Ülkemizde ve Türkiye’de bankalardan kredi talep ederseniz, miktarı ne olursa olsun kredi talep edeni “Hayat Sigortası” yaptırmaya mecbur eder söz konusu krediyi verecek olan banka. Gerekçesi de hazırdır. “Kredi ödenmeden vefat ederseniz kredinin ödenmemiş bakiyesini sigorta ödemesinden almak için” derler ama kredi talep edenin malını, mülkünü ipotek alarak verdikleri kredinin geri ödemesini ikinci kez garanti altına alırlar. Bu “Hayat Sigortası” uygulaması bir nevi haraç alma yöntemidir veya da buna ikinci ve gizli faiz de denilebilir. Zira banka zaten ipotek karşılığı kredi verdiği için, şayet krediyi çeken, çektiği krediyi ödeyemeden hayatını kaybederse, ipotek ettiği malı iade etmeyecek, mirasçılar borcu ödemezse ipotek ettiği maldan parasını alacaktır. Dolayısıyla ipotekli mal karşılığı kredi verirken, bir de hayat sigortası istenmesi tam anlamıyla soygun ama tabi burada başka bir film var.
Nasıl mı? Benim yasal soygun olarak adlandırdığım “Hayat Sigortası”nın yasal tanımı aşağıdaki gibidir;
“Hayat sigortası, sigorta şirketinin belli bir prim karşılığında sigortalının sözleşmede belirtilen süre içinde ve sözleşmede belirtilen hallerde yaşam kaybı veya sözleşmede belirtilen süreden daha uzun hayatta kalması halinde size veya belirlediğiniz kişilere sigorta bedelini ödediği sigorta türüdür.”
Borcun vadesinden önce ödenmesi durumunda da baki kalan senelerin sigorta primlerinin geri ödenmesinin koşulları da şöyle özetlenmiştir;
“Erken ayrılma kesintisi, sigortadan ayrılarak (iştira) sonlandırılan sözleşmelerde matematik karşılıkların belli bir oranında uygulanan kesintidir.
Hayat sigortalarında gider payı, aracı komisyonu (veya üretim masrafı), işletme masrafı ve erken ayrılma kesintisi alınabilir. Bu kesintilerin yapısı ürün özelliğine göre değişiklik gösterir.
Ayrılma (iştira) süresi dolmadan feshedilen birikimli hayat sigortası sözleşmelerinde, fesih tarihine kadar ödenmiş tarife primlerinin varsa birikime kalan kısımları ile birikim primine ilişkin kâr payı karşılıklarının toplamı, söz konusu toplam tutar üzerinden sigorta şirketi tarafından belirlenmiş oranda yapılacak kesinti ve ilgili vergiler düşüldükten sonra sigorta ettirene iade edilir.”
Türkiye’deki Bankalar ve sigorta şirketleri bizimkilerden biraz daha insaflıdırlar. Kredi alana, yapmaya mecbur ettikleri “Hayat Sigortası” poliçesini verirler ve koşullarını da tek tek sözlü olarak anlatırlar. Krediyi alan kişi borcunu vadesinden önce öderse, hayat sigortasının baki kalan kısmını yukarıdaki amir hükümler nedeni ile kendisine iade ederler.
KKTC’de ise bu “Hayat Sigortası” tam bir gizlilik içindedir.
Krediyi vermeden önce “Hayat Sigortası”nı (zorla) yapan banka söz konusu sigortanın poliçesini kredi alana vermez. Hiçbir koşulunu açıklamaz ve en önemlisi de “borcun erken ödenmesi durumunda sigorta priminin belli bir kısmının iade edileceğinden” bahsetmez. Ağzına bile almaz.
