Şanlı Erenköy Direnişi

Şanlı Erenköy Direnişi

Kıbrıslı Türklerin varoluş mücadelesinin temel taşı olan Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) resmi olarak 1 Ağustos 1958 tarihinde kurulmuş ve 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Mutlu Barış Harekatına değin verdiği mücadele ile tarih yazmıştı.

TMT kuruluşundan tam 18 sene sonra 1 Ağustos 1976 tarihinde görevini tamamladığı için Teşkilat olmaktan çıkartılmış ve Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı (GKK) adı altında düzenli orduya dönüştürülmüştü.

Erenköy’ün bendeki anlamı ve bıraktığı iz çok farklı.

Türkiye’de ve İngiltere’de eğitimlerini sürdüren 520 tane üniversite öğrencisinin vatan sevgisini ortaya koyan, vatan için canlarını feda etmekten kaçınmamış bu gençler ile o yörede bulunan iki Türk köyünde yaşayan 200 kadınlı erkekli Türkün yazdığı destan Erenköy Direnişi.

15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan 20 bin kişilik Yunan Ordusundan, Kurtuluş Savaşı sonrası geriye kalan 2 bin Yunan askerinin İzmir’de adeta denize dökülürken aralarında yer alan asteğmen Yorgos Grivas (Digenis) aradan 55 yıl geçtikten sonra Türk Ordusundan ikinci şamarı Erenköy’de yemişti.

Yunanistan’dan gönderilen Komando Tugayından aldığı 5 bin kişilik takviye ile toplamda 15 bin kişilik Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) ile Erenköy’ü savunan 520 öğrenci ve 200 Erenköy’lü Mücahit ve Mücahide’ye en ağır silahlarla 8 Ağustos 1964 günü saldırmıştı Grivas. Üstelik Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu’na haber vermiş ve saldırıyı seyretmek isteyen Kıbrıslı Rumları da radyo ve TV yayını ile zaferini seyretmeye davet etmişti.

9 Eylül 1919’da İzmir’de deniz dökülmeyi “Küçük Asya Felaketi” olarak isimlendirmiş ve tarih kitaplarına yazmış olan Yunanlılar, sanki de futbol maçı seyretmeye gider gibi otobüslerle bölgeye gelmiş, Küçük Asya Felaketi’nin intikamını alacak saldırıyı seyretmek ve Türklerin yenilgisini görmek için adeta tribünlere yerleşmişlerdi.

Ama bekledikleri olmadı.

520 öğrenci ile 200 Erenköy’lü Mücahit ve Mücahide’nin direnişine 64 adet Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı jet savaş uçağı anavatan Türkiye’den kopup gelip destek verince, işler ters yüz oldu ve hem RMMO büyük zayiat verip çekilmek zorunda kaldı, hem de seyircilerin büyük çoğunluğu telef oldu.

Ruhları şad olsun varoluş mücadelemizde hayatlarını kaybeden tüm şehitlerimizin. Onların sayesinde, KKTC’yi kurabildik ve kendimizin yönettiği, bizlerin egemen olduğu bu topraklar üzerinde özgürce, kırmızı beyaz bayrağımız altında yaşıyoruz.

2013 tarihinde yazdığım yazıdan kısa bir bölüm alıntısıdır.

8 Ağustos 2024
Şanlı Erenköy Direnişi için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

AB mi, Türkiye mi?

AB mi, Türkiye mi?

Kıbrıs Rum tarafında 1993 yılında yapılan sözde “Cumhurbaşkanlığı” seçimlerinde adayların en güçlüsü olan Glafkos Klerides’in sloganı “Beni seçerseniz AB’ye üye olmak için başvuru yapacağız ve üye olduktan sonra da AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi adadan atacağız” idi.

Seçildi ve iki dönem başkanlık yaptı.

Dediği gibi de AB’ye başvurdu ve 10 yıl sonra da Kıbrıs Rum Yönetimi, AB’nin Kuruluş Yasasına aykırı olarak ve de 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin Anayasası çiğnenerek Avrupa Birliğine üye yapıldı.

Hristiyan olmak, Hristiyanların haklarını korumak, korudukları haksız da olsalar arkalarında durmak için her tür yasayı, kuralı, anlaşmayı “Güçlü biziz. Biz ne dersek o olur” mantığı ile çiğnemek, diğer bir tanımlamayla “Politik zorbalık yapmak” böyle bir şey.

Lakin, bir Hristiyan birliği olan Avrupa Birliği’nin artık sona doğru hızla ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Fransa’nın, İngiltere’nin “Brexit” isteğinin benzeri olan “Frexit” çalışmalarını başlatması, yaklaşan sonun ciddi bir habercisi. AB içinde liderliğe oynayan Fransa, AB’den çıkmak istiyorsa, AB’de işler iyi gitmiyor demektir.

