Kıbrıs konusunda taraf olan veya kendisini taraf hisseden herkes 17 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile Kıbrıs’ta yeni bir dönemin açıldığını söylüyor.
Seçimlerden sonra verilen beyanlara veya yapılan açıklamalara bakarsak;
Rum tarafında bakarsak AKEL Genelk Sekreteri Hristofyas, DISY Başkanı Anastasiadis, DIKO Başkan Vekili Nikos Kleanthus, EDEK Başkanı Yannakis Omiru, Vasiliu’nun partisi olan EDİ ve diğer Rum politikacılar Talat’ın seçilmesinden duydukları memnuniyeti dile getirdiler ve Kıbrıs’ta çözüm ve barış için Talat’la işbirliği yapacaklarını belirttiler.
Tüm açıklamaların ve kutlamaların nedeni Talat’ın Kıbrıs konusuna daha değişik bakması ve Kıbrıs’ta çözüm ve barış’a daha yapıcı yaklaşması. Avrupa Parlamentosunda Talat ile çalışmak isteyen ve kendisini destekleyen büyük bir çoğunluk var.
Buna karşın Papadopulos’un Kıbrıs konusu ile ilgili tüm tavır ve düşünceleri referandumdan sonra geçen süre içinde iyice su yüzüne çıktı. Kıbrıs konusu ile ilgili herkes artık oyun bozan tarafın Rumlar ve Papadopulos olduğunu çok iyi anladı.
Papadopulos’un Annan’a istediği değişiklikleri yazılı vermemesi, AB’de Mali yardım Tüzüğüne ve Doğrudan Ticaret Tüzüğüne felik koyarak uygulanamaz hale getirmesi, Kıbrıs sorununa çözüm ve barış için gerekli olan müzakereleri başlatmamak ve Annan’ın her hangi bir davet girişimi yapmasına mani olmak için elden gelen her şeyi yapması, BM’de ve AB’de büyük bir hayal kırıklığı ve Rumlara karşı olumsuz bir hava yarattı.
Rumların yıllardır başarı ile uyguladıkları “Türkleri suçlama” stratejileri ve yarattıkları “Biz barış istiyoruz, barışı istemeyen Türklerdir” imajı ise yıkıldı gitti artık.
Papadopulos, Kıbrıs konusunda zaten yavaş yavaş köşeye sıkışmıştı, şimdi Talat’ın seçilmesi ile başı daha da çok siyasi belalara girecek…
24 Nisan referandumundan sonra hangi Rum adadaşımla görüştüysem, kendisinin “Evet” oyu kullandığını ve adada çözümü gönülden istediğini söyledi bana.
Tüm bu sözlerin aksine aradan tam olarak 1 sene geçmiş olmasına rağmen ufukta her hangi bir çözüm ve Rumlardan da çözüme yönelik bir yaklaşım gözükmüyor. O günden bu güne şimdilik bu yönde bir adım bile atmadılar daha. Atılacak adımları da “Makyavel tarzı” şu veya bu biçimde engellediler.
Rumların , referandumdan sonra geçen 1 yıl zarfında “Çözüme Hayır” olan düşüncelerini değiştirip değiştirmediklerini merak eden varsa, 11-18 Nisan tarihleri arasında, Symmetron Market Research Şirketi’nin, DİAS Grubu adına, güney Kıbrıs’ta 800 kişi üzerinde yaptığı Kıbrıs sorunu ve Annan planıyla ilgili anketin sonuçlarını inceleyebilir.
Aslında bu anketin sonuçları çok çarpıcı ve bir yerde de “adada çözüm ve barış” için boşuna kürek çektiğimizi, Kıbrıs konusunda BM’nin ve Annan’ın boşuna uğraştığını gösteriyor.
Ankete göre “Rumların ezici çoğunluğu Annan Planı çerçevesinde bir çözüme hala daha karşı” ve geçen yılki referandumda yüzde 75 oranında “Hayır” diyen Rum kamuoyunun tavrının değişmediğini gösteriyor. Ne Annan’ı istiyorlar ne de kendi adı ile anılan Annan Planını.
Söz konusu anketin sonucuna göre;
konusunda referandum yapılmasını isterken, %31’i buna karşı çıkıyor.