Kredi almak için masumane bir isimlendirmeyle “Hayat Sigortası” adlı haraca ister istemez boyun eğmek zorunda kalmış olan kredi talebinde bulunan kişiye, sigorta miktarı zorla dayatılır, primi daha az olan başka bir sigortadan Hayat Sigortası yaptırmasına izin verilmez, önüne ödeme planı konmaz, poliçe kendisine verilmez ve de borcun erken ödenmesi durumunda da primlerin geri kalan kısmı iade edilmez. Burada aklınıza birçok şey gelebilir. “Acaba banka sigorta parasını aldı ve sigortalamadı mı” veya “banka bana söylediğinden çok az bir miktara mı sigorta yaptırdı” gibi. Elinize bir kağıt verilmediği sürece bu endişeler yersiz değildir. Vatandaşın hakkını koruyan/koruyacak yasalar olmadığı ve mevcut yasanın yeterli olmadığı ülkemizde böylesi bir vurguna ses çıkarmak, kredi alamamaya neden olacağından vatandaş ağzını yumar, ne istenirse yerine getirir.
Ayrıca, borcunu erken kapattığı için baki kalan Hayat Sigortası priminin geri ödenmesini talep eden vatandaş, elinde poliçe olmadığı için, bu meblağı geri ödemeyi reddeden Bankayı ve Sigorta şirketini mahkemeye veremeyeceğini zanneder ve talebinden vazgeçmek zorunda kalarak büyükçe sayılacak bu iadeyi boşu boşuna kaybeder.
Yasalar ve Hükümler amirdir. Sigorta şirketi ve Bankalar, yaptıkları sigortanın poliçesini sigortalıya vermek zorundadırlar. Borcun erken kapanması durumunda da büyük bir kısmını peşin aldıkları Hayat Sigortası priminin geri kalanını da geri ödemek zorundadırlar. Bundan sonra “hayat Sigortası” poliçenizi ısrarla isteyin ve borcunuzu vadesinden önce ödemişseniz, baki kalan primlerin de geri ödenmesi talep ediniz. Hiçbir kuruluşun sizi reddetme hakkı bulunmamaktadır.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Anavatan-Yavruvatan nereden çıktı
Dünya üzerindeki Türklerin, nerede olurlarsa olsunlar anavatanları Türkiye’dir. Sorunca bunu gururla söylerler. Yurt dışında yaşayan Türkler için bu tanımı kimin çıkardığını ve edebiyatımıza, konuşma dilimize kimin kattığını bulmak mümkün değil. Yurtdışında yaşayan her Türk bu kelimeyi daha doğarken öğrenir. İçgüdüseldir bu tanım.
Yavruvatan ise sadece ve sadece bir tane.
Tek bir yeri temsil eder “Yavruvatan” kelimesi. O da Kıbrıs adasıdır.
Türkiye dışında bir çok ülkede Türkler, yüzyıllardır yaşamını sürdürmektedir. Bunlara “Evlad-ı Fatihan denmekte, yani fethedenlerin çocukları. Ama onların yaşadıkları yerlerin hiçbiri Yavruvatan deyimi ile tanımlanmıyor. Ne Balkanları, ne Batı Trakya’yı, ne Kerkük’ü ne de Musul’u tanımlar bu güzel “Yavruvatan” kelimesi.
Kıbrıs tarihini, özellikle de Kıbrıs Türk tarihine merak duymaya ve araştırmaya başladığımdan beridir neredeyse yüzlerce kitap okudum, Kıbrıs Türk tarihi ile ilgili. Neredeyse 1905’den sonra Kıbrıslı Türkler tarafından yayınlamış tüm gazeteleri satır satır ezberledim, eski Türkçe olanları rahmetlik Harid Fedai ağabeyimizin yaptığı çevirilerden takip ettim, bulabildiğim kadarı ile.
