Kıbrıs’ta, 21 Aralık 1963 sabahı kasten başlatılan toplumlararası çatışmaların ada sathına yayılmasından ve Rumların devlet gücünü kullanarak Kıbrıslı Türklere soykırım uygulamaya başlamasından sonra Kıbrıs’ta yaşanan çatışmaların artması ve Rum tarafının silahlanma kararı alması üzerine 2 Haziran 1964 tarihinde Türkiye hükümeti Kıbrıs’a çıkarma yapma kararını açıklamış ve gerekli hazırlıklara başlamıştı. Türkiye’nin bu konudaki kararlığını gören ABD yönetimi, Türkiye’nin bu çıkarma kararını önlemek için ABD Başkanı Lyndon Baines Jonhson imzalı, içeriği çirkin ve diplomatik teamüllere uymayan bir ihtar yazısını Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye iletilmek üzere 5 Haziran 1964 tarihinde ,Türkiye’deki ABD Büyükelçisi Raymond Hare’ye şifreli teleks ile göndermişti.
Bu çirkin üsluplu mesaj gerçekte, Türkiye’nin kendisine gelmesini ve uzun vadede ABD’den bağımsız bir diplomasi ve sanayisini geliştirmesinin başlangıcını oluşturdu. Bugün Türkiye kendi gereksinimi olan silahların yüzde altmışını tamamen kendi tasarım ve olanakları ile geri kalan yüzde kırkın yarısının da yüzde seksenini kendi olanakları ile üretiyorsa, bunu ABD Başkanı L. B. Johnson’un söz konusu çirkin mektubuna borçlu olduğumuz kesin.
Gelelim mektuba; Hafta içinde “Kıbrıs’ın 1964-1967 yılları arasında Yunanistan tarafından işgali” ile ilgili Rumca doküman ve belgeleri internette tararken aniden önüme Dimitris Konstantopoulos adlı bir gazetecinin Vassos Lissaridis ile yaptığı röportaj çıktı.
Sosyalist Milliyetçi EDEK’in kurucusu, Makarios’un özel Doktoru olan Vassos Lissaridis’i ben, çocukluğumdan beri tanıyorum. Babamın İngiliz Sömürge İdaresindeki görevi nedeni ile birkaç kez babamın çalışma ofisinde karşılaşmıştım kendisi ile. İngiliz sömürge döneminde EAM ulusal direnişi ile EOKA arasındaki köprü adamı idi ve Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulması kararının alındığı Londra konferansında EOKA’yı temsil etmişti. 21 Aralık 1963 sabahında çatışmaların başlamasından sonra, kendine ait özel birliği ile Çağlayan Bölgesine saldıran, Rum Temsilciler Meclisi Başkanı iken ASALA’ya Trodos dağlarında eğitim kampı açtıran, PKK lideri Öcalan’a ünlü Rum gazeteci Mavros Lazaros adı altında C015918 no.lu Kıbrıs pasaportunu verdiren kişi ve tam bir Helen milliyetçisidir Lissarides.
Gerçekte tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçen bu çirkin mektubun perde arkasında da Lissaridis’in yer aldığını öğreniyoruz röportajdan. Özetleyecek olursak, 21 Aralık 1963 sabahı başlayan Rum saldırılarından sonra Türkiye’nin huzursuzluğunu fark eden dönemin Cumhurbaşkanı Makarios, sağ kolu Vassos Lissaridis’i, dönemin Ticaret Bakanı Andreas Araouzo ile birlikte o yıllardaki adı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) olan günümüz Rusya’sının o dönemdeki Devlet Başkanı Nikita Kruşçev ile görüşmeye ve yardım istemeye gönderir.
Rusya Devlet Başkanı Kruşçev, kendilerini, dönemin Rus başkanlarının ve Politbüro üyelerinin yazlık köşklerinin bulunduğu, Karadeniz kıyısında, Gürcistan, Abhazya ve Rusya sınırı arasında yer alan Soçi şehrinde kabul eder.
Geçmişteki dostluklarından bahseden Lissaridis konuyu Türkiye’ye getirir ve “Türkiye’den saldırı bekliyoruz, Rusya bizim için ne yapacaktır?” diye kendisine sorar. Tabağındaki Yunanistan’dan gelen zeytini gösteren Kruşçev, “Bak bu zeytin senin vatanından gelmektedir. Size tehdit Türkiye’dendir, güzel hoş ama bizim gibi muazzam bir ülke, Türkiye gibi küçük bir gücün ülkenizi istila etmesine izin vermez.” der.