Her ne kadar DISY lideri Nikos Anastasiadis, Kıbrıs’ta yeni bir girişimin başlaması için, Rum lider Papadopulos’un Rum bir politikacıyı, BM Genel Sekreteri Annan ile görüşme yapmaya göndermesi çağrısı yapıyorsa da, Rum Meclis Başkanı AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Atina’da, The Economist’in organize ettiği 9. Uluslararası konferans’da, çözümden yana olduğunu ve Kıbrıs Rum tarafının, başlangıç noktasını Annan planının oluşturacağı yeni bir BM inisiyatifine yanıt vermeye hazır olduğunu söylüyorsa da, ki bu ikisin oy toplamı 56+3 sandalyeli Rum Meclisinde 39 etmektedir, gene de bu politikacılara oy veren ve oyları ile DISY ile AKEL’i ayakta tutan Rum taraftarlar, %78 oranında Annan Planına hala “Hayır” diyorlar.
Bu ankete göre şimdilik “Kıbrıs’ta çözüm ve barış” epeyi uzakta. Rum politikacılar istese de istemese de, eninde sonunda Rum halkının isteklerine uymak zorunda kalacaklar.
Bunları hisseden Serdar Denktaş, 2 yıl içinde eğer Papadopulos çözüm için hareket yapmaz ise Kıbrıs Türk halkı oturup da ilelebet onun keyfini beklememeli ve yeni bir politika ile yeni bir çözüm modelinin bulunması için “farklı bir politika çizilmesi yönüne gidilmesi” gerekmektedir demektedir. Bence bu sözler dikkate alınmalı…
24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı Referandum’una Kıbrıs’lı Türkler veya Annan Planı içindeki adı ile “Kıbrıs Türk Devleti” vatandaşları %65 gibi büyük bir çoğunlukla “Evet” demişlerdi. Bu plan içinde bir yerde artık Kıbrıs’lı Türklerin kimlikleri de ortaya çıkmış oldu. En azından Annan planı adlı BM belgesinde “Kıbrıs Türk Devleti vatandaşları” olarak kayıtlara geçti ve referanduma sunuldu.
Sizce Mehmet Ali Talat 17 Nisan seçimlerini kazanarak ne oldu veya hangi makama geldi.
Bana göre, “KKTC Cumhurbaşkanı” seçildi ve “KKTC Cumhurbaşkanı” oldu. Hadi benim, bizim, hepimizin düşünceleri yanlış deyelim. Peki Talat BM’nin yasal bir belgesi olan Annan Planı’na göre hangi makama seçildi ve ne oldu. Talat, BM’nin yasal bir belgesi olan Annan Planı’na göre “Kıbrıs Türk Devleti Cumhurbaşkanı ” seçildi ve “Kıbrıs Türk Devleti Cumhurbaşkanı ” oldu.
Şimdi AB’den ve Avrupa Konseyi’nden gelen kutlama mesajlarına ve yapılan açıklamalara bakalım. “Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi, Talat’ın “Kıbrıs Türk cemaati lideri” olarak seçilmesinden duydukları memnuniyeti dile getirerek, müzakerelerin bir an önce başlaması çağrısında bulundu.”
Yani AB’ye ve Avrupa Konseyi’ne göre biz hala “Cemaat”iz. Rumlar AB üyesi bir devlet ve biz “Cemaat”.
Arkasından Avrupa Komisyonu, Kıbrıs müzakerelerinin BM çerçevesinde tekrar başlatılması için “daha faal” bir rol oynamaya hazır olduğunu ve üyelerinin hem fikir olması durumunda da 259 milyon Euro’luk yardım ile izolasyonlara son verecek tedbirlerin yürürlüğe sokulmasının ümit edildiğini açıklıyor.
Sizce burada bir çelişki yok mu? Bence var!.
Arkasından BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Talat’ın seçilmesini kutluyor ve bu vesile ile yaptığı açıklamada, kendi adı ile anılan Annan Planı’nda “Kıbrıs Türk Devleti” olarak tanımladığı Kıbrıs’lı Türklerin seçim kazanan Cumhurbaşkanına, “Kıbrıs Türk lideri” olarak hitap ediyor ve seçilmiş olmasından ötürü memnuniyet duyduğunu ve Kıbrıs sorununa barışçıl bir çözüm bulunması için yenilenmiş taahhüt göstergesini memnuniyetle karşıladığını ifade ediyor.
Aynı şekilde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Adam Erelay’da gönderdiği kutlamada KKTC’deki seçimleri “demokratik, özgür ve adil” olarak nitelendirerek “Kıbrıs Türk lideri” Talat’ın seçilmiş olmasının “Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi konusundaki taahhüdünün onaylanması” olarak değerlendirdiklerini söylüyor.
