Derin kulaktan gelen bilgilere göre Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin bir sonraki toplantısında, önce AB’nin Kıbrıslı Türklerle ilgili Mali ve Doğrudan Ticaret tüzüklerinin birbirinden ayrılmasını, sonra da birbirinden ayrı olarak ve de öncelikle Mali tüzüğün uygulanmasını talep edecek, sonra da zamanı gelince Direk Ticaret Tüzüğünün uygulanmasını gündeme getirecek(miş).
Aslında “miş” ekini kullanıyorum ama bu gerçek ve plan, 14 Nisan Perşembe akşamı, Rum Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos tarafından Rum TV kanallarında yayımlanan canlı söyleşisi sırasında, söylediği sözlerden de açıkça ve çok iyi anlaşılıyor.
Türklerle ilgili ve AB’nin Kıbrıs’lı Türklere uygulayacağı kolaylıklar kısmına gelince timsah göz yaşları döken Papadopulos, söz konusu protokolün uygulanmasının Kıbrıslı Türkler’in yararına olduğunu belirterek protokole bağlı olarak Kıbrıs’lı Türkler’e verilecek kalkınmaya yönelik paranın 2006’ya kadar geçerli olacağını anlayamadığını söyleyerek, bu konuda duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Papadopulos, bu paranın alınabilmesi için, somut yatırım planlarının olması gerektiğini ve bunun da 2006 yılı sonunda kadar hazırlanarak AB’ye sunulmasının protokolün koşulu olduğunu söyledi.
Papadopulos’un Perşembe akşamki bu sözlerinin arkasından Cuma günü de Rum Cumhurbaşkanlığı Basın Bürosu Müdürü ve Hükümet Sözcü Vekili Marios Karoyan bir açıklama yaptı. Karoyan söz konusu açıklamasında, Kıbrıslı Türkler’le ilgili mali tüzüğün ilk başta (Rumlar açısından) çok olumsuz olduğunu, daha sonra (Rumların girişimler ve lobi faaliyetleri sonucunda) Türk tarafının endişe duymasına neden olacak koşulların yaratıldığı bir taslak haline dönüştüğünü belirtti.
Karoyan’a göre Mali tüzüğün tartışılacağı Avrupa Konseyi toplantısında, Rum tarafının tezlerini kabul etmeyecek ve karşı öneriler sunabilecek her hangi bir AB üyesi ülke yok.
Tüm bunların Türkçeye çeviri ise şöyle “Türkler avuçlarını yalasın. Biz AB üyesi olduğumuz müddetçe yardım mardım yok. Bir şekilde yolunu bulup önleyeceğiz”. Başka türlü anlayan varsa bana da izah etsin.
Tüzükler, yani “Mali Yardım Tüzüğü” ve “Direk Ticaret Tüzüğü” hem Rumların arzuladıkları gibi bir birinden ayrılacak hem de “Direk Ticaret Tüzüğü” Türk tarafının endişe duyacağı bir şekilde rafa kaldırılacak. Şu anda Doğrudan Ticaret konusunda Rum tarafında büyük ve endişe verici boyutlarda hukuk oyunları oynanmakta.
Görünen o ki, AB’nin Türklere vermek istediği “259 Milyon Euro” tutarındaki “Mali Yardım” ve bunu düzenleyecek olan “Mali yardım Tüzüğü”nün geleceği ve uygulaması ise şimdilik Rumların insafı ve kontrolü altında.
Çözüm, Barış, AB diye diye girdiğimiz kapanı görüyorsunuz değil mi? İnşallah bir müddet sonra topraklarımızı ve de bir tanecik devletimiz olan KKTC’yi de elimizden almazlar…
Kıbrıslı Rum Mira Ksenidi Arestis’in Maraş’taki taşınmaz malı ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı başvurusuna ilişkin AİHM’in verdiği kararın gerekçeli açıklamasında, KKTC’nin toprakları içinde bulunan Rum mallarını “istimlak” edebileceği yorumları var.
Bu gerekçe, KKTC’deki Rum taşınmaz malları ile ilgili olarak Türkler açısından son derece olumlu bir gelişme. Bu davanın benzeri olarak sırada bekleyen 1330 dava için de Türklere kolaylık, Rumlara da sorun yaratacağı kesin.
