Yeni yapılan çift şerit yollarımız bakımsız ve ölüme terk edilmiş
Bu günkü konumu gene Dış Politikaya ayıracaktım fakat her gün gidip geldiğim Mağusa-Lefkoşa çift şerit yolu gün be gün beni üzdüğünden, bu yazımı Türkiye’nin planı, projelendirmesi ve parasal katkıları ile yapılan şehirlerarası çift şerit yollarımıza ayırdım.
Lefkoşa’dan Mağusa’ya doğru yol aldıktan sonra Mağusa’ya giriş kısmına yaklaşıldığı vakit, gidiş ve geliş yolları arasındaki refüj çok güzel bir şekilde çiçeklendirilmiş. Gerçekten hayran kaldım. İnsan boyuna ulaşan yem yeşil dikenler, karşıdan gelen arabalarnın farlarının sizi rahatsız etmesine mani olacak şekilde dikilmiş. Çok düşünceli bir davranış.
Bütün yol boyunca, güzelim çift şerit yolun hem orta kısmını hem de yan kenarlarını dikenler ve otlar kaplanmış. Özellikle orta kısımdaki otlar ve dikenler, aradaki beton plakları patlatacak düzeyde irileşmişler. Yolların kenarlarında ise, her tür ot ve diken boy atmış.
Binbir emekle yapılan bu yollarımıza bakan ve bu yollardan sorumlu olan hiçbir Bakanlık ve birim yok mu?. Yoksa var da bu birimde her kes Müdür, Müdür yardımcısı ve Amir olduğundan, yollarda temizlik yapabilecek personel mi yok.
Hem Lefkoşa’da hem de Mağusa’da trafik çemberlerinin etrafındaki refüjler adeta birer çöp yuvası. Işıklarda bekleyenler, boş sigara paketlerini, kola kutularını, bira şişelerini camdan dışarı fırlatıyorlar. Sanki arabanın içinde çöp olmayınca çevre de ter temiz olacakmış gibi. Buna karşın, hiçbir devlet dairesindeki hiçbir memur veya personel veya görevli veya işçi gelip bu çöpleri temizlemiyor. Biz Avrupa Birliğine lafla mı gireceğiz yoksa alışkanlıklarımız ve davranışlarımızla mı?
Hiç kıyaslamak istemiyorum ama lütfen gidin ve Rum tarafındaki şehirlerarası yolların temizliğini ve refüjlerdeki çiçekleri görün. Trafik çemberlerinin etrafındaki refüjler, hem dekore edilmiş hem de rengarenk birer çiçek tarlası. Her renkten ve her türden çiçekler ekilmiş ve günlük bakımları da yapılmakta. Şehirler arası çift şerit yolların arasındaki beton refüjlerin ortasına saksılar inşa edilmiş ve yollar boydan boya rengarenk çiçekler ve Kıbrıs’a özel zakkumlar ile bezenmiş ve süslenmiş.
Yollarımızda ise hiç bakım yok. Böyle giderse, bu yollar bir müddet sonra kan kaybına uğrayacak ve ölmeye başlayacak. Arabaların çarpıp devirdiği korkuluklar aylardır devrilmiş olarak yerinde durmakta, kırılıp yere düşmüş yol kenarı direkleri ortadan kaybolmuş.
Bence ilgili Bakanlık söz konusu çift şerit şehirler arası yollar için seferberlik başlatmalı.
Benden uyarması ve söylemesi…
ABD komisyonu raporuna göre Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin iki toplumlu projelerinin neredeyse yarısı tamamen zaman harcamanın ötesinde bir fayda sağlamadı. Komisyonun önerisine göre Kıbrıs’lı Rumları, hiçbir zaman Barış için Evet demeye ikna etmek olası değildi ve bu tür projelerin artık devam ettirilip ettirilmemesinin gündeme getirilmesi gerekmektedir.
