AB Dönem Başkanı Hollanda’nın Başbakanı Jan Peter Balkenende, 17 Aralık Brüksel zirvesinin sonuç konuşmasında, Erdoğan’ın Ankara anlaşmasının genişletilmesi yönündeki sözlü taahhüdünün, Rum Kesimi’ni resmi tanıma anlamına gelmediğini söylemesine ilaveten AB Devlet ve Hükümet başkanlarını bir araya getiren Brüksel zirvesinin sonuç bildirgesini değerlendiren Avrupa Komisyonu, günlük olağan basın toplantısında yaptığı açıklamada, AB’nin Türkiye’den, Ankara Anlaşması’nı, birliğe yeni katılan 10 ülkeye uyarlamasını istediğini hatırlatarak, bu uyarlama çalışmasının hiçbir şekilde, Türkiye’nin Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıma anlamına gelmediğini açıkladı.
Bu açıklamalar aslında Türkiye’nin AB’ye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini direk veya dolaylı olarak tanımak gibi bir taahhüt vermediğini, tanıma iddiasının sadece bir yorum olduğunu ortaya koymaktadır.
Tüm bu gerçeklere karşın, batı dünyasından gelen haberler ABD, BM ve AB’nin Annan Planını masaya koymak ve tarafları da aynı masaya oturtarak, “BİRLEŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ’ni hayata geçirmek çalışmalarını başlattığını göstermektedir.
Bir iddiaya göre BM, ABD ve AB’yi de arkasına alarak Nisan 2005 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmayacak Denktaş’ın yerine seçilecek yeni Türk liderini bekleyecek ve yemin töreninden hemen sonra da Annan Planı’nı masaya koyacak.
Her zaman içeriden bilgi alabilen New York Times gazetesi, Türkiye’nin sonsuza kadar bekleyemeyeceğini vurgulayan bir yazıya sayfalarında yer verdi. Aslında New York Times’in Türkiye’den bahsetmesi zaten kendi başına büyük bir olay.
Dünya’daki bir diğer çok önemli yayın kuruluşu olan BBC’nin de, New York kaynaklı haberinde Türkiye’nin, AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlayacağı 3 Ekim 2005’e kadar Ankara Anlaşması’nı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni içine alacak biçimde genişletmeyi kabul ettiğini belirtmesi ve bu gerekçe ile de dünyanın gözlerinin, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için yeniden Birleşmiş Milletler’e çevrildiği yorumunu yapmış olması da çok dikkat çekicidir.
BM yetkililerinin Annan planında iki tarafın da önerilerini dikkate alan bazı ayarlamalar yapılabileceğini belirtmeleri ve planın, özellikle Türk tarafında kabul edilmesi nedeniyle de, özünde kapsamlı bir değişiklik yapılamayacağını vurgulamaları çok önemsenmesi gereken bir açıklamadır.
Tüm bunlara ilaveten AB’nin lokomotifi ve bir yerde lideri olan Almanya’nın, Ankara’daki Büyükelçisi Wolf-Ruthart Born’un yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda karamsar olmadığını ifade etmesi, Kıbrıs konusunda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin açıklamalarına dikkat çekmesi ve özellikle “Önümüzdeki haftalarda yeni bir girişim olabilir” demesi, KIBRIS konusunda hazırlıkların bittiğine işaret etmektedir.
Türkiye tarafında ise 20 Aralık Pazartesi günü öğleden sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, Brüksel’de gelinen noktanın büyük ölçüde AKP’nin Kıbrıs konusunda Annan Planı’nı desteklemesinin bir sonucu olduğunu söylemesi ve “Referandumda bu sonucu almasaydık, AB’den bu tarihi almamız hayal olurdu. Annan Planı bizim için hala geçerli” demesi bana her şeyi çok açık göstermektedir.