AİHM’de halen Rumlar tarafından Türkiye’ye karşı yapılmış 1330 şikayet işlem görmeyi bekliyor. Rumlar tarafından Türkiye’ye karşı yapılan şikayetlerde bugüne kadar sadece 3 davada karar açıklandı, 48 şikayet başvurusu ise kabul edilebilir ilan edildi. Kabul edilebilir ilan edilen şikayet başvurularının 29’unu mülkiyet hakkıyla ilgili talepler oluşturuyor. AİHM, yapılan şikayetlerle ilgili olarak 59 dosyayı yanıt için Türk hükümetine iletti, yaklaşık 1200 başvuru ise AİHM raflarında incelenmeyi bekliyor.
Rum mallarını istimlak etmeyi hak olarak KKTC’ye verebilecek olan bu karar, aslında aynı mahkemenin daha önceki kararlarına da pek uymamaktadır. Annan Planı’nın yasal olarak ölü olduğu, ancak temel unsurlarının hayatta olduğu mesajı AİHM yargıçlarına bir şekilde ulaştırılınca, söz konusu karar, Annan Planı ve Annan Planı çerçevesinde yaşanan gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıktı ve eskileri gölgede bıraktı.
Sırada bekleyen 1330 şikayetçi artık rahat değil. İşin ucunda AB Hukuku çerçevesinde topraklarını Türklere istimlak yolu ile yani yasal yollardan devretmek de var. Türkiye işgalci durumundan çıkmak üzere veya en azından bu olasılık artık mevcut. Türkiye tazminat ödemek yerine istimlak paralarını ödeyerek Kıbrıs’ın kuzeyine yasal yollardan ve dünya hukukuna uygun olarak sahip olabilecek.
Bu son dakika gelişmesi bence son derece önemli.
6 Nisan’da açıklanan AİHM kararı için Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti sözcüsü Kipros Hrisostomidis, “AİHM’in Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi esaslarına göre çalıştığını, bu nedenle böyle bir kararı memnunlukla karşıladıklarını” söylemişti.
Açıklanan karar gerekçesi ve gerekçenin istimlak yorumundan sonra artık ne kadar memnunlar bilemiyorum. Türkiye’nin önünde çetin çeviz bir hukuk savaşı var.
Ama beni en çok memnun eden şu ki, bu karar uyarınca yapılacak istimlaklardan sonra Türkiye isterse hem kendi adına KKTC’de toprak sahibi olacak, hem de adada Türk askerinin bulundurmanın yasal hakkına sahip olacak. Hiç kimse bir daha Türkiye’yi “igalci”, Türk askerini de “İşgalci ordu” olarak tanımlayamayacak.
Koruçam’da (Kormacit) 112 tane Maronit yaşamaktadır. Bu insanlar bizler kadar belki de bizlerden daha fazla Kıbrıs’lıdırlar ve asırlardır bu yörede yaşamaktadırlar. 1571’de Osmanlı adayı aldığı vakit Maronitler gene bu yörede yaşamaktaydılar ve Kıbrıs Lüzinyan Krallığı ve Venedik Cumhuriyeti tarafından kabul görmüş Piskoposlukları da bulunmaktaydı. Osmanlı Padişahı Sarı Selim adayı alınca, aynı hakları kendilerine tanıyarak, dinlerini, dillerini, kültürlerini ve sosyal yaşamlarını günümüze kadar koruyabilmelerine olanak sağlamıştır.
KKTC hükümeti 30 yıllık bir süre sonrasında, bir anlamda yumuşama ve güven artırma adımı olarak, Kuzey’de yaşayan Maronit azınlığa, kendi muhtarlarını seçme hakkını tanıma kararı almış ve Dış işleri Bakanlığı, 15 Mart tarihinde Koruçam köyünde muhtar ve azaların seçiminin yapılacağını ilan etmiştir. Seçim programına göre aday olmak isteyen Maronitler’den 31 Mart tarihine kadar Dış işleri Bakanlığına başvurmaları istenmiş ve söz konusu süre içerisinde 1 muhtar ve 4 aza için yasal yollardan başvuruda bulunan köy sakinleri arasında17 Nisan günü “Muhtarlık ve Aza” seçimi yapılacaktır. Bu seçimde seçmen sayısının, yani 112 kişinin salt çoğunluğuyla muhtar seçilecektir. Muhtar adaylarından bir tanesi 57 oy alana kadar da seçim tekrarlanacaktır. Koruçam’da yaşayan 112 Maronit’in hiçbir baskı altında kalmadan, kendi iradelerini kullanarak kendi muhtarlarını belirlemesi, KKTC’de yıllardır var olan ve bir çok ülkenin imrendiği demokrasinin bir gereğidir.
