Orta Doğuda yeni sınırlar

Orta Doğuda yeni sınırlar

Orta Doğu’daki silahlı, ekonomik ve siyasi gelişmeler, yaşanan olaylar, çatışmalar, petrol ve bu yörede üç büyük dinin kutsal şehri olan Kudüs’ün tarihten ve dini kitaplardan gelen dinsel önemi, Orta Doğudaki sınırların yeniden çizilmesini tetiklemektedir.

Bölgedeki olaylara kısaca en uzak köşe olan İran’dan başlarsak, İran’ın nükleer araştırmaları ve nükleer başlıklı füze imal etmek arzusu, resmen 2002 yılından beri AB’yi ve ABD’yi kara kara düşündürmektedir. ABD’nin bu konudaki kaygıları, 11 Eylül 2001’de New York’ta İkiz kulelere yapılan terör saldırısı ile doruğa çıkmış durumda. Hiçbir İslam ülkesinin, hele de ABD’yi “Şeytan” olarak halkına tanıtmış İran’ın elinde nükleer silah bulundurmasına tahammülü yok. İran’ın her ne kadar savunma amaçlı olarak tanıtacağı bu silahın bir müddet sonra kendisine yöneleceğinden çekinmektedir. 11 Eylül olayını göz önüne getirirseniz, bu konuda haksız olmadığını da fark edeceksiniz.

İran’ın yanındaki Irak’ta ise, olayları her gün TV’den izliyoruz. Ama perdenin arkası, Kuzeyde bir Kürdistan Devleti kurulmasının hazırlıklarının son sürat devam ettiğidir. Kuzey Irak’ı yöneten Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani ile Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani’nin, Kerkük’te Saddam döneminde sürülen Kürtler geri dönene dek yerel seçim düzenlemeyeceklerini ilan etmesi boşuna değil. Bu iş birliğinin beş ana nedeni var.

  • Birincisi, Kerkük’e Belediye seçimlerini Kürt adaylara kazandıracak kadar yeterli nüfusu sahip olabilmek.
  • Seçim sonucunda çıkacak kargaşada Kürtlerin çoğunlukta olmasını sağlamak.
  • Kerkük’ü, Kürdistan’ın başkenti yapmak
  • Başkent Kerkük’teki devlet dairelerinde görevli memurların çoğunluğunun Kürt olmasını sağlamak.
  • Kerkük’ün İrak petrolünün %60’ını karşılayan bir petrol kenti ve yöresi olması nedeni ile kurulacak yeni Kürt Devletinin petrol gelirlerinin tümüne sahip olmasını garantilemek.

Kürdistan’ın kurulmasından hoşlanmayan ve bu konuda kırmızı çizgileri olan Türkiye, AB’ye giriş müzakerelerinde bu çizginin rengini pembeye dönüştürmek zorunda kalacak.

Biraz daha yakına gelince, önümüze düşman kardeşler Filistin ve İsrail çıkmaktadır.

Bence ABD, bağımsız bir Filistin devleti kurulması için kolları sıvamıştır. Bu hazırlığın üç ana gayesi var.

  • Bölgede barışı sağlamak için Filistinlilere bağımsız bir devlet hakkı tanımak.
  • İsrail’e huzur içinde yaşam sağlamak.
  • Binlerce yıldır bu bölgede süren huzursuzluğa son vermek.
  • Arafat’tan sonraki Filistin yöneticilerini ve Filistin halkını ekonomik gelişme konusunda destekleyerek, bölgesel huzuru sağlamak.

Kıbrıs ise, sonu belli bir yolda hızla ilerliyor. Artık çatışma yok. Bir şekilde adaya gelen barış, tarafların mutabakatı ile daha da pekiştirilecek.

20 Kasım 2004
Orta Doğuda yeni sınırlar için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Rusyanın benzeri görülmemiş nükleer silahı

Rusyanın benzeri görülmemiş nükleer silahı

Önemli olan Rusya’nın benzeri görülmemiş nükleer silahı mı yoksa İran’ın nükleer çalışmaları mı?

Moskova, bundan bir müddet önce, modern füze sistemleri geliştirmeye çalıştıklarını duyurmuştu. Fakat dün sürpriz bir şekilde Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, herkesin bildiği ve duyduğu gibi benzeri olmayan bir nükleer silah geliştirdiklerini açıkladı. Putin, ordu komutanlarına yakında dünyanın en ileri düzeydeki silahlarına sahip olacaklarını ve Rusya’nın dünyadaki başka hiçbir ülkede olmayan bir nükleer füze sistemini denediklerini belirterek bu silahın aynı zamanda uluslararası teröre karşı savaşımda da gerekli olacağını  ifade etti.

