Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ve dolayısı ile AB vatandaşlığı için baş vuru yapan 1,000’e yakın Kıbrıs’lı Türk ile Türkiye’den gelen göçmenler arasından gerçekleşen evliliklerden doğan çocukların işlemleri, son üç aydan beridir dondurulmuş ve halen daha da beklemede tutulmaktadır.
Neden olarak da, Rum Milletvekillerinin bu konuya itirazları gösterilmektedir. Temsilciler Meclisi Milletvekilleri, (ki bunların yanında bizlere de ait olan ve 1963’den beridir boş tutulan sandalyeler de bulunmaktadır) annesi veya babasından bir tanesinin 1974 sonrası anavatan Türkiye’den göçmen olarak gelmiş kişilerden (Rumlar bu kişileri Yerleşik olarak tanımlamaktadır) olan ve bu tür karma evliliklerden doğan çocuklara, Kıbrıs’lı ebeveynleri nedeni ile vatandaşlık verildiği takdirde, göçmen gelen ebeveynlerine de Kıbrıs (Rum) ve AB vatandaşlığı kapısını açılacağı nedeni ile itiraz etmişler ve Rum Hükümeti de bu tür vatandaşlık işlemlerini (şimdilik) dondurmuştur.
Dondurma işlemi yapılmadan evvel, anne veya babasından bir tanesi Kıbrıs’lı olan 720 çocuğa, halen yürürlükte olan “Kıbrıs’ta doğan her çocuk, anne veya babasının vatandaşlığını alabilir” yasasına göre Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmiş fakat 3 ay evvel yapılan siyasi partiler arası bir açık tartışmada, siyasi partilerin temsilcilerinin çoğunluğunun, bu uygulamaya, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşı yapılmış çocukları nedeni ile Türkiye’den gelen göçmenlerin de yasal statü kazanabilecekleri nedeni ile itiraz etmişlerdir.
Hükümet sözcüsü olan İç işleri Bakanı Andreas Christou, aldıklarını bu dondurma kararının yasal olduğunu iddia etmiş ve kuzeydeki hava ve deniz limanlarının Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti tarafından kontrol edilmediğini ve kuzey topraklarının, yabancı bir ülkenin işgali altında olmasından dolayı, söz konusu karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlıklarını dondurma kararlarının yasallığının, hukuk çerçevesi içinde dahi tartışılamayacağını öne sürerek Rum Hükümetinin bu kararının “Yasal” haklılığını öne sürmüştür.
Burada, sorunun Türk olup olmamak değil, adaya yasal olmayan limanlar giriş olduğunu iddia ettiğinden, kendilerinin benzeri şekilde verdikleri yaklaşık 200,000 vatandaşlığında yasal olduğunu ima ederek bizim bu vatandaşlık dondurma kararına karşı olası AİHM itirazlarımızın da önüne şimdiden yasal bir set koymak çabasına içine girmiştir.
Buna karşın, Kıbrıs vatandaşı Türklerin yüksek öğrenimlerini yurt dışında ve büyük bir olasılıkla da Türkiye’de yaparlarken tanıştıkları ve evlendikleri eşlerini ile bu evliliklerinden doğan çocuklarını, kesinlikle Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşı kabul ettiklerini de vurgulamış ve bu gibi konularda hiçbir tereddütleri olmadıklarını, sadece ve de özellikle “Yerleşik” olarak tanımladıkları 1974 sonrası adaya göçmen gelen kişilerle sorunları olduğunu belirtmiştir.
Hükümetin, aldığı bu vatandaşlıkları dondurma kararını kaldırıldığı vakit, vatandaşlık vermeye devam edeceklerini ve başvuruları tek tek ele alarak değerlendireceklerini belirtmiştir.
Tabi buradaki püf noktası, dondurma kararının kaldırılacağı ve karma evliliklerden doğan çocukların vatandaşlık başvurularının tek tek ele alınacağı zamanın, toprak konusunun görüşülüp, Rumlar ve Türkler tarafından gönül hoşluğu ile kabul edilmesinden sonra olduğudur.