Buraya kadar her şey güzel ve demokrasi kurallarına uygun.
Gelin bir de bu konuda Rum Hükümetinin yaptıklarına bakın…
Rum İçişleri Bakanı Andreas Hristu evvelki gün yaptığı açıklamada, Koruçam muhtarlığına bir atama yaptığını ve Muhtar olarak “Yoannis Cucukis”i atadığını belirtti. Özrü ise tam tabirle kabahatinden daha büyük. Hristu’ya göre Serbest seçimlerinin yapılamadığı, KKTC sınırları içindeki köylere muhtar atamak, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin egemenlik hakkı imiş.
Bakan Hristu, aynı zamanda Koruçam sakinlerinin muhtarlığa Koruçam Kooperatif Şirketi Sekreteri “İlias Papas”ın atanması yönünde imza toplamasını garip bulduğunu, bu güne kadar onlarca muhtar atamasının yapıldığını ve muhtarların siyasi kriterlerle seçildiğini ise ilk kez duyduğunu sözlerine ekledi.
Koruçam sakinlerinin muhtarlığa getirilmesi için imza topladıkları Bay “İlias Papas”, 17 Nisan’da yapılacak muhtarlık seçimlerinde adaylığını koydu ve büyük bir olasılıkla da kazanacak.
Buna karşın Hristu, Muhtarlığa atadığı fakat Muhtarlık seçiminde adaylığını koymayan Cucukis’in Koruçam köyünün büyük bir bölümü tarafından desteklendiğini de iddia ediyor ama Koruçamlı Maronitlerin davranışı bu sözlerin tam ters istikametinde. Koruçamlı Maronitler, Cucukis’in muhtarlığa atanmasına tepki gösterdiler ve KKTC tarafından demokratik yollarla Muhtarlık seçimlerinin yapılacak olmasından da çok memnunlar.
Seçimi kim kazanırsa kazansın, ki benim öngörüm Kooperatif Şirketi Sekreteri “İlias Papas” bu seçimi kazanacaktır, Koruçam’da 2 tane Muhtar olacaktır.
Birisi bizim tanıdığımız ve “seçimi kazanmış Muhtar”, diğeri de Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin atadığı Muhtar, “Yoannis Cucukis”.
Koruçamlı Maronitlerin Rum tarafında işleri olunca “Cucukis”, Türk tarafında işleri olunca “Papas” imzalayacak ve mühürleyecek evrakları.
Ama bence AB ve demokrasiye inanmış devletler, demokratik yolla seçilen Muhtara daha sempatik bakacak ve bu da uzun vadede KKTC’nin varlığını ve yasallığını pekiştirmesine çok yardımcı olacak.
Benim bildiğim “Referandum” yapılırken halka bir soru sorulur ve bunun yanıtı olarak halktan “EVET” veya “HAYIR” demesi veya vereceği oylarla kendisine sunulan seçeneği, “KABUL” veya “RED” etmesi istenir.
17 Nisan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koymuş bir Cumhurbaşkanı adayımız, bu seçimi gerçek bir “Referandum” olarak nitelemekte ve halkımızdan Cumhurbaşkanlığı için değil “24 Nisan referandumunun tasdiki” olarak oy istemektedir.
Ben aslında 24 Nisan referandumu ile Cumhurbaşkanlığı seçimi arasında pek bir bağ kuramadım. Bu bağı kuramadığım gibi niçin 24 Nisan referandumunun teyidi isteniyor onu da anlamadım.
24 Nisan 2004 günündeki koşullar ile bu günkü koşullar arasında artık çok farkların olduğu, “Çözüm ve Barış” köprülerinin altından çok suların aktığı da bir gerçek. Ortada ne çözüm var, ne dünya ile bütünleşme var, ne direk uçuşlar var, ne AB’ye giriş var ve ne de izolasyonların, ambargoların kalktığı var. Aynı tas aynı hamam, hatta tellaklar bile aynı. Yıllardır aynı hamamda Kıbrıs Türk’üne yapılan keseleme de bu “referandumdan” sonra gene değişmedi.
Eğer referandum yapılmak isteniyorsa, önce arzulanan “Çözüm ve Barış”ın alt ve üst çizgileri ile “olmazsa olmazları” net ve açık bir şekilde halka sunulmalı, sonra da halka çok açık bir soru sorularak “son kararı” istenmelidir. O vakit bunun adını “Referandum” koyabiliriz. Bu nedenle Pazar günü yapılacak olan seçim “Cumhurbaşkanlığı” seçimi olup asla bir Referandum” veya “24 Nisan referandumunun tasdiki” değildir ve olamazda.
Bizim kafamızdaki “Çözüm ve Barış”ın alt ve üst çizgileri ile “olmazsa olmazları” şunlardır;
a) Türkiye’nin garantisinin devamı,
b) Türkiye’den gelen kardeşlerimizin çözümden sonra tümünün adada kalması,
c) Siyasi eşitlik,
d) Türk askerinin hiçbir zaman ve hiçbir koşulda adadan ayrılmamasıdır.
YSK bu seçimleri Cumhurbaşkanlığı seçimi diye ilan etti ama benim hala 17 Nisan’da neyi seçeceğimiz konusunda aklım biraz karışık. Cumhurbaşkanını mı seçeceğiz, Kıbrıs Türk toplumunun liderini mi seçeceğiz yoksa görüşmeci mi seçeceğiz bir türlü anlayamadım gitti.
Denktaş ben kendimi bildim bileli bu toplumun, yani Kıbrıs Türk toplumunun lideridir. Hatırladığım kadarı ile 1968 yılında Cemaat Meclisi Başkanı iken resmen Türk Toplumu lideri olarak kabul edildi ve görüşmelere başladı. Arkasından Cumhurbaşkanı muavini oldu. 1974 Barış harekatından sonra Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı, arkasından Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanı ve sonra da KKTC Cumhurbaşkanı oldu.
Bu makama her seçilen toplum lideri mi oluyor. Yoksa Sayın Rauf Denktaş toplum lideriydi de sonra mı Cumhurbaşkanı oldu.
Adaylarımızdan bir tanesi, beni Cumhurbaşkanı seçin ki hem “Cumhurbaşkanı” hem “Toplum Lideri” ve hem de “Görüşmeci” olayım diyor.
Zaten beni çelişkiye düşüren de bu ince detay daha fazla. Yani şimdi görüşmeci bir başka birisi de, bu adayımız Cumhurbaşkanı seçilince, görüşmeci kendisi mi olacak. Yoksa Sayın “Arabacıoğlu” veya Sayın “Eroğlu” Cumhurbaşkanı seçilirlerse, hem Cumhurbaşkanı, hem toplum lideri, hem de görüşmeci mi olacaklar. Hayır olmayacaklar. Ülkemizin “demokratik ve siyasi yapısına” göre bu yetki göz bebeğimiz “KKTC Meclisi”nde. KKTC Meclisi görüşmeciyi kendisi tayin edecek ve her kimi uygun görürse onu görüşmeci olarak atayacak.
Bence birileri bu nedenle yanlış düşünce parkurunda ilerliyor. KKTC’de yaşayan ve çok ileri düzeyde bir demokrasi var. Bu demokrasimizin övünç kaynaklarından biri de Meclisimizdir. Halk adına kimin konuşacağına, kimin görüşmeci olacağına KKTC Meclisi karar verecektir, ve de öyle olacaktır.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Tasos Papadopulos, birkaç ay evvel Yunanistan’ın Kostas Tritarisi’yi Büyükelçi olarak Güney Kıbrıs’a atamak isteğini reddetti ve bu davranışı sonunda Yunanistan ile Kıbrıs’lı Rumlar arasında bir diplomatik kriz başladı. Arkasından Papadopulos’un adeta bir misilleme gibi Atina’ya büyükelçi ataması yapmaması da Yunanistan’da bayağı huzursuzluk yarattı.