Hitap edilen kitle ordu komutanları olduğu için bence bu sözler birazcık abartılı. Yani Putin “bu benzeri olmayan bir nükleer silah” mesajı ile iç tribünlere oynuyor. Anlaşılan Rusya’da iyi gitmeyen bir şeyler var. Ya ekonomi tepetaklak gidiyor, ya açlık var, ya maaş yetmezliği var, ya kıtlık baş göstermek üzere ya da Rusya’da yaşayan halkın çoğunluğunu etkileyecek benzeri bir sorun kapıda.

Soğuk Savaş yenilgisini hala hazmedememiş ve NATO’nun doğuya doğru genişlemesini hala kabullenememiş olan Rus ordusunda, Putin’in bu sürpriz duyurusu günü veya haftayı kurtarmak amaçlı gözüküyor. Zaten Rusya füzeler üzerindeki çalışmalarını 1980’li yılların başından beri sürdürmekte idi.

Bence Putin bu sürpriz sayılabilecek açıklaması ile, silahlı kuvvetler mensuplarının moralini yükseltmek istedi. Siyasilerin ve devlet yöneticilerinin orduya önem verdiğini bir şekilde dile getirdi ve Rus halkına, Rus ordusunun eskiden olduğu gibi hala güçlü, teknolojik olarak ileri ve devletini savunacak güçte olduğunu göstermek istedi.

Eğer biraz tarafsız düşünüp, olaya uzaktan ve dünyanın genel durumunu dikkate alarak bakarsanız,  yeni bir silahlanma yarışının başlamasının söz konusu olmadığını hemen görürsünüz.

Bir olasılıkla, bu yeni nükleer silah, yeni bir teknoloji veya kavram olmaktan çok, var olan füzelerin manevra kabiliyetini arttıran bir sistem veya füze savunma sistemlerinden kaçmak için manevra kabiliyeti çok yüksek olan bir savaş başlığı veya güdümlü anti roket füzelerini çok kolayca atlatabilecek yeni bir tekniğe sahip standart bir nükleer başlık.

Nükleer silah konusunda aslında mühim olan Rusya’nın benzeri olmayan bir nükleer silah geliştirdiği değil,  İran’ın bir yerlerden nükleer bomba planları ele geçirdiği iddiasıdır. Bu iddiaya göre İran, Pakistanlı bilim adamı Abdülkadir Han’dan silah yapımında kullanılabilecek uranyum ve nükleer bomba planları almış ve Lavizan’daki Atom Araştırmaları Merkezinde uranyum zenginleştirmeyi sürdürüyor.

Bu soruna hem AB hem de ABD taraf. Her ikisi de İran’ın nükleer araştırmalarından hoşnut değiller ve İran’ın bu çalışmalara son vermesini istiyorlar. İran’a atom bombası yapımında kullanılabilecek her tür parçanın satışına da yasak koydular. Bu parçaların imalı ve satışı üzerinde büyük bir denetim sürdürüyorlar. İran geçen hafta nükleer silah imal çalışmalarını durdurduğunu açıklamıştı ama nükleer araştırmalarını halen devam ettiriyor.

Avrupa Birliği 2002’de, İran’ın nükleer programı hakkında alarm düğmesinin basmış ve bu sorunu müzakere yoluyla çözmeye çalışıyor ama halen daha bir sonuca ulaşabilmiş değil.

ABD ise İran’ın elinde bir nükleer bomba olması tehdidini çok ciddiye almış ve bu çok tehlikeli konu ikinci dönem ABD Başkanı seçilen George W. Bush’un “yapılacaklar” gündeminin de en üst sıralarında. Dünden itibaren  George W. Bush’un yanında Kara Panter Condi’de var. İkisi de şahinler grubundan.

AB’nin bu kritik konuda yaptığı arabuluculukta başarıya ulaşamaması bence ABD’nin İran’a olan bakış açısını çoktan değiştirmesine yol açtı ve muhtemelen İrak’tan sonra askeri ve ticari baskı ağırlığını İran’a taraf arttıracak.