Ben, 2005 yılının 2.ci yarısında “BİRLEŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ”ni hayata geçirmek için BM Genel Sekreteri Annan’ın, Kıbrıs’ta taraflara, “Barış Görüşmeleri”nin yeniden başlatılması için çağrı yapacağına, bu çağrıdan sonra “5.ci Annan Planı” zemininde ama değişik bir “Çözüm Planı” adı altında görüşmelerin yeniden başlayacağına ve 3 Ekim’den evvel de tarafların istese de istemese de zorla anlaştırılarak “BİRLEŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ”nin kurulacağını ve bu nedenle de AB’nin Türkiye ile müzakerelerin başlatılması için koyduğu Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini dolaylı da olsa tanımasına gerek kalmayacağını öngörmekteyim.
Burada mühim olan nokta, Annan Görüşmeleri sonrası 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Referandumda, bağımsız ve tek başına karar verebilmiş olan Kıbrıs’lı Rumların, 2005 yılında yapılacağını öngördüğüm Referandumda, AB ailesinin bir parçası olarak, Tasos Papadopulos’un istek ve görüşleri doğrultusunda oy kullanamayacağıdır.
AB’nin 3 Ekim’de Türkiye ile müzakerelere başlamak için koyduğu koşul hepimizin bildiği ve artık ezberlediği gibi, Türkiye’nin 1963 tarihli Ankara Anlaşması Ek protokolu’nun genişletilmesi ve AB’nin yeni 10 üyesini de kapsaması için AB Komisyonu ile müzakereler yapması ve 3 Ekim’den evvel de AB Dönem Başkanlığı ile yeni ek protokolu imzalamasıdır.
Tabii bu imzanın dolaylı bir şekilde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni tanıması anlamına gelmemesi için de Türkiye, Roma Anlaşması örneği, bu imzayı atarken işlemin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni resmen tanıdığı anlamına gelmediğini belirteceği bir çekince koyacaktır.
Ben aslında, ABD’nin Kıbrıs’ta taraflara, “Barış Görüşmeleri”nin yeniden başlatılması için B.M.’ye ve Genel Sekreter Annan’a çağrı yapmaları ricasında bulunacağını, bu çağrıdan sonra “5.ci Annan Planı” zemininde ama değişik bir “Çözüm Planı” adı altında görüşmelerin yeniden başlayacağına ve 3 Ekim’den evvel de “BİRLEŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ”nin kurulacağını kurguladığım için, AB’nin Türkiye ile müzakerelerin başlatılması için koyduğu bu koşula ve Türkiye’nin de Ek Protokolu imzalayıp karşı tedbir olarak çekince koymasına gerek kalmayacağı inancındayım.
Bence AB’nin Müzakerelere başlamak için Hırvatistan’a koyduğu koşul çok daha ağır. AB zirvesinde diğer aday Hırvatistan 17 Mart 2005 tarihinde görüşmelere başlayacak. Ama bir koşul var…
Hırvatistan ile müzakereler, Hırvatistan’ın eski Yugoslavya için Kurulan B.M. “Savaş Suçları Mahkemesi” ile işbirliği yapması koşuluna bağlı. Koşul, Hırvat Sırp savaşında çok sayıda Sırp’ı öldürmekle suçlanan ve Hırvatların “Milli Kahraman”ı olan “General Ante Gotovina”nın “Savaş Suçları Mahkemesi”ne teslim edilmesi.
Lahey’deki “Savaş Suçları Mahkemesi”nce 2001 yılından bu yana aranmakta olan “General Gotovina” halen Hırvatistan’da yaşamakta ve 1991-1995 “Hırvatistan Bağımsızlık Savaşı”nın kahramanı olarak kabul edilşmektedir.
Hırvatistan’daki Krajina bölgesi, yöreden sorumlu General Gotovina’nın Komutanlığında yapılan “Fırtına Operasyonu” ile 4 Ağustos 1995 tarihinde Hırvat orduları tarafından ele geçirildi. Bölge tamamen ele geçirildikten sonra 3.5 ay süreli bir etnik temizlik yapıldı. Hırvatlar tarafından yapılan Sırp katliamı 15 Kasım 1995’e kadar devam etti ve Krajina bölgesi tam manası ile Sırp’lardan temizlendi. Şu an bölgede yaşayan veya evlerine dönmeyi başarabilmiş hiç bir Sırp aile yok.
