatırlayın. BM Güvenlik Konseyi, 1983 yılında KKTC’nin ilanının ardından kabul ettiği 540 sayılı karar ile adada çözümü engelleyenin KKTC olduğunu ve bunu devamı olarak 541 sayılı karar ile, adada “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti” dışında bir devletin tanınmamasını istemiş, son olarak da 550 sayılı kararla da KKTC’ye hiçbir şekilde yardım edilmemesi çağrısında bulunmuştu.
24 Nisan 2004 Referandumunda Rumların “Hayır” demeleri ile adada kimin barışı engellediği ortaya çıkmış ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Şubat-Mart-Nisan 2004 aylarında yapılan görüşmeler ve çözüm planının 24 Nisan referandumunda Rumlar tarafından reddedilmesinin ardından hazırladığı raporda, “… Son referandum, gerekçesi ne olursa olsun Kıbrıs Türklerine yapılan baskı ve izolasyonların nedenlerini haksız çıkarmıştır” görüşüne yer vermiş ve Avrupa Birliğinden de Kuzey Kıbrıs’a yönelik açılım beklendiği ifade etmişti. Hazırladığı bu raporu 28 Mayıs 2004 tarihinde de Güvenlik Konseyine sunmuştu.
Rapor Güvenlik Konseyinde onaylanabilseydi BM Genel Kuruluna gidecekti ve büyük bir olasılıkla orada da onaylandıktan sonra yukarıda bahsettiğim 540, 541 ve 550 sayılı kararların yürürlükten kaldırılması gündeme gelecekti.
Türkiye ve KKTC’nin BM Güvenlik Konseyi’nde onaylanması için büyük çaba gösterdiği 28 Mayıs 2004 tarihli bu rapora Ruslar, Kıbrıs ağzı ile “Büyük bir bayda” attılar ve “VETO” ederek raporun sonsuza kadar görüşülmemesini sağladılar. Maalesef BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “Kıbrıs Türklerinin izolasyonuna son verilmesini” isteyen 28 Mayıs 2004 tarihli raporu, Rusya’nın itirazları ve “VETO”su nedeni ie tamamen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin gündeminden düştü.
Birleşmiş Milletler’de sırtını Rusya’yı dayayan Papadopulos, Avrupa Birliği üyesi olmanın avantajını da sonuna kadar kullanarak, Uluslararası hukuku bir tarafa bırakıp, Kıbrıslı Türklerin siyasi haklarını ve eşitlik haklarını boğmak için elinden geleni yapmak çabasında.
Aslında biz buna alışığız. Rumlar ne vakit kendilerini güçlü hissedip horozlanmaya başlasalar, hırslarına yenilip büyük bir hata yapıyorlar ve durum aleyhlerine dönüyor. Gene aynı yola girdiler…
Laura Kennedy, Ankara ve Atina’daki temaslarını tamamladıktan ve her iki garantör ve anavatanın, “derin” görüşlerini aldıktan sonra ikinci etap olarak Lefkoşa’da ve KKTC’de görüşmeler yaptı.
Tasos Papadopulos, ABD Dış İşleri Bakanlığı Müsteşar yardımcısı Bayan Laura Kennedy’nin Atina ve Lefkoşa’ya yaptığı ziyaretlerden bir takım (ürkütücü) mesajlar almış gözüküyor.
Bayan Kennedy’nin Papadopulos’a ilettiği 3 mesaj var. ABD’nin kişiye özel bu mesajları aslında daha Bayan Kennedy gelmeden belli olmuştu.
Birinci mesajı; BM Genel Sekreteri’nin yaptığı gibi, Kennedy de Papadopulos’a, Annan planındaki değişikliklere ilişkin önerilerini yazılı olarak sunmasını tavsiye etmek oldu.
İkinci mesajı ise, BM Genel Sekreteri ile işbirliği yapmadığı takdirde Kıbrıs sorununun çözülmesi için yeni sürecin başlamayacağı, ve tam aksine “Kıbrıslı Türklerin izolasyonuna son verilmesi”ne yönelik gelişmelerin ivme kazanacağı uyarısı oldu.
Üçüncü mesajı ise, güvendiği çalışma arkadaşlarından oluşacak bir heyeti New York’ta bulunan BM Sekretaryasına göndererek Kofi Annan ile direk temas kurmasının ve Annan’ın nabzını tutmasının, Rumların çıkarları açısından çok iyi olacağı tavsiyesi oldu.
Papadopulos, bu (kritik) görüşmeden sonra, Amerika’lıların önerilerini ve tavsiyelerini benimsemiş gözüküyor. Çalışma arkadaşlarının New York’ta buluna BM sekretaryasına giderek, Kofi Annan’ın nabzını tutmaları ve yakın temasta olmalarının çok faydalı olacağı düşüncesini iyice benimsemiş olmalı ki, daha Bayan Kennedy KKTC’deki temaslarını bile tamamlamadan, New York’ta bulunan BM sekretaryasına bir ön temas ve araştırma heyeti göndermeye karar verdi.
Her ne kadar bu gidecek olan heyet hiçbir taahhütte bulunmaksızın BM Sekreteryasının nabzını tutmak ve Genel Sekreter Kofi Annan’a önleyici hakemlik uygulama hakkı vermeksizin gerek hakemlik, gerek prosedür, gerekse de yeni inisiyatifin esasına ilişkin Rum (Papadopulos) tezlerinin kabul görüp görmeyeceğinin olasılığının bulunup bulunmadığını saptama fırsatı verecekse de, bana, Tasos Papadopulos’un, Laura Kennedy’nin getirdiği Amerikan önerilerini ve nazikane tehditlerini çok ciddiye aldığını söylüyor.
Kofi Annan ile daha yakın temas kurabilmek ve Rum görüşlerini aktarabilmek için göndereceği çalışma arkadaşları, büyük bir olasılıkla Tasos Conis ve Andreas Mavroyannis olacak.
Papadopulos, kartlarını önceden açmakla ve görüşlerini BM Genel Sekreteri önünde sergilemekle müzakere avantajlarını kaybedeceğini ve aynı zamanda da Annan’a hakemlik yetkisi vermiş olacağını düşünerek, Kennedy’in Annan planındaki değişikliklere ilişkin önerilerini yazılı olarak sunması tavsiyesine olumlu karşılık veremiyor.
BM Genel Sekreteri Annan’ın Rumlardan açık bir talebi var. Genel Sekreter “Rum tarafı gelir Kıbrıs planının hangi unsurlarından rahatsız olduğunu net bir şekilde ve yazılı olarak ortaya koyarsa, bu itirazlarına bakarım. Bunlardan yola çıkılabilecekse yola çıkarım. Yoksa bunlar gerçekleştirilemeyecek itirazlarsa yeni bir süreç başlatarak yeni bir maceraya girmem” diyor.
Papadopulos iyice köşeye sıkıştı ve açıkçası şu anda top Papadopulos’un kucağında. Tüm politik ve diplomatik maharetine rağmen, Türkleri “oyun bozan” olarak göstermeyi başaramadı ve topu da kucağından bir türlü çıkaramadı. Kıbrıs konusu ile ilgili herkes Rum tarafının vereceği cevabı bekliyor.
“Kıbrıs’ta Çözüm” kavramından her iki tarafın anladığı tamamen farklı şeyler.
Aslında Rum tarafının temel sıkıntısı, Annan Planı’nın felsefesine ve temel parametrelerine karşı olmaları. Rumlar yani Papadopulos, kendilerinin Ada’nın tek hükümeti olduğunu düşünüyor ve Türklerin de gelip kendilerine bir toplum ya da azınlık olarak katılmalarını istiyor. Bu onlar için “olmazsa olmaz” koşullardan bir tanesi. Bunu açık olarak dile getirmemelerine rağmen “Kıbrıs’ta Çözüm” düşüncelerinin ana felsefesi bunun üstüne kurulu.
Birleşmiş Milletlerin, geçen yıl yapılan referandumda Rumların “Hayır” demiş olmasını, Annan Planı’nın kökten değişmesi yönünde bir halk iradesi olarak algılama niyetinde olmadığı anlaşılıyor. Gerek Washington gerekse BM, “Papadopulos’un tavır değiştirmesini” Kıbrıs’taki çözümün “anahtar”ı olarak görüyor.
Türk tarafına gelince, Kıbrıs’lı Türkler, siyasi eşitliğe dayalı, iki toplumlu, iki bölgeli, Türkiye’nin garantisinin olduğu bir ortaklığa dayalı “çözüm” istiyor.
Ne Annan, ne BM, ne de Washington, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafından Annan Planında esaslı değişiklikler için hazırlanmasını istemiyor.
Belli ki AB’den, özellikle de Atina’dan, Papadopulos’a baskı uygulanması durumunda, Annan Planı’nın uygulanması yönündeki yolun açılabileceği yeni bir olasılık veya son çare olarak gözüküyor.
Ya bu yol açılacak, ya da adadaki iki toplum arasında kesin ayrılık olacak..
Dün Unwin’lere bir mülkiyet davası daha açıldı. Karşıyaka kökenli Yorgo Yakovu adlı Rum Polise giderek, Karşıyakadaki “mülkü” üzerine lüks villalar inşa eden Mark Unwin adlı İngiliz aleyhinde Avrupa tutuklama emri çıkarılması talebinde bulundu. Bu dava, Mart ayında Kıbrıs (Rum) yasalarında yapılan yasal değişiklikten sonra Mark Unwin için Avrupa Tutuklama Emri (EAW) çıkarılması istenen ikinci dava. Birincisini Christos Mazios istemişti.
Paskalya tatilinde Karşıyaka (Vasilia) köyüne giden Yorgo Yakovu, 13 dönümlük toprağının üzerine villalar yapıldığını görünce soluğu Rum polisinde almış.
Gün geçtikçe tırmanan ve adadaki iki toplumu gene ayırım noktasına getirmeye gebe olan bu söz konusu mülkiyet davaları hakkında Rum İçişleri Bakanı Andreas Hristu’nun ilginç bir açıklaması var.
Hristu “Yabancılara ve Kıbrıslı Türklere gönderilen celpnameler tamamen farklıdır. Kıbrıslı Türkler kendi isteğiyle Kuzey’de Rum evinde oturmuyor. Rumlar da kendi istekleriyle Güney’e geçmedi ve şimdi kendi isteğiyle Kıbrıs Türk evinde oturmuyor” şeklinde görüş belirterek, bir yerde 1974-5 Viyana anlaşmasına atıfta bulunuyor. Hatırlarsanız, 1974 Barış Harekatından hemen sonra başlayan görüşmeler sonunda, Klerides ve Denktaş, Türk ve Rum bölgelerinde kalan öteki topluma ait fertlerin esir alınmaması ve kendi bölgelerine göç etmeleri konusunda mutabakata varmışlardı. Varılan mutabakat ve Klerides ile Denktaş tarafından imzalanan Viyana antlaşması üzerine, Rumlar güneye, Türklerde Kuzeye göç etmişler ve buldukları boş evlere girmişlerdi. Bence burada işgal yok. Toplum liderlerince imzalanan Anlaşma uyarınca mülklerin kullanımı ve takası var.
Bunun farkında olan Rum eski Başsavcı Alekos Markides, açılan davaların “KKTC’ye ve Türkiye’ye adayı taksime götürmek için malzeme verdiğini savunarak, Kıbrıslı Türklerin Güney’e Kıbrıslı Rumların da Kuzey’e gitmesini engelleyebileceğini ve ayrıca barikatları kapatmak için KKTC makamlarına mazeret sağlayabileceği” öngörüsünde bulundu.
Bu davaların tebligatını önlemek ve yürütülmesini durdurabilmek için bir avukat arkadaşımdan aldığım bilgiye göre Ceza yasalarımızda küçük bir değişiklik yapılması gerekmektedir.
Tavsiye edilen değişiklikler aşağıdaki temada olabilir.
a) Bölüm 4 Başlık 154 değiştirilmeli ve “Taciz” veya “Rahatsızlık” tanımı genişletilerek içine “yetkisiz kişilerin işlem yapması” konmalı.
b) Başlık 154 ile bağlantılı olarak yeni bir 110A bölümü konmalı ve “Tebliğ memuru olamayan veya KKTC Mahkemelerince tebligat ile görevlendirilmeyen kişiler, tebliğ memuru gibi görev yaparlarsa, cezalandırırlar”.
Bu maddelerin değişikliğinden sonra, yabancıların yapmak istedikleri tebligatlar, dış işleri bakanlığından alınacak ön izne bağlanabilir ve yapılacak tebligat üzerinde KKTC’nin tüm kontrolü sağlanabilir.
Tüm bunlara ilaveten dün Colony Otelde toplanan Kıbrıslı Türk, Avrupalı ve Amerikalı avukatlardan oluşan bir ekibin, Rum Yönetimindeki mahkemelerde bulunan ilgili davaları göğüslemek için harekete geçmelerini de kutluyorum ve canı gönülden destekliyorum.
Açıkçası, güneyde kalan Türk malları konusunda biri şişhane derken diğeri meyhane diyor.