Amerika’nın masraflarını karşıladığı İki Toplumlu Gelişim Projesi incelendiği vakit, bu çalışmaların içinde Amerika’nın aldığı rol çok açıkça görülmektedir. Amerikan Kongresi tarafından bu maksat için ayrılan para, Kıbrıs’ta UNOPS ( United Nations Office for Project Support) tarafından dağıtılmaktaydı ve bu nedenle de CB Thasos Papadopulos tarafından Nisan ayında yapılan Referandumda Rum tarafından “EVET” oylarının çıkması için harcandığı iddiaları ortaya atıldı.
Bu iddialar üzerine Nathan Associates adlı bir şirket tarafından bir inceleme yapıldı ve hazırlanan rapor USAID’e (United States Agency for International Development) “ABD Uluslar Arası Gelişim Dairesi” sunuldu. Bu rapor, BDP olarak tanımlanan (Bi-communal Development Project) İki Toplumlu Gelişim Projesi’nin geçmişini detayları ile vermekte ve Kıbrıs’a gönderilen paranın nerede ve nasıl harcandığını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
1998 yılından beri yaklaşık Altmış Milyon ABD Doları ($60,000,000) çeşitli projeler için ABD tarafından Kıbrıs’a verilmiş ve bu paranın da yüzde onuna yakın bir kısmı da her iki kesimdeki Sivil Toplum Örgütlerine verilmiş. Bu programın başlatılmasından itibaren ABD’nin Birleşmiş Milletler ve diğer kuruluşlar ile birlikte gösterdiği çaba da belli bir dereceye kadar başarıya ulaşmış.
Fakat Rumların Annan Planını red etmesi ile birlikte, artık Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projeleri (BDP) ve Kıbrıs’lı Rumları “EVET “dedirtmeye yönelik ABD kaynaklı veya diğer ülke kaynaklı hibe programlarının devam ettirilmesinin mantılı olup olmayacağı sorgulanmaya başlamıştır.
Rapora göre, Kıbrıs’lı Rumların “HAYIR” demesinde etkin olan faktörlerin, bu tür programların üstesinden gelemeyecek büyüklükte olması ve bu nedenle de “Barış amaçlı”, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin hedeflenen başarıyı yakalayamaması.
Bu projelerin, olumsuz bir görünüm kazanmaması ve politikacıların müdahalesinden uzak tutulabilmesi için, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin Sağlıkla ilgili projelerine %30, Çevre ile ilgili projelerine %19 ve Barış/Arabuluculuk faaliyetlerine de %11 oranında katkı yapılmış.
Günün sonunda, tüm bu yardım ve yatırımların sadece %20’si gerçekten başarılı olmuş ve yatırımların %35-45 ise çok az başarılı veya İki Topluma Hiç Fayda sağlamamış projeler olmuş.
Bu raporun bence en ilginç yanı, raporu hazırlayan kişilerin, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin (BDP) başarısızlığının ana sebebini, Kıbrıs’taki Amerikan Elçiliğinin projelerin her şeyine karışmalarına ve Projelerin yürütülmesi ile görevli memurların her aşamada Elçiliğe danışmak zorunda kalmış olmalarına atfetmeleri.
Elçiliğin bu denli projelere karışmış olması, çalışanlar arasında bir nevi asabiyet yaratmış ve bu asabiyet veya hırçınlık da projeleri başarısızlık rotasına sokmuş.
Bence çok ilginç bir analiz…..
ABD komisyonu raporuna göre Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin iki toplumlu projelerinin neredeyse yarısı tamamen zaman harcamanın ötesinde bir fayda sağlamadı. Komisyonun önerisine göre Kıbrıs’lı Rumları, hiçbir zaman Barış için Evet demeye ikna etmek olası değildi ve bu tür projelerin artık devam ettirilip ettirilmemesinin gündeme getirilmesi gerekmektedir.
Amerika’nın masraflarını karşıladığı İki Toplumlu Gelişim Projesi incelendiği vakit, bu çalışmaların içinde Amerika’nın aldığı rol çok açıkça görülmektedir. Amerikan Kongresi tarafından bu maksat için ayrılan para, Kıbrıs’ta UNOPS ( United Nations Office for Project Support) tarafından dağıtılmaktaydı ve bu nedenle de CB Thasos Papadopulos tarafından Nisan ayında yapılan Referandumda Rum tarafından “EVET” oylarının çıkması için harcandığı iddiaları ortaya atıldı.
Bu iddialar üzerine Nathan Associates adlı bir şirket tarafından bir inceleme yapıldı ve hazırlanan rapor USAID’e (United States Agency for International Development) “ABD Uluslar Arası Gelişim Dairesi” sunuldu. Bu rapor, BDP olarak tanımlanan (Bi-communal Development Project) İki Toplumlu Gelişim Projesi’nin geçmişini detayları ile vermekte ve Kıbrıs’a gönderilen paranın nerede ve nasıl harcandığını açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
1998 yılından beri yaklaşık Altmış Milyon ABD Doları ($60,000,000) çeşitli projeler için ABD tarafından Kıbrıs’a verilmiş ve bu paranın da yüzde onuna yakın bir kısmı da her iki kesimdeki Sivil Toplum Örgütlerine verilmiş. Bu programın başlatılmasından itibaren ABD’nin Birleşmiş Milletler ve diğer kuruluşlar ile birlikte gösterdiği çaba da belli bir dereceye kadar başarıya ulaşmış.
Fakat Rumların Annan Planını red etmesi ile birlikte, artık Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projeleri (BDP) ve Kıbrıs’lı Rumları “EVET “dedirtmeye yönelik ABD kaynaklı veya diğer ülke kaynaklı hibe programlarının devam ettirilmesinin mantılı olup olmayacağı sorgulanmaya başlamıştır.
Rapora göre, Kıbrıs’lı Rumların “HAYIR” demesinde etkin olan faktörlerin, bu tür programların üstesinden gelemeyecek büyüklükte olması ve bu nedenle de “Barış amaçlı”, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin hedeflenen başarıyı yakalayamaması.
Bu projelerin, olumsuz bir görünüm kazanmaması ve politikacıların müdahalesinden uzak tutulabilmesi için, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerinin Sağlıkla ilgili projelerine %30, Çevre ile ilgili projelerine %19 ve Barış/Arabuluculuk faaliyetlerine de %11 oranında katkı yapılmış.
Günün sonunda, tüm bu yardım ve yatırımların sadece %20’si gerçekten başarılı olmuş ve yatırımların %35-45 ise çok az başarılı veya İki Topluma Hiç Fayda sağlamamış projeler olmuş.
Bu raporun bence en ilginç yanı, raporu hazırlayan kişilerin, Kıbrıs’taki Sivil Toplum Örgütlerine yönelik İki Toplumlu Projelerin (BDP) başarısızlığının ana sebebini, Kıbrıs’taki Amerikan Elçiliğinin projelerin her şeyine karışmalarına ve Projelerin yürütülmesi ile görevli memurların her aşamada Elçiliğe danışmak zorunda kalmış olmalarına atfetmeleri.
Elçiliğin bu denli projelere karışmış olması, çalışanlar arasında bir nevi asabiyet yaratmış ve bu asabiyet veya hırçınlık da projeleri başarısızlık rotasına sokmuş.
Bence çok ilginç bir analiz…
Eğer Annan Planı çerçevesinde yaptığımız görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanırsa yeni görüşmelerin 2005 yılı başında tekrar yapılacağı tüyosu bizlere zaten Şubat-Mart-Nisan 2004 tarihlerinde Lefkoşa Uluslar arası Havaalanında (Yerolakko) görüşmelere katıldığımız dönemde verilmişti. Bunu daha evvel köşemizde de dile getirip sizleri bu konuda bilgi sahibi yapmıştık.