Özellikle de Fransa için sıkıntılı günler geçen seneden başladı.

Her yıl yaklaşık 500 Milyar dolar haraç aldığı Afrika’daki, 60’lı yılların içinde -göz boyamak amaçlı- güya bağımsızlık verdiği sömürgeleri, Türkiye’nin başarılı dış politikası sonucunda bir bir Fransa’ya başkaldırmaya ve haracı kesmeye başlayınca, Fransa’nın ekonomisi yön değiştirdi. An itibarı ile Fransa’nın ülke olarak dış borcu kendi gelirleri ve üretimi ile ödenemeyecek düzeye ulaştı.

Fransa hükümetleri acil tedbir almazsa, Korsika’nın başı çekeceği Fransa’nın kendi içinde çözülmeler ve ayrılıklar süreci yaşanabilir.

Öte yandan, geçmiş yıllarda arkasını AB’ye dayamış olan Kıbrıs Rum Yönetimi, müzakereleri devam ettirmek için Kıbrıs Türklerinden “akla ziyan” tavizler talep etmişti. Özellikle KKTC’nin 4. Cumhurbaşkanının sürdürdüğü müzakerelerde, AB’nin desteği ile kendilerini o denli güçlü hissetmişlerdi ki, Rum lider Anastasiadis büyük boyutlarda elde ettiği tavizlerle yetinmemiş, 2017 yılında Crans Montana’da sürdürülen müzakerelerin son oturumunda “Sıfır asker, sıfır garanti” cüretkarlığına soyunmuş, talebi reddedilince de, müzakere masasında elinde ne varsa masaya fırlatıp atarak ayağa kalkarak masayı terk etmişti.

Rumların boylarına posların bakmadan “Sıfır asker, sıfır garanti” talepleri,

“Kıbrıs adasında tek bir Türk askeri kalmayacak ve Türk askeri tümüyle adayı terk edecek, Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki garantörlüğü de kaldırılacak” kapsamında bir hadsizlikti. Yani hem Lozan Antlaşmasının 16. maddesi tadil edilecek, hem de 1960 Kıbrıs Anayasasının EK-I’i olan “Garantiler ve İttifak Anlaşması” iptal edilerek, Türkiye’nin garantörlüğü ortadan kaldırılacaktı. Tabii ki bu istek derhal reddedildi ve müzakereler koptu.

Hristiyan olmanın dışında hiçbir özelliği olmayan, AB içinde “yalancı, dolandırıcı, tembel” olarak tanımlanan AB’nin neredeyse en küçük üye devletinin, 85 milyonluk Türkiye’ye kafa tutacak kadar kendini yukarılarda görmesi abesle iştigalden öte klasik Helen megalomanisinin tezahürü.

Aradan geçen 7 sene içinde ülkelerin yapılarında ve bölgesel siyasi dengelerde büyük değişimler olmuş ki şimdi Kıbrıs Rum tarafı, Cumhurbaşkanı Tatar’a “aman ne olur gel lütfen müzakere masasına otur” diye yalvarır olmuş, bunu yeterli görmemiş, araya Birleşmiş Milletleri ve Avrupa Birliğini de ricacı olarak sokmaya çalışmakta… 

Şimdi ne mi olacak? Tabi ki Adalar Denizi (Ege), Doğu Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanlarda dikkate alınması gereken Türkiye, iki devletli çözüm dışında bir çözüm formülüne sıcak bakmayacak. AB’nin, ABD’nin ve Rumların olası baskılarına rağmen Kıbrıs Türklerinin egemenliğinden asla taviz vermeyecek.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

6 Ağustos 2024
AB mi, Türkiye mi? için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Avrupa Birliği Değişime Gebe  

Avrupa Birliği Değişime Gebe  

Prof. Dr. Ata Atun

İngiltere’de ülke genelinde 4 Temmuz’da gerçekleştirilecek genel seçimleri mevcut Muhafazakâr Parti’nin açık ara fark ile kaybedeceği şimdiden belli oldu gibi.

ABD’de de Kasım ayının ilk haftalarında Cumhurbaşkanı seçimleri yapılacak.

Avrupa Birliğinde ise seçimler bu hafta içinde, Perşembe sabahı başlayacak ve Pazar akşamı bitecek. Gidişat, Avrupa Birliği’nin oluşum prensiplerine aykırı doğrultuda.

Şöyle biraz gerilere gidelim, sonra sadede geleceğim.

1945 yılında Almanya’nın yenilgisi, ABD’nin zaferi ile sonlanan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasının önde gelen İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkeleri kalkınabilmek ve eski günlere dönebilmek için ABD’nin siyasi/ ekonomik sömürgesi olmayı kurtuluş olarak görmüşlerdi.