Lissaridis, “Bunları Makarios’a söyleyebilir miyim” diye sorduğunda da Kruşçev gülerek, “sakın bana buraya turistik bir gezi için geldiğinizi söyleme” cevabını verir.
Sonra da ABD Başkanı L. Johnson’a diplomatik bir mektup gönderir ve şunu der: “Eğer Türkiye, Kıbrıs’ı istila ederse, Sovyetler Birliği’nin Türkiye aleyhinde harekete geçmek için başka bir şeyi kalmaz ve bu hareket askeri amaçlı olacaktır…”
Bu olaydan bir buçuk yıl önce 16-28 Ekim 1962 tarihinde yaşanan Küba krizi ve bu krizin aşılması için Türkiye’nin ABD-SSCB arasındaki gizli bir anlaşmayla harcanmasından sonra askeri, ekonomik ve diplomatik gücünü ABD’ye ispatlayan SSCB’yi bir kez daha karşısına almak istemeyen ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran 1964’te Başbakan İsmet İnönü’ye söz konusu çirkin uyarı/tehdit mektubunu yazmak zorunda kalmıştır.
Bu iddialar Gazeteci Dimitris Konstantopoulos’a ait ama gerçek olma olasılığı çok yüksek.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Anastasiadis’ten gene aynı terane
Güney Kıbrıs’ta Başkanlık seçimini tekrardan kazanan Anastasiadis, müzakereleri dinamitlemek için gene aynı iddialara başladı, hem de bizleri aptal ve ahmak yerine koyarak.
“Bir tarafın güvenliği diğer taraf için tehdit teşkil etmemeli” diyen ve “Türkiye’nin garantörlük ve müdahale hakları ile bir miktar Türk askerinin kalıcı varlığı Kıbrıs Rum toplumu için kesinlikle bir tehdittir” ifadesini kullanan Anastasiadis, bunamaya başlamış olmalı ki geçmişi unutmuş gözüküyor.
1963-1974 arasında nüfus çoğunluğuna ve devlet olmaya sırtlarını dayayarak Kıbrıs adasını, Kıbrıslı Türkler için Cehenneme çevirdiklerini, Kıbrıslı Türklere soykırım uyguladıklarını unutmuş anlaşılan.
1974 Barış Harekatından sonra, Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadaki varlığı nedeni ile bir türlü Kıbrıslı Türklere saldıramadıkları ve adayı Kıbrıslı Türklerden temizleyip, 1791 tarihinde ortaya attıkları Megali İdea’yı yani Büyük Helen Krallığını kurmak yolunda Kıbrıslı Rumların üzerine düşeni, adada TSK’nın varlığı nedeni ile gerçekleştiremedikleri için kafayı Türk Askerinin adadan gitmesine ve Türkiye’nin Garantörlüğüne takmış durumda. İllaki Türk Askeri gidecek ve Türkiye’nin Garantörlüğü kalkacak ki, uygun bir politik ortamda, KKTC’nin varlığına son versinler, Kıbrıslı Türkleri azınlık konumundaki vatandaş seviyesine indirgesinler, adanın mutlak hakimi olsunlar ve zamanı gelince de adayı Yunanistan’a ilhak etsinler.
Çok değil daha 3 gün evvel, 6 Şubat 1964 tarihinde savunmasız küçük bir Türk köyü olan Arpalık’a saldırdıktan sonra şehit ettikleri kardeşlerimizi andık ve ruhlarını şad ettik.
Niye 6 Şubat 1964 günü Arpalık’a saldırmışlardı ben hala çözebilmiş değilim. Akıncılar köyünün yaklaşık 1.5-2 km. güney batısında yer alan küçük bir Türk köyü idi Arpalık ve Rumlara hiçbir şekilde tehdit oluşturmamaktaydı. Düzenli bir ordu, yep yeni silahlar ve her tür askeri olanaklarla saldırdılar bu küçük Türk köyüne. Bütün köyde sadece 3-5 tane av tüfeği bulunmaktaydı. Şahadete eren kardeşlerimiz, köyün erkeklerinin tümü şehit edilene kadar çarpıştılar. Bence en önemlisi de elinde sapanı ile Rumlara taş atan daha Ortaokula yeni başlamış masum bir evladımızı bile, üzerine onlarca kurşun sıkarak öldürmekten çekinmemeleri idi Rumların. Ama Kıbrıslı Türkleri, Rumların her tür canice saldırısından koruyacak TSK o günlerde adada fiilen bu günkü gibi bulunabilseydi, asla saldıramazlardı Arpalık köyüne gözü dönmüş Rum caniler.