İşin özü ve kısacası, bizim “Cumhurbaşkanı” olarak seçtiğimiz Talat’a, Türkiye’nin dışında hiçbir Allah’ın kulu “Cumhurbaşkanı” diye hitap etmiyor. Kimine göre “Cemaat Lideri”, kimine göre “Kıbrıs Türk lideri” ama iş müzakerelere gelince ve gene masaya oturacağımızda, o güne kadar “Cemaat Lideri” veya “Kıbrıs Türk lideri” olarak anılan Talat, aniden “Kıbrıs Türk Devleti”nin “Cumhurbaşkanı” olacak ve görüşmeler başlayacak. Papadopulos’la ya “Cumhurbaşkanı” sıfatı ile görüşecek ya da ikisi de “Toplum Lideri” düzeyine inecek ve görüşmeler başlayacak.
Sizce bu uluslararası politika ve diploması biraz garip değilmi… İşine gelince “Cumhurbaşkanı”, gelmeyince “Kıbrıs Türk Cemamati lideri” veya “Kıbrıs Türk lideri”… Felek utansın..
Cumhurbaşkanlığı seçimleri bitti. Gündemde artık “Kıbrıs” var.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlaması olasılığı yükseldiği için iki olası senaryo üzerinde çalışmaya başladı. İlk başlarda planının, Papadopulos’un yoğun kampanyası sonucunda Rumlarca reddedilmesinden çok rahatsız olduğu için “sonuç alınacağı”ndan emim olmadan müzakereleri yeniden başlatmak niyeti yoktu ama şimdi müzakereleri başlatması için üzerinde bayağı bir baskı var. Bu yoğun baskıdan dolayı Annan, bir süre önce Rumlar’dan planda istedikleri değişiklikleri yazılı olarak sunmalarını istedi, ama Papadopulos gene Annan’a kazık attı.
Şimdilik biz bu çatışmanın dışındayız. “Filleri çatışırken karıncalar ezilir” misali iyi de biz arada yokuz. Beni korkutan gene işin sonunda günah keçisi olarak bizleri ilan etmeleri.
ABD’nin de desteğiyle Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlaması, hem Türkiye hemde AB açısından bayağı önem taşıyor. Bölünmüş bir adayı üyeliğe alarak bunun sorunlarını da omuzlayan AB, ithal ettiği bu sorunu bir an evvel çözmek için “aktif rol” oynamaya kararlı. Bu nedenle de Avrupa Komisyonu, geçen hafta Finlandiya’nın eski Lefkoşa Büyükelçisi Jaakko Blomberg’i Kıbrıs’tan sorumlu özel temsilci olarak atadı.
Kıbrıs konusunda Türkiye’nin AB üyeliği müzakerelerinin başlayacağı 3 Ekim’e kadar bir anlaşmaya varılırsa hem AB, hem de Ankara rahatlayacak ve müzakereler sorunsuz başlayacak.
Rumlar 26 Nisan’da gerçekleşecek olan Türkiye-AB Ortaklık Komisyonu toplantısına büyük ilgi ile bakıyor. Ancak bu konuda bayağı fırtınalar kopacak. Gözle görünen ilk konu KKTC’nin güçlendirilmesine dönük Avrupa tüzükleri konusu.
BM’de ise AngloAmerikanlar’ın ve BM Genel Sekreteri’nin UNFICYP’in Haziran ayında sona erecek olan görev süresinin uzatılmasına ilişkin raporunun içeriği halen net değil. Bu nedenle Annan’ın, UNFICYP’in görev süresinin uzatılmasına ilişkin raporu da Rumları çok meraklandırıyor ve de endişelendiriyor. Raporun içinde Rumlara karşı sevgi de olabilir sövgü de. Diplomasi uzmanları bu raporun Rum tarafına yönelik baskı aracı olarak kullanılabileceğini ve Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs ile ilgili kararının da Aralık ayındaki zorluklara atıfta bulunmak suretiyle geçici olarak ortaya konulabileceğini söylüyorlar. İşte o zaman Rumların kaçacak delikleri, arkasına saklanacakları bahaneleri de olmayacak.
Bu nedenle Papadopulos “bozguncu” damgasını yememek için ister istemez bu akıntı doğrultusunda kürek çeker gibi gözüküyor. Çok değil daha iki gün evvel yaptığı açıklamada “iyi hazırlanmış” yeni bir tur görüşmeler için hazır olduğunu ve de en kısa süre içinde masaya oturmak istediğini söyledi ama müzakereler için bir takvim belirlenmemesi ve Annan’ın bir hakem olarak görev yapmaması gibi bilinen bazı ana itirazlarını da yineledi.