ABD’nin baskısı ile sanayinin iki temel hammadde olan kömür ve çelik sektörünü güçlendirmek için 1951 yılında Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda birleşerek Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurdu. ABD, AKÇT’yi hem siyasi hem de ekonomik olarak sıkı sıkıya kontrolü altına aldı. Gerekli olan tüm sermaye ABD’li şirketler tarafından sağlandı.

İkinci adım olarak ABD, kendi ihracat pazarını genişletmek, küresel ekonomiye ve finans dünyasına hükmetmek için AKTÇ üyeleri ile İngiltere’ye adeta aba altından sopa göstererek ellerindeki sömürgelerine bağımsızlık vermeye zorladı. Avrupa ülkelerinin sömürgelerine bağımsızlık vermeleri 1967 yılına kadar sürdü. Fransa, sanki de sömürgelerine bağımsızlık vermiş gibi kritik madenlere sahip sömürgelerini perde arkasından yönetmeye günümüze kadar devam etti.

Başa dönersek, İngiltere’de bu hafta içinde başlayacak ve hafta sonuna kadar sürecek olan seçimlerde Muhafazakarların iktidarı kaybedeceği, ana muhalefet partisi olan İşçi Partisi’nin de seçimi kazanacağı kesin. Her ne kadar seçimlerin birinci ve ikinci günü resmi iş günü olsa da, bize yabancı olan “Posta ile oy verme” ve “Arkadaş ile oy verme (Proxyvoting)” gibi yöntemlerle çalıştığı iş yerinden izin alamayan seçmenler oylarını kullanabilecek.

Avrupa Birliği seçimlerinde ise milliyetçi ve muhafazakar partiler yükseliş, Liberal ve Yeşiller partileri ise düşüş yolunda. Milliyetçi ve muhafazakar partiler yükselişe rağmen kendi içlerinde ikişer gruba ayrılmış durumda. Bir grup ABD taraftarı, diğeri de ABD karşıtı.

Avrupa Parlamentosunda bazı gruplar sandalye kaybederken bazıları da teslimiyetlerini arttıracak. Tabi şimdiden hangi grupların güçleneceği belli olmaya başladı. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un listesinin içinde yer aldığı Avrupa’yı Yenileme Grubu (Renew Europe) yüzde 17’lik bir kayıp yaşayacak. Buna karşın milliyetçilerin oluşturduğu Kimlik ve Demokrasi Grubu (Identity and Democracy) iki sıra birden yükselip 4’üncü sıraya oturacak.

AB’nin ana direklerinden olan Almanya ve Fransa arasında birkaç yıldır ciddi görüş ayrılıkları sürmesine rağmen Fransa, Almanya ve İtalya Parlamentodaki koltuk sayısını arttıracak. Bu da ABD’nin AB üzerindeki mutlak etkisinin devam edeceğine işaret ediyor.

Asıl önemli olan gelişme ise Avrupa Parlamentosu seçiminden sonra yaşanacak.

Avrupa Parlamentosu’nun gündemine “Avrupa Birliği’ndeki veto haklarının sona erdirilmesi veya oybirliği ile oylama ve karar alma süreçlerine son vermek” konusunun girecek olması.

Geçtiğimiz 12 ay boyunca Avrupa Birliği vatandaşı on binlerce kişi fikirlerini, Avrupa Birliği’nin geleceği ve endişelerinin tartışıldığı “Avrupa’nın Geleceği Konferansı”na iletti. Konferanstan çıkan en önemli sonuç “Avrupa Birliği’nin yarının dünyasında ayakta kalabilmesi için reform yapması ve Avrupa Birliği’ndeki veto haklarının sona erdirilmesi ve kararların oyçokluğu ile alınması” oldu.

Bunun sonucunda ne mi olacak? Sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” gibi ülkeler artık “Veto Hakkı” ile Avrupa Birliğini, kendi siyasi ve mali çıkarları doğrultusunda tepe tepe kullanamayacak ve Avrupa Birliği’nin arkasına saklanamayacaklar.

Özetle, önümüzdeki yıllarda, özellikle Doğu Akdeniz ve Orta Doğu coğrafyasında farklı gelişmeler yaşanacak gibi…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

3 Haziran 2024
Avrupa Birliği Değişime Gebe   için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Rumlara Güven Duymak

Rumlara Güven Duymak

Prof. Dr. Ata Atun

Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.

Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.

Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.

Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.

Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.

Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.

Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.

Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.

Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.

Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.

Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur. 

Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı,  şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.

Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir  devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!

Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi

KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili

27 Mayıs 2024
Rumlara Güven Duymak için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar