Rumlar aradan bir yıl geçmesine rağmen hala daha Annan Planına karşı. Akıllarında Türklerle iki bölgeli, iki toplumlu Federal bir Cumhuriyet kurmak yok. Ellerindeki tanınmış devleti bizimle paylaşmak istemiyorlar ve tam tersine AB’nin tüm hukuk yollarını zorlayarak Kıbrıs’ın kuzeyini bir tek mermi atmadan olduğu gibi ele geçirmeye çalışıyorlar. Şimdilik su üstüne çıkmış ve gözle görünen bütün hedefleri bu.
Önce 3 Ekim’e kadar bekleyecekler ve tüm baskılara rağmen BM zemininde görüşmeleri başlatmamak için açıkçası “ipe un serecekler”. AB ile Türkiye’nin müzakereleri başlatabilmesi için koşul olan 1963 Ankara Anlaşması ek protokolünün Türkiye tarafından genişletilmesi, Türkiye’nin bütün aksi çabalarına rağmen Rumların ellerinde bulunan kozların en küçüğü ve basiti. Daha birkaç gün evvel 26 Nisan’da yapılacak AB-Türkiye ön görüşmeleri ile ilgili COREPER (AB üyesi ülkelerin AB’ye akredite temsilcilerinden (Büyük elçilerinden) oluşan birlik) kararı açıklandı. Rum ve Yunan Büyükelçilerinin (2/25 oranında yani %8’lik bir güç) yoğun çalışması sonucu “Türkiye’nin Kıbrıs’ta çözüm için elden geleni yaptığı” şeklindeki cümle bile bu karardan çıkarıldı. Açıklanan kararı zaten biliyorsunuz, Türkiye’nin tüm hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum bayraklı taşıtlara açması, tavsiyeden öteye adeta şart koşulmuş.
Hedef 3 Ekim’de AB-Türkiye müzakerelerini başlatabilmek için Türkiye’den her tür tavizi elde etmek. Buna Ruhban okulunun açılması, Kürtlere serbestiyet, azınlık hakları ve Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri de dahil.
Tüm bu isteklere karşı artık Türkiye’de AB’ye karşı yumuşak davranışın yerini sertleşme almaya başladı. AB’ye karşı gözle görünen bir soğuma var. Artık herkes AB’ye giriş için çok hevesli değil. Bunun ucu Kıbrıs’a da ulaşıyor. Daha evvelki “ver kurtul” düşüncesi yerini milliyetçi duygulara bıraktı. Artık AB ve bağlantısı Kıbrıs konusunda Milliyetçilik ağır basmaya başladı
Tüek ordusu ve Genel Kurmay Kıbrıs’ın stratejik önemini tekrar vurgulamaya başladı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, Harp Akademileri Komutanlığı’nda geçen hafta içinde yaptığı yıllık değerlendirme konuşmasında, KKTC’ye uygulanan izolasyonun kaldırılmasına yönelik vaatlerin unutulmaya terk edildiği bir süreçte, Türkiye’den hala herhangi bir şekilde jest yapmasını istemenin büyük haksızlık olduğunu vurgulaması ile askerin Kıbrıs konusundaki düşüncesini açıkça ortaya koydu. Asker diyor ki, “İzolasyonlarda gelişme yoksa asker çekmek gibi jest de yok”.
AB ise tüm çabalarına rağmen Rumların engellemelerine mani olamadı ve bir türlü, Yeşil hat Tüzüğünü”, “Mali yardım tüzüğünü” ve “Direk Uçuşları” içeren Kıbrıs paketlerini (AB Komisyonu tüzükleri) çıkaramadı. Şimdi bunların hepsi buzdolabında. Ne zaman yürürlüğe girecekleri meçhul. En azından 3 Ekim’e kadar bu tüzüklerden ses seda çıkmayacak.
Baba Denktaş ise çok değil bir hafta sonra araziye inecek ve aklındaki mücadeleyi başlatacak.
Açıkcası Talat’ın yürüyüşe çıktığı yol hiçte düzgün değil. Birçok dönemeç, engebe, tümsek, engel ve yol ayırımları var.
Bence işi bayağı zor.
Denktaş düne kadar Kıbrıs Türkünün seçilmiş politik Cumhurbaşkanı idi, bu gün artık sivil Cumhurbaşkanı.
Kim derse ki Denktaş devri kapandı, bence çok yanılmaktadır. Denktaş devri sadece vites değiştirmiştir ve aynı yolda hızla devam etmektedir.