19 Kasım 2004
Rusyanın benzeri görülmemiş nükleer silahı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Şahinlerin “Siyah Kaplan”ı Dr. Condeleezza Rice

Şahinlerin “Siyah Kaplan”ı Dr. Condeleezza Rice

ABD Başkanı George W. Bush, önceki gün istifasını açıklayan Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın yerine dün gerçekleştirdiği atama ile ikinci dönemdeki kabinesinde şimdiki Ulusal Güvenlik Danışmanı Bayan Dr. Condoleezza Rice’ı, Dışişleri Bakanı koltuğuna getirdi.

4 Kasım’daki zaferinden sonra ikinci 4 yıl için kabinesinde yaptığı atamalar ile John Ashcroft’tan boşalan Adalet Bakanlığı’na kendi hukuk danışmanı Alberto Gonzales’i ve Powell’ın yerine de Rice’ı getiren Bush, yeni dönemde yönetimin diğer isimleriyle tamamen uyum içinde çalışacak “uysal” bir kadro oluşturma yolunda. Bu atamaları G. W. Bush’un ABD’nin dış dünyaya dönük politikalarında çok etkileyici rol oynayacağına eminim.

Amerikan Devlet Yönetim sistemine göre bu atamaların Senato tarafından da onaylanması gerekiyor. Bu atamaların Senatoda takılması veya Senatonun bu atamayı kabul etmemesi, Senatonun 4 kasım seçimlerinden sonraki yeni yapısına göre olanaksız. Bu durumda Bayan Rice, ABD’nin ilk Afrika Kökenli Amerikalı (Afro-American) kadın Dışişleri Bakanı olacak.

Yorum ve varsayımlarımızdan önce Bayan Condoleezzsa Rice’i iyice tanıyalım.

1954 yılında,  ABD’de ırk ayrımının en şiddetli olduğu güney eyaletlerinden Alabama’nın Birmingham kentinde, kölelikten gelme siyah bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Babası Westminster Presbiteryan kilisesinde rahip olan John Wesley Rice ve annesi de müzik öğretmeni Bayan Angelena Rice’dır. Ailenin ataları ABD’ye Jamaika’dan gelmiştir.

Arkadaşları arasındaki lakabı  “Condi” olan Condoleezza’nın adı, İtalyan müzik terimi olan ve müzik aletini “tatlılıkla çalmak” anlamına gelen “con dolcezza’dan” geliyor. Bu ismi seçen ve koyan müzikçi annesi Bayan Angelenea.

Rice henüz dokuz yaşındayken, sınıf arkadaşı Denise McNair, 1963 yılında siyahların gittiği Baptist kilisesinde ırkçı beyazlar tarafından yakılarak öldürülmüş. Condi’ye göre bu ve benzeri ırkçı olaylar ve ABD’nin ırkçı güney eyaletlerinde geçen çocukluğu,  kendisine kötülüğe karşı “kararlılık” ve gerekirse “iki kez daha başarılı” olma azmini vermiş.

Son derece zeki ve akıllı olan Condi, 15 yaşındayken konser piyanisti olmak amacı ile Denver Üniversitesi’ne kaydolmuş fakat aldığı bir derste uluslararası ilişkilere olan merakını fark ederek, konser piyanistliği sevdasından vazgeçerek Siyasi Bilimler Fakültesine geçmiş.

19 yaşında Denver Üniversitesi’nin Siyasi Bilimler Fakültesinden mezun olduktan sonra 1975 yılında Notre Dame Üniversitesi’nden Master derecesi aldı ve yüksek öğrenimine devamla 1981 yılında da Denver Üniversitesi Uluslararası Etüdler Okulu’ndan doktorasını aldı.

Kurulduğu 1891 yıllından beri Amerika’da ilk 10 en iyi üniversite arasında yerini koruyan Stanford Üniversitesi’nde siyaset bilimi hocalığı yapan Rice, siyasi kariyerine 1989’da başladı. Baba George Bush dönemi Beyaz Sarayı’nda Bush’a, Sovyetler ve Doğu Avrupa ilişkileri ulusal güvenlik konularında özel danışmanlık yapan Rice, baba Bush tarafından Mihail Gorbaçov’a “Sovyetler Birliği hakkında bana her şeyi söyleyen kişi” olarak tanıtıldı.

Forbes dergisi, çok başarılı bir kariyere sahip olan Rice’ı, Ağustos 2004 tarihinde devlet başkanlarından yazarlara, şirket yöneticilerinden kraliçelere kadar dünyayı sosyal, ekonomik, kültürel ve politik açıdan etkileyerek değiştiren pek çok ünlü kadının yer aldığı listede 1 numaraya yerleştirerek “Dünyanın en güçlü kadını” ilan etmişti.

Rice, İngilizce’ye ek olarak Rusça, Fransızca ve İspanyolca’yı da iyi konuşuyor.

Colin Powell, Bush hükümetinde güvercin kanadını temsil ederken, Rice yürüttüğü sert politikalarıyla biliniyor. ABD’deki şahin kanat içinde yer alıyor ve şahinler arasında da “Siyah Kaplan” olarak adlandırılıyor.

Çocukluğunda yaşadığı ortam ve olaylar yüzünden dünyayı siyah ve beyaz görmesi, kilisesine bağlı dindar bir Katolik olması ve dünya meselelerin çözümünde mutlak iyi ve kötü kavramlarına inanmasıyla biliniyor.

Bayan Rice’ın, 2003’ün Ağustos ayında Washington Post’ta yayınlanan “Ortadoğu’yu Değiştirmek” başlıklı makalesinde, “Fas’’tan Basra Körfezi’ne kadar Ortadoğu’da 22 devletin sınırlarını değiştirecekleri” sözlerini dikkate aldığım vakit, ABD gibi dünyanın süper gücünün yeni ve etkili Dış işleri Bakanı olan Bayan Rice’ın, dünya’da ve özellikle Orta Doğu’da çok etkin, dengeleyici, taviz vermeyen, barışa yönelik, sertlikten uzak, iyi düşünülmüş ve adil bir dış politika izleyeceğine inanıyorum.

Bölgemizde Filistin’in bağımsız, demokratik bir devlet kurma isteğini dikkate alacağına, İsrail’in güvenlik içinde yaşamak arzusunu kalıcı olarak gerçekleştireceğine, terör odaklarını ve terör faaliyetlerine son verecek girişimlerde bulunacağını öngörüyorum.

Kıbrıs konusunda ise, ABD’nin Colin Powell döneminde saptanmış olan politikasının devam ettirileceğine ve KKTC üzerindeki izolasyonların kaldırılması, Kıbrıs Türklerinin dünya ile kucaklaşması, direk uçuşlar ve benzeri toplumumuzu dış dünyaya bağlayacak çabaların devam ettirileceğine ve sonuçlandırılacağına inanıyorum.

18 Kasım 2004
Şahinlerin “Siyah Kaplan”ı Dr. Condeleezza Rice için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Lapta’daki Rum malı üzerine inşa edilen villaya yıkım emri

Lapta’daki Rum malı üzerine inşa edilen villaya yıkım emri

Evvelki gün yerel basında “Lapta’lı Rum Meletios Apostolides’in İngiliz David Orams ve Linda Gram aleyhine Lefkoşa Kaza Mahkemesinde açtığı davada alınan kararla inşaatları yıkmanın yolu açıldı” içerikli bir haber okudum. Haberi doğrulamak açısından Rum kaza Mahkemesinde ve Rum basınında araştırdım ama pek de sağlıklı bir sonuca ulaşamadım. Sadece söz konusu malın sahibi olduğu iddia edilen Meletios Apostolides’in bir ressam olduğunu tespit edebildim.

Eğer bu haber doğru ise ve de Lapta’daki bir ev ile ilgili Lefkoşa Kaza Mahkemesinin aldığı karar yasalara aykırı değil ise ortaya yeni bir sorun çıktı demektir. Hem de büyük bir sorun..

Haberin devamında  “ Apostolidis’in Lapta’daki arazisi üzerine villa inşa eden İngilizler aleyhine açtığı dava geçtiğimiz Çarşamba günü Güney’deki Rum mahkemesinde sonuçlandı. Mahkeme, İngilizlerin villayı, havuzu ve evin çevresindeki duvarı derhal yıkmasını emretti…” cümlesi yer almaktaydı.

Ben hukukçu değilim. Mahkemelerle pek de ilişkim yok. Hukuk ve yargı ile ilgili yasaları sadece kulaktan dolma bilmekteyim.

Benim kendi ilkel hukuk bilgilerime göre aklımı karıştıran ve bende soru işareti yaratan konular şöyle sıralanabilir;

  • Bu davanın öncelikle suçun işlendiği Girne Kaza Mahkemesinde açılması gerekmezmiydi.
  • Kıbrıs hukuk sistemine göre Lefkoşa (Rum) Kaza Mahkemesinin Lapta’da gerçekleşen bir cürüm hakkında dava görmesine yetkisi varmıdır.
  • Lefkoşa (Rum) Kaza Mahkemesi hangi gerekçe ile kendini bu davayı görmeye yetkili kılmıştır.
  • Lefkoşa (Rum) Kaza Mahkemesi bu konuda kendi kendini yetkilendirmeye hakkı varmıdır?.

Haberin devamı da aynen şöyle; “Rum mahkemesi kararı önümüzdeki hafta İngiltere’ye de bildirilecek. Karara uymamaları halinde İngilizlerin tutuklanma olasılığı da bulunuyor… Avrupa Konseyi tüzükleri uyarınca bu durumda İngiliz yargısı da devreye girmekle yükümlü

Bu cümle içinde de benim aklımda soru işaretleri yaratan yerler var.

  • Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ve İngiltere AB üyeleridirler. Ama Lefkoşa Kaza Mahkemesinin aldığı bir kararı İngiliz Mahkemesi veya AB’ye üye her hangi bir ülkenin Mahkemesi otomatikman uygular mı?
  • Hangi İngiliz Mahkemesi bu konuda kendisini yetkili Mahkeme olarak addedecektir.
  • Söz konusu İngiliz Mahkemesi davayı görüşmeyi kabul etmek zorunda mıdır?
  • Söz konusu İngiliz Mahkemesinin hiç mi konuyu araştırma hakkı yok?
  • Söz konusu İngiliz Mahkemesi, kendi yetki alanı dışındaki topraklarda dava konusu villayı, havuzu ve etrafındaki duvarları yıkma kararı verebilirmi?
  • Yıkımın gerçekleştirilmesi için ne olursa olsun Girne Kaza Mahkemesi kararı gerekmez mi?

Bunlar, benim kendi ilkel hukuk bilgilerime göre, konu ile ilgili aklımdaki soru işaretleri.

Tabii olayın öbür tarafı, bir de madalyonun öbür yüzü var.

Ya bu Lefkoşa Kaza Mahkemesinin kararı bir şekilde AB hukuk sistemi içinden geçerek gerçeğe dönüşürse o vakit, 30 yılda yapmaya çalıştıklarımızın hepsi yerle bir olacak…

Geçen güm Lefkoşa’da CASA Koleji sahibi Bay Savvides ile tanıştım. Benim Mağusa’lı olduğumu duyunca, DİDACTA’nın sahibi olduğunu söyledi. Orası neresi biliyormusunuz?. Mağusa’da 1974’den önce yabancı dil kurslarının verildiği bir kolej. DAÜ’nün şimdiki Rektörlük binası ve binanın içinde bulunduğu arazi. Eğer bu Mahkeme kararı gerçeğe dönüşürse, artık siyasilerin DAÜ Vakıf Yönetim Kurulu’na üye atamaları sorunu ortadan kalkacaktır. Bu yeni durumda Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Bay Savvides olacak, Yönetim Kurulu üyeleri de onun atayacağı meslektaşları….

DAÜ’nün adı DAÜ olarak kalır mı yoksa CASA UNIVERSITY’mi olur onu da bilemem.

17 Kasım 2004
Lapta’daki Rum malı üzerine inşa edilen villaya yıkım emri için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Denver’deki Katolik Katedrale Müslüman İmam

Denver’deki Katolik Katedrale Müslüman İmam

ABD’deki Kolorado eyaletinin Piskoposluk Bölgesindeki Piskoposluk Katedrali olan Denver’deki Aziz John Katedralinde 14 Kasım Pazar günü sabah 11:15 de yapılan Şarap ve Ekmek Yemek ayininde Kilise Meclisi İdare Amiri ve Yöneticisi Rahip Greg Movesian, resmen Irak asıllı bir Şii olan 46 yaşındaki, İbrahim Kazerooni’yi Katedralin din adamları kadrosuna atandığını açıkladı.

İmam İbrahim mihrabın önündeki basamaklara kadar geldikten sonra vasıfları ve yeterliliği görüşüldü ve uygun bulunduktan sonra Kilise Meclisi İdare Amiri ve Yöneticisi Rahip Greg Movesian, Aziz Francis’in “Efendimiz, bizi  tanrısal huzurunun gereçleri haline getir” duasını okudu. Bundan sonra dinler arası bağıntıda yeni bir sayfa açılarak, bir Hıristiyan Kilisesine, daha doğrusu normal kiliselerden bir gömlek daha yukarıda olan bir Piskoposluk Katedralinin dini  personeli arasına bir Müslüman İmam atandı.

Törenden sonra görevine resmen başlamış olan Kazerooni, aynı zamanda Denver şehrinin batı kesimindeki Ahl Al-Beit isimli bir İslam Merkezi’nin de yöneticisi. Katedraldeki görevi, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar arasında bir bağ ve ruhani bir köprü oluşturmak. Bu görevi için Katedral’den her hangi bir ödenek almayacak fakat bu hizmetlerine karşılık Aziz John Katedrali İbrahim’in Master eğitimini sürdürdüğü Iliff İlahiyat Fakültesindeki masraflarını karşılayacak.

Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan istatistiklerde her zaman ABD halkının çok dindar olduğu ortaya çıkar. Kasım ayı başında yapılan Devlet Başkanlığı seçimlerinde de, oy kullananlar arasında yapılan istatistiki bilgi toplamada, Pasifik kıyısındaki Batı Eyaletlerinin dışında, geri kalan tüm yerlerde halkın çok dindar olduğu ortaya çıkmıştı. Bu gerçeğin üzerine Amerika’nın önde gelen gazetelerinin bir tanesinde seçimlerden hemen sonra yayınlanan karikatürde Amerika Birleşik Devletleri sınırları değiştirilerek çizilmiş, Kanada ve Batı eyaletleri birleştirilerek üstüne “United States of America” (Amerika Birleşik Devletleri” yazılmış,  şimdiki ABD sınırlarının içine de “Jesusland”, “İsaistan” veya “İsa ülkesi” ibareleri konmuştu.

Bu karikatür bana, Amerikan halkının ne kadar dindar olduğunu vurgulamıştı, ve de eminim bu karikatürü gören her okuyucu da aynı kanıya ve düşünceye sahip olmuştur.

Bu istatistiki bilgilerin karikatüre edilişinden daha 1 hafta bile geçmeden Denver’de şehir merkezinde bulunan tarihi Aziz John (St. John) Piskoposluk Katedralinde bir Müslüman İmamın görevlendirilmiş olduğunu ve de üstelik kadroya alındığını da okuduğumda gözlerime inanamadım. Asparagas bir haber mi diye hemen kontrol ettim ama doğru çıktı. Gerçekten de Denver’deki  tarihi Katedrale bir Müslüman İmam, kadrolu din görevlisi olarak istihdam edilmişti.

Sofu Hıristiyan görünümündeki Amerikalılar, ilk defa dini görüşlerini belli kalıpların dışına çıkardılar ve Denver kentindeki St. John Katedrali, Amerika’da ve belki de dünyada bir ilk olarak,  dinler arasında uzlaşma konusunda önemli bir adım atarak, bir imamı kadrosuna dahil etti.

Bence bu müthiş bir gelişme…

Katedralin kadrolu İmamı Irak asıllı bir Şii olan İbrahim Kazerooni, Katedralde düzenlenecek bütün (Hıristiyan) ayinlerine katılacak, zaman zaman da kürsüye çıkıp Denver’deki Hıristiyan cemaate hitap edecek.

Burada amaç dinler arasındaki, dinler derken kastedilen Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık dinleri arasındaki, bağlantıyı ve ilişkiyi pekiştirmek ve geliştirmek. Dinler arasındaki kutuplaşmayı önlemek, yüzyıllardır bu dinlerin arasında süregelmiş düşmanlığı yumuşatmak ve zaman içinde de ortadan kaldırmak.

Denver’in merkezindeki Aziz John Katedralinin dini idarecilerinin aldığı ve uyguladığı bu kararı bizler de örnek almalıyız. Adamızda barışı istiyorsak, barışı etkileyen faktörlerden bir tanesi olan dini inançlarımızı da ele almalıyız ve eğer yapabilirsek bizde Ortodoks Rumlar ile dini kutuplaşmayı yumuşatıcı ve önleyici düşünceler ve uygulamalar üretmeliyiz.

16 Kasım 2004
Denver’deki Katolik Katedrale Müslüman İmam için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar