Prof. Dr. Ata Atun
İngiltere’de ülke genelinde 4 Temmuz’da gerçekleştirilecek genel seçimleri mevcut Muhafazakâr Parti’nin açık ara fark ile kaybedeceği şimdiden belli oldu gibi.
ABD’de de Kasım ayının ilk haftalarında Cumhurbaşkanı seçimleri yapılacak.
Avrupa Birliğinde ise seçimler bu hafta içinde, Perşembe sabahı başlayacak ve Pazar akşamı bitecek. Gidişat, Avrupa Birliği’nin oluşum prensiplerine aykırı doğrultuda.
Şöyle biraz gerilere gidelim, sonra sadede geleceğim.
1945 yılında Almanya’nın yenilgisi, ABD’nin zaferi ile sonlanan İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasının önde gelen İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya gibi ülkeleri kalkınabilmek ve eski günlere dönebilmek için ABD’nin siyasi/ ekonomik sömürgesi olmayı kurtuluş olarak görmüşlerdi.
ABD’nin baskısı ile sanayinin iki temel hammadde olan kömür ve çelik sektörünü güçlendirmek için 1951 yılında Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda birleşerek Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurdu. ABD, AKÇT’yi hem siyasi hem de ekonomik olarak sıkı sıkıya kontrolü altına aldı. Gerekli olan tüm sermaye ABD’li şirketler tarafından sağlandı.
İkinci adım olarak ABD, kendi ihracat pazarını genişletmek, küresel ekonomiye ve finans dünyasına hükmetmek için AKTÇ üyeleri ile İngiltere’ye adeta aba altından sopa göstererek ellerindeki sömürgelerine bağımsızlık vermeye zorladı. Avrupa ülkelerinin sömürgelerine bağımsızlık vermeleri 1967 yılına kadar sürdü. Fransa, sanki de sömürgelerine bağımsızlık vermiş gibi kritik madenlere sahip sömürgelerini perde arkasından yönetmeye günümüze kadar devam etti.
Başa dönersek, İngiltere’de bu hafta içinde başlayacak ve hafta sonuna kadar sürecek olan seçimlerde Muhafazakarların iktidarı kaybedeceği, ana muhalefet partisi olan İşçi Partisi’nin de seçimi kazanacağı kesin. Her ne kadar seçimlerin birinci ve ikinci günü resmi iş günü olsa da, bize yabancı olan “Posta ile oy verme” ve “Arkadaş ile oy verme (Proxyvoting)” gibi yöntemlerle çalıştığı iş yerinden izin alamayan seçmenler oylarını kullanabilecek.
Avrupa Birliği seçimlerinde ise milliyetçi ve muhafazakar partiler yükseliş, Liberal ve Yeşiller partileri ise düşüş yolunda. Milliyetçi ve muhafazakar partiler yükselişe rağmen kendi içlerinde ikişer gruba ayrılmış durumda. Bir grup ABD taraftarı, diğeri de ABD karşıtı.
Avrupa Parlamentosunda bazı gruplar sandalye kaybederken bazıları da teslimiyetlerini arttıracak. Tabi şimdiden hangi grupların güçleneceği belli olmaya başladı. Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un listesinin içinde yer aldığı Avrupa’yı Yenileme Grubu (Renew Europe) yüzde 17’lik bir kayıp yaşayacak. Buna karşın milliyetçilerin oluşturduğu Kimlik ve Demokrasi Grubu (Identity and Democracy) iki sıra birden yükselip 4’üncü sıraya oturacak.
AB’nin ana direklerinden olan Almanya ve Fransa arasında birkaç yıldır ciddi görüş ayrılıkları sürmesine rağmen Fransa, Almanya ve İtalya Parlamentodaki koltuk sayısını arttıracak. Bu da ABD’nin AB üzerindeki mutlak etkisinin devam edeceğine işaret ediyor.
Asıl önemli olan gelişme ise Avrupa Parlamentosu seçiminden sonra yaşanacak.
Avrupa Parlamentosu’nun gündemine “Avrupa Birliği’ndeki veto haklarının sona erdirilmesi veya oybirliği ile oylama ve karar alma süreçlerine son vermek” konusunun girecek olması.
Geçtiğimiz 12 ay boyunca Avrupa Birliği vatandaşı on binlerce kişi fikirlerini, Avrupa Birliği’nin geleceği ve endişelerinin tartışıldığı “Avrupa’nın Geleceği Konferansı”na iletti. Konferanstan çıkan en önemli sonuç “Avrupa Birliği’nin yarının dünyasında ayakta kalabilmesi için reform yapması ve Avrupa Birliği’ndeki veto haklarının sona erdirilmesi ve kararların oyçokluğu ile alınması” oldu.
Bunun sonucunda ne mi olacak? Sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” gibi ülkeler artık “Veto Hakkı” ile Avrupa Birliğini, kendi siyasi ve mali çıkarları doğrultusunda tepe tepe kullanamayacak ve Avrupa Birliği’nin arkasına saklanamayacaklar.
Özetle, önümüzdeki yıllarda, özellikle Doğu Akdeniz ve Orta Doğu coğrafyasında farklı gelişmeler yaşanacak gibi…
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
Gerçekte Kıbrıs sorununun kökeninde yatan, çözülmesi gereken sorun “güven” sorunu.
Kıbrıs Türkleri içinde içten gelerek Kıbrıs Rumlarına ve Yunanlara güven duyanların sayısı yok denecek kadar az.
Bu güvensizliğin kökleri de 20’nci yüzyılın başlarına kadar gidiyor ancak geçmişi geçmişte bırakır günümüze dönersek, o günden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını görüyoruz.
Biliyorsunuz, Rumlar KKTC’nin adının geçeceği, KKTC’yi üste taşıyacak, Kıbrıs Türküne nefes aldıracak her türlü girişimi engellerler. Buna turistik ziyaretler, ekonomik ve bilimsel faaliyetler de dahil.
Kıbrıs Rumları, 1955-1974’e kadar, aynen günümüzde Gazze’de yaşanan soykırımın benzeri bir soykırıma tabi tuttukları Kıbrıs Türklerinin, -anavatan Türkiye’nin yardım ve desteği ile 1974’te özgürlüklerine kavuşmaları sonucunda- kurmayı başardıkları devletlerini dünyadan izole etmek için elden geleni yapmaktalar.
Biz, Kıbrıs Türkleri ile sözde ortak devlet kurmak için 1968 yılından beri sürmekte olan müzakereleri her seferinde megalomanik bir tavır ve sudan bahaneler ile sonlandıran, masayı devirip çıkan Rumlar, günümüzde, sanki de müzakere masasını terk eden kendileri değilmiş gibi Kıbrıs Türklerini masaya oturtmak için yırtınıyorlar, kapı kapı dolaşıp Türkiye ve Kıbrıs Türklerine baskı yapılması için her yolu deniyorlar.
Geçenlerde de Cumhurbaşkanımız Ersin Tatar’ın Avustralya’ya gitmesini ve Avustralyalı yerel yöneticilerle, hükümet mensupları ile görüşmesini önlemek için elden gelen her şeyi yaptılar.
Yapmaya yaptılar da bu kez başarılı olamadılar ve ilk kez bir KKTC Cumhurbaşkanı Avustralya’da resmi olmasa da “Cumhurbaşkanı” olarak karşılandı, ağırlandı, ziyaretlerde bulundu.
Kıbrıs Türklerinin uluslararası spor müsabakalarına katılmasını önleyen, dünyaya direkt uçuşlar ile bağlanmasına mani olan, Türk soylu devletlerin kurdukları Türk Devletleri Teşkilatına “gözlemci” olarak üye olmasının, Kıbrıs Türklerinin dünya devletleri ile akademik, ticari, endüstriyel, sosyal ve kültürel bağ kurmasının önünü kesmek için her tür entrikayı çeviren Kıbrıs Rumlarının kredisi tükenmiş, Kıbrıs Türklerinden sevgi ve saygı beklemeleri artık hayalden de öte imkansız hale gelmiştir.