Bundan sonraki mücadelesi Denktaş için artık daha kolay olacaktır. Bu güne kadar gururla ve başarı ile taşıdığı “Cumhurbaşkanlığı” unvanından ve bulunduğu “Cumhurbaşkanlığı” makamdan dolayı bir çok sözü söyleyemedi içine attı, bir çok eylemi yapamadı içinde kaldı, bizim için çok basit gözüken bir çok hareketi yapamadı özledi, protesto etmesi gereken yerde susmak zorunda kaldı ve sesini yükseltemedi.
Şimdi artık hür ve zincirlerden kurtulmuş vaziyette. 63 yıldır sırtladığı Kıbrıs davasını kendi istediği ve arzuladığı yörüngeye çekebilecek güçte ve yapıda. Zaten bunun için çalışacağını da söylüyor. Yıllardır içine attıklarını artık söyleyebilecek ve yapamadıklarını yapacak. Gerektiği yerde, önüne ardına bakmadan sesini yükseltecek.
Geçmişin acılarını çok iyi biliyor ve geçmişini bilmeyenin geleceğini çizemeyeceği gerçeğinden hareketle 1950’li, 60’lı yıllarda çektiklerimizi hiç unutmuyor.
Buna karşın kendisine iyilik yapan Rumları da unutmuyor. Kendine para kazanabileceği ilk işi için veya diğer tabirle profesyonel olacağı ilk iş için bir Rumun yol gösterici olduğunu, 1960’lı yıllarda Rumların acımasız ateşi altından eşi ve çocuklarını kurtarmasına bir Rum’un yardım ettiğini ve Rumlardan kaçarken bindiği kayığın Girne açıklarında batması sonucu ölümden onu yine bir Rum’un kurtardığını da unutmuyor.
Düşüncelerinde Rumlarla ilgili bir çok artılar ve eksiler var ama görünen o ki, Denktaş ömrünü Rumların taktiklerini çözmek, atacakları bir sonraki adımı veya adımları kestirmek, şişhane derlerken hangi meyhaneyi kastettiklerini anlamak ve bunlara karşın gerekli karşı tedbirleri almakla ve Rumlarla göze göz dişe diş mücadele etmekle geçirdi.
Bir tek amacı vardı ve hala da bu amaç peşinde. Bize yaşanabilir bir ülke, Kıbrıs’lı Türklere ait bir devlet ve içinde başımız dik, yönetimi tamamen bize ait bir Cumhuriyet kazandırmaktı amacı. Bunu başardı da. Düşü olan KKTC’yi kurdu ve bu günlere getirdi. Tanınsa da tanınmasa da bir Cumhuriyetimiz var ve adı KKTC.
Şimdi Rauf beyin yerinde siz olsanız, KKTC adlı bu çocuğunuzun yok edilmesine izin verirmisiniz? Hiç sanmam.
Bu nedenle Rauf Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığının sona ermesiyle siyaset sahnesinden çekileceğini düşünenler çok yanılıyor. Bence Denktaş, haklı olarak son nefesine kadar bu mücadelenin içinde kalmaya kararlı ve temposunu arttırarak mücadelesini sürdürecek.
Bence Denktaş, kısa bir zaman içinde “Partiler üstü” bir konuma yerleşecek ve mücadelesini alışık olmadığımız bir şekilde ve yöntemlerle yürütecek. Büyük düşünülmüş büyük planlar uyarınca ve boyutları Kıbrıs dışına taşan girişimler biçiminde devam edecek.
Denktaş’ın Cumhurbaşkanlığının sona ermesiyle siyaset sahnesinden çekileceğini düşünenler çok yanılıyor. Zaman bunu ispatlayacak…
Eski Tarım Bakanı ve Birleşik Demokratların üst düzey yetkilisi Costas Themistocleous geçtiğimiz hafta içinde, bir yıl evvel Rumların referandumda “Hayır” demesini eleştirdi ve bir “olumsuzluklar ve kaybedilenler” listesi yayınlayarak, Rumların Annan Planı referandumuna “HAYIR” demekle neler kaybettiklerini sıraladı.
Aslında ben bu samimi konuşmaları bir itiraf olarak kabul ediyorum ve enine boyuna iyice değerlendirmeye çalışıyorum. Genelde olaylara ve gelişmelere hep kendi tarafımızdan, KKTC’den, baktığım için bazen de büyük yanılgılara düştüğümü veya düşebileceğimi hissediyorum.
Bazen konulara başkalarının açısından bakabilmemin, beni at gözlüklerinden kurtarıp, neleri kaybedip neleri kazandığımızı daha iyi ve net bir şekilde ortaya koyduğuna ve bana gösterdiğine inanıyorum.
Bu nedenle Eski Tarım Bakanı ve Birleşik Demokratların üst düzey yetkilisi Costas Themistocleous’un hafta içindeki samimi itirafları ve Papadopulos’u eleştirisi bana çok ilginç geldi ve öğretici oldu.