Görünen o ki, Papadoplus gıcınıyor ama, müzakerelerden sıyrılmak için artık masadan kaçamayacak.
Bu gün biliyorsunuz Barselona’dayım. “Denizcilik Mirası (veya Tarihi)” ile ilgili uluslararası çok önemli ve çok kaliteli bir konferansa katılmak için Pazar günü öğleden sonra geldim buraya. Tabi dün aklım, gözüm ve kulağım hep KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde idi.
Sayın M. Ali Talat’a halkın oyları ile kazandığı yeni Cumhurbaşkanlığı” görevi hayırlı olsun. KKTC tarihine “2.ci Cumhurbaşkanı” olarak geçti ve artık tarihimizin bir parçası oldu.
Seçimle ilgili çok fazla bir yorum yapmayacağım. Zaten bu günkü gazetelerin tümünde Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve bu seçimin değişik bakış açılarından ortaya çıkan sonuçları ve değerlendirmeler var.
Yeni Cumhurbaşkanımız Sayın Mehmet Ali Talat bu günden itibaren sırtına ateşten bir gömlek giydi. İşi çok zor.
Talat Cumhurbaşkanı olduğu için, artık her yanlışın bedelini, Hükümetin tüm hatalarını, Papadopulos’un tüm “Oxi”lerini, Rumların önümüze koyacakları tüm engelleri, AB’nin her olumsuz kararını, devlette her olmayan işi, geciken “Yeşil hat Tüzüğünü”, verilmeyen “Mali yardımları”, yapılmayan “Direk Uçuşları”, “vur abalıya misali” kendisi ödeyecek. Bence şimdiden buna hazır olmalı.
Dikkatimi çeken bir diğer konu ise, tamamen Dışişleri Bakanlığının kararı ve insiyatifi ile dün yapılan Maronitlerin “Muhtarlık va Aza” seçimi. KKTC’de yaşayan azınlıklardan Maronitler, tarihte ilk kez yapılan seçimle, kendi öz muhtarlarını gene kendi oylarıyla seçtiler. Artık muhtar ataması yok. KKTC’nin azınlıklara verdiği önem ve demokrasiye olan saygısı, bu seçimle gün ışığına çıktı. Azınlıklara şeçim hakkı tanımaları ve bunu uygulamaya koymaları nedeni ile Dışişleri Bakanını ve tüm personelini kutluyorum.
Perşembe gecesi BRT’de, Sayın İsmet Özgüren ile kendi sunduğu programında yaptığımız söyleşide, seçimi Kooperatif Şirketi sekreteri İlyas Papas’ın 67 veya 70 oy ile kazanacağını söylemiştim, Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin verdikleri bilgilere göre, 112 kayıtlı seçmenden 74 seçmen sandık başına gitmiş ve saat 18.00’de açılan sandık sonuçlarına göre, muhtar adayı İlyas (Papas) Baba 74 oydan 72’sini alarak, ilk defa Maronitlerin oyları ile seçilen Muhtar olmuş. Aynı şekilde 4 muhtar azası adayından Umuertos Andonis 68, İlias Hanni Sava 71, Andonis İlia 68 ve Andonis Skullu da 72 oyla azalığa seçilmişler. Böylece Sayın Talat’la aynı gün, İlyas (Papas) Baba ve diğer 4 aza adlarını tarihe, seçimle gelen ilk Maronit Muhtar ve Azalar olarak geçirdiler.
Şimdi Koruçam’da bir de Rum İçişleri Bakanı Andreas Hristu’nun, serbest seçimlerinin yapılamadığı, KKTC sınırları içindeki köylere muhtar atamak, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin egemenlik hakkı olduğu iddiası ile bizzat kendisinin “Muhtar” olarak atadığı “Yoannis Cucukis” var. Cucukis aslında KKTC tarafından atanmış ve görevi Pazar günü bitmiş olan muhtar.
Koruçamlı Maronitler, Cucukis’in muhtarlığa atanmasına tepki gösterdiler ve KKTC tarafından demokratik yollarla Muhtarlık seçimlerinin yapılmasından da çok memnunlar.
Kim ne derse desin, insanlar demokrasiyi hak ediyorlar ve demokrasi de her zaman galip geliyor…