Anavatan-Yavruvatan tanımlaması ilk kez 1948 yılında konuşmalara girmeye, nutuklarda yer almaya ve gazetelere düşmeye başlamış. Başlamasına başlamış ama ilk kez kimin beyninde oluştuğu ve ağzından sözlere döküldüğü ortada yok. Yıllarca yazılı basında aradım ve bulamadım. Rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf R. Denktaş beye, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük’e, Harid Fedai ağabeye, Tremeşeli’ye, Sadi Togan’a, Eczacı Münir beye, Eczacı Küfi beye, yılların gazete ithalatçısı ve bayii Hazım Remzi’ye, eşi Emine hanıma, Ali Nesim ağabeye, Özker Yaşın’a (Mustafa Özker), Nevzat Karagil’e ve 1940’lı ve 50’li yılları yaşamış kişilere sormuş ama hiç doyurucu yanıt alamamıştım. Hepsi de 1940’lı ve 50’li yılları işaret ediyorlardı, ilk kez bu dönemde duyduklarını söylüyorlardı ama bir türlü nokta atışı yapamıyorlardı.
İstiklal Gazetesi sahibi ve İstiklal Partisi Genel Başkanı Rahmetlik Necati Özkan’la 1970 yılında vefat etmiş olması nedeni ile tanışma ve sorma fırsatım hiç olmadı. Bir dönemin politik önderleri olan Dr. Pertev Zühtü, Turgut Avkıran, Mustafa Şevki, Avukat Fadıl Niyazi Korkut, Faiz Kaymak, Hasan Şaşmaz ve Şafi Alper’i ise sadece gazetelerden tanıyabildim. Kıbrıs Türk edebiyatına katkıları yadsınamayacak, müthiş yaratıcı ve doğurgan edebi bir beyne sahip, edebiyatımızın duayenlerinden Hikmet Afif Mapolar ağabeye hayatta iken sormak ise hiç aklıma gelmedi. O zamanlar romanlarını nasıl yazdığını, nelerden esinlendiğini, İstiklal gazetesini nasıl çıkardıklarını, o günkü olanaklarla böylesi mükemmel bir gazeteyi nasıl çıkarabildiklerini, Dr. Fazıl Küçük ve Başkanı olduğu Kıbrıs Türktür Partisi (Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi) ve KATAK ile yaptıkları siyasi mücadeleyi sormuştum hep. Halbuki sorumun yanıtı, nokta atışı şeklinde ondaydı. Afif ağabeye “Anavatan-Yavruvatan” deyimini ilk önce kimin dile getirdiğini sorabilseydim, yıllarca boşuna canımı yemezdim bu güzel tanımlamayı kimin dilimize soktuğunu, edebiyatımıza ve siyasetimize kazandırdığını…
Neyse ki kıymetli dostum Ahmet Necati Özkan’ın yayına hazırladığı “Aslar: Bir Devre Adını Yazanlar -1987” adlı kitabın 314’ncü sayfasının son paragrafında yıllardır aradığım sorunun yanıtını buldum.
28 Kasım 1948 günü ve Lefkoşa’da Selimiye Camisinin Batı tarafındaki meydanda, ilk kez bu denli kalabalık olduğu yazılmış görkemli bir miting yapılmış. Bu mitingin 4 tane özelliği var bana göre.
Diş Doktoru Nazif Denizer halka hitabında “…. Biz Türkiye’ye ‘Anavatan’ diyoruz. Türkiye de bizi gerçek ‘Yavruvatan’ olarak kabul ediyorsa, ‘Ana’nın, ‘Yavru’ya karşı birçok vazifeleri vardır …” diyerek Anavatandan beklentileri olduğunu dile getiriyor. Bu deyim o denli çok beğenilip benimseniyor ki, Ankara’ya, Türkiye Cumhurbaşkanına, Başbakana ve Dışişlerine ayrı ayrı göndermek üzere daha evvelden hazırlanmış ve miting sonrası hemen gönderilecek olan Telgrafların içeriği hemen “…. Yavruvatan yıllardır anasız olduğundan öksüzdür….” cümlesi ile başlayacak şekilde değiştiriliyor.