Hükümet Sözcüsü Kipros Hrisostomidis, Kıbrıslı Rumlar’ın Kıbrıslı Türkler aleyhine yargı süreci başlatıp başlatmadıklarından haberi olmadığını söylüyor ve özellikle de Kıbrıs’lı Türklerin güneyde bıraktıkları taşınmaz mallar ile ilgili olarak da “Kıbrıslı Türkler’in adanın güney bölgelerinde malları varsa, bu bölgelere daimi olarak yerleşmeleri şartıyla da bu mallarını kullanabileceklerini” belirtiyor.
Gerçekten de bu açıklama karşısında ne diyeceğimi şaşırdım. Ben hukukçu değilim ama gene de şaşa kaldım. Eğer AB’nin Hukuk Anlayışı bu ise biz boşuna AB’ye girmeyelim. Güneyde yaşıyorsanız ve de ansızın tatile gidip evinizi boş bırakırsanız, dönüşte içinde bir başkasını (Rum göçmen) bulabilirsiniz demektir bu laf ve anlayış.
Kipros Hrisostomidis’e göre elinizdeki koçan siz eğer güneyde yaşıyorsanız “geçerli” ama yaşamıyorsanız “geçersiz”. Fakat öbür taraftan kuzeyde yaşamayan bir Rum, elindeki koçanla, kuzeye gelip bizim insanımızı dava edebiliyor. Rum olunca, söz konusu topraklarda yaşamak şart değil. Nerede olursa olsun gelip içindekini dava edebilir ama eğer Türk iseniz bu koşullar geçerli değil. Ya orada oturursun ya da hak sahibi değilsin.
Peki bay Kipros Hrisostomidis, Rum Hükümetinin sözcüsü bay Hrisostomidis, madem yörede oturmak koşuldur niye Mustafa Arif Mutluson’a güneyde oturduğu halde hala daha Baf’taki 75 dönüm malını geri vermediniz ve şimdi de istimlak yolunu deniyorsunuz. Suçu sadece Türk olmak mı ki bir türlü güneyde ikamet ettiği halde Rumlarca gasp edilen topraklarını geri alamıyor.
Diğer taraftan Rum İçişleri Bakanı Andreas Hristu ise, Rum Hükümetinin sözcüsü bay Hrisostomidis’in tam tersine bir davranışla Türklere bir çağrı yapıyor ve tasarrufunda ve kullanımında Rum malı bulunduran Kıbrıslı Türklerin korkmamalarını ve tutuklanma tehlikesi olmadığı için Rum tarafına korkusuzca gelmeye devam etsinler diyor.
Bence Rum İçişleri Bakanı Andreas Hristu, büyük bir gaf işledi. Daha sözleri havada iken Rum Sözcü Kipros Hrisostomidis Andreas Hristu’yu hemen yalanladı.
Yalanlamasının nedeni Kıbrıslı Türkler’in Rum tarafındaki mallarının da Rumlar tarafından kullanıldığı kesin olduğu için, Rum yönetimi başı ağrımaması için Kıbrıslı Türklerin aleyhine bir karar alarak tümünü istimlak etmek yönüne gidiyor ve hazırlıklarını da tamamlamak üzere.
Aslında Rumların yaptıkları 1912 yılında dönemin İngiliz Girne Kaymakamının “Haydarpaşazade Mehmet efendi Vakfı ile Seyit Mehmet Ağa Vakfı”na ait Lapta’daki yüzlerce dönüm toprağı, tüm uluslar arası kuralları çiğneyerek istimlak etmesi ve 94 Rum aile ile 4 Türk aileye dağıtmasından pek bir farkı yok.
Güneyde bıraktıkları mala sahip olmak isteyen Türklerin önüne şimdi de geriye dönük olarak yüz binlerce Kıbrıs Liralık taşınmaz Mal vergisi konmaktadır. Bizim de Rum mallarına karşı Rumların Türklere yaptığının aynısını yapmamız gerekmektedir.
Bu nedenle çiçeği burnunda yeni hükümetimiz, bence aynı yolu denemeli ve;
a) KKTC’deki Rum mallarını derhal istimlak etmeli.
b) AİHM kararları uyarınca Titina Loizidu’ya ve benzeri diğer Rumlara iade edilecek mülklerden, geriye dönük olarak K£ 500,000 taşınmaz mal vergisi talep etmelidir.
Göze göz, dişe diş felsefesini biz icat etmedik. Binlerce yıldır uygulanmaktadır ve KKTC’mizde de uygulamaya konmalıdır.