Aramızdaki Rum hayranlarına ve Grekofillere sesleniyorum. Geçin Metehan’dan, Ledra Palas veya da Lokmacı kapısından Rum tarafına ve 20 dakikalık bir sürüşle gidin Arpalık köyüne ve gözlerinizle görün köyün bu günkü durumunu. Sanki de zaman 7 Şubat 1964’de durmuş gibi hala. Günümüze kadar, aynen 7 Şubat’ta Kıbrıslı Türkler tarafından terk edildiği halde kalmış Arpalık köyü. Evlerin büyük bir kısmı kerpiçten yapılmaydı o dönemde, 2 katlı olanlar da dahil. Ama hepsi de 6 Şubat 1964 günkü saldırıdan sonra Rumlar tarafından yakılıp yıkıldıkları ve tahrip edildikleri halde. Yollar toprak, elektrik ve su yok. Zaten hiçbir Türk köyünde yol, su ve elektrik yoktu o dönemde, yanı başlarındaki Rum köylerinde hepsi da varken.
İyi ki Türkiye’nin Garantörlüğü var ve TSK adamızda, yanı başımızda.
Türkiye’nin Garantörlüğü ve TSK olmasaydı, bu gün tüm Türk köyleri aynı halde olacaktı. Kıbrıslı Türkler evlerinden ve topraklarından kovulmuş, yerlerine de 15 Mayıs 1919’dan sonra Karadeniz kıyılarındaki şehirlerimize Rum nüfusunun artması için Yunanistan tarafından gönderilmiş ve Kurtuluş Savaşından sonra Rusya’ya kaçmış, adları da “Pontus’lu Rumlar” olan çakma Pontuslular yerleştirilecekti aynen günümüzde sayıları 40 bini aşmış çakma Pontuslu Rumların Baf’taki Türk köylerine yerleştirildikleri gibi….
Ya böyle işte Anastasiadis efendi.
Sen daha çok sayıklarsın Türkiye’nin Garantörlüğü”nün çok güvendiğin ve sırtını dayadığın Batılı Devletlerin, Osmanlı döneminde yaptıkları gibi, baskısı ile kaldırılmasını ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adayı terk etmesini…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Nijeryalı cinayetinin sorumlusu sadece çocuklar mı?
Yurdagül ATUN
28 yaşında üniversite öğrencisi Nijeryalı Kennedy Taomwabwa Dede’nin birçoğu 16 yaşında olan 8 genç tarafından, sopalarla döverek öldürülmesinin artçıları sürecek ve bu ülkedeki eğitim sektörü başta olmak üzere birçok şeyi kökünden değiştirecek. Zira bu olayın sorumluları sadece cinayeti işleyen çocuklar değil.
Öncelikle bugün bir gazetede yayımlanan, Nijeryalı öğrencilerin, “siyahi öğrencilere ayrım yapılıyor” şeklindeki açıklamalarının asla ve asla gerçeği yansıtmadığını söylemeliyim. Herkesin çok iyi bildiği gibi, Kıbrıs Türkü renk, din ayrımı yapmaz, renginden ötürü kimseyi ötelemez.
Peki bu öğrencileri bu düşünceye iten ne?
Haberde de ifade edildiği gibi Nijeryalıların bir kısmı, (eğitim için gelenleri tenzih ediyorum. Zaten hemşerilerinin yaptığı yasadışı işlerden en çok onlar şikayetçi) eğitimden ziyade çalışma amacıyla KKTC’deler. Aracı kurumlar, bırakın yaşamını asgari seviyede idame ettirmeyi, okul parasını ödeyemeyecek durumda olanları dahi “orada iş hazır” diyerek KKTC’ye getirdiler, getiriyorlar. Bu niyetle gelenlerin birçoğu okula gitmediği gibi, istediği parayı kazanacağı işler bulamamasından ötürü, yasadışı işlerle iştigal etmekte. Birçok habere konu olduğu üzere, uyuşturucu ticareti ve fuhuş bunların en yaygını. Bunların getirdiği sonuçlardan biri ise babasız, terkedilen bebekler. (Annesi tarafından hastanede terkedilen Judi bebeğin dramını unutabileceğimizi sanmıyorum.)
Ki, bundan iki yıl kadar önce, Nijerya Büyükelçisinin KKTC ziyaretinde Doğu Akdeniz Üniversitesi yetkililerine 500 kişilik öğrenci listesi vererek yetkilileri uyardığını hatırlatalım. Okula devam etmeyen bu öğrencilerin çeteleştiği ve bu şahısların KKTC’ye okumak amacıyla gelen Nijeryalı öğrencileri de rahatsız ettikleri iddia edildi zaman zaman. Nitekim Nijeryalıların ev ve sokak kavgaları defalarca gazetelerimizin üçüncü sayfalarında yer aldı, alıyor.
Mahkeme muhabiri olduğum dönemlerde de bazı Nijeryalı öğrencilerin KKTC’ye girişlerinde beraberlerindeki uyuşturucuyu- narkotik köpeklerini yanıltmak amacıyla- balık kafalarına, sabunlara sararak getirdiğine şahit olmuşluğum var. Bunun yanısıra geçtiğimiz yıl merkezi cezaevinde yaptığım röportajda, mahkumlara sıkıntılarını sorduğumda, cezaevindeki Nijeryalıların yüksek sesle konuşarak, bağırıp çağırarak kendilerini rahatsız ettiklerini, kumandanın hep onlarda olduğunu, kimsenin bunlara ses çıkar(a)madığını söylemişlerdi.
Velhasıl, “çok öğrenci, çok para” mantalitesiyle hareket eden bazı okullar, bilerek veya bilmeyerek suç olaylarına katkı koydular. Tabi bu olaylarda, öğrencilerin devamsızlıklarını veya her dönem kayıt yaptırıp yaptırmadıklarını takip etmeyen Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere, öğrencileri KKTC’ye yönlendiren aracı kurumların, YÖDAK’ın, Çalışma Bakanlığı’nın da payı olduğunu söylemek zorundayız. Okullara konacak kartlı “öğrenci takip sistemi”yle, transkriptle ve kayıt dönemi denetimleriyle, işyerlerine/inşaatlara yapılacak denetimlerle bu tür olayların önüne geçilebilecekken, -farklı nedenlerle- ortada bir sorun olduğunu kabul etmeyen yetkililer hazırladı bu sonu. Kafasını kuma gömen, palyatif çözümlerle günü geçiren yetkililer…
**
Bu olayda yüzümüze çarpan diğer gerçekler;
16 yaşındaki çocukları cinayet işleyecek hale getiren cinnetin mahiyeti…
Uyuşturucunun küçücük çocukları nasıl esir aldığının nişanesi öfke…
“Adalılar sakin ve hoşgörülüdürler” mitini yerle bir eden realite…
Çocuklarımıza en iyi telefonları, giysileri, arabaları almanın onların içindeki boşluğu doldurmadığına dair bir fotoğraf…
Çocuk yetiştirmede çok başarılı olamadığımız, bir şeyleri yanlış yaptığımız gerçeği…
Ailelerdeki, eğitimdeki, sosyal ilişkilerdeki çatlak…
(Cinayeti işlediği iddia edilen kişinin cinayetten sonra doğum gününe giderek eğlenmesi üzerine) Merhamet, vicdan gibi duyguların kayboluşu, cinayetin kanıksanması-sıradanlaşması…
Toplumsal yozlaşmanın ve ahlaki çöküşün son sürümü…
Nitekim bu olay birçok boyutuyla ele alınması gereken ve ne kadar farklı yorumlar yaparsak yapalım, meşruiyet kazandıramayacağımız bir durum. Başta üniversitelerimiz olmak üzere hiçbir paydaş kelime avına çıkıp sıyrılamayacak bu işten. Hakeza “üniversiteler adası” olmayı hedefliyorsak, bu çıbanı temizleme, kendimize çeki düzen verme zorunluluğumuz var. Hele hele içte ve dışta açığımızı ararlarken…
Yurdagül ATUN
Afrika gazetesinin Afrin operasyonuyla ilgili manşetini ve CTP Milletvekili Doğuş Derya’nın Meclisteki yemin töreninde attığı slogan ve Afrin Harekatı ile ilgili yaptığı açıklamaları sonrasında yapılan protesto eylemleri nedeniyle, Lefkoşa’da 22 Ocak günü bir yürüyüş gerçekleştirildi.