Her ne kadar BM temsilcileri KKTC’deki KKTC karşıtlarıyla görüşüp, bunları Kıbrıs Türkünün genel görüşü olarak lanse etse de Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluğu, son bir asırdır kendilerini yok etmek için yıllarca silahlı, ekonomik ve siyasi saldırılarda bulunan Kıbrıs Rumları ile, bir süre sonra Maronitler, Ermeniler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşecekleri ortak bir devlet kurmayı istememektedir.
Atlantik İttifakının, kendilerini dünyadan izole eden yasa ve kural tanımaz insanlık dışı uygulamaları, Kıbrıs Türklerine kimlere güvenebileceği konusunda büyük bir ders olmuştur.
Kuzey Doğu Suriye toprakları içinde PKK, YPG ve benzeri isim altında faaliyet gösteren terör oluşumuna yıllardır mali ve silah desteği veren Atlantik İttifakı, şimdi de yasa dışı bir şekilde yerel seçimler yapmalarına destek vererek varlıklarını yasal statüye oturtmaya çalışıyor ama 15 Temmuz 1974 yılında Kıbrıs’ta darbe yaparak uluslararası tanınmışlığı olan “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni yıkarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni ilan eden ve ertesi gün de Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak ettiğini açıklayan “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin yöneticilerine, Kıbrıs Rumlarına ve Yunanistan’a, maalesef ciddiye alınacak hiçbir yaptırım uygulamamıştır. (Kıbrıs Türklerini soykırımdan ve yok olmaktan kurtaran Türkiye’ye ise 1974 Barış Harekatından hemen sonra “silah ve finans ambargosu” uygulamıştır.) Hamisi ve kurucusu oldukları Birlemiş Milletler Teşkilatında da insanlığın yüz karası olan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı, Kıbrıs Türklerini dünyadan izole eden kararı almışlardır.
Şimdi, Kuzey Doğu Suriye’de tamamen kendi kontrollerinde olacak bir terör devletini yasa dışı yollarla oluşturmaya çalışırken, dünyanın en uzun süreli sorununun yaşandığı adada birbiriyle savaşmış ve öfkeleri dinmeyen iki toplumu bir araya getirip yönetimi Rumlara vermeyi hedeflemenin yorumunu size bırakıyorum. Burada her kurumuyla -Federe Devleti saymazsak- 41 yıllık bir devlet var, orada teröristlere devlet kurdurulmaya çalışılıyor!
Bu nasıl bir küresel adalet? Biz kime, niye, nasıl güvenelim?
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
BM Genel Sekreterinin Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin, Kıbrıs sorununa çözüm getirmek amaçlı müzakere zemininin var olup olmadığı araştırmalarını daha altıncı hafta sonlanmadan bitirdi.
Haftalar boyu sürdürdüğü görüşmeler ve girişimleri sonucunda, ortak bir zemin olmadığını gören Holguin ağababası BM Genel Sekreteri Özel Temsilcisi ve Birleşmiş Milletler Kıbrıs Barış Gücü (UNFICYP) Başkanı Colin Stewart’ı detaylı bir şekilde bilgilendirdi.
Kendisine gönderilen talimat; “göz boyamaya devam et, görüşmeleri Ankara-Atina, Lefkoşa üçgeninde sürdürür gibi yap ama asıl görevin özellikle KKTC’deki Sivil Toplum Örgütleri ile temas kurmak ve Atlantik İttifakı taraftarı ve Federasyon isteyen Sivil Toplum Örgütlerini tespit etmek olsun” şeklinde oldu.
Atlantik İttifakının hedefi belli.
Kıbrıs adasında var olan 3 devletten, KKTC, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Akrotiri Devleti, kendilerine göre ayrılıkçı olan KKTC’yi ortadan kaldırmak, Türk Silahlı Kuvvetlerini adadan çıkarmak ve KKTC’ye inanan Kıbrıs Türklerini sindirmek.
İkinci adım;
Türkiye’nin elini Kıbrıs adasından tamamen çektirmek, Mavi Vatan kavramı ile Türkiye’nin Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge haklarını yok etmek ve Adalar Denizi ile Doğu Akdeniz’i tamamen Atlantik İttifakı’nın kontrolü altına sokarak, Türkiye’yi kendi kara suları içine hapsetmek.