1983 yılında bizleri KKTC’ye taşımış olan tarihimiz, gururlarla dolu; tabi bizi bırakmayan, her koşulda destekleyen, yemeyip yediren Anavatanımız sayesinde…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Vize krizi niye çıktı?
Gerçekte Türk halkının ilgisini vize krizine yoğunlaştırıp, arada fark ettirilmeden yapılmak istenen bir iş var. Ona geçmeden önce bir hatırlatma yapalım; 1970’lerin ve 1980’lerin Türkiye’si ve Milli İstihbarat Teşkilatı yok artık Türkiye’de. Çok daha gelişmiş, göbeğinden bağlı olmayan, teknolojiyi yakalamış ve gerek kendi içinde, gerekse de komşu ülkelerde nelerin döndüğünü bilen bir Türkiye ve MİT var artık. Üstelik artık ABD, AB gibi yabancı ülke ve istihbarat kuruluşlarının etkisi ve baskısı altında değil.
Şimdi gelelim esas konumuza; Yunanistan, Kıbrıs krizi nedeni ile Rusya’ya sipariş edilen S300 füzelerini alıp, Girit’e konuşlandırınca ABD, NATO ve üyesi olduğu Avrupa Birliği ağzını açıp bir tek kelime bile etmedi. NATO’dan tıs bile çıkmadı, hiç kimse “Ne yapıyorsunuz siz Yunanlılar ve Rumlar” bile demedi.
Türkiye, Suriye’den iş kızıştırmak için Türkiye’ye atılması olası füzeleri havada imha etmesi için Suriye sınırına Patriot füze savarları yerleştirmek isteyince, NATO lütfen Hollanda’dan Patriot füzelerini ve ekibini göndermiş ama havalarından, tafralarından ve tehditlerinden geçilmemişti. “AB’nin dediklerini, ABD’nin istediklerini yapmazsan geri çekeriz ha” gibi yakışık almayan ifadeler kullanmışlardı. Bırakın politik dili, kahvehane ağzı ile kabadayı formatındaydı konuşmaları.
15 Temmuz kalkışması ile ilgili ABD ve AB vatandaşları ile birlikte Türkiye’deki eğitilmiş ajanları da MİT tarafından şüphe kaldırmaz cetvel gibi doğru gerekçelerle yakalanınca neye uğradıklarını şaşırdı ABD Yönetimi. Gerçekte, Avrupalı, Ortadoğulu, Afrikalı ve Asyalı devletçiklerin kendilerine biat etmelerine öyle alışmışlar ki, böyle bir cesurca uygulama ile karşılaşmayı hiç beklemediklerinden, açıkçası şok oldular. Şokun yanında korkuya da kapıldılar. Gizli kapıların ardında yıllardır yaptıklarının ortaya çıkacağı, uzun yıllar içinde kurmayı başardıkları gizli ve uyuyan hücrelere zincirleme olarak ulaşılacağı ve yıllardır kurdukları casusluk, provokasyon, kaos yaratma ve terör alt yapısının dağılacağı endişesi belli ki tavan yapmış. Zaten kayıtlara bakıldığında, özellikle de ABD Kongre Binasındaki kütüphanedeki kayıtlar incelendiğinde, ABD’li istihbarat mensuplarının 1913 yılından beridir Anadolu’da cirit attıkları görülmekte. Türkiye’yi suçlamak ve zan altında bırakmak için 1913-1916 yılları arasında ABD Büyükelçisi olarak İstanbul’da görev yapmış Henry Morgenthau’nun dönüşünde ünlü bir gazeteciye bugünün parası ile 1.5 Milyon Dolar verip yazdırdığı “Büyükelçi’nin Hikayesi” adlı yalan dolanla dolu kitap, günümüzün Ermeni iddialarının temelini oluşturmakta. Görevi boyunca Pendik’ten öteye Anadolu’ya gitmemiş olan Morgenthau, Ermeni Tehciri konusunda açıkçası duyuma dayalı ahkamlar kesmiş. Kitabın içinde bir tane olsun resmi belge bile yok ama gelin görün ki Ermeniler tüm iddialarını bu kitaba ve yıllar sonra “İngiliz İstihbaratı’nın verdiği para ve baskısı ile yazdım” diye günah çıkaran ve itirafta bulunan İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin “Mavi Kitap”ına dayandırmakta. İşte istihbarat ve casusluk, yanıltmak ve yalana dayalı gündem oluşturmak böyle bir şey, aynen 17-25 Aralık Gezi olayları gibi.
Asıl önemlisi, İngiltere, Fransa ve ABD’nin neredeyse bir asır evvel kurmayı ve hayata geçirmeyi planladıkları, Sevr Anlaşması haritasında da Ermeni bölgesinin güneyi ile İngiliz bölgesinin kuzeyi arasına yerleştirdikleri Kürt Bölgesi’nin, veya namı-diğer “Büyük Kürdistan”ın Türkiye, Rusya, İran ve Irak’ın ortak hareketi ile kurulamayacak olmasının hezeyanı.
ABD, Türkiye’siz Ortadoğu’da ve Yakın Doğu’da başarılı olamayacağının bilincinde. Artık “Vererek almayı öğrenmesi”nin zamanının geldiğini iyice anlamış bulunmakta. Türkiye’ye gerçek olarak ve aynı değerde bir kazanım sağlamadan, Türkiye’den hiçbir şey alamayacağını bilincinde. Vize sorunu, ABD Devlet Sekreteri (Dışişleri Bakanı) Rex Tillerson’un veya Bakan Yardımcılarından Tony Blinken’in ya da Heather Higginbottom’un başını yiyecek ve kısa bir zaman sonra da eskisinden daha iyi koşullarla yürürlüğe girecek. Bana göre kellesi alınacak kişi Tillerson.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
ABD’nin vize yasağı KKTC’yi kapsamadı
Yurdagül ATUN
Amerika Birleşik Devletleri Lefkoşa Büyükelçiliği Kuzey Ofisi KKTC’deki vize başvurularında hiçbir değişikliğe gidilmediğini açıkladı. Buna göre Kıbrıslı Türkler vizelerin durdurulması gerginliğinden etkilenmeyecek.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) göçmen olmayan vize hizmetlerini askıya alması, iş dünyası yanında, eğitim, sağlık ve aile bağları nedeniyle ABD’ye gidecek olanları tedirgin etti. ABD Büyükelçiliği’nin Twitter hesabından yapılan açıklamada, ‘Türkiye’deki tüm ABD diplomatik misyonlarındaki göçmen olmayan vize hizmetleri askıya alınmıştır” denirken, gözler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) çevrildi.
Amerika Birleşik Devletleri Lefkoşa Büyükelçiliği Kuzey Ofisi’nden alınan bilgiye göre, KKTC’den gerçekleştirilecek vize işlemlerinde hiçbir değişikliğe gidilmediği öğrenildi. Yurdagül Atun’a konuşan yetkili, prosedürde hiçbir değişiklik olmadığını, daha detaylı bilginin https://cy.usembassy.gov adresinden alınabileceğini ifade etti.
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin resmi internet sitesinde vize yasağına ilişkin açıklamalara yer verilirken, Lefkoşa Büyükelçiliği’nin resmi internet sitesinde kısıtlamaya dair herhangi bir bilgiye yer verilmedi. Sitede, vize başvuruları için yapılan yönlendirmelerin yayınına devam edildi.
Süreç nasıl gelişti?
ABD, geçtiğimiz günlerde beklenmedik bir karara imza atmış, Türkiye‘den yapılan vize başvurularını süresiz olarak durdurduğunu açıklamıştı. Ankara’dan da vize başvurularının durdurulmasına karşın mütekabiliyet ilkesi yürürlüğe sokularak jet misilleme gelmişti.
ABD Büyükelçiliğinin Twitter hesabından yapılan açıklamada ‘son yaşanan olaylar ABD hükümetini Türkiye’nin ABD misyonunun tesisleri ve personelinin güvenliğine ilişkin verdiği güvenlik taahhütlerini yeniden değerlendirmek zorunda bırakmıştır. Gelen ziyaretçi sayısını en aza indirmek amacıyla Türkiye’de yer alan ABD diplomatik misyonlarındaki göçmen olmayan vize hizmetleri askıya alınmıştır’ ifadesi kullanılmış, Türkiye de ABD’nin büyük tepki toplayan kararına karşı Washington Büyükelçiliği aracılığıyla şu benzer açıklamayı yapmıştı: “Son zamanlarda yaşanan olaylar, Türk Hükümeti’ni, ABD Hükümeti’nin Türk misyonlarının tesislerinin ve personelinin güvenliğine ilişkin taahhütlerini yeniden değerlendirmek zorunda bırakmıştır. Söz konusu değerlendirme sürecinde, ABD’deki Büyükelçiliğimize ve Başkonsolosluklarımıza gelen ziyaretçi sayısını en aza indirgemek amacıyla, şu andan itibaren geçerli olmak üzere, ABD’deki tüm misyonlarımızdaki ABD vatandaşlarına yönelik vize işlemleri askıya alınmıştır. Söz konusu uygulama etiket vizenin yanı sıra e-vize ve sınırda bandrol vize uygulamalarını da kapsamaktadır.”
Yurdagül ATUN
Kıbrıs Rum Yönetiminin KKTC’ye yönelik “Algı Operasyonu” etkisi altında kalıp, her fırsatta Rum tarafının öven veya haklı gören nesebi bozuklar ile “Aşağılık aklın yerli hain piyonları” son birkaç yıldır Anastasiadis Yönetiminin Kıbrıs Türk Üniversitelerine karşı başlattığı aşağılık saldırıyı bir türlü görmemezlikten geliyorlar.
KKTC ile anavatan Türkiye’nin “E-okul oluşturma” süreci içerisindeki bir yazışma belgesini kendi istedikleri gibi yorumlayıp, bir kaşık suda fırtına yaratmaya çalışan bu kişiler, Kıbrıs Rum Yönetiminin KKTC’deki üniversitelere karşı başlattığı “Akreditasyonların iptali” girişimi hakkında tek kelime etmiyorlar, Kıbrıs Rum Yönetimini eleştirmiyorlar ve bu konuda basına açıklamalarda bile bulunmuyorlar. İş anavatanı eleştirmeye, kötülemeye, aşağılamaya gelince, etmedik laf, söylemedik söz bırakmayan, basına çarşaf çarşaf açıklama yapan bu nesebi bozuklar, konu Rum tarafını eleştirmeye gelince ağızlarını açmıyorlar, menfaatlerine, çıkarlarına halel, zarar gelmesin diye.
Bazı hayalperestlerin, “iyiniyet gösterisi” ve “barış açılımı” adı altında Rumlara “şunu da verelim, bunu da kabul edelim” nevinden konuşmalar yaparak KKTC Hükumetini suçladığı günlerde Rumlar Kıbrıslı Türkleri yok etmek ve tüm ekonomik kanallarını tıkamak adına nelerle uğraşıyor, anlatalım;
Dünya üzerinde, özellikle de Avrupa Birliği, ABD ve Türkiye’de MÜDEK, ABET, ACA, AHPGS, EDEXCEL, NAAB, TEDQUAL, AQAS, ASIIN, FIBAA gibi üniversitelerin eğitim programlarına uluslararası geçerliliği olan akreditasyon veren kuruluşlar var. Örneğin Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü eğitim programına ABET, ASIIN, MÜDEK ve benzeri kuruluşlar uluslararası akreditasyon verince, 4 yıllık eğitim sonrasında alınan “İnşaat Mühendisliği” diploması, hangi ülkeden alındığına bakılmaksızın uluslararası geçerliliğe sahip olmakta. Gerçekte KKTC’deki üniversiteler YÖK tarafından tanındığı ve denetlendiği için diplomaları Türkiye’nin diplomatik ilişkisinin bulunduğu her ülkede otomatikman geçerli oluyor.