Rum tarafında 4 Şubatta sonuçlanacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında Crans Montana’da kopan ve kapanan müzakere sürecini tekrardan başlatmak için, Emperyalist güçlerin her zaman, ve her yerde yaptıkları provokasyon gösterileri düzenlenmek istendi.
Maksat Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmek ve fırsattan istifade ederek Kıbrıs adasının kuzeyinde kurulmuş olan KKTC’mizi lağv ederek, bölgeyi tümüyle Rum işgali altına sokmak.
Oyun belli. Benzerleri birçok yerde oynandı.
Adına Arap Baharı denip, Emperyalist güçlere kafa tutmak ve onların boyunduruğu altından çıkmak isteyen Libya Halk Cemahiriyesi Devlet Başkanı Muammer Kaddafi ve Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin gibi liderleri yok edip bölgenin zenginliklerine el koymak ve başka devlet başkanlarını da uyandırmamaları için muhalifleri temizlemek.
KKTC’mizde de oynanmak istenen oyun da benzeri bir senaryoya sahip. Silah, ekonomik ambargolar, savaş ve yaptırımlar ile Kıbrıs Türkünü Türkiye’den koparamayan Emperyalist güçler, çıkar yolu KKTC’de kaos yaratmak ve Kıbrıslı Türkleri Türkiye aleyhine kışkırtıp, Kıbrıslı Türkler Türkiye’yi istemiyor diyerek Türkiye’yi uzaklaştırmayı hedefliyorlar.
22 Ocak günü yapılan yürüyüş çok iyi niyetli olmasına rağmen bazı kişiler tarafından iyi niyet kapsamından çıkarılmaya ve Türkiye aleyhtarı bir gösteriye dönüştürülmeye çalışıldı. Yürüyüşe katılan sendikaların başkanları arasında sağduyulu ve deneyimli başkanlar olmasaydı ve atılacak sloganlar ile kimlerin konuşacaklarına ağırlıklarını koyup müdahale etmeselerdi, bir kargaşa çıkacağı ve belki de iç çatışmaların yaşanacağı kesindi. Zaten de istenen buydu. Bunun arkasından özellikle batı dünyasındaki medya, öncelikle Türkiye’ye saldıracak ve boy boy aleyhte yazılar ile görseller yayınlayacaktı. Sonra da sıra Türkiye’yi Kıbrıs’tan çıkarmanın planları yapılacaktı.
Zaten BM’nin, Türk tarafının “Müzakereler kopmuş ve bitmiştir” açıklamalarına rağmen Mayıs ayında tekrar Kıbrıs müzakerelerini başlatmak istemeleri, oynanan oyunu ortaya koymakta.
Türkiye ve KKTC Dışişleri Bakanlıklarının Çarşamba günü akşamı, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) görev süresinin BM Güvenlik Konseyi (BM GK) tarafından 31 Ocak tarihinde KKTC’nin veya da Kıbrıslı Türklerin oluru alınmadan tek taraflı olarak uzatmaları sonrasında yaptıkları açıklamaları, gerçekte BM’ye bir uyarı niteliğinde. Adada sadece Kıbrıslı Rumların olmadığını ve Kıbrıslı Türklerin de olduğunu, BM GK bu konuda bir karar alacaksa her iki tarafa da danışması ve her iki tarafında olurunu almasını gerektiğini hatırlatan bir uyarı. Gerçekte fiilen var olan KKTC’nin artık dikkate alınması gerektiğini vurgulamakta bu her iki açıklama.
Ülkemizde el birliği ile kargaşa çıkarılmasına mani olmamız gerekmektedir.
Türkiye’de bu senaryo yıllarca sahneye konmaya çalışıldı ve her seferinde de hüsranla sona erdi. Aynı dirayeti ve akıllı davranışı bizlerin de göstermesi ve anavatan Türkiye ile el ele, kol kola özgürlüğümüz ve egemenliğimiz yolunda yılmadan ve ayak oyunlarına alet olmadan ilerlememiz gerekmektedir.
Artık Batı, yıllardır uyguladığı Emperyalizminin sonuna gelmiş durumadır. Biraz sabır, biraz birlik, biraz da cesaret bizleri çok daha iyi günlere taşıyacaktır…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Kıbrıs Rum tarafında, Pazar günü Başkanlık seçimi yapılacak.