Kıbrıs adasını tamamı ile Atlantik İttifakı’nın yönetimi ve egemenliği altına sokmak amaçlı asıl müdahale, 2025 yılının ortalarında, Maria Holquin’in verdiği rapor doğrultusunda, KKTC halkı ve ekonomisi üzerinde oynanacak oyunlar ve manipülasyonlarla başlayacak.
İlk hedef, kendilerine göre “uzlaşmaz” olan ve Atlantik İttifakı’nın hedefleri önünde duran ve engeller çıkaran Kıbrıslı Türk lider Ersin Tatar’a 2025 yılı Ekim ayı içinde yapılacak “KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybettirmek ve kendi istedikleri adayı destekleyerek seçtirmek” olacak.
BM Genel Sekreter’inin Kişisel Temsilcisi Maria Angela Holguin, yaptığı görüşmeler ve araştırmalar sonucunda Atlantik İttifakı sempatizanı ve Kıbrıs’ta Federasyon tipi sözde Rumlardan ve Türklerden oluşacak “Ortak Hükümetin” kurulmasının taraftarı olan sivil toplum örgütlerini, siyasileri, kanaat önderlerini, medya kuruluşlarını, medya mensuplarını, köşe yazarlarını, gazeteleri, sosyal medya aktivistlerini ve etkili olabilecek kişileri tespit etmiş durumda. (Ki ziyaretlerinde bu kişi ve kuruluşları tercih etti.)
An itibarı ile KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı ve destekçilerini, anavatan Türkiye’ye güvenen ve yanıbaşında isteyen siyasileri, sivil toplum örgütlerini, medya kuruluşlarını, medya mensuplarını, köşe yazarlarını, gazeteleri, sosyal medya aktivistlerini, etkili olabilecek kişileri itibarsızlaştırmak ve Atlantik İttifakı taraftarı olan grubu harekete geçirmek için bir çalışma programı hazırlanmakta.
Öncelikle bir aksiyon planı ile bütçe belirlenecek.
Aksiyon planı içinde Kıbrıs Türk halkı üzerinde etkili olacak “Yeni bir vizyon” tespit edilmesi ile Atlantik İttifakı taraftarı olan grubun nasıl harekete geçirileceği yer alacak.
İkinci ve en önemli adımı ise harekat planı oluşturacak.
Bu plan içinde; Atlantik İttifakının istek ve vizyonuna sahip siyasi bir partinin veya da çeşitli sivil toplum örgütlerinin kurulması, mitinglerin organize edilmesi, mevcut gazeteler, televizyon kuruluşları, sosyal medya etkinlikleri ve ardı arkası kesilmeyecek süslü ve insanın aklını çelecek vaatlerle Kıbrıs Türk halkının çoğunluğunun, Cumhurbaşkanı Tatar’ın seçildiği günden beri savunduğu “Eşit, egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm” fikrinin doğru olmadığına, Kıbrıs’ta Federasyon tipi sözde Rumlardan ve Türklerden oluşacak “Ortak Hükümetin” kurulmasının en doğru çözüm olduğuna inandırılmasının yöntemleri yer alacak…
Minareleri gözüken köy, kılavuz istemiyor.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
Prof. Dr. Ata Atun
Bu sözü ben söylemiyorum, Kıbrıs Türklerine de söylenmiyor.
Bu sözü Türkiye de söylemiyor, Türkiye’ye de söylemiyorlar.
Bu sözü Güney Kıbrıs Rum Yönetimine, Avrupa Birliği ve anaları Yunanistan, perdelerin arkasında artık fısıltıyla değil, yüksek sesle söylüyor kendilerine. Bazen birlikte, bazen de gerekli olduğu ayrı ayrı zamanlarda…
Bilindiği üzere Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis bugün Türkiye’ye resmi bir ziyaret yapacak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşecek. Gerçekte bu görüşme 2023 yılının Aralık ayında Atina’da her iki lider tarafından karşılıklı imzalanan “Atina Bildirge”sinin yarattığı dostluk ve işbirliği temelindeki yeni dönemin ilk görüşmesi.
Aralık ayında Atina’da gerçekleştirilen Erdoğan-Miçotakis görüşmesinin tutanaklarında, görüşme sonrası karşılıklı imzalanan Atina Bildirgesi’nin içeriğinde ve bugün Ankara’da gerçekleşecek görüşme programında “Kıbrıs konusu” yok. Ki Avrupa Birliği Devlet Başkanları zirve toplantıları içinde, sonuncusu hariç Kıbrıs konusu hiç yer almadı. Tam tersine birçok AB lideri tarafından yapılan açıklamalar, “Türkiye’yi karşımıza alamayız”, “Türkiye ile ilişkilerimizi bozamayız” mealinde idi.
Avrupa Birliği’nin Aralık ve Mart zirvelerinde ertelediği Türkiye konusunu son zirve toplantısında Kıbrıs Rumlarının bitmek bilmeyen istekleri sonrasında, “stratejik tartışma” kapsamında “kerhen” ele aldı. Tartışmalardan sonra yayınlanan kararda, “Avrupa Birliği’nin, Doğu Akdeniz’de istikrarlı ve güvenli bir ortamda ve Türkiye ile işbirliğine ve karşılıklı yarara dayalı bir ilişkinin geliştirilmesinde stratejik çıkarı vardır” ifadesi yer aldı.
Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) bu tavsiye kararını, sanki de Türkiye’ye karşı çok önemli bir zafer kazanmış gibi yükseltmeye, önem kazandırmaya ve pazarlamaya çalışıyor ama daha ilk tepki anası Yunanistan’dan “Otur oturduğun yerde” anlamına gelecek manevralarla geldi. Aklınca KRY, bu tavsiye kararı sonrasında KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı müzakere masasına oturtacak ve müzakereleri istediği gibi sonuçlandıracaktı. Ne Cumhurbaşkanı Tatar, ne de TC. Dışişleri Bakanlığı, bırakın dikkate almayı, selam bile vermediler KRY’ye ve AB’nin tavsiye kararına. Zira Türkiye rest çekilecek, gözden çıkarılacak bir ülke değil. Bölgede yıllar içinde değişime uğramış olan politik, ekonomik ve askeri dengeler Türkiye’yi çok öne çıkarmış ve jeopolitik olarak Türkiye’ye inanılmaz bir önem kazandırmış durumda. Bunun en önemlilerinden biri, Uzak Doğu’dan yapılan deniz yolu taşımacılığının süresini Süveyş Kanalı yoluna kıyasla 15 gün kısaltan ve Basra Körfezindeki Irak’a ait Fav Limanı’ndan Londra’ya kadar kara ve demir yolu ile Avrupa’nın her ülkesine Türkiye’den kesintisiz ulaşım sağlayacak “Kalkınma Yolu” projesi.
Atlantik İttifakı’nın (ABD ve AB), Akdeniz’e kıyı ülkelerin ve Şanghay İşbirliği Teşkilatı ülkelerinin zaman zaman dile getirdikleri “Doğu Akdeniz başta olmak üzere bölgede, Türkiye’nin içinde bulunmadığı bir enerji projesi başarılı olamaz” tanımlamasının vücut bulacak hali bu.
Öte yandan Atlantik ittifakının “Hasta Adamı” Avrupa Birliği’nin kendi içindeki sıkıntıları da cabası. Birliğin lideri Almanya, inanılmaz bir ekonomik sıkıntı içinde ve fırsatını bulunca AB’den çıkmayı planlıyor. Asya’nın ve Uzak Doğu’nun devleri Çin ve Rusya, AB’ye “ABD’nin kulu kölesi olmaktan çık artık” tavsiyesinde bulunuyorlar.
En önemlisi de, AB Konseyi ile AB’in yasa yapıcı kurumu olan ve AB Bütçesine onay veren “Avrupa Parlamentosu”na girecek 705 milletvekilinin belirlenmesi için 6-9 Haziran tarihleri arasında yapılacak olan seçim.
Siyasi partilerin propagandalarına bakılınca görülen, seçim sonrasında AB’de esaslı kararların alınacağı. Bu kararlar içinde de Rumların tüm gayreti ve karalamalarına rağmen Türkiye’yi zora sokacak bir adımın olması muhtemel görünmüyor.
Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
KKTC Cumhuriyet Meclisi 1. Dönem Milletvekili
KKTC’de Rusça yayın hayatına başlayan NOVOSTI KIPRA adlı gazetede KÖŞE YAZI’m manşetten yayınlandı.
————————-
Региональные балансы стремительно меняются
Профессор д-р Ата Атун
Решение Турции полностью прекратить торговлю с Израилем, скорее всего, вызовет ряд новых событий в ближайшие месяцы, которые серьезно повлияют на стратегию Израиля по агрессии, геноциду и истреблению палестинского народа.
Израиль занимает 12-е место среди стран, в которые Турция экспортирует больше всего товаров.
Согласно данным Турецкого статистического института (TurkStat), объем торговли между Турцией и Израилем в 2023 году составил 6,8 миллиарда долларов, 76 процентов из которых приходится на товары, проданные Турцией Израилю.
Кроме того, Израиль осуществляет сухопутный импорт через Турцию, особенно стратегических товаров, таких как нефть. Поэтому несомненно, что введение Турцией ограничений на провоз через ее территорию и порты товаров, которые Израиль покупает у третьих стран, сырья и резервных руд, необходимых Израилю для производства, особенно нефти, которую Израиль покупает у Азербайджана, поставит израильскую экономику в затруднительное положение. (Зависимость Израиля от Турции в этом отношении во много раз превышает зависимость Турции от Израиля).
Учитывая эти факты, решение Турции полностью прекратить взаимную торговлю с Израилем напоминает политику глобальной изоляции, которую многие страны проводили в последние годы XX века против режима «апартеида» в Южно-Африканской Республике, безжалостно внедрявшего идею превосходства белых европейского происхождения над другими расами, включая приостановку купли-продажи всех товаров и услуг, разрыв политических и дипломатических отношений.
Последнее правительство Южно-Африканской Республики, сформированное белыми европейского происхождения, которому удавалось более века поддерживать режим апартеида с помощью грубой силы в дополнение к военным и полицейским силам, при этом белые не подвергались никаким арестам, было раздавлено этими глобальными изоляциями и сдалось. Апартеид был похоронен на пыльных страницах истории, чтобы никогда не вернуться.
Следует отметить, что решение Турции направлено в первую очередь не против израильского народа. Причина этого решения – отстранение от власти израильского правительства, упорно проводящего политику геноцида в условиях глобальной изоляции, и прекращение нападений на палестинский народ и Газу.
Безусловно, если некоторые страны, обладающие здравым смыслом, примут решение Турции о прекращении торговли с Израилем за пример и решат прекратить торговлю с Израилем в ближайшие дни, это поставит Израиль в сложную ситуацию, несмотря на всю поддержку, которую США оказывали/будут оказывать Израилю.
На данном этапе фактор США и турецко-американские политические и экономические отношения начали выходить на первый план и приобретать все большее значение. Несколько дней назад 57 членов Демократической партии в Палате представителей США обратились к президенту Джо Байдену с просьбой прекратить помощь Израилю, заявив, что продолжение атак Израиля поставит регион на грань войны, которую Израиль и США не могут себе позволить, а заявление правительства США о том, что оно уважает решение Турции, свидетельствует об изменении регионального баланса.
В ближайшие недели можно говорить о том, что Израиль в значительной степени потеряет глобальную поддержку, быстро перейдет к изоляции, и в результате правительство, выступающее за геноцид, покинет власть, нападения прекратятся, а палестинское государство добьется больших успехов на пути к признанию.
Профессор, д-р (инженер-строитель), доцент, д-р (UA. Relations) Ата АТУН
Член Консультативного совета при президенте ТРСК
Депутат Республиканской ассамблеи ТРСК 1-го срока