Bakın Temistocleous neler diyor ve nelerden yakınıyor;
Ve sözlerine, geçen seneki “Hayır” oylarından sonra geçen 1 yıl içerisinde cereyan eden ve Rumlara göre olumsuz olarak tanımlanabilecek değişiklikleri sıralayarak devam ediyor ve diyor ki;
Tüm bunlar Kıbrıs’lı Rumların “Hayır” demelerinin olumsuz sonuçlarıdır ve bu güne dek ben bu “Hayır” oylarının faydalı bir tarafını da görmedim diyor Temistocleous. Dış ülkelerde, iki sene evvel Kıbrıs (Rum) hükümetine, çözüm için olası her şeyi yaptığı nedeni ile herkes saygı duymaktaydı fakat şimdi referandum da “Hayır” dediğimiz için bu görüş değişti diyerek içine düşülen sıkıntıları dile getiriyor.
Evet; geçen bir yılda yaşananlara Rum tarafından bakış açısı aynen yukarıdaki gibi. Bir yıl daha böyle geçerse, belki de bizler için daha da iyi olacak….
Rumlar AB’ye girdikten sonra adım adım AB hukuku içerisinde sessiz sedasız ve bir tane dahi mermi atmadan KKTC’deki topraklarını geri almak ve adanın tümüne hakim olmak yolunda emin adımlarla ilerliyorlar.
Orams davasının özelliği AB vatandaşlarına yönelik olmasıdır. Aslında bu tür davaların açılabilmesi ancak Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin 1 Mayıs’ta AB’ye girmesi ile mümkün olabilmiştir. 1 Mayıstan sonra AB vatandaşı olan Kıbrıslı Rumlar hemen ve derhal AB icra mekanizmasını çalıştırabilmenin ve arazilerini işgal eden AB vatandaşlarının, vatandaşı oldukları AB üyesi ülkesi tarafından tutuklanarak yargılanmak üzere kendilerine iade edilmesinin yollarını araştırmaya başlamışlardır.
Bunun için “European Arrest Warrant (EAW)” denilen Avrupa Tutuklama Emrini devreye sokabilmek için mülke tecavüz “trespass” suçunun 6 ay olan cezasını, Rum Meclisinde Mart 2005 tarihinde değiştirerek asgari limit olan 12 ayın üzerine çıkartmışlar ve AB icra mekanizmasını devreye sokmayı başarmışlardır.
Şimdi artık KKTC’deki bir malın Eşdeğerden mi yoksa tahsisten mi olduğunun pek bir farkı ve de önemi yoktur. Orams davası nedeni ile esas olan tapu kaydının veya koçanın, AB tarafından tanınan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Tapu kayıtları olduğu (maalesef) ortaya çıkmıştır.
Konuya benim gibi bir başka açıdan bakarsanız ve de 1974’den sonra verilen KKTC koçanlarının mı yoksa Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1974’ten önce verdiği koçanların mı AB’de geçerli olduğu çelişkisine düşüp, düşünmeye başlarsanız, AİHM’nin aldığı bu Türkiye aleyhine dava başvurusunu kabul etme kararı ile KKTC’deki bir kısım taşınmaz malların, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1974’ten önce verdiği tapu sahiplerine ait olduğunu yeniden kabul ve teyit ettiği şeklinde de yorumlayabilirsiniz.
Bu konuya hangi bakış açısından baktığınıza bağlı.
Bunları yazmamın nedeni ise, 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşları olan bizlerin ve çocuklarımızın, 1 Mayıs 2004’de AB’ye giren Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin doğal vatandaşları ve bu nedenle de AB vatandaşı olmamız ve Avrupa Tutuklama Emri kapsamında yer almamızdandır. Bu güne kadar her hangi bir neden veya düşünce ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti kimliği veya pasaportu almamış olan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşları da bu kapsam içindedir.
Eğer içinde yaşadığınız ev, dükkan, yapı veya sahibi olduğunuz arazi bir Rumun ise, bu kişi sizin hakkınızda işgal ve mülke tecavüz davası açabilir ve Kıbrıs Rum Mahkemesi de sizin işgalci ve mülke tecavüz suçundan tutuklanmamız için aleyhinize karar alabilir. Bu aşamada EAW devreye girer ve isminiz tüm AB ülkeleri ile aday olan Türkiye’ye bildirilir.
Şimdilik Rumlar KKTC’yi tanımadıkları için sizi direk olarak KKTC devletinden istemeyebilirler ama eğer bir gün Güney Kıbrıs’a geçerseniz veya AB üyesi her hangi bir ülkeye giderseniz tutuklanabilirsiniz. Türkiye’ye gittiğiniz vakit, tutuklanmayacağınız için her hangi bir garanti de yoktur. Belki de 3 Ekim görüşmelerinin ilk koşullarından birisi de arananlar listesindeki KKTC vatandaşlarının Türkiye tarafından tutuklanarak ilgili AB ülkesine gönderilmesi olabilir.