Günler yakınlaştıkça işaretler de bir bir gelmeye başladı.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu daha bugün, Türkiye’nin Aralık ayına kadar Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanımaması ve Kıbrıs’tan askerlerini çekmemesi halinde, müzakere tarihi verilmesini “yasadışı” sayacaklarını belirterek ilk işareti verdi.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Thasos Papadopulos Yakovu’nun arkasından destek atışı yaparak, Türkiye’den bir şeyler koparmak için veto tehdidini sonuna kadar sürdürmeye niyetli olduğunu ortaya koydu. Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri olduğunu belirterek, Ankara’nın tavrına göre VETO hakkını kullanacaklarını söyledi.
Yunanistan ise soydaşlarını destekler mahiyette Dış İşleri Bakanlığı kanalı ile Türk savaş uçaklarının Ege’deki uçuşlarını ve Türk Sahil Güvenlik botlarının Kardak kayalıklarına yaklaştıklarını iddia etmeye başladı.
Maksat gerginlik yaratıp, bir şeyler kopartmak.
Bence buradaki maksat, AB’nin Türkiye’ye tarih vermesi değil, Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs müzakerelerinin 2005 başında tekrar başlatılmasıdır.
ABD hükümeti, Rum ve Türk kökenli Kıbrıslıların, 2005 yılı başlarında, BM himayesi altında yeniden birleşmeyi müzakere etmek için tekrar konferans masasında bir araya gelebileceklerini Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Thasos Papadopulos’a resmen iletti. Bunun nedeni yukarda bahsettiğim gibi bunun nedeni Washington’un stratejik açıdan çok önemsediği Türkiye’nin AB’ye giden yolunun Kıbrıs Rumlarının veto engeline takılabilecek olması.
Rumların Türkiye’yi Veto etmemek için öne sürdükleri koşulların başlıcaları ve olmazsa olmazları hangileridir.
· İşgal altındaki Kuzey'den Türk birliklerinin çekilmesi
· Türkiye’li göçmenlerin geri gitmesi
· Rum mallarının iadesi
· Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin Türkiye tarafından tanınması
Washington'un, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine yönelik yukarıdaki önerisi çok mantıklı ve cazip gözüküyor. Bana göre CB Thasos Papadopulos bu teklife, mevcuttan biraz daha fazla ödün koparmak için önce OHİ diyecek, olumsuz tutumunu sürdürecek ve 17 Aralık civarında da baskılardan bunalmış ve yumuşamış havasına girerek müzakerelerin başlamasına şartlı olarak NEI (evet) diyecektir. Şartı ise, Annan Planı çerçevesinde yeni Kıbrıs görüşmelerine başlamak için Annan planının kendi istek ve talepleri doğrultusunda tadil edilmiş şekli ile müzakere masasına konması olacaktır.
Hade Hayırlısı….
ABD (Amerika Birleşik Devletleri), planlı programlı çalışan, bugünden 20 ve 50 sene sonrasının planlarını yapabilen, kararlarında popülizme yer vermeyen, hayatın gerçeklerine göre davranan ve doğru bildiğini doğru yapan bir ülke.
Günümüzde ekonomik, askeri ve politik gücü, sınırlarını aşmış, dünya üzerindeki ülkelerin neredeyse tümünün kaderlerini dahi belirleyebilecek güçte bir ülke.
