Girne-Lefkoşa Anayolunda altyapı işleri, üst yapı işleri, asfalt kaplama ve yenileme, bordür, oto korkuluk ve duvar işleri yapılırken ve böylesi bir fırsat ele geçirilmişken yolun 3 şerit “Gidiş” ve 3 şerit “Geliş”e çıkarılma şansı maalesef yitiriliyor.
KKTC’de, dairelerin tümü yazık ki “Günü geçiştirmeye” yönelik çalışmalar yapmaktalar. Tüm projeler “anlık.” Ve yazık ki geleceği bırakın, bugünün ihtiyaçlarını karşılamakta dahi yetersiz. Oysa, tüm bakanlıklarda olması gerektiği gibi, Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığımızda da “Geleceği Planlama Birimi” açılması gerekiyor. Bu birimin, 2040, 2060 ve 2080 yıllarına yönelik nüfus artışını ve yerleşim yerlerinin genişlemesi projeksiyonu hazırlayıp, kapsamlı bir ara yol, tali yol ve ana yol çalışması yapması gerekmekte. Özellikle önümüzdeki 20 yıl içinde, Kuzey Lefkoşa çevre yolunun, -ki ben bu yolun yapılmasını 2004 yılında önermiştim- üzerindeki yerleşim alanlarının artacağını, bu yolun yoğun bir yaşam alanı olacağını bilerek şimdiden tedbir almak bir zorunluluk olmalı.
Fazla mesai ödenmesi yapılsaydı Bakanlığın kasasından çıkacak olan para ulusal nitelikte olacak ve gene KKTC’nin mali piyasasının içinde kalacaktı. Vatandaş eziyet çekmeyecekti ve en önemlisi de fazla mesai için harcanacak paranın belki de 10 katı vatandaşların cebinden çıktıktan sonra büyük bir bölümü yurtdışına benzin, mazot, lastik ve yedek parça olarak gitmeyecekti. Mevcut uygulama ile tüm fazla mesai bedelini yolu kullanan vatandaşlarımız ödemekte ve ödenen meblağın da vergi kısmı hariç ana parası maalesef KKTC sınırları içinde kalmadan ve KKTC’nin mali piyasasına girmeden, direkt olarak yurt dışına gitmektedir.
O yüzden de, yol yapım, tamir ve bakımlarında 3 vardiya ve ek mesai yöntemi kullanılmalı, bu şekilde ek mesailer için ödenecek meblağın KKTC sınırları içinde kalması ve de vatandaşın uzun süreli eziyet çekmemesi sağlanmalı.
Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığının gözle görülebilen bir başka hatası da Girne-Lefkoşa yolu üzerinde inşaatı senelerce evvel tamamlanmış olan Lavinium sitesindeki “yasaklama” uygulaması. Bakanlık bu konudaki uygulamasını ısrarla ve inatla sürdürmekte, Lavinium sitesinde yaşayanların ana yol ile olan bağını kesmek için elden geleni yapmakta. Sitedeki tek tük araç sahibinin ana yola çıkmak için yıllar önce oluşturduğu toprak yol anında dozerle kapatılırken şimdi de orada yaşayanlarını büyük çoğunluğunu oluşturan öğrenciler yola çıkmasın, minibüse binmesin diye neredeyse 200 metre uzunluğunda yola tel kafesler çekildi. Keşke bu para minibüslerin durup yolcu alabileceği yolun her iki tarafında yapılacak cepler için harcansaydı. Birileri çıkmış, o bölgeye belli saatlerde otobüs servisi konduğunu, dolayısıyla yolun kapatılmasının öğrencilere engel olmayacağını savunuyor sanki her beş dakikada bir minibüsün geçtiği adanın en işlek yolundan değil de, en ücra köşesinden söz ediyormuşuz gibi! Site sakinleri, kapılarının önünden vızır vızır araç geçerken belli saatlere mahkum ediliyor onların aklına göre.
Bakanlıkların kuruluş amaçları halka hizmet etmektir. Yasak koymak, icraat yapmayı beceremeyen bürokratların seçtiği en kolay ve en ucuz yoldur. Yasakları koyarlar ve sorunu çözdüklerini zannederler. Ama konan yasak, içi su dolu ateş üstünde kaynayan bir çaydanlığın, süreç içinde içinde oluşan basınca dayanamayıp kapağını fırlatması gibidir. Patladığında da söz konusu bürokratlar konuyu hayretle karşılar sürprizmişçesine. Sonra da, önce suçu geçmiş hükümetlere atıp, ardından da ister istemez ne yapılması gerekiyorsa yapmak zorunda kalırlar.