Dünkü Rumca Gazeteler, “Ağa Development Ltd” şirketinin Arapköy yakınlarında inşa etmekte olduğu lüks villalarla çevreyi katletmekte olduğunu iddia ettiler ve uzun uzun Rum siyasilerin tepkilerini içeren açıklamalarına yer verdiler.
Bunları boşuna şimdiden basında dile getirmiyorlar. Bence Rum mülkü üzerine inşaat yapan şirketleri durdurabilmek için büyük bir çalışma içindeler ve zemin hazırlıyorlar. Gene Loizidou, Ksenti ve Orams davalarında olduğu gibi Rum malları üzerinde inşaat yapılmasını önleyecek AB hukuk kapısını açmak peşindeler…
Hadi Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş’ı ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ü tanıyoruz ama bu Çağrı Kombaycı’da kim dediğinizi duyar gibiyim.
Aslına bakarsanız düne kadar bende Çağrı’yı tanımıyordum ama Çağrı dün bir daha çıkmamak üzere benim aklımdaki “önemli insanlar” listesine bir anda giriverdi.
Çağrı Kombaycı, Lapta İlkokulu’nun 2’nci sınıf öğrencisi. Kendi daha küçücük ve hayatının baharında bile diyemeyeceğimiz kadar minicik ama 23 Nisan törenleri nedeni ile Başbakan koltuğuna oturduğu vakit söylediği sözler “büyücük” hem de çok büyücük. (bu kelimeyi Çağrı’yı tanımlayabilmek için ben uydurdum)
8 yaşındaki Çağrı Kombaycı’ya, Başbakan koltuğuna oturduğu vakit Başbakan olarak ne yapmak istediği sorulduğunda “Halkımızı özgür ve kendi bayrağı altında yaşatmak isterdim” dedi.
Söylediği sözlerin doğruluğuna ve büyüklüğüne bakın, birde yaşına bakın. Yarının gençleri ve sonra belki de siyasileri olacak Çağrı’yı yetiştiren anne-babayı ve öğretmenini(lerini) kutlarım.
Oyuncakların kendisinin daha çok ilgisini çekmesi gereken Çağrı, Başbakan koltuğundan hepimize sesleniyor ve bize “Özgürlükten ve kendi bayrağımız altında yaşamaktan” bahsedip, gelecek ile ilgili düşlerini açıkça ortaya koyuyor.
Ben Çağrı’dan ders aldım. Çağrı’nın bu sözleri beni çok mutlu etti ve artık geleceğe, benim çocuklarımın ve torunlarımın geleceğine daha güvenle bakıyorum.
Bu sözler Serdar Denktaş’ın da ilgisini çekmiş olmalı ki, dün yaptığı açıklamada özellikle “Bakanlar Kurulu’nu ziyaret eden bir çocuğun Başbakanlık koltuğuna oturduğunu ve “ne yapmak isterdin” denildiğinde “halkımızın kendi bayrağı altında özgür yaşamasını sağlardım” yanıtını verdiğini” dile getirdi ve Cumhurbaşkanı (baba) Denktaş’ın verdiği mesajın da aynı olduğunu belirterek “Şanlı tarihimizin temsilcisinin görevden ayrılırken verdiği mesajın, geleceğin teminatı çocuklar tarafından da doğru algılandığını gördük” diyerek, hükümetin ve yeni Cumhurbaşkanının tam istişare halinde Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyacağını söyledi.
Serdar Denktaş, sözlerini “Hakları koruyarak, eğer Rum tarafının da aklı başına gelirse bir ortaklık kurmak için mücadele edeceğiz. Aklı başına gelmezse ne yapacağımıza hep birlikte karar vereceğiz” şeklinde bitirerek, bence Orgeneral Özkök’ün, Harp Akademileri Komutanlığı’nda evvelki gün yaptığı yıllık değerlendirme konuşmasında, KKTC’ye uygulanan izolasyonun kaldırılmasına yönelik vaatlerin unutulmaya terk edildiği bir süreçte, Türkiye’den hala herhangi bir şekilde jest yapmasını istemenin büyük haksızlık olduğunu vurgulaması ile Türkiye ile bu konuda tam bir uyum içinde olduklarını açıkça ortaya koydu.
Hedefimiz yavaş yavaş belli oluyor. Ya eşit haklarla, Türkiye’nin garantisi altında ortak bir “Birleşik Kıbrıs Devleti” ya da hep birlikte karar vereceğimiz yeni bir oluşum…