Geçmişte bazı art niyetli ülkeler, YÖK’ün akreditasyonu olmasına rağmen KKTC’nin tanınmamış bir ülke olduğunu öne sürüp, KKTC’deki üniversitelerin verdikleri diplomaları kabul etmeme uygulamasına gittiler. Eğitim Bakanlığımız ve YÖDAK, birlikte yaptıkları çalışma ile bu engellemenin çözüm yolunun, üniversitelerimizin yukarıdaki uluslararası akreditasyon kuruluşlarından eğitim programlarının denkliğini almak ile aşılacağını saptayıp, üniversitelerimize bu yönde çalışma yapmaları tavsiyesinde bulundu. GAÜ, YDÜ, DAÜ, LAÜ, UKÜ ve adlarını yer azlığından dolayı yazamadığım için beni affetmelerini dilediğim bir çok güzide üniversitemiz de bu yöntemi uygulayarak eğitim programlarının büyük bir bölümü için bu uluslararası akreditasyon kuruluşlarından denklik aldılar.
Her yönden Kıbrıslı Türkleri ve KKTC’yi abluka altına alıp, izolasyonlarla dünyadan koparıp kendi egemenlikleri altına almak için her yolu deneyen Kıbrıs Rum Yönetimi şimdi de, bu “Uluslararası Akreditasyon Kuruluşları”na ve bu kuruluşların bağlı oldukları ülkelerin Eğitim ve Dışişleri Bakanlıklarına gönderdikleri resmi yazılarla KKTC’deki üniversitelerin eğitim programlarına denklik verilmesini önlemek için yoğun bir çalışma başlatmış durumda.
Zaten Rumların girişimleri ile AB içindeki, ASEM, Erasmus Mundus, Marie Curie, Euromed, Eurydice, Euro 2020, Tempus ve Yaşam boyu Öğrenim gibi programlar ile öğrenci ve öğretim elemanı değişimi programlarından üniversitelerimiz dışlandı. Şimdi de akreditasyonlardan dışlanmamız için çalışmaktalar.
Rumları çılgına çeviren de KKTC’deki üniversitelerin çok başarılı olması. WOS, SCI, ISI gibi akademik makalelerin kalitesini belirleyen kuruluşlarda, Rum üniversitelerinden çok yukarılarda yer alması, KKTC’deki üniversitelerde okuyan öğrenci sayısının kendilerindeki öğrenci sayısından üç misli fazla olması Rumları gerçekten deli ediyor. Yükseköğrenim konusunda Kıbrıslı Türklerin gerisinde kaldıklarından dolayı da ne yapacaklarını şaşırmış vaziyetteler. “Ne yapsak da KKTC’deki üniversiteleri kapattırsak, dünyadan koparsak ve önlerini kessek” diye de kara kara düşünmekteler. Allah belasını versin böyle ortağın da, bizlere yaşam hakkı tanımak istemeyen böyle adi bir ortakla kurulacak Federal Devletin de.
Bu durumda Rum hayranlarının KKTC liderliğini kötülemek yerine Rumdan hesap sorması, ülkemizdeki üniversitelerin de birbirleri ile didişmeleri yerine, bir yumruk gibi birlik olup Rumlara karşı eğitimin her alanında mücadele vermeleri gerekmekte. Tüm enerjilerini açılan veya açılacak üniversitelere takoz koymak için harcayan bazı üniversitelerin, enerjilerini bu tehlikeyi bertaraf etmek için harcamalarının çok daha iyi olacağını düşünmekteyim zira olay sandığımızdan da tehlikeli…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1