Geçen hafta içinde Amerikan Büyükelçiliği’nin sözcüsü tarafından yapılan bir açıklamaya göre, ABD hükümeti, Avrupa Birliği’nin tutumuna paralel olarak, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu tavsiyeleri desteklemek amacıyla göremediklerimizin sonucu olarak gözle görünen ilk adımını attı ve Kıbrıslı Türklerin uluslararası izolasyonunu sona erdirmek ve Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünü kolaylaştırmak için somut bir girişim başlattı. Bu girişimin ilk aşamasında ABD Ulaştırma ve Güvenlik Birimi’ndeki görevli memurlar, Kuzey Kıbrıs ile ABD ve diğer uçuş noktaları arasında yapılması planlanan hava iletişiminin kurulması yolundaki engellerin incelenebilmesi amacıyla, havaalanı güvenliği konusundaki bilgilerini somutlaştırmak üzere Ercan Havaalanı’na ziyarette bulundular. Ziyaretin amacı, kendi içinde çeşitli aşamaları olan “Güvenli ulaşım” sistemini kurmak içindi. Tabiî ki aynı ziyaret Mağusa ve Girne deniz limanları için de yapılacak ve limanlarımızdaki iyileştirmeler ve kurulacak elektronik güvenlik sisteminden sonra da ilgili kuruluştan ISPS kurallarına uygunluk belgesi alındıktan sonra Limanlarımız da güvenli limanlar sınıfına girecektir.
Hatırlarsanız, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da yaşanan terör olayından sonra, 11-15 Şubat 2002 tarihleri arasında toplanan Oturumlararası Denizcilik Güvenlik Çalışma Grubu (Intersessional Working Group on Maritime Security) terörle mücadele konusunda bir seri tavsiye kararları almış ve bunun devamı olarak Ululararası Denizcilik Teşkilatı (IMO) alt kuruluşu olan Denizcilik Güvenlik Komitesi de Mayıs 2002 tarihinde toplanarak bu tavsiye kararlarını ayrıntılı bir biçimde inceleyerek Uluslararası Gemi ve Liman Hizmetleri Güvenlik Yönetmenliği (The International Ship and Port Facility Security Code) haline getirmiştir.
Aralık 2002 tarihinde toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Uluslararası Gemi ve Liman Hizmetleri Güvenlik Yönetmenliği’ne atıfta bulunulmuş ve Genel Kurul, Okyanuslar ve Denizler Yasası (Oceans and the law of sea) konusunda bir karar alarak IMO’nun Denizcilik sektörünü hedef alacak terör tehdidine karşı alınması gereken güvenlik tedbirlerini memnuniyet verici bularak üye devletlerin bu uğraşıyı desteklemelerini özendirme kararını almıştır.
Aynı kararlar Hava Ulaşımı içinde alınmış ve bu kararların amacı yolculara, havacılara, denizcilere, hava ve deniz liman personeline, uçaklara, gemilere ve hava-deniz yüklerine verilecek zararı önlemek olup özetle, ulaşım araçlarının hareket halindeyken veya hava ve deniz limanlarında iken olası bir terör saldırısına karşı korunmalarını ve alınacak tedbirleri içermektedir.
Ercan Havaalanının incelenmesi ve güvenliğe uygun bulunması, direk uçuşlar için atılacak adımların ilki. Bunun arkasından, Aralık 2002 tarihinde toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan karar uyarınca uçakların güvenliği, güvenli alan yönetimi, uçak şirketlerinin güvenli yönetimi ve güvenli kargo taşımacılığı gelmektedir.
Kararın içerdiği tüm kriterler yerlerine getirildiği vakit Ercan Havaalanı “Güvenli Uçuş” yapılabilen Havaalanları listesine girecektir.
Ancak o andan itibaren ABD hükümetinin, Avrupa Birliği’nin tutumuna paralel olarak, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu tavsiyeleri desteklemek amacıyla Kıbrıslı Türklerin uluslararası izolasyonunu sona erdirmek ve Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünü kolaylaştırmak için somut bir girişimi olan Ercan’a direk uçuş yapmak kararı uygulamaya konabilecek ve direk uçuşlar başlayacaktır.
Yerine getirilmesi uzun zaman isteyen, yorucu ve hiçte kolay olmayan söz konusu aşamalar yavaş yavaş tamamlanabileceği için biraz sabırlı olmalıyız….