Yapacak başka bir seçeneği kalmayan Mustafa Arif Mutluson, istemeyerek ve geleceğe dönük her hangi bir siyasi plan yapmayarak son çare olarak sessizce kendisine ve eşine ait taşınmaz malları Rum Yönetiminden geri istedi ve ilk raundu da kazandı. Yüksek Mahkemeden, mülkünün içinde oturan Kıbrıs’lı Rumun derhal söz konusu mülkü boşaltması yönünde bir karar almayı başardı. Bence bu davranış ve akıllıca adım, Kıbrıs sorununun çözümüne yeni bir yön verecek ve katalizör olacak.
Tabii Baş Savcı Solon Nikitas aldığı direktifle, Titina Loizidou davası ile elde edilen kazanımların her hangi bir şekilde zarar görmesine mani olmak ve Türklerin evlerinde oturan Kıbrıs’lı Rumların korkuya kapılmaması amacı ile hiç zaman kaybetmeden Yüksek Mahkemenin bu kararına itirazda bulundu.
Temsilciler Meclisi Başkanı Demetris Christofias, Rum göçmenlere teminat vererek, bu kararın sonuçları ne olursa olsun her zaman yanlarında olacaklarını ve hiçbir zaman da ikinci kere göçmen olmalarına müsaade etmeyeceklerini belirtti.
Mustafa’nın konusundan ve Mahkeme kararından sorumlu olan Rum Yönetimi İçişleri Bakanı Andreas Christou ise Hükümet adına verdiği beyanatta Hükümetin politikasının, bu tür olayları Mahkemeye gitmeden çözmek olduğunu vurguladı. Ama Hükümetin mahkemeye gitmeden uyguladığı çözümün, Mustafa ve eşine ait Limasol’daki 73 dönüm arazinin satışına yasak konması olduğunu söylemedi veya söylemek işine gelmedi.
Hükümet sözcüsü Kypros Chrysostomides ise yaptığı açıklamada bu karardan kökenlenecek olası her tür sonuca karşı tedbir aldıklarını ve yüzlerce Kıbrıs’lı Türk’ün de mallarını geri istemeye hazırlandığını belirtti.
Dikkat ederseniz, Baş Savcı, Temsilciler Meclisi Başkanı, İçişleri Bakanı ve Hükümet sözcüsü bu basit gibi görünen karar ile ilgili içinde bir çok endişeleri barındıran açıklamalarda bulunmaktadırlar.
Bence bu sıradan ve önemsiz gibi görünen mahkeme kararı, ABD Başkanı Nixon’u koltuğundan eden Watergate Skandalına benzer bir olay ve aynı gelişmeyi de gösterebilecek potansiyelde.
Eğer biz de bu konuyu, Rum Hükümetini tanımak veya kabul etmek paranoyasından kurtulup, iyi bir hukuksal çalışma, planlama ve programlama ile yerel Mahkemelere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve AB Parlamentosuna taşıyabilirsek, bence şu anda Kıbrıs Hükümetinin sahibi durumundaki Rum Yönetimini, istese de istemese de masaya oturtacak ve anlaşmaya zorlayacak bir konuma sokabiliriz.
ABD’nin savunma amaçlı olarak Yunanistan’a verdiği silahların, yapılan antlaşmaların aksine Yunanistan tarafından niçin Kıbrıs Rum Yönetimine verildiği konusu halen açıklama beklerken, kopacak fırtınayı başka yönden estirmek ve dikkatleri tamamen başka tarafa çekmek için Kıbns Rum kesimi Adalet Bakanı Doros Theodorou dünyanın en eski mesleği ile yaşıt bir taktik uygulamış ve KKTCyi Çeçen Militanlara yataklık yapmakla suçlamıştır.
Tam bir vur abalıya taktiği. At çamuru temizlense bile izi kalır yöntemi uygulaması.
Aslında beyanatın içeriğine bakarsanız Theodorou’ya göre KKTC, her tür kanunsuz işlerin yapıldığı bir merkez. Kaçakçılık, fuhuş, beyaz kadın ticareti, uyuşturucu kullanımı, uyuşturucu ticareti, kumar ve militan eğitimi gibi her tür kanunsuzluğa ve teröre yataklık yapan korsan bir yer.
Dünyaya, ABD’ye ve AB’ye bu beyanat ile verilen bir mesaj var.