Sayın Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı, müsteşarınız ve bu yasakları ısrarla devam ettirmek isteyen bürokratınızla birlikte makam şoförünüz sizi, Lavinium sitesinin ortasında bıraksın. Önce söz konusu sitede çoğunlukla kimlerin oturduğunu gözleyin ve site sakinleri ile konuşun. Şehirlere ulaşım olanakları ile en basit gıda alışveriş imkanlarını araştırın. Sonra da makam aracınızı kullanmadan, kendi olanaklarınızla biriniz Lefkoşa’ya diğerleriniz de Girne’ye gitmeye çalışın ve orada oturanların çektiği sıkıntıları birebir yaşayın.
Aslında çözüm çok basit. Lavinium sitesi için yıllardır konan yasaklar yerine yapılması gerekenler, öncelikle yol bakımı gerekçesi ile yol kapatıldığında, yolu 3 şeride çıkarmak, 2 km. kuzeydeki mobilya mağazasına Lefkoşa-Girne gidiş istikametinde inşa edilen girişin benzerinin Girne-Lefkoşa gidiş istikametinde Lavinium sitesi için yapmak, yolun her iki tarafında en az 3 minibüsün arka arkaya durabileceği şekilde cepler inşa etmek ve bu cepleri birbirlerine üst geçit vasıtası ile bağlamak olmalıdır. Ana yolda oluşmasından korkulan kazaları önlemek için etkili çözüm bulmak ve buna ilaveten halka hizmet verilmek isteniyorsa, yasaklar koymak yerine çözüm üretilmelidir. Ulaştırma Bakanına son tavsiyem de yasakçı bürokratlar yerine çözüm üreten, geleceği görebilen bürokratlarla çalışmasıdır.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Rum tarafında mali kriz kapıda
Kıbrıs Rum kesiminde 2010 yılında kendini gösteren ve 2013 yılının Mart ayında büyük bir gürültü ile patlak veren “Mali Kriz” bugünlerde yine hissedilmeye başlandı.
Avrupa Birliğinin Kıbrıs Rum Yönetiminin mali denetimini koşulsuz olarak ele almasından ve uzun vadeli borçlandırma yapmasından sonra 2013 yılında yaşanan krizin açtığı yaralar yavaş yavaş kapanmaya başlamışken, Kıbrıs Rum tarafının en eski ve Rum halkının birebir hissedarı olduğu (Kıbrıs Rum) Kooperatif Bankasının Hellenic Bank’a satılması konusu, yıllardır pusuda bekleyen yeni bir mali krizin can suyunu oluşturmaya başladı.
Anastasiadis hükümetinin Temsilciler Meclisindeki destekçisi DİKO adlı siyasi partinin (Kıbrıs Rum) Kooperatif Bankasının ayakta kalabilmesi için bankanın Hellenic Bank’a satılması kararına şerh koyması ve Temsilciler Meclisinde, bankanın satışına onay vermek için aralarında Kooperatif Bankası Yönetim Kurulu Başkanı ve Maliye Bakanı’nın da bulunduğu bazı yetkililerinin istifasını şart koşması, siyasi bir krizi başlattı.
DIKO’nun baskısı karşısında Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’in talimatı ile (Kıbrıs Rum) Kooperatif Bankası Yönetim Kurulu ve Başkanı, istifalarını vermesinden sonra da siyasi kriz, mali krize dönüştü. Bunun da nedenlerinden bir tanesi batık kredileri yönetecek kurulun, birimin veya da kayyumun atanmasına kadar istifa eden kişilerin görevleri başında kalacak olması.
(Kıbrıs Rum) Kooperatif Bankasının Yunanistan kökenli Hellenic Bank’a satılması kararı bugün, (6 Temmuz Cuma) Rum Temsilciler Meclisinde oylanacak. Temsilciler Meclisindeki siyasi partilerin konu tartışmaya açıldığından beri satışa isteksiz davranması nedeni ile ortaya çıkan belirsizlik, Rum mudi, mevduat sahibi ve hissedarları çok rahatsız etmiş olmalı ki, son birkaç gündür banka vezneleri ve ATM’lerde yığılmalar başladı. Kooperatif bankaları, günlük sadece 3 bin Euro’ya kadar çekime izin veriyor. Bu kısıtlama da krizi bir o kadar daha tetikliyor.