Favoriler mevcut başkan Nikos Anastasiadis ve AKEL tarafından desteklenen Stavros Malas.
Seçime dokuz tane aday katılacak. Son yapılan anketlerde Nikos Anastasiadis yüzde 34,2, oy ile birinci sırada, Stavros Malas yüzde 23,1 oy ile ikinci sırada, Nikolaos Papadopulos yüzde 22,6 oy ile üçüncü sırada ELAM Başkanı Hristos Hristu yüzde 4,3 oy ile dördüncü sırada ve Yorgos Lillkas 3,1 oy oranıyla beşinci sırada gözüküyor.
Anastasiadis’in ilk turda tek başına yüzde 50.1 oy alamayacağı ve seçilemeyeceği kesin. Bu nedenle de ikinci tur 4 Şubat’ta yapılacak.
İkinci tura Stavros Malas kalırsa Anastasiadis’in tekrardan seçilme şansı daha yüksek.
Ama ikinci tura Nikolas Papadopulos kalırsa, Anastasiadis’in kaderini sol oylar belirleyeceği için tekrardan seçilmesi tehlikeye girebilir.
Nikolas Papadopulos, Kıbrıs Rum tarafının en zengin iş adamı Anastasios Leventis’in torunu ve EOKA’nın en önde gelen kurmaylarından olan Rumların Beşinci Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos’un da öz oğlu. Nikolas’ın, EOKA’nın kurucusu, tetikçisi, en önde gelen kurmaylarından olan eski İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis’in, annesinin ilk kocası olması nedeni ile iki de yarım kardeşi bulunmakta.
Gerçekte Papadopulos, eski EOKA’cıların, 60 yaş üzeri olanların ve Helen milliyetçilerinin tam desteğini alıyor. Siyasi partilerden başkanı olduğu DİKO ile EDEK, Dayanışma Hareketi ve Ekologlar kendisine yüzde yüz bir destek vermiş durumda. Anastasiadis’in ruhani başkanı olduğu DISI’nin temelini, her ne kadar EOKA B’ciler ve Makarios’u deviren darbeciler oluşturuyorsa da, DIKO’yu da eski toprak EOKA’cılar ve milliyetçiler destekliyor. Bu nedenle de DIKO ile DISI arasında politik görüş ve kuruluş amacı açısından nüans farkı var sadece.
Kıbrıs sorununda çözüme ulaşılabileceğine inananlar Anastasiadis’e yüzde 25, Malas’a yüzde 12 ve Papadopulos’a yüzde 12 güvenmekte. Bu gösterge, Anastasiadis’in kararsızların ve siyasete bulaşmayı pek sevmeyenlerin büyük çoğunluğunun oyunu alacağını göstermekte.
KKTC’nin aksine Kıbrıs Rum tarafında, Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan Rumların, bulundukları ülkede oy kullanmaları mümkün. 11 bin 683 seçmenin bulunduğu yurt dışındaki Rumlar için, aralarında Yunanistan, İngiltere, ABD, İsveç, Fransa, Belçika, Katar, Bahreyn ve Suudi Arabistan’ın da bulunduğu ülkelerde 38 seçim merkezi kurulacak. Yurt dışında yaşayan Rumların yüzde 90’ı Yunanistan ve İngiltere’de bulunuyor. Yunanistan’da 5 bin 930, İngiltere’de ise 4 bin 117 kişinin oy kullanma hakkı var.
Yunanistan’da yurt dışında yaşayan Rumların ezici çoğunluğunun olmasının nedeni, 1964 yılının Nisan ayında dönemin Cumhurbaşkanı Makarios Rum Milli Muhafız Ordusunu kurarken Bakanlar Kuruluna aldırdığı kararla, Rum Milli Muhafız ordusunda görev yapan rütbesine bakılmaksızın her Yunan vatandaşına otomatik olarak Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşlığının verilmiş olmasıdır. Bu nedenle Kıbrıs’ta doğmamış veya da Kıbrıslı anne ve/veya babadan doğmamış olmalarına rağmen binlerce Yunan vatandaşı günümüzde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşıdır ve bu seçimlerde Yunanistan’da oylarını kullanacaklardır.
28 Ocak Pazar günü yapılacak Rum Başkalık seçimlerine yüzde 75 civarında bir katılım beklenmekte. Yani her dört kişiden bir tanesi sandığa gitmeyecek….
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1