ABD, İsrail Devletinin bağımsızlığını ilan ettiği 1948 yılından beridir fiilen İsrail’e kapağı atmakla kalmadı, ekonomik ve askeri olarak hep yanında yer aldı. Özellikle 6 Ekim 1973’te başlayan Yum Kippur savaşının ilk dört gününde Mısır ve Suriye ordularının kuzeyden ve güneyden eşzamanlı saldırıları karşısında büyük bir yenilgiye uğrayan İsrail, yenilgiden kurtulmanın yegane çaresini nükleer bomba kullanmakta bulmuştu. ABD buna izin vermemiş ancak uluslararası anlaşmalara, hukuka ve teamüllere aykırı olarak, Suriye ve Mısır’a savaş ilan etmeden, bir hava köprüsü kurmuş ve İsrail’e silah, cephane ve asker takviyesi yaparak, savaşın sonucunu İsrail’in lehine çevirmeyi başarmıştı.
Aradan tamı tamına 69 yıl geçtikten sonra, Ortadoğu’da dengelerin İsrail’in aleyhine değişmeye başlamasından ve Rusya’nın da Suriye’ye uluslararası hukuka uygun olarak yerleşmesinin akabinde, ilk kez ABD, İsrail ile Savunma İşbirliği Anlaşması yaparak İsrail topraklarında askeri üs(ler) kurdu ve resmen Ortadoğu’nun Akdeniz kıyılarına yerleşti.
Gelelim konunun KKTC bağlantısına; Öncelikle Türk Barış Kuvvetleri’nin, -Kolordu düzeyinde- KKTC’deki varlığının tamamen uluslararası kural ve anlaşmalara uygun olduğunu tekrarlayalım. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I, Madde 4’e göre adada yasal olarak bulunmakta. Bu nedenle de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin Kolordu düzeyinde Kıbrıs adası üzerindeki mevcudiyetini uluslararası mahkemelere götürememekte. Sadece dolaylı gerekçelerle BM’de şikayetlerde bulunabilmekte. Kolordunun Kıbrıs adasındaki varlığı halen geçerliliğini korumakta olan uluslararası anlaşmalara göre ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Kıbrıslı Türklerin de oyları ile değişmediği müddetçe devam edecek. Bu gerçeği hiçbir kimsenin, kuruluşun, kurumun ve devletin değiştirme gücü ve yetkisi yok. Aksi takdirde dünya üzerinde uluslararası hukuk geçerliliğini kaybedeceği ve kaosun başlayacağı gerçeğiyle, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan gitmesi ise sadece pembe bir Rum hayali.
ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile askeri üs kurma görüşmelerinin yapıldığı günümüzde, GKRY’nin Kıbrıslı Türklere sormadan ve onayını almadan Fransa ile Limasol Limanı ve Andreas Papandreu Havaalanı’nın, Rusya ile de Mari ve Andreas Papandreu Havaalanı’nın, askeri ve sivil amaçlarla kullanımı anlaşmasını yapmasına paralele olarak KKTC hükümetinin de, GKRY’ne sormadan ve onayını almadan Türkiye ile Savunma İşbirliği Anlaşması yapması çok doğru siyasi ve askeri bir adım olacak zira GKRY’nin, AB’nin, İngiltere’nin ve ABD’nin bu konuda ne diyecekleri, nasıl ve ne şekilde bir tepki koyacakları, takkelerin düştüğü ve müttefikliğin anlamının değiştiği şu günlerde artık çok önem taşımıyor.
Özetle; Ortadoğu’da yaşanan gerginlik, Doğu Akdeniz’de Rumların yaratmak istediği doğalgaz krizi ve KKTC ile Türkiye’nin yapay ittifaklarla kıskaca alınmak istenmesi çabalarından sonra artık KKTC ile Türkiye arasından “Savunma İşbirliği Anlaşması” yapılmasının zamanı geldi.