Kıbrıs’lı Rumların aylardır Yunanistan ile yaşadıkları bu sürtüşme, önceleri Atina’nın Lefkoşa’ya, Lefkoşa’nın da Atina’ya Büyükelçi atamaması ile su üstüne çıkmış gibi gözüküyordu ama “ayrımız gayrımız yoktur”, “Anavatan – yavruvatan” lafları ile bu ayrılık bu günlere kadar iyice kamufle edildi ve gözlerden saklandı.
Ama artık Lefkoşa ve Atina arasındaki çatlak her geçen gün biraz daha artıyor. İki tarafın da açığa vurmamak için özel çaba sarf ettiği bu çatlak gizlenemez duruma geldi ve gözlere batmaya başladı. Aylardan beridir Yunan medyası, Rumların Atina’ya büyükelçi atanmamasına ve Güney Kıbrıs’ın daha düşük düzeyde temsil edilmesine geniş yer veriyor ve olayı kınıyor.
Diplomatik temayüllere (alışılagelmiş uygulamalara) bakarsanız, iki devlet arasında aniden taraflarca kabul edilemez bir sorun çıktığı vakit, ilk yapılan işlem karşılıklı olarak Büyükelçilerin Dışişleri Bakanlığına çağrılması ve bilgi alınması şeklinde gelişir. Olay biraz ciddi ve ortada görüşmeler ile çözülemeyecek denli önemli bir sorun varsa, Bakanlığa çağrılan Büyükelçi kanalı ile karşı devlete nota verilir. İş daha da ciddi boyutlarda ise, karşı devletteki Büyükelçi geri çağrılır ve Diplomatik bağların seviyesi aşağı çekilir. Bu temayülün son aşaması da Büyükelçiliği kapatmak şeklinde olur ve iki devlet arasındaki tüm bağlar kopar.
Rumlar, geçen hafta Yunanistan, Güneydoğu Akdeniz’de yapılacak NATO ve AB tatbikatının sunuşunda Kıbrıs’ın haritada yer almamasına tepki göstermeyince, çok bozuldular ve Yunanistan’a ver yansın etmeye başladılar. Şimdi Rum medyası da Yunanistan’ı, Kıbrıs konusundaki sorumluluklarını üstlenmemekle suçluyor.
Yunan medyasındaki son haftalarda yer alan haberlere göre, Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, Tasos Papadouplos’la birlikte hareket etmenin uluslararası ilişkilerde sorun yarattığı inancında.
Bu çok ciddi ama şaşırtıcı bir konu değil. Aslında 1 Mayıs 2004’te Kıbrıs Rumları AB’ye girince Yunanistan “Görevimi yeterince yaptım. Artık Kıbrıs Rumlarının koruyucusu olmaktan vazgeçtim” demişti. Şimdi bu sözlerini artık iyice fiiliyata dönüştürme kararı aldı.
Atina, Kıbrıs sorunu ve Türk-Avrupa ilişkileriyle ilgili olarak Rum tezlerine yapışıp kaldığı sürece uluslararası düzeyde ve özellikle ABD’yle ilişkilerinde sadece sorunlarla karşılaşacağını iyice idrak etti. Bu gerçek Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis’in ABD’li meslektaşı Condoleezza Rice’la yaptığı görüşmede iyice ortaya çıktı. Moliviatais bu görüşmede, Rice’a sadece müzakerelerin yeniden başlaması için değil, Papadopulos’un ikna edilmesi için de elinden geleni yapacağı sözünü verdi.
Dün, Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis’in Ankara’ya gitmesi ve Türkiye Başbakanı Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül ile temaslarda bulunarak yapılacak görüşmelerde Kıbrıs sorununu da ele alacak olması Rumları korkutuyor. Bu görüşmelerin “Kıbrıs sorununun çözümü amacıyla müzakereleri başlatabilecek” bir yol açmasını ve bu nedenle de masaya oturmak zorunda kalmayı, Papadopulos düşünmek bile istemiyor.
Türkiye’deki “Casus Belli” krizi aslında boşuna değil. Türkiye ile Yunanistan arasında ne kadar çok iyi ilişkiler olur, sıcak yakınlaşmalar kurulursa, Kıbrıs sorununun da çözümü o kadar daha kolaylaşacaktır…