Theodorou mecazen AB’ye; “Siz 1 Mayıs’ta Kıbrıs’ı AB’ye üye olarak kabul ettiniz. AB’nin sınırlarının, tüm güney Kıbrıs’ı içine aldıktan sonra yeşil hatun doğu ucu olan Mağusa’dan kuzeye doğru devam ettiğini, tüm Karpaz sahillerini dolaşarak, Girne’ye oradan da Güzelyurt körfezine uzanarak yeşil hattın batı ucuna ulaşıp fiziken tüm Kıbns adasını içine aldığını söylüyorsunuz. Ve devamla her ne kadar Kuzey Kıbns AB sınırlan içinde olsa da şimdilik AB muktesabatının kuzey Kıbrıs’ta geçerli olmadığını da sözlerinize ilave ediyorsunuz. Gelin görün ki, bu kuzey toprakları her türlü müsibetliğin yaşandığı bir yer. Ne siz ne de bir başkası burayı kontrol edemiyor. Siz gelin bu kuzey topraklarını bizim vesayetimize verin, bakın biz bu kuzeyi nasıl , yola koyarız” diyor.
Kıbrıs Rum kesimi Adalet Bakanı Doros Theodorou, bu beyanatı ile hem iç tribünlere oynuyor hem de AB’ye, kendi üyesi olan bir devletin Adalet bakanı olarak mesaj iletiyor.
Zaten artık kazan kaynamaya başladı. Bir taraftan Yunanistan Dış İşleri Bakanı Petros Molyviatis, Colin Powell ile Yunanistan tarafından anlaşmalara aykırı olarak Kıbrıs Rum Yönetimine verilen silahlar konusunu konuşurken aniden 2005 başında “Kıbrıs sorununun çözümlenmesine olanak verecek değişik faktörlerin bir birleri ile uyumlu hale geleceğinden” bahsetmekte, diğer taraftan Kıbrıs Rum Kesimi Adalet Bakanı Doros Theodorou, Kuzey Kıbrıs’ın kanunsuz topraklar olduğunu beyanatı ile resmi olarak açıklamaktadır.
İnsan ister istemez “Gündemi belirleyen, siyasete hakim olur” sözünü hatırlıyor. Yunanlılar ve Rumlar gündemi belirlerken bizim güzümüz sadece savunma yapmaya yetiyor. Gelecek günler ve aylar çok harekeni olacak gibi gözüküyor…
Kıbrıs Rum Kesimi Adalet Bakanı Doros Teodoru,
KKTC’yi Çeçen militanlara yataklık yapmakla suçladı.
27 Eylül 2004— Teodoru, Çeçen militanların bir zamanlar Rum kesimindeki Rus büyükelçiliğine saldırı planladıklarına dair bilgiler aldıklarını söyledi.
Teodoru, Yunan Filelefteros gazetesine yaptığı açıklamada, Çeçen militanların KKTC’de saklandığına ve burada eğitim aldıklarına dair güvenilir kaynaklardan bilgi edindiklerini ileri sürdü.
Doros Teodoru, Çeçen militanların bir zamanlar Rum kesimindeki Rus büyükelçiliğine saldırı planladıklarına dair bilgiler aldıklarını da iddia etti.
Kıbrıs Rum Kesimi Adalet Bakanı, Çeçenler dışında başka terör gruplarının da KKTC’de eğitim gördüğünü iddia etti. Fakat Rum bakan, iddialarıyla ilgili ayrıntı vermedi, kanıt da sunmadı.
Güney Kıbrıs Adalet Bakanı, ay başında da benzer iddialar öne sürmüş, fakat bu açıklamalar KKTC yönetimi ve Güney Kıbrıs hükümetindeki diğer yetkililer tarafından yalanlanmıştı.
Kıbrıs Rum Kesimi Adalet Bakanı Doros Theodoru’nun taktiği.
ABD’nin savunma amaçlı olarak Yunanistan’a verdiği silahların, yapılan anlaşmaların aksine Yunanistan tarafından niçin Kıbrıs Rum Yönetimine verildiği konusu halen açıklama beklerken, kopacak fırtınayı başka yönden estirmek ve dikkatleri tamamen başka bir tarafa çekmek için Kıbrıs Rum Kesimi Adalet Bakanı Doros Theodoru dünyanın en eski mesleği ile yaşıt bir taktik uygulamış ve KKTC’yi Çeçen militanlara yataklık yapmakla suçlamıştır.
Yunan Dışişleri Bakanı Petros Molyviatis, New York’ta, bir tarafta Birlemiş Milletler konsey toplantısı devam ederken kulis arkasında sessiz sedasız Amerika’nın Yunanistan’a sattığı savunma amaçlı silahların Kıbrıs’a transfer edilmesi konusunda ABD Devlet Bakanı Colin Powell’e hesap verdi. Eğer bu silahları Türkiye, KKTC’ye vermiş olsaydı yer yerinden oynardı ve Türkiye’nin AB’ye girişinden tutunda PKK, Kürtçe’nin resmi dil olması, Zina ve her tür konuyu kapsayıp Türkiye’nin önüne dev gibi büyük bir olumsuzluk halinde konur ve dünyanın sonunun geldiği vurgulanırdı.
Ama ABD’nin savunma amaçlı sattığı silahları yasak olmasına rağmen Kıbrıs Rum Yönetimine veren Yunanistan olunca konu ciddiyetini ve önemini kaybetmiştir. Bu denli önemli bir konu ABD Temsilciler Meclisinde ve Senatosunda görüşülmemiş, hiçbir senatör veya temsilci ABD hükümetine soru yöneltmemiş ve buna ilaveten Birleşmiş Milletler Konseyinde bu konu dile dahi getirilmemiştir. Tarihe göz atarsanız, Türkiye’nin bu yüzden yıllarca ABD’nin silah ambargosuna maruz kaldığını görürsünüz ama satışı Yunanistan yapınca konu ancak kulislerde konuşulur olmuş.
Kuliste yapılan konuşma sonrasında Yunan Dışişleri Bakanı Petros Molyviatis bir açıklama yapmış ve Kıbrıs problemi ile ilgili olarak, şimdiki dönemin, Nisan ayında yapılan referandum sonucu sonrasının yansıma zamanı olduğunu ve dikkatli olunması gereken bir döneme girildiğini vurgulamış ve gelecek sene başında (2005), Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin başlamasına olanak verecek değişik faktörlerin bir birleri ile uyumlu hale geleceğini ümit ettiğini belirtmiş.
Sözlerine devamla New York’ta Başkan Papadopulos ile çok sık görüşmeler yaptığını belirterek Papadopulos’un, Kıbrıs hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki konumunu detaylı bir şekilde açıklayan Birleşmiş Milletler konseyinde yaptığı konuşmasına değinmiş ve “Başkan, Annan planında değişmesini arzu ettiği bir çok noktaları konuşmasında vurgulamıştır. Benim düşünceme göre Kıbrıs hükümetinin bu konudaki görüşü çok açıktır ve Başkan Papadopulos’un konuşmasında çok açık olarak ortaya konmuştur” demiştir.
Görüldüğü gibi Kıbrıs konusunda kaynayan kazanın kokuları artık ortaya çıkmaya başlamıştır. Görüşmelerin tekrar başlaması ve Türklerden taviz koparmanın tarihi artık belli oldu, 2005 başı.
2004 yılının Şubat-Mart ve Nisan aylarında Lefkoşa Uluslararası Havaalanında Birleşmiş Milletler gözetiminde Rumlarla yaptığımız toplantılarda hem Birleşmiş Milletler gözlemcileri hem de De Soto’nun kendisi bana resmi olamayan bir dille söyledikleri “Annan Planı taraflarca veya münferiden red edilse bile, her iki toplum EVET diyene kadar bu plan yürürlükte kalacaktır” sözleri, her ne kadar referandumdan sonra “Annan Planı ölmüştür ve rafa kaldırılmıştır” denilmişse de doğruluğunu korumaktadır.
Annan Planı geçerlidir ve bizler EVET dediğimiz ve Rumlar da HAYIR dedikleri için, Rumları memnun edecek şeklide düzeltilerek önümüze 2005 başında konacaktır. Nedir bu istenen düzeltmeler:
1- Türk Askerinin tümü ile adadan ayrılması
2- Yerleşiklerin tümünün Türkiye’ye geri gönderilmesi
3- Rumlara daha fazla Toprağın iadesi
4- Kuzeye dönecek Rumların sayısının arttırılması
Hade hayırlısı…..
Yakın Doğu Üniversitesi, 1988 yılında eski Cemaat meclisi binası üzerinde, Van 100.cü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Atun’un konuşması ve sonrasında verdiği ilk ders ile dünyaya gözlerini açmıştı. O gün ben de oradaydım. Erkek öğrenciler beyaz gömlek ve gri pantolonlu, kızlar ise beyaz gömlek ve lacivert eteklikli idi. Giyim konusunda herhangi bir talimat verilmemişti ama gün olağan üstü bir gün olduğu için herkes gönül birliği ile güne uygun giyinip gelmişti. Suat hoca çok heyecanlıydı. Galiba daha o günlerde, bu günkü YDÜ’nün planını ve projesini aklında şekillendirmişti ki, yapacaklarını babama ve bana büyük bir coşku ile anlatıyordu. O gün çok güzel, çok coşkulu ve çok duygusal bir açılış oldu.
3 yıl sonra, 1991 yılında Dikmen yolu üzerinde Üniversitenin şimdi bulunduğu yerde kampüs inşasının ilk kazması vuruldu. Rast gele o gün ben gene oradaydım. Sonraki yıllarda elimde nivo, o tepe senin bu tepe benim, hapishaneye kadar tüm yörenin kod ölçülerini almıştım. O günlerden aklımda kalan, etrafın kıraç ve çorak olduğu, kampüsün içinden bir derenin geçtiği ve kurbağaların bağrışmaları idi. Bizler arazide çalışırken kurbağaların hepsi de hiç durmadan bizlere eşlik ediyordu.
O gün, o kıraç topraklara vurulan kazma, bu güne kadar hiç durmamış ve o yerde muhteşem bir bilim vahası yaratılmıştır.
Olimpik havuzun yapımı ile tüm halkın yararlanacağı bir tesis kurulmuş ve tüm su sporları yapılabilir hale gelmiştir. Havuzdan yetişen gençlerimiz Türkiye’nin 80 milyonluk nüfusu içinde 1.cilikler alabilecek duruma gelmiştir.
1977 yılında Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi (AKKM) inşa edilmiş ve bir çok uluslar arası kongrelere ev sahipliği yapmıştır. AKKM’de, 1997 yılında Su Kongresi, 1999 yılında Deprem Kongresi ve 2000 yılında da Çevre Kongresi yapılmıştır. Bu kongrelere, toplam olarak 121 ülkeden 1500 bilim adamı katılmış, kongre merkezi siyasi tanınmamaya alternatif olarak Akademik tanınma ve işbirliği kapılarını açmış ve bu kongrelerle KKTC dünya ile kucaklaşmıştır.
2003 yılı Aralık ayında Sağlık ve Spor Merkezi inşa edilerek KKTC’ye mükemmel bir spor ve sağlık merkezi kazandırılmıştır.
Siyasilerin, bürokratların ve halkımızın kucaklaşması ile 9 Eylül 2004 günü, mevcutlara ilaveten 5 tane daha yurt binası açılmış ve üniversite eğitiminin en büyük sorunlarından birisi olan barınma, en kaliteli malzeme kullanılarak en güzel ve çağdaş bir biçimde çözülmüştür.
Yurtların açılışından 2 hafta sonra, 25 Eylül günü halkımızı gururlandıracak, insanlarımızın neler başarabileceğini ortaya koyacak bir eser olan Eğitim Sarayının açılışı yapılacaktır.
Eğitim Sarayında toplam olarak 8500 m2 kapalı alan bulunmakta ve bu kapalı alan içinde 30 adet derslik, 50 adet Akademisyen odası, idari odalar, 2 adet fuaye yer almaktadır. Eğitim Sarayı aynı anda 1800 kişiye toplantı ve 1200 öğrencinin ayrı ayrı odalarda ders yapabilmesine olanak sağlamaktadır. Yapıda Ekonomik Enerji Kullanımına çok önem verilmiş, Sarayın tüm pencerelerinde çift cam kullanılarak arasına argon gazı doldurulmuş ve binanın içinde “iklimlendirilmiş ortam”, yani insan vücudunun en çok rahat ettiği 22-26OC ısı ve %40-%60 nem oranı olacak şekilde yapay iklim sistemi olması sağlanmıştır. Eğitim Sarayının amacı, eğitime paralel olarak halkımıza, sanatçılarımıza ve tüm kültür dünyasına yönelik seminer, panel, müzikaller ve tiyatro etkinliklerine yer vermek olarak hedeflenmiştir.
Yakın Doğu Üniversitesinde inşa edilen tüm tesisler “Yakın Doğu Üniversitesi Neo Dizayn” bölümünde düşünülmüş ve projelendirilmiştir. Bu bölümde çalışan 5 Mimar ve Mühendisin 4 tanesi YDÜ mezunudur. Neo Dizayn Bölümü, YDÜ öğretmenini, öğrencisini ve sanatçısını harmanlamış, kaynaştırmış ve bu eserlere imzasını atmıştır.
Tüm bu yapılar yani üniversite, KKTC halkına ait olan Vakıf malları üzerine kurulmuştur ve halkın kendi öz malıdır. Kalıcılığı, daimiliği ve devamlılığı halkımıza güvence vermekte, bu toprakların bizim oluğunu en açık bir şekilde vurgulamaktadır.
Suat hocanın sloganı “Halkımız gelsin, yapılanları görsün, onlara dokunsun ve bizlerin kendisine verdiği önemi hissetsin”dir. Yakın Doğu Üniversitesinde yaratılanlar, Bilim – Emek – Teknik – Sanat ve Kıbrıslı Türkler ile Dünyanın buluşmasıdır.
Tırmanmaya, yükselişe devam……