Kötü yönetim nedeni ile 2017 yılının güz aylarında başlayan güvensizlik sonrasında banka 3 milyar Euro’ya yakın bir mevduat kaybettikten sonra bunu üstüne son 72 saatte 1 milyar Euro’ya yakın mevduatın çekilmesi de ilave olunca krizin boyutları büyüdü.
Mevduat çekimi kendilerine de bulaşabilir korkusu ile diğer bankalar da şimdi ateş üstünde. Anastasiadis hükümeti, konu ilgili tüm bürokratlarına ve banka yetkililerine “sakın tansiyonu tırmandırmayın, mevduatlardan tıraşlama olmayacak, herhangi mali bir sorun yaşanmayacak mesajını halka verin” talimatını vermiş olmasına rağmen kriz doludizgin devam ediyor. Krizi tırmandıran konulardan bir diğeri de “ESTİA” (aile ocağı) isimli borçlulara yönelik kurtarma planının meclise sunulmuş olması.
ESTİA planı yaklaşık 15 bin borçluyu ve toplamda 3 milyar 400 milyon Euro tutarındaki geri ödenemeyen krediyi kapsıyor. Bu plan, bankadan alınan borca karşılık konutunu teminat gösteren ve krizden dolayı taksitlerini ödeyemeyen kişilerin birikmiş borçlarının üçte birinin silinmesini öngörüyor. Sorun söz konusu silinecek olan yaklaşık 1 milyar 100 bin Euro’yu kimin ödeyeceği.
Bu planın kardeşi ise, AB’nin mali yardım karşılığı şart koştuğu torba yasa içindeki “Açık arttırmalarla ilgili” olan yasa. Asıl çıbanbaşı bu. ESTİA kapsamı dışında kalan borçlular ile planın içinde yer alan ama ESTİA koşullarını tam olarak yerine getiremeyen veya da getirememiş olan borcular yeniden yapılanma kapsamına giremeyecek. Sonrası ise tam bir kaos. Özellikle evini ipotek ederek bankadan kredi alıp da ödeyemeyenlerin evleri, torba yasa ile kabul edilecek olan “Açık arttırmalarla ilgili” yasa içeriğince yerinde yapılacak açık arttırmada o anda en yüksek bedeli veren kişiye “Ala uno, ala dire” çağrısı ile sonlanacak açık artırmada satılacak olması. Borçlunun satış fiyatını kabul etmemek gibi bir yetkisi de olmayacak bu satışlarda ve borçluların evleri “üç kuruşa” satılacak.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Rumların Kıbrıs hayalleri
Rum lider Anastasiadis pembe hayaller kurmakla meşgul her zamanki gibi. Herhalde -çok nadir olarak- ayık gezdiği zamanlarda doğruları görebiliyor ve ağzını açmıyor. Dalgada olduğu zamanlar da bol bol hayallerinden bahsediyor.
Çok değil daha 4 gün önce Yunanistan merkezli “Lifo” isimli web gazetesine verdiği, Kıbrıs sorunu ve Türkiye’deki seçimlerle ilgili değerlendirmede “Öncelikle Ankara ile Kıbrıslı Türkler arasındaki göbek bağının kesilmesi, sonra da Kıbrıslı Türklerin ısrarla istediği ‘Dönüşümlü Başkanlığın’ kabul edilmesi için Garantilerin, Müdahale hakkının kaldırılması ve adadan Türk askerinin tümü ile gitmesi şartımızdır” diyor.
Türkiye ve Kıbrıslı Türkler, Rumlara ve Yunanlılara göre saflık derecesinde iyimser. Rumlar ve Yunanlılar istedi diye Türkiye garantörlük hakkından ve müdahale yetkisinden vazgeçecek ve bu vazgeçmenin hediyesi olarak da 1974 yılından beridir adada çatışma olmasını önleyen Türk Silahlı Kuvvetleri adadan çekecek. Adanın yönetimini Rumlara bırakacak, Kıbrıslı Türkleri Rumların insafına terkedecek, Yunanistan toprağı olan Meis adasından Kıbrıs’a çekilecek bir kıta sahanlığı hattı ile Doğu Akdeniz’e elveda diyecek. Yunanistan da resmen Kıbrıs adasına ve Doğu Akdeniz’in kuzey yarısına el koymuş olacak.
Bu gelişmeleri anlayabilmek için Deniz Hukukunun ilgili bölümünü ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarını iyi bilmek gerekiyor.
1982 yılında gerçekleştirilen Üçüncü Deniz Hukuku Konferansında alınan kararla ilk kez adaların kıta sahanlıkları hakkı olduğu kabul edildi ve buna bağlı olarak da adaların Münhasır Ekonomik Bölge hakları ortaya çıktı. Özellikle bu karar Ege Denizinde Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getirdi ancak Yunanistan’ın Ege’deki adalarının karasularını 12 mile çıkarması kararını Türkiye “Casus Belli –(Savaş Nedeni)” notası ile uygulamaya koydurtmadı.
Gelelim Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarına; Bazı “Diplomasi önderleri” Kıbrıs adasını “Yüzen Uçak Gemisi” olarak tanımlıyorlar. BM tarafından akredite edilen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre Türkiye bu Cumhuriyetin bekasını sağlamakla görevli üç garantöründen bir tanesi. Buna ilaveten herhangi bir şekilde 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsü, aynen 15 Temmuz 1974 darbesi sonrasında 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti lağvedilip “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin ilan edilmesi gibi değiştirilirse, Anayasanın EK I, Madde 4’üne göre garantörlerle birlikte veya tek başına müdahale ederek 1960 Kıbrıs Anayasasına göre kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyetini tekrardan hayata geçirmekle yükümlü. Zaten bu nedenle de 20 Temmuz 1974 tarihinde garantör devlet olarak adaya müdahale etmiş, Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin lağvedilmesini sağlamış, tüm barışçıl girişimlerine rağmen Rumların, Türklerin kurucu ortak oldukları 1960 Kıbrıs Cumhuriyetine geri dönmek istemeyişleri nedeni ile adadaki varlığını halen sürdürmekte. Rumlar, Kıbrıslı Türkleri kurucu ve eşit ortak olarak kabul edene dek de Türkiye Kıbrıs adasındaki varlığını BM’nin akredite ettiği 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre devam ettirecek, daha doğrusu devam ettirmek zorunda.
Şayet adada bir anlaşma isteniyorsa Rumların ve Yunanlıların hayal dünyalarından uyanıp gerçeklerle yüzleşmeleri ve Kıbrıs hayallerinin hiçbir zaman ve koşulda kendi istedikleri şekilde gerçekleşemeyeceğini kabul etmeleri gerekiyor. Bu aşamaya geldikleri vakit Kıbrıs sorunu zaten kendiliğinden çözülecek.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Mağusa Sancağı, 1. Tabur, Karargah Servis Bölüğünde 1970-1972 yılları arasında yaptığım Mücahitlik görevim ve 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatına Mağusa Sancağı, 1. Tabur Havan Takım Komutanı olarak katılmam nedeni ile bana verilen KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ MİLLİ MÜCADELE MADALYASI VE BERATINI gururla aldım. Bu madalya aileme bırakacağım en değerli ve özgürlüğümüz yolunda verdiğimiz şanlı mücadelemizin onurunu gururla taşıyan bir miras olacaktır. Bu uğurda hayatlarını seve seve veren şehitlerimizi rahmetle anıyorum.
Bu mücadelemizde bizi yalnız bırakmayan, neredeyse 100 yıldır maddi, manevi hiçbir desteği esirgemeyen, bizim bu vatanda huzurla yaşayabilmemiz için gencecik evlatlarını dahi şehit vermekten çekinmeyen anavatanımız Türkiye’ye de en derin şükranlarımı sunarım. Bugün bu topraklarda Türk nüfusu varsa ve dahi özgürce huzur içinde yaşayabiliyorsa anavatanımız sayesindedir. Sağolsun, varolsun, güçlü olsun, bize güç versin…
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Başkanı ve Cumhuriyetçi Parti Mississipi Senatörü Roger Wicker’in, ABD Kongresi’ne Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelere karşı yaptırımlar uygulanmasını talep ettiği Ulusal Yetkilendirme Yasası (NDAA) tasarısı çok masum değil. Tasarıya Cumhuriyetçi Parti Kuzey Carolina Senatörü Thom Tillis’in, Arkansas Senatörü John Boozman’ın, Colorado Senatörü Cory Gardner’in, Oklahoma Senatörü James Lankford’un ve Demokrat parti New Hampshire Senatörü Jeanne Shaheen’in destek vermesi Türkiye’ye karşı organize ve üstü örtülü bir planın uygulamaya konduğunun habercisi.
Ulusal Yetkilendirme Yasası (NDAA) olarak bilinen tasarının Türkiye’yi ilgilendiren bölümünde F-35 savaş uçaklarının satışı, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri alması, Türkiye’nin NATO’yu tehdit edebilecek adımlar atması ve Türkiye’de -Rahip Bronson kast edilerek- ABD vatandaşlarını tutuklamadığının ispatlaması yer almakta. Bu tasarıya ilaveten ABD Senatosu’nun PYD’ye desteği de içerdiği iddia edilen Savunma Bakanlığı (Pentagon) 2019 bütçe tasarısını 10’a karşı 85 oyla kabul ettiğini hatırlatalım.
Tasarının içinde F-35, F16 savaş uçakları ile Patriot hava savunma sistemleri, Chinook, AH-1 tipi Kobra, H-60 Black Hawk tipi helikopterlerin Türkiye’ye satılmasının bloke edilmesi gerektiğini öngören üstü kapalı bir bölüm de yer almakta. Anlaşılan o ki, tasarı Kongre’de kabul edilse de, edilmese de F35 ile F16 savaş uçaklarının, Patriotların, Chinook, Kobra ve Black Hawk helikopterlerinin Türkiye’ye satışından sonra Türkiye’nin bunları tam verimli olarak kullanamaması için elden gelen her şeyin yapılacağı var bu tasarının sunum mantığının perde arkasında.
Açıkçası ABD’nin beyni olan Pentagon’un Türkiye’ye, bir ABD sömürgesi gözü ile baktığı, söz ve talimatlarından çıktığı vakitte illaki geçmişte olduğu gibi cezalandırılması gerektiği mantığının halen yürürlükte olduğunun mesajı var bu tasarıda. Aslında iktidar ve muhalefet senatörlerinin, birileri dürtüklemezse bir araya gelip böylesi bir tasarıyı Kongreye sunmaları zor.
Pentagon’da Türkiye aleyhine uzun ve kısa vadeli olarak neleri planlandığını anlayabilmek için geçmişe bakmak yeterli.
1964 yılının Nisan ayında Başbakan İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yeni yerini alır” açıklamasından sonra Haziran ayında Başkan Johnson’un özetle “Kıbrıs’a çıkamazsınız” diyen çirkin diplomatik dilli mektubu, 27-28-29 Ağustos’ta Ankara, İstanbul ve İzmir’de ABD Aleyhtarı mitinglerin yapılması ve TBMM’de yapılan 1965 yılı Bütçe oylamasının reddedilmesi ile CHP hükümetinin istifa etmesi bugünü anlamamıza yardımcı olabilir.
20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı sonrası ABD tarafından Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu ve parası ödenmiş Fantom tipi savaş uçaklarının satışının yapılmaması. Söz dinlemeyen Türkiye’de 1977-80 yılları arasında ABD kaynaklı anarşik olayların zirveye çıkarılması ve 12 Eylül 1980 darbesi ile TBMM’nin kapatılarak seçimle gelmiş siyasilerin hapsedilmesi. Darbeyi de CIA İstasyon Şefi Paul Henze’nin, ABD Başkanı Carter’e “Our boys have done it” -Bizim çocuklar başardı- cümlesi ile bildirmesi, Türkiye’nin söz dinlemeyen siyasilerinin nasıl uzun vadeli planlarla cezalandırıldığını gözler önüne sermekte.
Yıllarca “Kongre onayı zorunluluğu”, “ham madde gecikmesi”, “siparişlerin çokluğu ve üretim yoğunluğu” gibi bahanelerle terörle mücadele eden Türkiye’ye yönelik silah ve mühimmat satışları sınırlandırılmıştı. Son dönemde örtülü ambargolar sonucu verilmeyen savunma silah ve sistemlerinin milli imkanlarla üretilmeye başlanmasıyla birlikte bu “üstü örtülü yaptırım” ve “ambargo” zinciri kırılmaya başlanınca Pentagon çileden çıktı.
Pentagon gerçekte, 1961 yılındaki Küba çıkartması olarak anılan “Pigs Bay invasion” beceriksizliğinden sonra ikinci en büyük uluslararası başarısızlığını 15 Temmuz 2016’da FETÖ kalkışması ile yaşadı ve karizması fena çizildi.
Önümüzdeki beş yıl içinde ABD’nin Türkiye’nin gelişmesini önlemek, Rusya ile ilişkilerinin daha üst seviyeye çıkmasını baltalamak ve Ortadoğu’daki etkisini arttırabilme amaçlı Türkiye’yi parçalamak için elinden geleni yapacağının sinyalleri var bu ABD Kongresine sunulan Ulusal Yetkilendirme Yasası (NDAA) tasarısı içinde.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1