Her ne kadar 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, İttifak Anlaşmasına göre Kıbrıs adasında 650 kişilik Türk Alayı ve Garanti Anlaşmasına göre de Türk Barış Kuvvetleri bulunuyorsa da, buna ilaveten KKTC ile Türkiye arasında “Savunma İşbirliği Anlaşması” yapılarak KKTC sınırları içinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kara, Deniz ve Hava Üslerinin uluslar arası kurallara uygun olarak kurulması, Orta Doğu’da ve bölgemizde yaşanan gelişmelere uygun, koruyucu bir adım olacak.
Türk Silahlı Kuvvetlerine ait Hava Kuvvetlerinin Geçitkale havaalanında, Deniz Kuvvetlerinin Gemi Konağında ve Kara Kuvvetlerinin de Kuzey sahili boyunca uygun bir lokasyonda askeri üsler kurmaları, KKTC’nin savunmasına büyük bir katkı koyacak.
KKTC sınırları içinde TSK’nın Deniz, Hava ve Kara üsleri kurmasının, Kıbrıs sorununun çözülmesine olumlu etki yapacağı kesin. Rumlara adanın tek ve mutlak sahipleri olmadıklarını hatırlatacak, Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığını kabul etmelerinin yolunu açacak bir gelişme olacak.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Güney Kıbrıs’ın çarpık ilişkileri
Türkiye’de gerçekleşen anayasal değişiklikten sonra Türkiye’ye yapılan ABD kökenli silahsız saldırıları anlamak için birkaç adım geriye çekilip o noktadan gelişmeleri izlemek ve neler döndüğünü anlamak gerekiyor.
Güney Kıbrıs uzun zamandır Rusya kökenli kara paranın aklanmasında kullanılan bir çamaşır makinesi görevi yapmakta. Kara para ile ilgili yapılan uluslararası araştırmalarda, Güney Kıbrıs ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Panama kayıtlarında ve Panama kökenli evraklarda tamı tamına 530 bin 937 kez, Güney Kıbrıs’ın en büyük bankası olan Bank of Cyprus (Kıbrıs Bankası) ise tam 4 bin 657 kez para hareketleri ile ilişkilendirilmiş.
Rusya’nın en büyük alüminyum şirketi olan “Rusal”ın kurucusu olan Oleg Deripaska, 2006 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin adına Avrupa Birliği devletleri ile özel görüşmeler yapmak ve gizli işler çevirmekle görevlendirilen Paul Manafort’a, -her yıl yaptığı gibi- rüşvet ve hediyeler vermek, rüşvet adı altında komisyonlar ödemek, görevli memur satın almak ve aracılar oluşturmak amaçlı, 10 milyon ABD Dolar tutarındaki ödemelerini Bank of Cyprus vasıtası ile yaptı.
Paul Manafort ve ortağı Rick Gates’in, Bank of Cyprus’da ve 2013 yılında satın aldıkları Cyprus Popular Bank’da (Kıbrıs Halk Bankası) en az 15 tane farklı isimler altında banka hesapları olduğu ve para transferlerinin bu hesaplar üzerinden yapıldığı, kara para aklama konusunu araştırmak üzere kurulmuş Robert Mueller başkanlığındaki soruşturma ekibinin yaptığı özel bir oturumunda sunulan resmi evrakların yer aldığı, ABD’nin en ünlü ve güvenilir gazetelerinden bir tanesi olan National Herald’da yayınlandı.
Robert Mueller başkanlığındaki soruşturma ekibi, kapsamlı araştırma ve soruşturma sonrasında Manafort ve Gates aleyhinde hazırladığı 12 maddelik ithamnamede, her ikisini de kara para aklama ve ABD’ye karşı komplo kurmakla suçladı.
Başkan Trump’ın 2017 yılında Ticaret Bakanı görevine getirdiği milyarder işadamı Wilbur Ross, bir grup ABD’li ve Avrupalı yatırımcıyı, Bank of Cyprus’ın batmanın eşiğine geldiği 2014 yılında, 1.3 milyar dolarlık hisselerini satın almalarına öncülük etti. Bu hisse alımından sonra Ross, yüzde 17’lik pay ile bankanın en büyük hissedarı ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı oldu. 2017 yılında Trump’ın kabinesinde Ticaret Bakanı olarak yer alınca Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini aynı ekip içindeki bir başka arkadaşına devretti. Ross’un Yönetim Kurulundaki ilk eşbaşkanı, Putin tarafından görevlendirilmiş, Putin’in eski bir dostu ve eski bir KGB ajanı olan Vladimir Strzhalkovsky oldu. 2015 yılında Strzhalkovsky’nin eşbaşkanlık görevini, Viktor Vekselberg’in Renova Grubunda stratejik projelerin yöneticisi ve Rusal şirketinin Yönetim Kurulu üyesi olan Maksim Goldman aldı.
DCReport.org sayfasında yer alan bilgilere göre Viktor Vekselberg, Rusya’nın en zengin iş adamlarından bir tanesi ve 2017 kayıtlarına göre Bank of Cyprus’un yüzde 9.3’lük hissesine sahip. Vekselberg’le birlikte Rusya’nın bir diğer zengin iş adamı olan ve “Gübre Kralı” olarak bilinen Dmitry Rybolovlev de Bank of Cyprus’un yüzde 3.3’lük hissesine sahip.
Başkan Trump’ın bu düzen ile ilişkisi tam da burada başlıyor.
Gübre Kralı Rybolovlev, Trump’un Palm Bach’deki büyük malikanesini 95 milyon dolara satın alarak Trump’ın 4 yıl içinde emlaka yaptığı 41 milyon dolarlık yatırımdan 54 milyon dolar kar etmesini sağladı. Gerçekte bu alım Trump’ı iflastan kurtarma operasyonuydu. O dönemde Trump, tek destekçisi kalan Deutsche Bank’ı, 40 milyon dolarlık emlak kredisini ödememek için dava etmişti.
Wilbur Ross Bank of Cyprus’un Yönetim Başkan Yardımcılığı görevinden ayrılınca Deutsche Bank’ın 2002-2012 yılları arasında İcra Kurulu Başkanı olan Josef Ackerman onun yerini aldı. Aynen Goldman gibi, Ackermann da 2014 yılında Viktor Vekselberg’in sahibi olduğu Renove Management şirketinin Yönetim Kuruluna üye olarak göreve başladı.
Amerikan bankaları tarafından kara listeye alınan Trump, taze para için Deutche Bank’a başvurdu ve 1990 yılından başlamak üzere kendisine toplamda 3 milyar dolar kredi verdi. An itibarı Trump’ın toplamı 2024 yılında kapatılmak üzere 364 milyon dolar borcu bulunmakta.
Ackermann’ın İcra Kurulu Başkanlığı döneminde Deutsche Bank Güney Kıbrıs, New York ve Moskova şubeleri kanalı ile yaklaşık 10 milyar dolarlık Rusya menşeli kara para akladı ve bu nedenle de ABD ve İngiltere mahkemelerine 670 milyon dolardan fazla ceza ödedi. Bir başka Rus milyarder olan Yuri Milner ise damat Jared Kushner’in kardeşi ile birlikte sahibi olduğu Cadre şirketinin ortağı.
Kimin eli kimin cebinde pek belli değil ama ABD’nin, Fransa’nın, Almanya’nın ve Rusya’nın ellerinin Güney Kıbrıs’ın cebinde olduğu kesin. Kıbrıs konusunda katliamlar sürerken niye BM Güvenlik Konseyinde Rumların suçlanmadığı, niye Annan Planı Referandumundan sonra BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın “Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonlar kaldırılsın” içerikli raporunun yayınlanamadığı, niye Trump’ın GKRY’ye kendisinden evvelki yönetimlerin koyduğu silah satışı yasağını kaldırdığı belli oluyor bu çapraşık ilişkilerden dolayı.
KKTC olarak varoluş yolumuzun sadece anavatanımız Türkiye ile birlikte olmaktan geçtiği kesin. Başka türlüsünde her haktan yoksun, illaki ikinci veya üçüncü sınıf vatandaşlar olacağımız apaçık gün gibi ortada…
Değerli okuyucularımın mübarek Kurban Bayramını kutlar, nice mutlu, sağlık ve huzur dolu bayramlar yaşamalarını dilerim…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
ABD ve İncirlik Üssü
ABD ile Türkiye arasında yaşanan gerilimin içinde Türkiye’nin elindeki en büyük kozlardan bir tanesi ABD’nin Adana’daki İncirlik üssü. Her ne kadar Türkiye’de 40 tane daha ABD üssü bulunmaktaysa da, bunların içinde en önemlileri İncirlik ve beş tane olan Nükleer bomba depoları. İncirlik baş sırada.
Dünya üzerinde İncirlik kapasitesinde sadece 2 tane daha ABD üssü var. Gerisi İncirlik’e kıyasla, görevleri daha az önemli küçük üsler.
Bölgede ABD’nin Filipinler ve Japonya hükümetleri ile imzaladığı ve bu ülkelerin varlığını devam ettirecek yükümlülükler ve sözler içeren bir çeşit “Garanti Anlaşması” yok. ABD, Türkiye ile günümüzde yaşadığı gerginliği daha birkaç yıl evvelsinden öngördüğünden 2017 yılı içinde İsrail ile daimi bir askeri üs kurma anlaşması yaptı. Bu anlaşma basına pek sızmadı ve basında yer almadı. İncirlik’in bir kopyasını İsrail’de yapma hazırlığına girdi ABD. Bu şekilde ABD’nin İsrail’de daimi ve kalıcı bir askeri olacak. Buna ilaveten de Amerika ile İsrail arasında imzalanacak Güvenlik ve Savunma İşbirliği Anlaşması ile iki ülke arasındaki askeri dayanışma da uluslararası geçerlilik ve resmiyet kazanacak.
İncirlik üssünün Türkiye tarafından kapatılması demek, ABD’nin Ortadoğu’da “kör, topal ve sağır” olması demek. Türkiye’nin NATO içindeki ABD’den sonra ikinci en büyük güç olması ve ABD’nin de günümüzde NATO’ya çok ihtiyaç duyması nedeni ile ABD’nin Türkiye’yi megalomanik nedenlerle kaybetmesi NATO’yu kullanılamaz hale getireceğinden, bu davranışı ABD’nin tamamen kendi aleyhine sonuçlanacak. ABD ordusunun sadece yakıt gideri yıllık 15 Milyar Dolar ve ABD’nin dünya üzerinde kurduğu üslerinde ve kendi ordusunda kullandığı yakıtın parası, ABD maliyesinin cebini delmeye, hazineyi de zorlamaya başladı.
ABD’nin eşzamanlı olarak Avrupa Birliği, Rusya ve Çin’den yaptığı ithalatı azaltmak istemesinin ve bu nedenle de gümrükleri yükseltmesinin gerekçesi hazinesinin dibinin delinmeye başlamış olması. Bu aşamada ABD’nin küresel ekonomik gücünün iniş eğilimine geçtiğini söylemek yanlış olmaz.
ABD’nin, dünyanın 3 büyük ekonomisine sahip olan AB, Rusya ve Çin’e karşı gümrük kalkanı koyup, bu ülkelerde ekonomik sıkıntılar yaratmasına ilaveten Türkiye’ye karşı siyasi yaptırımlar uygulaması ve ekonomik baskı kurarak hukuk dışı taleplerde bulunması sonrasında Türkiye’nin diz çökmeyip kendisinden beklenmeyen bir direniş içine girmesi, dünya üzerindeki tüm siyasi ve ekonomik dengelerin bozulmasına yol açtı. Türkiye’nin ABD’ye adeta kafa tutması, kalplerinde ABD’ye karşı nefret duygusu olan ama bunu dışa vuracak güce sahip olmayan ülkeleri de ABD’ye karşı harekete geçmek için dürtmeye başladı.
ABD’nin Türkiye’ye verdiği 8 maddelik talep listesinin tümü “İncirlik Üssü”nün “İ”si bile etmez. ABD açıkça Türkiye’ye blöf yapıyor ve “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” istiyor. Türkiye’ye verilen 8 maddelik muhtıradan Başkan Trump’ın istediği sadece birinci madde: Rahip Brunson’un serbest bırakılması. Gerisi Başkan Trump için teferruat. Olsa da olur, olmasa da.
Başkan Trump’ın ve ekibinin istediği, genelde çoğunluğu çok dindar olan ABD kamuoyu nezdinde, rahip Brunson’u Türkiye’de hapisten çıkarttırıp geri getirtmekle prim yapmak, “Hristiyanlık galip geldi” havasını yaratmak ve “ABD en büyük” duygusunu yaşamalarını sağlamak zira Brunson’un rahipliğinin çok üstünde meziyetleri olduğunu Trump çok iyi biliyor.
ABD Başkanı Trump’ın attığı her iki ok da bir kere yaydan çıkmış oldu ve geri dönüşü yok bu okların. Bunun vebali küresel olacak ve tüm gelişmiş ülkelerle birlikte konu ile ilgilileri olmasa bile daha çok fakir ülkeler ödeyecek bu bedeli.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Aramızdaki omurgasızlar
Aramızda çok sayıda Grekofiller (Rum hayranları), AB’nin para ile tutulmuş destekçileri ile ABD’nin, profesyonelce yetiştirilmiş ve aramıza serpiştirilmiş provokatörleri bulunmakta. Bu üç grup, üç koldan Türkiye düşmanlığının yaratılması, KKTC’nin lağvedilmesi, Türkiye’nin garantörlüğünün iptal edilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan gitmesi için akla gelen her tür girişimi ve düzenbazlığı yapmakta.
Şimdi dövizin son birkaç aydır girdiği yükseliş süreci, bu yıkıcı gruplar için bulunmaz bir nimet oldu. Amaç ve hedefleri, dövizin yükselişini bahane edip, Türk parasından ve Türkiye’den kurtulmak için elden geleni yapıp, tansiyonu yükseltmek.
KKTC’de yaşayan ve KKTC’nin her nimetinden faydalanan ama hala daha özgür olmayı, egemen olmayı para ile ölçmeyi marifet sayan ve aralarında bazı akademisyenlerin de yer aldığı bu omurgasız, dik durmayı bilmeyen ve kendi ayakları üzerinde durmayı bilmeyen kişileri görmek gerçekten çok üzücü.
1974 öncesinde Kıbrıslı Türklerin adada, ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edilen Hıristiyan Maronit, Latin ve Ermeni’lerden sonra üçüncü sınıf vatandaş konumunda yaşamlarını sürdürmeye mecbur bırakıldığını, 1960 Anayasasında devletin ve adanın ortağı oldukları yazmasına rağmen hiçbir haklarının olmadığını, her fırsat ve koşulda aşağılandıklarını, Rumlarla aynı yer ve statüde çalışsalar bile daha az maaş almaya mahkum edildiklerini, devlet dairelerinde, politik reklam amaçlı çalıştırılan tek tük Kıbrıslı Türkün hiçbir yetkilerinin olmadığını ve mevkilerinde göstermelik oturtulduklarını, Rum mahkemelerinde hiçbir davada Türklerin haklı bulunmadığını, Türklerin Rumlardan toprak almasının yasaklandığını ama Rumların Türklerden toprak almasının serbest bırakıldığını ve teşvik edildiğini, göstermelik birkaç Kıbrıslı Türk’ün dışında hiçbir Kıbrıslı Türk’e ithalat izni verilmediğini, Türk köylerinde elektrik ve suyun olmadığını, yollarının ise Türk köyü olmaları nedeni ile kasten yapılmadığını ve de en önemlisi Kıbrıs Türkünü veya Türklerini kalleşçe öldüren hiç bir Rum’a ceza verilmediğini tüm bunlara ilaveten de 1974 öncesi yaşadığımız fakirliği, sefaleti, işsizliği, mağaralarda yaşamak zorunda kalanlarımızı unutmuşa benziyorlar.
Bu omurgasız, şahsiyetsiz ve onursuz vatandaşlarımız, özgürlüklerini ve egemenliklerini terazinin bir kefesine, aldıkları maaşı da terazinin diğer kefesine koyarak, kan ve gözyaşı pahasına anavatanımız Türkiye’nin sonsuz ve sınırsız desteği ile kurmayı başardığımız KKTC’mizden Euro (Avro) maaş almak uğruna vazgeçmekten ve Türkiye’yi KKTC’den kovmaktan bahsediyorlar ve utanmadan sıkılmadan bu fikirlerini de yaymaya çalışıyorlar.
Zannediyorlar ki Türkiye’nin garantisi kalkarsa, Türk Silahlı Kuvvetleri de bu adadan giderse, her şey ve her yer güllük gülistanlık olacak, Euro maaş alacaklar ve mutlu bir hayat sürecekler!!!
Önce bu “şuursuz ve hayalperest” Kıbrıs Türklerine (!) tarih okumalarını tavsiye ederim. Öyle birkaç yüz yıl geriden başlayarak değil, 1950 ile 1974 yılları arasını okusunlar yeter. Sadece Türk basınını değil, Rum ve İngiliz kaynakları da okusunlar. O vakit çok daha iyi anlayacaklar geçmişte neler yaşadığımızı, Rumların bize hangi gözle baktıklarını, bize karşı hangi duyguları beslediklerini ve bizleri hangi sınıfa koyduklarını…
Eğer üç kuruş fazla maaş uğruna, Türkiye’nin garantisinin kalkmasına, yegane güvencemiz olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin adamızdan gitmesine ve KKTC’mizin lağvedilmesine razı olmayı düşünüyorlarsa başlarına geleceklerin 1950 ile 1974 yılları arasındaki 24 yıl içinde yaşadıklarımızdan hiç farklı olmayacağını bilmeleri gerekmekte.
İnsan haklarının sınırsız olduğu iddiasındaki anlı şanlı Avrupa Birliği’nin üyesi olan Yunanistan’ın kuzeyinde, Batı Trakya Bölgesinde yaşayan kardeşlerimizin durumu, yaşam koşulları, hakları, hukukları, parasal durumları ve benzeri insani haklarının neler olduğu ve nerede bitmeye zorlandığı bu hayalperest ve paragöz vatandaşlarımıza iyi bir ders ve örnek olmalı.
Para uğruna kendi egemenliğinden, özgürlüğünden ve devletinden vazgeçip, özgürlüğünü ve devletini bir kenara iterek bir başka milletin egemenliği altına girmeyi kabul etmiş olan bir millet veya halk veya da bir toplum dünya tarihinde yer almadı bugüne değin.
Umarım aramızda yaşayan Grekofil’ler ve paragözler sayesinde böylesi insanlık tarihi için yüz karası olacak bir olay bizim başımıza gelmez de dünya üzerinde yaşayan yüzlerce millet, halk ve toplum tarafından asırlarca kötü bir örnek, aşağılık bir halk olarak gösterilmeyiz ve en mühimi tarih kitaplarında “devlet verip azınlık olmuş tek halk” olarak yer almayız..
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Son fırsat masalı
Birkaç gündür basında UNFICYP raporu BM Güvenlik Konseyinde görüşülürken, özellikle kulislerde yaşanan tartışmalarda, Kıbrıs sorununun çözümü çabalarında sık sık ‘son fırsat’ ifadesinin yer aldığı ve Kıbrıs sorununun ‘yeni müdahalenin bitişinin ardından öyle ya da böyle sona ereceği’ söylemlerinin dile getirildiği görülüyor.
Mutlu Barış Harekatının gerçekleştiği 20 Temmuz 1974 tarihinde özgürlüğümüzü ve egemenliğimizi kazandıktan sonra 20 Haziran 1976 tarihinde ilk kez yapılan KTFD Meclisi seçimlerini kazanıp Meclise girmem sonrasında “Bu sefer müzakerelerin son fırsatı olacak” uyarısını çok kez duydum.
1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında Joe Biden ve Yunan asıllı Menendez ile birlikte Türkiye’ye ambargo koydurtan Yunan asıllı ABD Senatörü Guy Billirakis, geçen gün attığı tweet’te Türkiye’nin adada işgalci olduğunu ve derhal gitmesi gerektiğini yazınca, kendimi gerçekten tutamadım ve kendisine Ortega Raporunu, Atlılar- Sandallar-Muratağa katliamının faillerinin isim listesini, Kumsal’da Binbaşı İlhan’ın karısı ve üç çocuğunu acımasızca katleden EOKA mangasının komutanının adını ve kullandıkları silahları gönderdim. Adam pişkin pişkin, sanki de bilmiyormuş gibi, “bildiklerini yetkililere ver” yanıtını verdi, yalandan şaşırarak!
Tartışma sürdü ve “Türkiye, 1958 NATO Paris görüşmelerinde Averof ile Zorlu’nun mutabakatına, 1959 Zürih ve Londra Anlaşmalarına ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I., Madde 4.’e göre müzakerelerin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre uygun bir şekilde sonlandırılıp ‘Kıbrıslı Türkler kurulacak devlette egemenliğe ve yönetime fiilen ortak olana dek’ TSK adada kalacaktır” dediğim vakit gelen yanıta inanamadım. “Türkiye Kıbrıs Cumhuriyetini tanımıyor ki, iddiaların boş çıktı” yazdı kendisi veya sözcüsü. Bu defa da Makarios’un nasıl ve hangi uyduruk bir doktrinin arkasına saklanıp, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını tek taraflı ve uluslararası antlaşmalara ve mevcut Anayasa’ya aykırı olarak, sadece Rum Milletvekillerinin oyları ile 1964 ilkbaharında değiştirdiğini, Türklere ortaklık ve egemenlik hakkı veren 13 maddeyi iptal ettiğini ve Türkleri devletten dışladığını anlattım bildiğini bilmeme rağmen. Sonra da Türkiye’nin sadece 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini tanıdığını, anayasası anlaşmalara aykırı olarak değiştirilmiş “Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti”ni de bu nedenle tanımadığını yazdım. Devamla da “1974 Mutlu Barış Harekatı, Kıbrıs sorunun başlangıcı değil, Rum katliam ve soykırımının sonucudur” diye yazınca ipler koptu…
Sonra ne mi oldu?
Helenlerin Kıbrıs konusunda haklı olduklarına herkesi inandırmak, Kıbrıs’taki ve Yunanistan’daki Rumlar da dahil olmak üzere tüm dünyadaki insanlara 1963-1974 yılında yaşadığımız soykırımı unutturmak/öğretmemek adına 74 öncesi tüm olayların kitaplardan ve arşivlerden Helen kökenliler tarafından bilinçli olarak sildirildiğini bir kez daha somut olarak anladım. Tabii anlayan ben oldum. Rumlar ve Yunanlılar dahil tüm siyasi, politik ve sivil ilgililer, süreç içinde bu başarılı Helen dünyası kökenli “Kıbrıs’ta 1963-1974 döneminde yaşananları gizleme ve çarpıtma” operasyonunun masum birer kurbanları haline geldiler.
Dolayısıyla “Bu Son Fırsattır, kaçırılırsa Kıbrıs sorunu kendi haline bırakılacaktır” hikayelerine asla inanmayın değerli okuyucularım. Hep birlikte daha nicelerini gazetelerde okuyacağız, demeçlerde duyacağız ve görsel medyada izleyeceğiz eğer kendi göbeğimizi kendimiz kesmezsek…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1