Karma evliliklerden doğan bu çocuklarımızın bir gün Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildiklerini görmeleri bu durumda ve bu programa göre mümkün olmayacaktır gibi geliyor bana. Belki torunları görebilir…..
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Yakovu 17 Aralık beklentisi içinde, Türkiye’den yapmasını istediklerini ve arzularını sıraladı. Zaten bu istekler çok da yeni değil.
1- Kıbrıs Bandıralı gemilerin Türkiye limanlarına yanaşmasına izin vermesi.
2- Kıbrıs Rum tarafı çıkışlı Transit ve direkt malların Türkiye’ye girmesine müsaade
etmesi
3- Gümrük Birliğini fiilen uygulamaya koyması..
4- Kıbrıs Hava Yollarının (Cyprus Airlines) Türkiye’deki hava alanlarına inmesine
izin vermesi.
5- Kıbrıs Havayollarının (Cyprus Airlines) Türkiye üzerindeki FIR hatlarını
kullanmasına izin vermesi..
6- Bir jest olarak adlandırılabilecek miktarda Adadaki Türk Askerini geri çekmesi.
7-Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından alınan ve alınacak tüm kararları
uygulaması.
8- Maraş ile ilgili Birleşmiş Milletler kararının uygulamaya koyması.
9- Üyesi bulunduğu AB Gümrük Birliği kuralları uyarınca KKTC çıkışlı mallara üçüncü
dünya tarifesini uygulaması.
10- BM Kararı uyarınca Kıbrıs’taki askerlerinin tümünü geri çekmesi.
11- KKTC’yi tanımaktan vazgeçmesi.
THASOS PAPADOPULOS, REFERANDUMDAN EVVEL BM’NİN KIBRIS RUM KESİMİNDEN EVET ÇIKMASI İÇİN PARA DAĞITILDIĞINDAN BAHSETTİ.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Thasos Papadopulos’un dün akşam Estonya dönüşünde Larnaka havaalanında verdiği beyanatta, referandum’da Rum tarafında EVET çıkması için BM’nin para verdiğinden bahsetmiş olması ve bu gerçeği Birleşmiş Milletler Genel sekreter yardımcısı De Soto’nun bir mektupta yazılı olarak kendisine ilettiğine değinmesi gerçekten şok yaşanacak bir olaydır. Aslında de Soto’nun Thasoso Papadopulos’a gönderdiği yazıda Annan Planına “Referandumdan önce Kıbrıs’ta para dağıtıldığını ve BM ve diğerleri tarafından Anna planının ileri götürülmesinin iki toplumlu bir mesele olduğunun ve güçlendirilmesi gerektiğinin düşünüldüğünü” belirtmiştir..
Bence bu yazıdaki para dağıtıldığının vurgulandığı “Kıbrıs” tanımı daha çok KKTC’yi kastetmektedir.
Bild gazetesi, Merkel’in, dün CDU tarafından yönetilen eyaletlerin başbakanlarıyla Berlin’de yaptığı bir toplantıda, ”Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olası imza kampanyasıyla ilgili olarak çok sayıda mektup aldım. Bu mektuplarda bu tür bir imza kampanyasının suistismal edilebileceği endişesi dile getirildi. Bu endişeleri çok ciddiye alıyorum. Bu nedenle benim için bu konu kapanmıştır” diye konuştuğunu yazdı.
CDU eyalet parti teşkilatlarının da böyle bir imza kampanyasına karşı çıktığı hatırlatılan haberde, edebiyat dalında Nobel Ödülü sahibi olan tanınmış Alman yazar Günter Grass’ın da böyle bir imza kampanyasını, ”CDU, aşırı sağcı NPD partisinin kışkırtıcı ve demagojik görüşlerini üstleniyor ve bu dalga üzerinde hareket ediyor” diye eleştirdiği belirtildi.
Birlik partilerinin (CDU/CSU) federal meclis grubu Genel Sekreteri Volker Kauder, gazetenin bu haberini doğrulayarak, ”Merkel, bu eylemin yanlış anlaşılacağını savunarak, bu konunun sona erdirilmesine karar verdi” dedi.
Merkel’in bu kararına tüm partililerin saygı duyması gerektiğini ifade eden Kauder, ”Herkes, bir konunun ne zaman sürdürülmemesi gerektiğini anlamalı” diye konuştu.
Haber, daha sonra parti yönetimi tarafından da doğrulandı.
17 Aralığın gelişi kendini belli ediyor. Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Thasos Papadopulos ve Rum Dış işleri Bakanı Yakovu, yavaş yavaş akılarındakini ortaya koyuyorlar.
VETO kullanmayacağız diyorlarsa, emin olun ki, veto işine sıkı sıkı sarılmak var kafalarında.
Her zamanki isteklerini sıralayacaklar.
Türk Askeri adadan çıksın. Türkiye’li göçmenler geri dönsün, Rumların kontroluna daha fazla toprak verilsin, Kuzeyde daha çok Rum yaşasın.
Güneydeki Türk koçanlı mallar Türklerindir ve millileştirilmemiştir ama.. Mustafa Arif şimdilik malını kullanamaz. Buna karşın Türkler kuzeydeki Rum mallarını geri versin..
Rumlar aslında her şeyi kendilerine göre yorumluyorlar ve kendilerine göre Kıbrıs konusunun merkezi onlar. Onların her düşündüğü doğru ve Türklerden istedikleri her şey, Türkler tarafından gasp edilmiş doğal hakları. Türklerin hiçbir hakları yok. Tavizler hep Türkler tarafından verilmeli ve Rumlara göre Annan Planı, ancak Türklerin bir dizi tavizleri ile kabul edilebilir.
Gümrük Birliği yapıldı ya. Arkasından gelecek olan talep, Türkiye Kuzeye göndereceği malları güney limanlarından göndersin. Mağusa’dan giren mallar, Türkiye’nin de üye olduğu Avrupa Gümrük Birliği üyelerinin kabul etmediği limandan giremeyeceğine göre, ya Kıbrıs’a girecek ticari emtia güney limanlarından girer, ya da Türkiye ile ticaret AB’ye şikayet edilerek bu konuda , İKO benzeri AB Konseyi kararı alınır.
Gerçi böyle bir girişim yok ama, yakında olur ve daha şimdiden kokusunun çıkmaması zaten beni şaşırtıyor. İleriki günlerde hep birlikte göreceğiz Rumların nasıl Türkiye-Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Gümrük Birliği anlaşmasının arkasına saklanıp, Mağusa limanını ve Türkiye tarafından KKTC’ye gönderilen mallara felik koyacaklar.
Birde AB’nin KKTC’ye vereceği ekonomik yardım var. Zaten bu yıl ki bütçede yarısını kırpıp çıkardılar. Şimdi bizi bekleyen sürpriz, “Hazır olun duymaya” KKTC’ye kayıtlı hiçbir Kıbrıs’lı Türk firmanın bu ekonomik yardımın kullanılacağı yatırıma teklif veremeyeceğidir. Eğer bir Kıbrıs’lı Türk şirket söz konusu AB ekonomik yardımı para ile yapılacak yatırıma teklif verecekse, illaki Lefkoşa’nın Rum kesimindeki ticaret odasına kayıt olacak ve şirketi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti şirketler mukayyitliğine kayıtlı olacaktır. Ya da Rum bir ortağı olmalıdır.
Gördünüz mü, insanlarımıza Referandumda EVET dedirten vaatlerin arkasında yatan gerçekleri. Yavaş yavaş bizim kendi öz kuruluşlarımız bir bir ekarte edilerek, toplum olarak bizi Kıbrıs (RUM) Cumhuriyeti idaresine altına sokma taktiği uygulamaya konmuş ve bize çaktırmadan empoze edilmektedir.
Bu koşullar inşallah bizi KKTC’yi yitirmeye doğru götürmez…
Aslında bu gün AB-KKTC-“Kıbrıs” ilişkilerinin son durumundan bahsedecektim fakat memurların ve devlet bürokrasisinin içler acısı durumunu görünce, köşe yazımı kendi iç sorunumuza ayırdım.
Çok yakından tanıdığım ve uzun yıllar yurt dışında yaşamış bir yakınım 10 gündür uğraşmasına rağmen hala daha KKTC kimlik kartını alamadı ve gözüken o ki, alamayacakta.