Hırvatistan Başbakanı İvo Sanader, Hırvatistan’ın 17 Mart 2005 tarihinde AB ile üyelik müzakerelerine başlayabilmesi için Hırvat Halk Kahramanı “General Ante Gotovina”nın Lahey’deki “Savaş Suçları Mahkemesi”ne teslim edilmesini kabul etti ve uygun bir zaman dilimi içinde teslim işlemlerinin bitirilerek Generalin yargılanmak üzere Mahkemeye teslim edileceğini açıkladı.
Bu günkü köşe yazımda AB Konsey toplantısında alınan kararlar yerine, “Müzakere süreci”nin ne demek olduğundan ve müzakere edilecek “31 Bölüm (Chapter)”in ne olduğu hakkında bilgi vereceğim.
Brüksel zirvesi Türkiye-AB ilişkilerinde çok önemli bir dönüm noktası oldu. Zirvede Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlaması kararının alınmasının ardından, bugüne kadar “Ankara anlaşması”, “Helsinki Görüşmesi” ve “Kopenhag Kriterleri” ifadesine alışkın olan insanımız, artık müzakere sürecine ve içeriğine odaklanacak.
Müzakere süreci, “Avrupa Mevzuatına Uyum” sağlayabilmek için yapılması gereken görüşmelerin süreci demektir. Bu süreçte Avrupa Birliği hukuk sistemi ile politik hayatına uyumlaşma çalışmaları yapılmaktadır. Müzakere edilen konu, AB’nin ortaya koyduğu kurallar bütünü değil, aday ülkenin (Türkiye’nin) bu sisteme hangi yöntemlerle ve ne kadar süre içinde uyum sağlayacağı olmaktadır.
Müzakereler AB ile Türkiye arasında iki seviyede yürütülecektir.
AB üyesi ülkelerin ve Türkiye’nin konu ile ilgili Bakanlarının katılımıyla yapılan hükümetler arası toplantılarda temel pozisyonlar ve stratejiler ortaya koyulacak, siyasi konular ele alınacaktır. Teknik düzeyde yürütülen esas müzakerelerse üye ülkelerin AB Daimi Temsilcileri ve Türkiye baş müzakerecisi başkanlığındaki müzakere heyetleri arasında yapılacaktır.
Müzakereler genellikle “kolay” olarak kabul edilen ve kısa sürede sonuçlandırılması beklenen konu başlıklarıyla başlatılacak. Tüm konu başlıklarında müzakerelerin tamamlanmasının ardından, Komisyon, taslak Katılım Antlaşması’nı hazırlayacak ve Anlaşma’nın son şekli Hükümetler arası Konferansta verilecektir. Anlaşma Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyince onaylandıktan sonra, üye ülkeler ve Türkiye tarafından imzalanacaktır. Türkiye’nin AB üyeliği ise Katılım Antlaşması’nın tüm taraflarca onaylanmasından sonra gerçekleşecektir.
AB’nin Türkiye ile yürüteceği müzakerelerin başlıkları şunlar:
Başlık 1: Malların serbest dolaşımı
Başlık 2: Kişilerin serbest dolaşımı
Başlık 3: Hizmet sunumunda serbestlik
Başlık 4: Sermayenin serbest dolaşımı
Başlık 5: Şirket hukuku
Başlık 6: Rekabet politikası
Başlık 7: Tarım
Başlık 8: Balıkçılık
Başlık 9: Ulaştırma politikası
Başlık 10: Vergileme
Başlık 11: Ekonomik ve Para Birliği (EMU)
Başlık 12: İstatistikler
Başlık 13: Sosyal siyaset ve istihdam
Başlık 14: Enerji
Başlık 15: Sanayi
Başlık 16: Küçük ve Orta Büyüklükte İşletmeler
Başlık 17: Bilim ve araştırma
Başlık 18: Öğrenim ve eğitim
Başlık 19: Haberleşme ve Enformasyon teknolojileri
Başlık 20: Kültür ve Odyovizüel politikalar koordinasyonu
Başlık 22: Çevre
Başlık 23: Tüketici ve sağlık korunması
Başlık 24: Adalet ve içişleri alanlarında işbirliği
Başlık 25: Gümrük birliği
Başlık 26: Dış ilişkiler
Başlık 27: Ortaklaşa Dış ve Güvenlik politikaları
Başlık 28: Finansal kontrol
Başlık 29: Finansal ve bütçeleme teknikleri
Başlık 30: Kurumlar
Başlık 31: Diğer.
Bu günkü köşe yazımda, dün akşam AB Devlet ve Hükümet Başkanları zirve-çalışma yemeğinde yapılan tartışmalar sonrasında varılan mutabakattan ve gece boyu süren pazarlıklar sonunda bu sabah açıklanan Konsey karar taslağından bahsetmek istemiyorum. Nasıl olsa tüm gazeteler ve TV’ler bu konuda en geniş ve en detaylı bilgileri verecekler. Bu gün yapılacak AB Devlet ve Hükümet Başkanları (AB Konseyi) zirve toplantısında alınacak kararın ne olacağını yaklaşık olarak tahmin edebiliyorum.
Bence bu gün açıklanacak zirve kararı şöyle olacak.
Aslında bu gün beni en çok ilgilendiren konu, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Tasos Papadopulos’un içine düştüğü çıkmazdan nasıl kurtulacağıdır. Papadopulos, tam bir üstü bıyık, altı sakal durumunda sıkıntılı bir çıkmaz içindedir. Bu çıkmaza kendisini, kendi elleri ile soktu.
Papadopulos, Türkiye’nin AB’ye girmek için her şeyi göze alacağını düşünerek elindeki VETO kozu ile Türkiye’yi köşeye sıkıştıracağını planlamış ve Türkiye’nin çok istekli göründüğü bu kritik olayda, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından tanınması fırsatını sonuna kadar zorlamak çabasına girmiş. Elindeki VETO kozunu da ya Türkiye bizi tanır ya da Türkiye’nin AB’ye girişini VETO ederiz diyerek de gösteriyor. Aslında iç tribünlere oynuyor. Türkiye-AB görüşmelerinde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetin’in Türkiye tarafından tanınmasını sağlayan kişi olarak tarihe geçmek çabası içinde. Salı günü taraftarlarını sokaklara dökerek VETO’ya EVET mitingi yaptırdı. Amacı AB’ye ve Türkiye’ye Kıbrıs Rumlarının kararının VETO olduğunu ispatlamak ve Türkiye tarafından tanınmayı koparmak.
Ama dış tribünlerde Papadopulos’un durumu biraz farklı. Şu anda AB içinde tam bir OYUN BOZAN, Avrupa tanımı ile de KARA KEDİ durumunda. Kendisine açıkça boyuna bakmadan boyundan büyük işler peşinde koşmakta olduğu söylenmekte ve VETO kullanmak gibi bir hata işlerse bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödeyeceği ima edilmekte. Yunanistan Başbakanı Karamanlis dahi Kıbrıs’a bu konu ile ilgili yaptığı ziyarette, kendisine açıkça VETO kullanmamasını tavsiye etti.
Papadopulos tam manası ile üstü bıyık, altı sakal çıkmazında. Kıbrıs’lı Rumları memnun etmek için VETO kullanmak zorunda. AB üyelerini memnun etmek için de VETO’yu kullanmamak zorunda.
Bence yapması gereken ne iyi hareket VETO kararını AB Konseyinin genel tavrına bırakması olacak. Yani topu Konseye atacak ve adaya geri dönüşünde halkına VETO’yu ÇOĞUNLUK KARARINA bıraktım diyerek sorumluluktan sıyrılacak. Aksi takdirde, VETO kullansa da kullanmasa da kaybeden hep kendisi olacaktır.
Bunlar bazen oluyor ve çok yetenekli kişiler dahi kendilerini zaman zaman kendi elleri ile tuzağa düşürebiliyorlar.
AB Hükümet ve Devlet Başkanları Zirve Programı ve KIBRIS
Tüm gazeteler ve TV’ler bu gün aynı konuyu işledikleri için bu günkü köşe yazımda Avrupa Parlamentosunun (AP), Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye ile tam üyelik müzakereleri ile ilgili kararından bahsetmeyeceğim.
Karar %61 EVET oyu ile alındı bu nedenle de sadece dünkü köşe yazımda ön gördüğüm %65 EVET oylarına çok yaklaştığımı belirtmekle yetineceğim.
Beni asıl ilgilendiren dün ne olduğu değil, bu akşam ve yarın zirvede ne olacağıdır.
Bu gün AB üyesi 25 ülkenin katılacağı, iki günlük Hükümet ve Devlet Başkanları zirvesi, Brüksel’deki Justus Lipsius binasında başlayacak. Bu zirveye AP Başkanı Borell ve BM Genel Sekreteri Annan’da katılacak. Annan Kıbrıs konusundaki görüşünü belirtmek üzere bu toplantıya katılacak. Bu kişilerin zirveye katılması çok olağan dışı ve bir o kadar da önemli.
Geçen günkü yazımda da belirttiğim gibi, gelen haberlere göre Birleşmiş Milletler Teşkilatı Kıbrıs sorununa son vermek ve “BİRLEŞİK KIBRIS CUMHURİYETİ”ni kurmak için taraflar arasında yeni görüşmeler başlatmak kararında ve tüm girişimleri de bu yönde. Annan’ın zirveye çağrılmasının nedeni sadece Kıbrıs konusu.
Türkiye’nin KIBRIS konusundaki yaklaşımı çok doğru ve BM’ye yönelik. Türkiye, Kıbrıs’taki sınır sorununa rağmen Güney Kıbrıs’ı AB’nin üye olarak kabul ettiğini öne çıkarmakta ve sorunun çözümünden sorumlu olamayacağını belirterek bu konudaki muhatabının Birleşmiş Milletler olduğunu iddia etmektedir. Birleşmiş Milletlerin tekrar bir görüşme başlatması durumunda konunun adilane çözümü için iyi niyetli ve yapıcı katkılarını esirgemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu gün başlayacak ve yarın da devam edecek zirve Programı aynen şöyle:
16 Aralık 2004, Perşembe
Saat 18:00 – Liderlerin zirvenin yapılacağı konsey binasına gelişleri.
Saat 19:15 – Liderler ve dışişleri bakanları ayrı ayrı çalışma yemeğinde bir araya gelecekler.
Saat 22:30 – AB Dönem Başkanının basın toplantısı..
17 Aralık 2004, Cuma
Saat 09:15 – Üye ülkelerin liderlerinin binaya gelişi
Saat 09:50 – AP Başkanı Borelle’nin toplantıya katılması.
Saat 10:25 – Borelle’nin toplantıdan çıkışı.
Saat 10:30 – BM Genel Sekreteri Annan’ın toplantıya katılması.
Saat 11:30 – Annan’ın Basın toplantısı.
Saat 13:45 – Aday ülkeler olan TÜRKİYE, Bulgaristan Romanya ve Hırvatistan Başbakanlarının ve Dışişleri Bakanlarının toplantıya katılması.
Türkiye’nin, Ankara Antlaşması’nın ek protokolünü imzalaması, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanınması anlamına gelebileceği için bu iki günde, müzakere tarihinin kaderini belirleyecek en kritik gelişme “VETO” hakkı bulunan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin, Türkiye’nin, Ankara Antlaşması’nın ek protokolünü imzalaması için her yolu denemesi olacaktır.
Bence Türkiye, aynı Roma’daki Avrupa Anayasası’nın imza töreninde olduğu gibi birinciye ek olarak ikinci bir kağıtla Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne ilişkin çekince metnini AB’ye iletecek. Bu çekince belgesinde Türkiye’nin, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde kapsamlı nihai bir çözüm olmadığı sürece siyasi olarak Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni tanımadığını vurgulayarak tüm politik baskıları BM’ye yönlendirecek.