Bu kişi erkek ve 1947 Larnaka doğumlu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Kıbrıs’ta okudu. Namık Kemal Lisesinde okurken 1.5 yıl mücahitlik yaptı. Liseden mezun olduktan sonra 3 yıl daha mücahitlik yaptı ve ODTÜ’yü kazanarak Türkiye’ye gitti ve Kimya Mühendisi oldu. Mezuniyetinden sonra adaya geri geldi ve 1974 öncesi sıkıntılı yıllarda Kimya mühendisi olmasına rağmen mesleği ile alakasız her tür işte çalıştıktan sonra geleceğinin ne olacağını bilemediği için Avusturya’ya gitti ve orada evlenerek, Avusturya’da doğan 3 oğul sahibi oldu. Hepsini de yaşları gelince ASAL şubeye kaydetti. Başarılı ve özverili çalışmaları ile Avusturya’da, cirosu milyar dolarlarla telaffuz edilen dünyanın ilk 10 içindeki bir uluslararası firmasının Doğu Avrupa sorumlu Müdürü mevkisine kadar yükseldi. Tabi şimdi Avusturya vatandaşı. Akıllı devletler, başarılı yabancıları hemen vatandaş yapıyorlar.
Bu yakınımın elinde, “Kıbrıs” (Rum) Cumhuriyeti ve KKTC kimliği hariç doğumunu, adını ve soyadını belirten ilgili ilgisiz her tür orijinal belge var. Her sene tatile geldiği Kıbrıs’a, birkaç yıl sonra kesin dönüş yapmayı arzuladığından şimdiden “KKTC Kimliği” almak sevdasına düştü. 10 gündür ilgili Bakanlığın ve Kaymakamlığın gezmediği odası ve memuru kalmadı. Elindeki, Otonom Türk Yönetimi kimliğini kabul eden yok, Kıbrıs Türk Federe Devleti kimliğini kabul eden de yok. Terhis belgesi veya Namık Kemal Lisesinden fotokopisini aldığı doğum belgesini de kabul eden yok. En sonunda işini çok iyi bilen bir memurumuz, Güneye gidip “Kıbrıs” (Rum) Cumhuriyeti’nden bir kimlik çıkarmasını adeta emretti ve bu kimlik olmazsa KKTC kimliği alamayacağını da açık olarak belirtti. Yani “ben Otonom Türk Yönetiminin veya Kıbrıs Türk Federe Devletinin verdiği kimliği kabul etmiyorum, git Rum’dan al ve getir. Sadece o geçerlidir” diyor. Bu düşünce hangi aklı evvel müdürün kararı ise maalesef hala yürürlükte.
AB bizim gibi “kendi kurduğu yönetimleri veya devletleri tanımayan, verdikleri resmi belgeleri geçersiz sayan” insanlardan oluşan bir devleti niye kabul etsin hiç anlamıyorum.
Biz, sabıkalı olan, hepatit olan, üç kağıtçı olan insanları vatandaş yapıp KKTC kimliği veriyoruz ama, her kese nasip olmayacak bir başarı ile yurt dışındaki çok ünlü uluslar arası bir firmadaki mesleğinde yükselmiş, mücahitliğini bu topraklarda yapmış, Kıbrıs’ta doğmuş, özbeöz Kıbrıs’lı bir Türk’e KKTC Kimliği vermemek için elden geleni yapıyoruz ve bir de üstelik geçmiş yıllarda kurduğumuz kendi yönetim ve devletlerimizin belgelerini veya askerin verdiği belgeleri kabul etmeyip kendisini “Kıbrıs” (Rum) Cumhuriyeti’nden kimlik almaya mecbur ediyoruz.
Nasıl bir devlet idaresidir, nasıl bir yönetimdir, vatandaşa nasıl bir hizmet anlayışıdır ben bu işi ve hizmet anlayışını bir türlü anlayamadım. Yazıklar olsun bize, ve geçmişte saçma sapan kararlar ve talimatlar verip, vatandaşların sorunlarını çözecekleri yerde onları mağdur eden bürokratlara.
Alman Hıristiyan Demokrat Parti Başkanı Angelika Merkelin, Avrupa Birliği Komisyonunun açıklamasından sonra Türkiye için, daimi ve tam bir AB üyelik yerine üstüne basa basa “İkinci sınıf” üye statüsünden veya diğer bir tanımla “İmtiyazlı Ortaklık” statüsünden bahsetti.
Düşünülen aynen şöyle: “İmtiyazlı ortaklık ifadesi tam üyeliğe alternatif değildir. Bu, önümüzdeki müzakere süreci için Türkiye için pratik bir çözümdür. Türkiye bu kadar uzun süre bekleyeceğine, imtiyazlı ortaklık statüsünden yararlanmalıdır. Bu Türkiye’nin uzun yıllar sonra elde edeceği üyeliğini tamamlayıcı bir adım olacaktır.”
Hıristiyan Demokrat Parti’nin (CDU) seçim kampanyasının parçası olacağı kesinleşen bu konu şimdilik resmi devlet politikası değil. HDP (CDU), Avrupa Konseyi’nin Aralık ayında yapacağı toplantıya ve oylamaya katılmıyor. Ama büyük olasılıkla Mart 2006’dan itibaren, Avrupa Konseyi’nde Almanya’nın oyunu (Allah korusun) eğer ölmez veya Parti Başkanlığını kaybetmez ise Bayan Merkel kullanacaktır. Bu aşamada yukarıdaki öneri veya düşünce yani “İmtiyazlı Ortaklık” kavramı kesin olarak 2006’dan itibaren Türkiye dosyasında gündeme gelecektir.
Avrupa Birliği Komisyonu’nun Avrupa Parlamentosu ve Konseyi için hazırladığı fikir alış verişi paketinde, Türkiye ile müzakerelerin üç ayaklı strateji çerçevesinde yürütülmesi öngörülmektedir. Bu müzakere döneminin son günü ve son aşaması belli olmadığı için de sonuç garanti değil. Yani Türkiye’nin tam üye olarak Avrupa Birliği ailesine alınacağını hiç kimse kesinlikle söyleyemiyor. Bu olasılığa karşı Türkiye lehine üretilen çözüm ise müzakerelerin sonucunda gelecek olan tam üyeliğin diğer üye ülkeler tarafından onaylanması sürecinin sonuçları ne olursa olsun “Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin, Türkiye’nin Avrupa ailesi içine tam olarak girmesini güvence altına almak olmalıdır” fikridir.
İşte bu cümle “İmtiyazlı Ortaklık” statüsüne kapı açarak bu fikre ve olasılığa yataklık yapmaktadır.
İmtiyazlı Ortaklık bir yerde AB içinde güvenli ve sağlam bir temel veya kökü derinlere giden sarsılmaz bir alt yapı. İşte akıllardaki bu “İmtiyazlı ortaklık” formülünün alt yapısını oluşturacak yaklaşımlar, düşünceler ve fikirler, Türkiye’nin yıllar boyu sürecek müzakereler sonucunda AB’ye tam üye olarak kabul edilmemesi olasılığına karşı alternatif çözüm olarak Avrupa belgelerine girmiş durumda.
Müzakereler başladıktan sonra hiç beklenmedik yerlerden, mesela Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nden, sürecin önüne engeller çıkartılacağı anlaşılıyor. Türkiye’nin önündeki uzun müzakere süreci içinde, her an tetikte olması ve her an ipuçlarını doğru değerlendirecek donanımda olması gerekmektedir. Dünkü yazımızda bahsettiğimiz gibi, AB-İKO toplantısı fiyaskosundan sonra Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile fiili Gümrük Birliğinin açıklaması gibi yanlış zamanlamalı açıklamaların ve adımların, doğru zamanda yapılmasının Türkiye ve KKTC açısından çok faydalı ve puan toplayıcı olacağıdır.
Eğer Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile fiili Gümrük Birliğini yürürlüğe koyduğu açıklaması AB-İKO toplantısından önce yapılsaydı, belki de Türkiye ve KKTC olarak bizleri çok üzen bu fiyaskoyu ve aşağılamayı yaşamayabilirdik….